Arama

Popüler aramalar

Daum'un gönlü Galatasaray'da

Türkiye'de Fenerbahçe, Beşiktaş ve Bursaspor gibi takımları çalıştıran Daum, özel açıklamalar yaptı.

Daum'un gönlü Galatasaray'da

Türkiye'de Fenerbahçe, Beşiktaş ve Bursaspor takımlarında görev yapan Daum, Zaman Gazetesi'ne özel bir röportaj verdi.

Christoph Daum’a Köln’ün Hahnwald bölgesindeki evinde misafir olduk. 61 yaşındaki çalıştırıcıdan, futbol haricindeki anılarını dinledik. 1994-95 sezonunda Beşiktaş’ı, 2003-04 ve 2004-05’te Fenerbahçe’yi şampiyonluğa taşıyan Alman teknik adam, Zaman okurlarıyla birçok detayı paylaştı.

Ülkemizde en tanınmış futbol adamlarından olan Christoph Daum, Beşiktaş’ı ve Fenerbahçe’yi şampiyon yapmış biri. Köln’deki evinde görüştüğümüz Alman teknik adamın Türkiye ilgisi ve sevgisi bilinmeyen bir durum değil. Futbol dışındaki konulara dair ilginç şeyler anlattı. Örneğin, Ortaköy Camii imamı ile dostluğu ve oraya sıkça gidip dua etmesi gibi. Çevirmenimiz Mehtap Cengiz Kayacan’ın Almancasının etkisiyle 2 saatini ayırdı. Bize, röportajı ayarlayan Köln Fenerbahçeliler Derneği eski başkanlarından Yusuf Keskin ile arkadaşım Osman Babucci eşlik etti.

Christoph Daum’un, Köln’ün Hahnwald bölgesindeki evine giderken açıkçası bu kadar sıcak bir misafirperverliği beklemiyorduk. Ofis olarak kullandığı bölümde konuk etti bizi. Kahvelerimizi kendisi hazırladı, bir yandan da sohbete koyulduk. İş dışındaki özlemlerinden birini gerçekleştiriyor Daum. “Uzun yıllardır ilk kez ailemle birlikteyim. 13 yaşında oğlum Jean Paul, 9’undaki kızım için bir şeyler yapabiliyorum. Oğlumun futbol idmanlarıyla ilgileniyorum.” diyor.

Sıradan bir futbol röportajı olmasın diye işe başka yerden girdik; “Niçin Türkiye?” diye sorduk. Seçiminin ‘doğal’ nedenlerini aktardı: “Çocukluğumdan beri Türklerle beraberdim. Yakınlıklarından her zaman çok etkilendim. Çevremizdeki her Türk ailesi beni çocuklarından ayırmazdı. Sürekli sofralarına davet edilirdim. Dini bayramlarda ve benzeri günlerde beni de kendilerinden görüp öyle davranırlardı.” İşin başka bir boyutu daha var. 1993’te, Solingen’de Neonaziler Türklerin evini yakmış ve vatandaşlarımız hayatını kaybetmişti. Bu olayın kendisini yaraladığını belirten Daum, şöyle devam ediyor: “Bizimle her şeylerini paylaşmış insanlar için mutlaka bir şeyler yapmalıydım. Ayrıca, ‘Almanya bu değil, bunlar bir avuç gözü dönmüş cani!’ diye de haykırmak istiyordum. İşte o dönemde Beşiktaş’tan güzel bir öneri gelince anında ‘evet’ dedim.”

