‘’Toraman Fink Beşiktaş iki kişilik‘’
Sahaya ilk 11’de ne amaçla çıktığı yine belli olmayan Nihat dışında Beşiktaş ilk yarıda yardımlaşmayı ön plana alan bir anlayışı zorluyordu. Antalyaspor’un 3 forvetli, ne var ki etkisiz hücum düzeni Ernst ve özellikle de Fink’in bir kademe daha ileriye çıkmasında sakınca oluşturmayınca, Beşiktaş rakip alanda hep 1 adam fazla oynadı. Ama Tello’yla Tabata ancak ilk yarıyı çıkarabildi. Gole kadar nispeten hareketli bir oyun vardı, ancak bu hareketililik ceza alanına kadar sınırlıydı. Tartışmalı penaltı, Antalya’yı hırslandırdı, Denizli’yi önlem almaya itti. Necip Beşiktaş’ın üçüncü ön liberosu oldu. Antalya daha çok öne çıkmaya başladığında arkasında bıraktığı boşlukları değerlendirmek için Holosko doğru tercihti belki, ama zinde olmayışı Beşiktaş’ı hücum anlamında eksik bıraktı. Şifo Mehmet de, Veysel’i almakta çok geç kaldı. Beşiktaş ikinci sayıyı yapma inancını kaybedince bildik, demode, geriye yaslanışına sığındı. Maç boyu konuk ekibi ayakta tutan iki önemli isim vardı. Birisi Antalya’nın iki neti dışında kalan tüm açıkları kapatan başarısıyla İbrahim Toraman, diğeri de savunma desteğini eksiksiz yerine getirip ofansına da hatırı sayılır katkıda bulunan Fink’ti. Beşiktaş kazandı, ama oyun da golün şekli de bu maçın skoru olacak nitelikte değildi. Bu maçın skorunu yansıtacak gerçekten uzaktı. Özgüç Türkalp penaltıdan önceki faulü süzemeyişinin dışında Ömer’in Ernst’e yaptığı kırmızı kartlık hareketi esgeçerek puanını düşürdü.
‘’İpi çekilecek adam!‘’
Türk futbolunda en istenmeyen figürün Erman Toroğlu olduğunun ortaya çıkması, hiç şaşırtıcı değil. Aynı anda Futbol Federasyon’unu, Merkez Hakeml Komitesi’ni ve üç büyük kulübü karşısına almaktan zerre kadar çekinmeyen başka birisi yok çünkü futbolumuzun içinde... O futbolumuz ki, derbi rezaletleri, bedava bilet rantçılığı, şike-teşvik ilişkileri, UEFA’daki sabıkalı dosyalarıyla marka değerini evrensel boyutlara taşımışken, bu çarkın içine çomak sokmaya çalışan elebaşlarının da bir bir ayıklanması gerekir! En büyük elebaşı da Erman Toroğlu’dur! Kulüpler, özellikle de İstanbul dükalığı, kellesini istediği Erman Hoca’nın ipini kendi genel müdürü Ertan Özerdem’e çektirmekle zafer çığlıklarını hiç kuşkusuz ikiye katladılar! İhaleyi müthiş bir soğukkanlılık ve özgüvenle sonuçlandıran Özerdem, maalesef tuzağa düştü. 12 yılın sonuna gelindiğinde 321 milyon Dolar’a ulaşan bir meblağı vermekten çekinmeyen yayıncı kuruluş, geçmişin reyting unsurlarını hiçe saydı. Büyüka-Toroğlu masasının, harcanan milyonlarca Dolar’ın geri dönüşümünü sağlayan yegane mekanizma olduğu inkar edildi. ‘Paranın büyüdüğü yerde, ahlakın daha çok yeşereceği’ varsayımı ile bunun karşısındaki tek muzırlığın Toroğlu üslûbu olduğu gerekçesi ise, komik ötesi bir savunma olarak kaldı.
