Yılmaz Özdil yazıyor
Usta kalem Yılmaz Özdil'in kendine has tarzıyla bu haftanın spor gündemine bakışı...

San Siro’da Türkiye anketi
Bayram tatilinde İtalya’daydım.Tesadüf bu ya, Milano derbisine denk geldik; İbrahimoviç’in penaltısıyla 1-0 işi bitirdi Milan.
San Siro’ya gelmişken, İtalyan fanatiklerini de birarada bulmuşken, Türkiye’yi sordum...
Hepi topu, Galatasaray.
UEFA Kupası’nın üzerinden 10 sene geçmesine rağmen, bir tek Galatasaray’ı tanıyorlar... Tanıdıkları da, bugünkü Galatasaray değil... Bugünkü Galatasaray’dan bir futbolcu bile söyleyemediler... “Fatih Terim” diyorlar hâlâ... Ama, Terim hakkında olumlu görüş belirten bir kişi bile çıkmadı maalesef... Reklamımız kötü olmuş, hiç sevmemişler İmparatore’yi.
Emre Belözoğlu’nu hatırlıyorlar ama, Galatasaray’da oynadığını zannediyorlar.
Rijkaard’ı hepsi tanıyor.
Galatasaray’a geldiğini, Galatasaray’dan kovulduğunu bilen, tek tük...
Hagi’yi hepsi tanıyor.
Galatasaray’ın başına geçtiğini bilen yok.
Schuster’in etkisi olmuş.
Quaresma’nın, Guti’nin ve Ferrari’nin etkisi ise, büyük olmuş...Beşiktaş’ı biliyorlar.
Ancak, şu anki durumunu, kaçıncı sırada olduğunu bilen yok.
Yerli futbolcu tanıyan yok.
Gazeteci değil bunlar, sokaktaki İtalyanlar’dan bahsediyorum...Milan veya İnter taraftarları; sıradan futbolseverler...
Fenerbahçe’yi isim olarak biliyorlar, hepsi o... Renklerini bilen bile yok.
Mesut Özil?
İstisnasız, alayı tanıyor.
Trabzonspor’u bilmiyorlar.
Bursaspor’u bilmiyorlar.
Geçen sezon Türkiye’de kim şampiyon oldu?
Bilmiyorlar.
Kayseri’nin adını duyan yok.
Sanırsın, İtalya’da değil, taaa Avustralya’dayız...
Burnumuzun dibindeki futbol ülkesi, Türkiye’den bi haber.
Şimdi sıkı durun...
Türkiye’den ne biliyorlar?
12 Dev Adamı!
Dünya Basketbol Şampiyonası’nı neredeyse hepsi seyretmiş, Tanjeviç’i hepsi tanıyor... Iverson’ın Türkiye’ye, Beşiktaş’a transfer olduğunu bile biliyorlar.
Roma’daki Milano’daki spor mağazalarını gezdim... Türkiye’ye ait tek ürün yok.
Demem o ki...
Milyonlarca dolar döküyoruz, anca, kendi kendimize reklam yapıyoruz... ‘Lokal’ rekabetle birbirimizi yiyoruz ama, ‘uluslararası’ platformda esamemiz bile okunmuyor.
Şenol Güneş asıl şimdi bitti!
Lucescu’ya ne dediler?
“Çingene...”
Gördük çingeneyi!
Löw için ne dediler?
“Köylü...”
Onu da gördük.
Del Bosque’ye?
“Yeniköy Kasabı” dediler...
Dünya Kupası’nı kazandı.
Bir otoritemiz şöyle yazmıştı:
“Milli takım için en büyük tehlike, Şenol Güneş... Önce Güneş’i yenmemiz gerekiyor!”
Bir başkası ise, ‘Güneş’ soyadıyla espri yapmıştı aklınca: “Güneş’ten korunmamız için, futbolculara birer şemsiye vermemiz gerekiyor!”
Biri şöyle döşenmişti: “Herkes enayi, sanki bi tek o uyanık... Hepimizi kandırıyor. Halbuki, Şenol Güneş milli takımın patronluğunu yapacak düzeyde değil... Dereyi geçtik, önümüzde okyanus var, boğuluruz! Bu elbisenin bedeni var, Şenol’a uymuyor. Anca ikinci ligde teknik direktör olur. Milli takımda malzemeci bile olamaz.”
