‘’Bobo, Fener'in santrforu!‘’
Beşiktaş’ın sorunları belli. Çoğunluğun ortak fikri de aynı... Önde oynayamamak; Tabata, Tello, Yusuf hatta Delgado dörtlüsünü alt alta topladığınızda eşittir 10.5’uğu bulamamak; Denizli’nin Nihat’ı kazanma uğruna Beşiktaş’ın kaybetmesine seyirci kalması, temel problemlerin üst başlıkları. Sorun olmayan yönleri ise takım savunması, defans başarısı ve Bobo’nun golcülüğü. Böyle geniş açıdan özetlediğimizde karşımıza itiraz eden çıkmaz.
O zaman ben çıbanbaşılık yapayım, ‘o da olmazsa halimiz nice olurdu’ denilen bir elementin esasta Beşiktaş’ın kimyasını bozduğunu söyleyeyim. Evet söz konusu oyuncu Bobo. Şık golleri, özel vuruşların sahibi Brezilyalı. Bu konudan ilk kez bahsetmiyorum. Bobo’nun oyuncu kalitesi ya da golcü özelliği kabul etmediğim bir gerçek de değil. Ancak Beşiktaş’ın ısrarla oynadığı düzende görev açısından sistemi arızaya uğratan da ta kendisi. Beşiktaş’ın oyun düzeni ne Fenerbahçe, ne de Galatasaray’a benziyor. Yani orta sahasında ya da ileriye dönük kenarlarında yaratıcı oyuncu birikiminden yoksun. Düz oyuncular ağırlıkta. O yüzden orta alanda pas oyalanması yapmayıp, önce topu ileriye çıkarıyor, arkadan boş olarak destek vermeye koşuyorlar. O topların alıcısı Bobo olduğunda, sorun başlıyor. Arkadan gelenlerin önüne servis edilmesi gereken top, en küçük rakip müdahalesi sonucunda rakip atağı olarak karşıya dönünce Beşiktaş’ın hücum niyeti gerisin geriye bir savunma çilesine dönüyor. Herhangi bir pozisyonda Bobo’nun ayağından gelen gol, Bobo’yu aklıyor. Ancak Beşiktaş’ın maç boyu topu üçüncü bölgede tutma gereğini de ortadan kaldırıyor.
Satır aralarında da belirttiğim gibi; Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray gibi ataklarını orta alandan olgunlaştırıp, sadece son vuruşta santrfora ihtiyaç duyan bir takım değil. İlk topu santrforuna atıp, arkadan atağa çıkan bir tarzı benimsemiş. O yüzden Bobo, Beşiktaş’a değil, Galatasaray’a, özellikle de Fenerbahçe’ye uyacak bir santrfor olabilir.
Bu kavga bitsin!
Evet... Kan davasına dönüşmüş bu anlaşmazlık bitsin artık. Bursa taraftarı bu hafta İnönü’ye gelsin. Ama öncesinde mümkünse iki tarafın da birer yöneticisi eşliğinde tribün temsilcileri, güvenlik kurulu yetkililerinin de içinde bulunduğu bir ortamda öngörüşme yapılsın. Hasım olarak değil, taraftar olarak gelsinler. Düşman olarak değil, misafir olarak karşılansınlar.
Tek adamlar...
Önce Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’nin kötü gidişine el koyunca, sportif direktör Aykut Kocaman’ın etkisi ve yetkisi tartışmaya açıldı. Daha sonra Oğuz Çetin, Terim’in ekipbaşı olarak, ekibini korumadığını gündeme getirdi.
Aziz Yıldırım ve Fatih Terim gibi tek adam olmuş dominant patronların yanında ikinci bir söz sahibinin barınmasını biz zaten beklemiyorduk. Ama en azından Oğuz Çetin’in, Şifo Mehmet’e reva görülen Terim muamelesinden sonra kendisine kısmen dersler çıkardığını tahmin etmiştik.