Ocak transferleri
Şampiyonluğu iyiden iyiye kim daha çok kafasına takmış, bu artık hazirandan çok ocak ayı transferleriyle belirginleşmeye başladı. Fenerbahçe’nin 2004 yılında Nobre harekatıyla start almıştı bu akım... Geçen yıl bu zamanlar Beşiktaş hareketliydi. Fabian Ernst ve Yusuf Şimşek tercihlerinin mutlu sondaki payını da herkes verdi. Bu sene en sessiz Siyah-Beyazlılar... Galatasaray ve Fenerabheç çok hareketli, bir adım Galatasaray önde... Bakalım bu sezon da ipi göğüsleyecek ekipte ocak transferlerinin payı olursa, ‘devre arasında işe yarayacak adam bulunmaz’ mantığı çürümüş olacak.
Denizli sistemi değiştiremez
Artık herkesin mutabık kaldığı nokta, ‘Beşiktaş’ın, tüm rakipler tarafından önlemi kolay alınabilen mevcut sistemle başarılı olmasının mümkün olmadığı... Bu çok açık olduğu halde Mustafa Denizli düzenini istese de bozamaz. Bobo’nun forvette vazgeçilmez konumu, Nihat’ın büyük beklentilerin odağındaki isim oluşu, Holosko’nun yeni sözleşmesi ve onları besleyecek kaynak grubunun Tello, Yusuf ve Tabata’dan oluşması, Denizli’ye başka bir seçenek sunamaz. O nedenle Beşiktaş, ikinci yarıda doğru yönü yanlış yolda arayacaktır, mecburen...
‘’Hesap kesim tarihi‘’
İbrahim Kaş ile Serdar Özkan’ın, Büyükşehir Belediyespor maçı sonrası koridordaki agresiflikleri bireysel değil. Beşiktaş’taki iç huzursuzluğun dışa yansıması...
Belirsizlik ve parasızlık...
Kongre belirsiz, futbolcu parasız...
Kupa’da sıfır çekmek gibi bir sonuç, çok kötü de olsa bugünkü ortamda oyuncuyu eleştirmek, önünü dahi görmeyen futbolcuya “Sırtı dönük oynayamıyor” yakıştırması yapmaktır...
Adı fısıltı da olsa, çıkan sesler çatlak... Bir yanda oyunculara, “Alacağım yoktur” senetlerinin dayatılması iddiası, yanıbaşında Filip Holosko’nun yılda ortalama eski birim ismi ile 4 trilyona attığı imza gerçeği...
Haksız yakıştırmalar
Bu durumda, Mustafa Denizli de sıyırıyor bu işten... ‘Kafası Çeşme’de ya da Milli Takım’da’ yakıştırmaları, haksızlık... Beşiktaş’ın futbolu bilinçsizmiş... Evet doğru... Ama iki kupaya giderken de akademik bir oyun şablonuna mı oturmuştu sanki!.. Fazlası ile özverili bir mücadele gücü, elden geldiğince arkadaşının açığını kapama gayreti ve işbitirici iki aksiyonla sonuca gitme... Şu anki eksik, bıraktık arkadaşını, kimsenin kendisi için bile koşmaya hevesinin bulunmaması... Mücadele gücünün yok olması...
Bugünler, zor günler
Antalya Kampı da belli ki, mevcut huzursuzluğu ‘gına’ seviyesine taşımış... Mustafa Denizli-kondisyoner Stefano tartışması, bu kampın hiç de yolunda gitmediğinin delili... Zor günler bunlar Mustafa Denizli ve Beşiktaş için... Hele ki şimdi, bazı oyuncuların bertaraf edilmesi meselesi de çıktı ya... Bu, ortamı daha da çıkmaza sokar. Beşiktaş’ın safraları var, var da, temizleme zamanı şimdi değil... Futbolcu, alacaklı iken haklıdır. Borcu tırmandığında, hesabının kesilmesi gerekiyordu...
*****
İhale!