Bir duayen ise şunları yazmıştı: “Türkiye’yi taşıyabilecek kapasitede değil, o çapta değil...”
Ne oldu sonra?
Dünya Kupası’nda yarı final oynadı Şenol Güneş... Dünya Üçüncüsü oldu.
Peki, şimdi ne diyorlar Şenol Güneş için?
Aynen şunları diyorlar:
“Büyük karizma...”
“Giyimiyle örnek.”
“Etkileyici taktisyen.”
“Donanımlı hoca.”
“Örnek spor adamı.”
“Felsefesi var.”
“Devrim yapıyor.”
Otorite kılıklı arkadaşlar ne diyorsa, tam tersi çıkıyor birader...
Şenol hocanın suyu ısındı sanırım!
Dünya amaçsızlık rekoru!
Kadir Topbaş’ın takımı Belediyespor, 5’inci sırada...
Başbakan Erdoğan’ın takımı Kasımpaşaspor, son sırada.
Futbolda demokrasi yok!
Şaka bir yana, hiç şüphesiz, son senelerin en istikrarlı takımı Belediyespor.
Burası İngiltere, İspanya veya Almanya olsaydı... Yani, başarı denilen kavram ‘şampiyonluk’tan ibaret olmasaydı, Abdullah Avcı her sene ‘Yılın Teknik Direktörü’ seçilirdi.
Ancak...
Burası İngiltere, İspanya veya Almanya olsaydı, Belediyespor diye bi takım asla olmazdı!
Var mı Londra Belediyespor?
Bu eleştiriyi getirdiğimiz zaman, hemen deniyor ki, “Belediye’nin bütçesinden takıma para aktarmıyoruz, dolayısıyla vatandaşın vergileri takıma gitmiyor, niye itiraz ediyorsun?”
Birincisi, belediye bütçesinden para aktarılmadığına inanmıyorum... İkincisi ise, şu...
The Guardian gazetesi, ‘Dünyanın en az seyirci rekoru kıran takımları’nı araştırdı.
Üçüncü sıra, İngiltere’nin...
Thames ile Luton takımları, 1930 senesinde, Westham Stadı’nda karşı karşıya gelmiş, sadece 459 biletli seyirci varmış.
İkinci sırada, İtalya...
Juventus ile Sampdoria, taaa 1901 senesinde, Delle Alpi Stadı’nda karşı karşıya gelmiş, sadece 237 biletli seyirci izlemiş.
Birinci sırada, biz varız...
İstanbul Belediyespor ile Gençlerbirliği, 2008’de, Atatürk Olimpiyat Stadı’nda karşı karşıya geldi, sadece 6 biletli seyretti.
Dünya rekoru Belediye’nin!
Türkiye’nin ve Avrupa’nın en kalabalık şehrinin... İstanbul’un takımı ama, dünyanın en az taraftarı olan takımı aynı zamanda!
Üstelik...
Özellikle Abdullah Avcı’nın kalbini kırmak istemem ama, Türk Futbolu’na katkısı sıfır.
Türk Futbolu’na armağan ettiği bir tane futbolcusu var mı?
Belediyespor’dan yetişen, transfer listelerine giren bir tane genç var mı?
Büyük takımlarda tutunamayan topçuları al, kadro kur, oyna... Süper Lig felsefesi midir bu? Yoksa “Çıkalım, sonrasına sonra bakarız” diye düşünen, Bank Asya Ligi felsefesi midir?
KİT’leri satıyoruz. Her şeyi özelleştiriyoruz. Devlet, ekonomiden elini çekiyor. Futbolda ise, tam tersini yapıyoruz. Kamulaştırıyoruz... Netice? Güya başarılı ama, taraftarsız, amaçsız...
Velev ki, UEFA Kupası’na Belediyespor katıldı... Ne geçecek elimize?
Bakın, Futbol Federasyonu bir sene çalıştı, sonra da ‘dört senelik stratejik vizyon planı’ açıkladı... En önemli maddesi nedir o vizyonun?
“Futbolun, toplum üzerindeki olumlu sosyal etkisini arttırmak...”
Sadece 6 biletli seyircisi olan takımla mı, toplumdaki sosyal etkiyi arttıracağız?
Kimse kusura bakmasın, iktidarın belediyesi olduğu için gazeteler goygoyculuk yapıyor ama, faydası yoktur Belediyespor’un... Aksine, futbolumuza zararı çoktur.