Türkiye, gerçekten ikinci vatanı


İstiklâl Marşı’mızı okuması epeyce konu edinilen Daum, Türkiye’yi gerçekten ikinci vatanı olarak görüyor. Türkçe öğrenip öğrenmediği tartışmalı; ama biz de küçük bir test fırsatı yakaladık. Galatasaray’a gelme ihtimali ortada. Evinin önünde iki aslan heykeli var. Aklımıza, aralarında fotoğraf çekmek düşüyor. Aramızda güya şifreli cümleler kuruyoruz; ancak o, “Hiç yorulmayın, olmaz!” diyor. Demek ki ne konuştuğunuzu kavrayabilecek kadar Türkçe biliyor. Armağan ettiği dosyada Türkiye’deki ilk yıllarında gazetelerde hakkındaki haber, yorum ve röportajlar bir araya getirilmiş. Bunları çok değer vererek saklıyor. Bir çobanla fotoğrafını gösteriyor. Kapadokya gezisinde, insanların ilgisi, beraberindeki ailesini fazlasıyla etkilemiş.

Daum tam anlamıyla İstanbul tutkunu. Napolyon gibi o da dünyanın merkezinin burası olduğu kanaatinde. Bu kentin Roma ve Bizans’tan gelen özelliklerinden tutun da yerin altındaki ve üstündeki yerleri iyi bilmekten kaynaklanan sahici bir yakınlık onunki. Değişik dinlere mensup ibadet yerlerinden Sultanahmet’in zenginliği, Pier Loti’nin sakinleştirici yanı onun dünyasında önemli bir yer işgal ediyor. Yabancı tanıdıklarının çoğuyla çay içerek Haliç’i seyretmenin keyfini pek çok kez yaşamış. En sıkıntılı dönemlerinde Ortaköy Camii’ne gittiğini söylüyor ve ekliyor: “İmam arkadaşımdı. İçeri girip orada uzun süre oturmama izin verirdi. Ruhumun dinlendiğini hissederdim. Bu duygu, pek az yerde bulabileceğiniz bir huzurdu.”

Sergen Yalçın için at alacaktım

Türkiye’de birlikte çalıştığı futbolcular arasında değişik özellikleriyle ön plana çıkanları sordum Daum’a. Zihinde ilk belirenin, Sergen Yalçın olacağını tahmin edebilirdim. “Onun futbolla daha çok ilgilenmesini sağlayabilmek için ortak bir at satın almayı bile düşündüm.” diye başlıyor anlatmaya: “Neredeyse bütün dünyası at yarışlarıydı. İdmanları yarıda bırakıp kenara giderek bir şeyler soruyor ve cevaba göre iyi ya da kötü çalışıyordu.” Daum, merhum Onursal Başkan Süleyman Seba’nın kendisine ‘delirdi’ algısıyla yaklaşacağı korkusuyla fikrinden vazgeçmiş. 20 seneyi aşkın Türkiye bağlantısında pek çok dost edinmiş. Bir ara söz Beşiktaş’ın emektar malzemecisi Süreyya Soner’in reklam filminde oynamasına geliyor. “Nasıl vakit bulmuş ki!” demekten kendini alamıyor: “O, 24 değil, tam 25 saat Beşiktaş’ı yaşar.”

Daum’un gönlü Sarı-Kırmızı’da!

Galatasaray’da, İtalyan teknik adam Cesare Prandelli’nin gönderileceği dedikoduları dolaştığında ilk akla düşen isimlerden biriydi Christoph Daum. Günün birinde bu camiada çalışma imkânının doğmasından mutluluk duyacağını gizlemiyor. Nijerya Milli Takımı’yla anlaşmaya yaklaşmışlar ancak ‘daha uzun süre ülkede kalmalısın’ noktasında uzlaşmazlık doğmuş. Macaristan Milli Takımı’ndan bazı Körfez ekiplerine, İngiltere Championchip’ten İskoç Celtic’e kadar pek çok kulüple görüşmüş fakat imzalar atılamamış. Hindistan’dan gelen 3 aylık öneriyi reddetmiş. Gözü, İngiltere Premier Lig’inde. Öncelik ise Türkiye. İkişer dönem Beşiktaş ve Fenerbahçe’de çalışmış olmasının yanına Galatasaray’ı eklemekten onur duyacağını belirtiyor. 4-1’lik Borussia Dortmund yenilgisine inanmakta zorlanıyor: “Başta Sneijder olmak üzere Melo, Muslera ve Ay-Yıldızlı formayı giyenlerle daha iyi bir takım ortaya çıkmalı. Sanki futbolcular oynamak istemiyor.”