‘’Denizli'nin hesabı tutmadı‘’
Dış saha maçlarında ilk 45 dakikaları, genelde kendi yarı alanında oynamayı alışkanlık edinmiş olan Beşiktaş, dün gece rakip yarı alanda daha çok kalmak konusunda istekliydi. Bobo ön toplarda biraz tutucu olmayı başarınca, özellikle sol kanadı etkili kullandı Beşiktaş. Nihat’ın son vuruş becerisi yerinde olsa, ilk yarı skoru daha farklı olabilirdi. Siyah-Beyazlılar önde oynamayı seçmişti ama savunması ile forveti arasındaki mesafe açılınca, bu ortamda zorlandı. Fink daha etkisiz kaldı. Isaac ve Simpson’ın hareketli oyunu, Beşiktaş’ın ceza alanına yakın bölgedeki güvenliğini zorladı. Manisaspor, kendi sağ kanadından belki fazla atak yedi ancak, karşılığında aynı ölçüde o kanattan Beşiktaş’ı yıprattı. Tello ve Nihat gibi formsuz iki oyuncuyu oynatmanın ötesinde, bir de bu oyunculara ters kanatta görev vermek, Mustafa Denizli’nin ısrarlı yanlışlarında yine başı çekti. Hatta geriden çıkan uzun topları, en ileride Tello ile buluşturma düşüncesi; Tello’nun rakip hamlesinden en kolay etkilenen oyuncu olması nedeniyle sonuçsuz kaldı. Denizli’nin Nobre’yi ne amaçla oyuna aldığı da belli değil. Nobre, savunmaya yüklenmek için ceza alanında kalması gerekirken, sürekli orta alana yakın bölgelere gelip, top almaya çalışıyor. Zira ne bu göreve talip olan oyuncu var, ne de Nobre’ye ya da ceza alanına servis yapacak bir ikinci!.. Beşiktaş ikinci yarı oynaması gereken oyunu, ilk yarıda oynadı demiştik. Denizli’nin bundaki düşüncesi, yoğun maç trafiğinin takımını olumsuz etkileyebileceği olmasıydı. Bu yüzden sonucu ilk yarıda almak istedi. Yeterli pozisyonu da buldu. Ancak son vuruş becerisindeki noksanlık, Beşiktaş’a bir golden fazla şansı tanımadı.
‘’Krasic farkı‘’
İlk yarının en önemli iki kırılma noktası pozisyonunda başrolde Tello vardı ne yazık ki. Önce Fink’in harika pasında, klasına aykırı bir vuruşla hem takımının öne geçmesini engelledi, hem de sonrasında, neredeyse bütün orta alan ve forvetin hücuma hareketlendiği atak başlangıcında, kapılmasına neden olduğu topla Krasic’e klasını gösterme fırsatı tanıdı. Denizli’nin çıkardığı ilk 11 Beşiktaş’ın iki yönlü oyunda dengeli seyretmesine en uygun 11’di. Ama ikinci yarı kozlarını oynarken, aynı isabeti kaydettiğini söyleyemeyiz. Ekrem’in yerine Nihat’ın seçilmesi kadar, Uğur’la, Fink’in yer değiştirmesi de gereksizdi. İkinci 45’in başında ilk hareket Tello-Nobre değişimi olabilirdi ve Beşiktaş etkisiz olduğu ceza alanına daha güçlü yüklenebilirdi. Nihat’ın girişi hiçbir şey ifade etmedi, gitti sol kanada saklandı. Beşiktaş da hücum planını geriden çıkardığı uzun topları Tello’da buluşturmakta denedi. Asla sonuç alınacak bir metot değildi. Zaten alınamadı da. Bobo’nun maçtaki tek varlığı belki attığı goldü, ancak bu tür arenada vasatı biraz aşan rakipler karşısında bile onun santrforluğunun geçerli olamayacağı çok net anlaşıldı. Son dakika golünü yemese kendi konumuna göre makul bir sonuçla grup maçlarını tamamlayabilirdi Beşiktaş. Ama bu yenilgi, gruptaki en zayıf halka olduğunu belgeledi. Kendisini toparladığı söylenen bir CSKA Moskova izledik. Abartılacak bir yönleri yoktu. Sadece Krasic gibi bir yıldıza sahip olmanın ajantajıyla oyunu ve skoru önde götüren taraf oldu.
‘’CSKA'ya da Fener taktiği‘’
Kuşkusuz, futbolda sonuca gitmenin tek bir yolu yok. Ya kendi geliştirdiğin oyun organizasyonuna güvenerek rakibini açığa düşüreceksin, bunu başaracak gücün yoksa, karşı tarafın zaaflarını kollayacaksın. Beşiktaş’ın kendi evinde oynadığı maçlarla, deplasmandaki oyunlarını karşılaştırdığınızda, dış sahada daha fazla alınan başarılı sonuçların tesadüf olmadığını da görürüz.
Dış sahalarda oyunun dörtte üçünü kendi yarı alanında kabul eden Beşiktaş, geriden yapılandırdığı atak biçimleriyle sonuca gitmiş. İnönü’de, ofansa dönük oyuncu eklemesi yapmasına rağmen, posisyon olarak daha sınırlı kalmış...