Digiturk ihaleyi iki katından fazla bir değerde yenileyince, ülkeyi ayağa kaldırdı... Ekleriyle beraber yılda yaklaşık 400 milyon Euro ödenecek bu lige... Yayıncı kuruluş hesabını yapmıştır. Pastayı, dudak uçuklatacak düzeyde büyüttüğüne göre; onun yeni dağıtım açılımını da düşünmüştür. Herhalde 800 bin abonenin, yıllık abonelik bedelini ikiye katlayıp, abone sayısının yarıya düşmesini beklemeyecektir. Yayının hedefi artık daha geniş kitlelere, daha kolay, daha nitelikli ve daha ekonomik olarak ulaşmaktır. Peki böyle olursa, yayın ağının genişleyip, nitelik kazanması neyi tehdit eder? Statları...
Tehlikeye dikkat!
Bugünün koşullarında dahi, büyük şikayet konusu; doldurulamayan tribünler olduğuna göre, ihaleyi ikiye katladıklarından dolayı bayram eden kulüp yönetimlerinin bundan sonrası için bilet-kombine fiyatları ile beraber, statların modernizasyonunu da şimdiden düşünmeleri lazım. İkiye katlanan para, hiç istifini bozmadan iki katı ile harcıalem transferlere giderse, kombine sahibi evine, Anadolu insanı da tümden kahveye yerleşir, olur-biter. İhale de yönetimlere kalır...
‘’Bu başlangıç daha kötü‘’
Soğuğu, rüzgarı ve taş görüntüleriyle futbolcuya daha antipatik gelecek bir futbol arenası var mıdır, bilemiyorum açıkçası...
Buna Büyükşehir’in eksiklikleriyle Beşiktaş’ın ne oynadığını kendisinin de anlamakta zorluk çektiği düzeni eklediğimizde futbol adına beklenen olumluluklar da mumla aranıyor tabii ki...
Beşiktaş kafaya çıkmayan, savunmanın önünde top almaya üşenen santrforuyla güya 4-3-3 oynamaya çalışıyor. Tello’nun ortaları, kalitesinin çok altında kalmış. Holosko’nun hazır olmasına da daha epey zaman var. Ekrem ile İsmail de ligin ilk yarısında bıraktıkları yerin altına inmişler.
Beşiktaş’ın tek organize atağı 48. dakikada! Ernst’in getirip Ekrem’in yüzde 100’lük fırsatı kaçırdığı pozisyon. Bu atağın dönüşünde Belediye’nin golü geliyor. Ernst ile Ekrem’in ileride kalmasının bedeli bu. Beşiktaş’ın savunmaya dönük iki oyuncusunun ileri çıkmasını bile telafi edecek takım organizasyonu yok. Beşiktaş, Kasımpaşa ve Büyükşehir Belediye maçlarına iki 11’de 4 farklı oyuncuyla çıkmış. Üçer oyuncu değiştirme haklarını da kullanmış, Tabata hala yok! Umutlar Nihat ve Serdar Özkan’da. Bu kupa sınavlarının sonunda umutsuzluk da Beşiktaş taraftarında.
Beşiktaş, ligin ikinci yarısına, birinci yarının başlangıcındaki durumundan bile daha kötü giriyor. Saman alevi nispetinde de olsa tek ışık kaynağı genç Necip... Bakalım onun kredisi de Denizli’nin nazarında ne kadar varlığını koruyacak...