Denizli maçında oynamak istedim!

Daum’un Türkiye’ye ilk gelişi, 1994-95 sezonunun devre arasında 6,5 yıllık Gordon Milne döneminin bitişinde Beşiktaş ile olmuştu. Galatasaray ona adeta şampiyonluğu armağan etti. Nitekim bunu, Fenerbahçe’deki ilk şampiyonluğuyla birlikte tattığı en büyük mutluluklar arasında anıyor.

Denizli’de ve Saracoğlu’nda son maçta kaybedilen iki kupayı unutamıyor: “O gün Denizli’de olabilecek her şeyi masaya yatırdım. 2-0 geri düşme ihtimalinden tutun da hakemin beni tribüne göndermesine kadar ne varsa senaryolar geliştirdim. Belli bir yerden sonra futbolcularım artık beni duymuyordu. Sahaya girip oynamak bile içimden geçti.”

Bitiş düdüğündeki hissiyatlarını da soruyorum: “Ruhsal ve fiziksel olarak bitkindim. Sopa yemiş gibiydim. Basit dokunuşu yapamadığımız için emekler heba olmuştu. Sabaha dek uyuyamadım. Maçı defalarca kafamda yeniden oynadım. Hepsinde de galibiyete uzandık; gerçekte kazanamamıştık ve bu bir yıkımdı.” Trabzonspor karşısında 1-1’lik beraberlikle kaybedilen şampiyonluk da hafızalardan kolay silinemeyecek elbet. Tam 16 gol fırsatını değerlendiremeyişlerinin yanında anonsu unutmamış. Hatta şampiyonluğu kaybetmelerinde o anonsun da belli bir payının bulunduğunu çünkü son saniyelerde bile gol atabilecek durumda olduklarını söylüyor.

Süper Lig’de İzmir takımı niye yok?

İzmir’in Süper Lig’de takımının yer almayışına şaşırıyor Daum. Başta Göztepe ve Karşıyaka olmak üzere diğerlerinin potansiyellerini biliyor. İzmir’de görev üstlenmesi için bazı temasların olduğunu öğreniyoruz. Göztepe’yi, Süper Lig’e taşımanın, teknik direktörlük kariyeri için de iyi bir final olacağını düşünüyor. Türk Milli Takımı’ndan Haluk Ulusoy’un TFF başkanlığında teklif almış. Fenerbahçe izin vermediğinden iş ortada kalmış. Ay-Yıldızlıların Euro 2008’den beri yaşadığı başarısızlıkları anlamakta güçlük çekiyor. “Aslında sorunları herkes biliyor. Süreklilik sağlanamıyor. Problemlerin giderilmeyişi tuhaf. Futbol organizasyondur ve başarıda altyapı temel taşıdır. Türkiye’de bu yöndeki çalışmalar yok denilebilecek noktada.” ifadelerini kullanıyor.

Seba, patron gibi davranmazdı

Christoph Daum, Beşiktaş’ın merhum onursal başkanı Süleyman Seba’nın cenaze törenine katılamadığı için üzgün. Seba’yı ve aralarındaki ilişkiyi de şöyle aktarıyor: “Büyük bir patrondu; ama kesinlikle öyle davranmazdı. Olmadığı yerlerde dahi varlığıyla ağırlığı hissedilirdi. Hiç kimse Beşiktaş’ı kendi çıkarları için kullanmayı aklının kıyısından bile geçiremezdi. İşime karışılmasına asla izin vermedi. Hep yanımda oldu.”

Zaman

Haberin Devamı