‘’Filozof Denizli‘’
Beşiktaş büyük kulüp olabilir, ama büyük takım değil. Hatta şu an iyi bir takım bile değil. Hatta hatta Yusuf ile Uğur’un ilk 11’de yer almasından sakınca duyulmayan bir ekibe, ezeli rakiplerinin varlığı da göz önünde bulundurulurak bakılırsa, Beşiktaş’a büyük takım demek komik olur. Artık sadece eski Küçükçiftlik Lunaparkı’nda penaltı yarışmalarına katılabilecek düzeye gerilemiş oyuncuların Beşiktaş forması giymesine tek bir laf söylenebilir: Yazık
Denizli bununla da yetinmedi, üstüne Tello, üstüne Bobo, bir de üstüne Nihat, 5 tane topu ayağına bekleyen adamı bir takıma koyduğunuzda 25 dakikada 3 değil 5 yemediğinize şükretmeniz lazım. Ligin ilk yarısında Beşiktaş’ı yarıştığı kulvarlarda nispeten ayakta tutan yapının da ne olduğu anlaşıldı. Ferrari-Sivok defans bloğu. Dün gece ikisi de yoktu. Araya bir de misafir kaleci eklenince, ligde 17 mçta kalesinde sadece 10 gol gören bir ekibin, sisteminin değil bireylerinin önemli olduğu anlaşıldı.
Denizli’nin en huzurlu ortamları, röportaj verirken kameraların karşısına geçtiği anlar. En karamsar noktalara açıklık getirirken sarfettiği cümlelerden dolayı kendisine filozof yakıştırmaları filan yapılıyor. Ama takımı sahaya çıktığında o filozofun sadece başarılı bir demagog olduğu ortaya çıkıyor.
İyisi mi siz Beşiktaş maçlarını izlemeye devam edin. Yensin yenilsin farketmez. Bir sonrasındaki Denizli röportajlarını bekleyin. Orada sizin hayallerinizin bile ötesinde beklentiler var. Dün geceki maçın sonucunda alkışlar Kasımpaşa ve Yılmaz Vural’a... Vural kalibresine uygun olarak bir büyük maçı daha ses getirecek bir sonuçla kazandı. Benzer sonuçları almaya devam edecek. Ama ağlamayı kessin. O bu ve benzeri ne sonuçlar alırsa alsın, belirli kapılar kendisine sonsuza kadar kapalı kalacak.
‘’Bir devre daha var!‘’
Bütün bir ligin yarı dilimini 20 gol atıp da, 10 gol yiyerek bitiren takım, herhalde en son Denizli’nin yönetebileceği bir ekip olabilirdi. 2009’un ikinci yarısını yaşamamış olsaydık, öncesinde karşımıza böyle bir Denizli bilançosu tahmini ile gelene güler, geçerdik...
Rakibe göre yanlış oyun planlamaları, uygunsuz oyuncu seçimleriyle Denizli’nin çoğu kez biz yazar çizer grubunu şaşırttığını söylemişsek de, büyük resimde daha net görünen ters köşeye yatışı atlamadık.
Kariyeri boyunca futbol denen oyunu sürekli rakip alanda oynamayı hedeflemiş bir teknik adam, kendi yarı alanına neden çekildi? Bireysel tercihlerinde geleneksel inat kokan ısrarlarının sürdüğünü görsek de, geniş perspektifteki felsefi değişimi daha kaydadeğerdir Denizli’nin... Lucescu anlayışından bile daha muhafazakar bir savunma seçimi demodeliği çağrıştırsa da, kendisi adına bir yeniliktir. Denizli’nin bu U dönüşü, koşullar gereğidir. İlk kez koşullar, prensiplerin önüne geçmiştir. Beşiktaş’ın yarışın içinde kalma zorunluluğu ağır basmış, fedakarlığı da Denizli yapmıştır.
Sezon başı hazırlıkları bitip de, lig yeni başladığında kanaat hasıl olmuştur sanırım. Tello, Nihat, Nobre, Yusuf, Bobo, Serdar Özkan hatta sonradan katılan Tabata’dan verim alınamayacaktı. Bu grup o veya bu şekilde, bu hazırlığı pas geçmişti. Üstüne Holosko’nun sakatlığı da gelince, umut tamamen kesildi. Denizli kendi alanında oynamak zorundaydı, bu yüzden kabuğuna çekildi. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, yabancı olduğu bu anlayışta çok başarılı bir performans çizdi.
İkinci yarıda yarışacak Beşiktaş’ın formatı değişebilir. Yaz kampını pas geçen isimler, Antalya’da kendini toplama başarısı gösterebilirse, ligin ikinci yarısında rakip sahada oynamayı seçmiş bir Beşiktaş’ı izleyeceğiz. Tello, Tabata ile Holosko ve Nobre’nin fiziki konumları ne denli gelişirse Siyah-Beyazlı ekibin futbolu da o ölçüde bir ofansif atılım gerçekleştirebilir. Bu saydığım isimler lokomotif görevi üstlenir.
Kabul etmeliyiz ki, bu ülkede oynanan futbol için bireysel performans ön planda. Beşiktaş kadrosunun ofansa ait yarı oyuncusu ilk bölümde hiç yoktu. İkinci bölümde bu yarının yarısı bile ayaklansa, Siyah-Beyazlı ekip için yeterlidir.
‘’Göründüğü gibi değilmiş‘’
Galibiyet ya da mağlubiyetleri, tümüyle teknik direktörlere yüklerken, sanırım sapla saman birbirine karışıyor. Beşiktaş-Bursaspor maçı ertesindeki yorumlar, bu açıdan kaydadeğer. Ertuğrul Sağlam’ın 85. dakikada kulübeden stoperini alarak, santrforda görevlendirilmesiyle maçı kazandığı tespiti skor tabelası merkezli değerlendirmelerin kapsamına girer. Zira 90 dakikanın bütününe yansıyan gel-gitlerde, teknik direktör eksilerinin payları daha fazla.
Sağlam ilk onbiri ve oyun düzeniyle son derece isabetli bir başlangıç yaptı. Beşiktaş’ı sürklase ettiği bölüm de maçın ilk yarısı. Nasıl? Savunma ile orta alanında her topa rakibinden önde basıp, Sercan ve Volkan’ın etkili driplinglerini kullanarak. İkinci yarıda ne oldu? Sağlam, Beşiktaş’ı en çok zorlayan Volkan’ı çıkardı, fizik olarak daha dağıtıcı olacağını düşündüğü Turgay’ı ikinci 45’in başında oyuna soktu. 50 ile 70 arasında Bursaspor sahada yoktu. Beşiktaş ne yaptı? Nobre’yi ikinci bir yüklenici olarak düşündü. İbrahim’in Bobo’yla yakın markajı başta görülmüştü de, Nobre’nin girişine niçin önlem alınmadı o zaman. Zira oyunun bir ikiye dönüşmesinde Nobre seçiminin doğruları var. Şemsiyenin tersine döndüğü oyunda, Bobo fanteziye soyunmayıp yüzde 100’lük pozisyonu değerlendirse, skor 3-1 olacaktı ki, ondan sonra maçı çevirmek için değil stoper Ömer, İvankov kaleci kazağını yedeği Yavuz’a bırakıp santrfora geçse para etmeyecekti.
Ertuğrul Sağlam’ın çok doğru olarak başladığı hücum düzeninin devamında Sercan 47’de skoru 0-2’ye taşısa, Bursa maçı daha da farklı kazanabilir. O zaman Ertuğrul Sağlam, hak ettiği teknik direktör doğrularıyla zaferin en baştaki mimarı olurdu. Ama ikinci yarıdaki yaz-bozlarına rağmen son dakika zarı ile skoru kurtardı. Arada da belirttiğim gibi, Bobo 2-1’ken skoru 3-1’e taşısa, Sağlam’ın birinci yarıdaki doğrularının ikinci yarıda nasıl ölümcül yanlışlara dönüştüğü yazılacaktı. Yazılamadı. Beşiktaş Rüştü’den sonra Ferrari’nin de sakatlanmasının talihsizliği ile beraber Denizli’nin, İtalyan savunmacının yerine Yusuf’u uygun görmesi gibi, karşıya nazaran daha ölümcül bir hataya düştüğü için kaybetti.
Özkalfa’yı unutmadık
Ana yazıda Beşiktaş’ın oyunu çevirişini, Sağlam’ın yanlışlarıyla Nobre’nin oyuna dahil oluşunun etkisini yazdık. Maçın hakemini atladığımız sanılmasın.
Tolga Özkalfa’nın skora etkisi, hepsinden daha belirleyiciymiş! Penaltı pozisyonunu net gördük ve maç yazısına yansıttık. Ama statta olduğumuz için havanın da etkisiyle, Tello’nun frikiğinde gelişenleri çözememişiz. İki teknik direktörün yanlış öngörü ve hamleleri kadar, hakemin de skorun ortağı olduğu ama hak edene zevval vermediği de başka bir gerçek.
Zapo’nun sevinci
Gol sevincini abarttığı için Beşiktaş tribünleri Zapotocny’ye büyük tepki gösterdi. Biraz empati ve hoşgörü lütfen. Aynı tarafta yanlış olarak gördüğü transferler için Beşiktaş Başkanı’na yoğun protestolarda bulunulmadı. Zapo, Beşiktaş’ın teknik ve idari olarak kendisinin de içinde bulunduğu transfer planlamasının bütünündeki yanlışları dışa vurma ihtiyacı vurdu. Bu kadarını da kendisini dışlanmış ve haksızlığa uğramış hisseden bir oyuncu için çok görmemek lazım.
Seçim tarihi!
Beşiktaş yakın geçmişte tüzüğünde değişiklik yaparak kongresini Ocak ayına aldı. Ocak ayı tamam da, seçimin ayın sonunda olması yanlış. Gerek işbaşındaki, gerekse muhtemel gelecek yönetim için de ara transferi tümüyle devre dışı bırakıyor bu tarih.
Köpürme köpürt
Bursa karşılaşmasının bitiminden sonra, Denizli soyunma odasında köpürmüş. Cuma gecesi o sulu zeminde, suya sabuna dokunamayacak oyuncuları seçen kendisi. Oyuncular çekimser kalınca, köpürmek de Denizli’ye düştü tabi.
‘’Bursa haketti‘’
Son dönemlerin en keyifli karşılaşmasıydı belki de... Yoğun yağış ilk yarıyı sabote etmeseydi, çok daha iyisi çıkabilirdi. Son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim, oyunun hakkı Bursaspor’undu. Skor iki taraf adına gidip gelse de son sözü Bursa söyledi. Mustafa Denizli, İnönü’yü gölete çeviren sahaya hiç aldırış etmeden bir 11 seçmişti. Bursa’nın şansı bu zeminde Beşiktaş’ın havadan oynamaya zorunlu kalmasıydı. Yüksek topların zorunlu alıcıları Bobo, Tello, Nihat, hatta Ekrem olunca Beşiktaş’ın bu koşullarda havanda su dövmekten başka seçeneği kalmamıştı ilk yarıda. Zemin ‘ayakta durulacak cinsten değil’ diye nitelendiriliyordu ama Bursaspor ayaktaydı. İbrahim Üzülmez fena boşlamıştı kanadını.
Volkan, zaman zaman da Sercan ilk yarı otobana çevirmişti Beşiktaş’ın solunu. Maç çok gitti geldi ancak kırılma noktası 47’nci dakikadaki Sercan’ın pozisyonuydu. O kadar güzel getirdiği topu öylesine laubali kullandı ki, belki de oyundan alınmasında bunun payı vardı. İkinci yarı sular çekildi, Beşiktaş ortaya çıktı gibi oldu.
Önce Nobre’nin kafası gözüktü, sonrasında Toraman, Özkalfa’ya penaltıyı yedirdi. Maç artık Beşiktaş’ın gibi gözüküyordu. Hatta Ertuğrul Sağlam santrafor Sercan’ı alıp aynı bölgeye stoperi Ömer Erdoğan’ı koyarken Beşiktaş taraftarı daha fazla umutlanmıştı. Ama Beşiktaş, savunmasındaki kendini toparlayamıyışın bedelini ödedi. 3 puanı da hakkı olan Bursaspor kazandı.