Bu iç saha - dış saha arasındaki fark, Beşiktaş’ın takım yapısını en iyi yansıtacak ayna... Beşiktaş, yetersiz olduğu durumu kabul etmeli. Bu takımın rakip alanda oynama becerisi, henüz olgun değil. Ciddi bir rakip olarak baz alırsak, en iyi örnekleri; Wolfsburg maçları...
Almanya’da, ezberindeki en güçlü kurguyu benimseyince, Kartal istediğini elde etmişti. Wolfsburg’u evinde ağırlarken; üç puan zorunluluğu, onu rakip alana itti. İkinci ve üçüncü bölgedeki organizasyon hamlığı, kırılgan yapıyı yeterince açık etti. Skor da, buna paralel gelişti.
Sadece Fenerbahçe maçı, farklı bir örnek olarak karşımızda... Maçın ve rakibin önemi, Denizli’yi, öğrettiği en ideal düzende sabit tuttu... Golü kazanana kadar, karşılayan rolündeydi Beşiktaş... Hemen arkasından ikinci golün gelmesi, özgüveni artırdı... Ama dikkat edilecek olursa, daha sonraki pozisyon kazanımlarını, geriden özellikle de İbrahim Üzülmez patentli, uzun menzil çıkışlarıyla elde etti...
Sivas’ta İbrahim Kaş’ın, hücuma fazla ortak olması, alınan sonuçta pay sahibiydi. Son olarak Diyarbakırspor karşısında ise rakip cezaalanına yakın bölgede amaçsız, daha da önemlisi durağan bir kalabalık, adeta kendi kanallarını kendi tıkayan, bir oyun kimliği ortaya çıkardı...
Bu geceki CSKA maçı, bu yüzden Fenerbahçe’ye karşı uygulanan düzeni çağrıştırıyor. CSKA’nın da galibiyete ihtiyacı var. Denizli bunu çok iyi algılamalı. Tabii ki, bu oyun anlayışını seçerse, ona uygun oyuncu tercihlerini de doğru belirlemeli...
Nihat yanlış teşhis kurbanı
Diyarbakırspor maçında sahadan alınırken karşılaştığı protestolar elbette Nihat Kahveci’den daha fazla hiç kimseyi üzemez. Mustafa Denizli baştan beri hata yaptı. Nihat transferinin Beşiktaş Kulübü için ne kadar önemli olduğunu belgelemek adına, Nihat’ı hem de hiç hazır olmadığı halde çok erken sahaya sürdü. Nihat da, hazır olmadığını bile bile bir sonraki maçta oynama ısrarını sürdürdü. ‘Bir maçlık iyi oyun veya bir gol tüm eksiklikleri giderir. Moral kazanımı, ardından kuvvet kazanımını nasıl olsa sağlar’ zannedildi. Bu ilkede sonuca varmak için sürekli kısa yol formülleri deneniyor. Ama eşyanın tabiatına aykırı davranıldığında sonuçlar ne yazık ki hasar bırakıyor. Şu anda Nihat fizik olarak askerden yeni döndüğü noktada... Ama moral olarak çok daha gerilere gitti. Özgüven kazanmak için oyun içinde soyunduğu her hamle ters tepiyor. Maç maç üstüne Nihat daha fazla kaybediyor.
Yarışmacı fazlalığı Kartal’ın avantajı
Haftanın beklenmeyen puan yitirişini ilk Beşiktaş yaşadı cuma akşamı... Ama pazar akşamı bir de baktık ki, haftanın en az zarar edeni... Öyle görünüyor ki, ligin ikinci yarısı yarış baştan başlayacak. Beşiktaş’ın avantajı, Fenerbahçe ile Galatasaray’la puanını eşitlemesi değil... İkinci yarıdaki yarışta Kayserispor ve Bursaspor’un da zirveyi olabildiğince kovalayacak olmaları... Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe ile başa baş kalsaydı işi daha zordu. Başa oynayan aday fazlalığı, ikinci yarıdaki yarışta ‘bu sezonki konumuna göre’ en çok Beşiktaş’a avantaj sağlar.
‘’Kulübe zaafı‘’
Geride bıraktığı zorlu fikstürden sonra Beşiktaş’ın yorgun ve biraz da doyum sahibi olacağı açıktı. Bu da normaldi. Dinlendirilmesi gereken oyuncular olabilirdi. Ancak Beşiktaş’ın sorunu kulübede. Rotasyondaki alternatifler Denizli’nin engin kredisini sürekli suistimal eden isimlerdi. Oynamadığında daha net açığa çıktı. Beşiktaş’ın hücum temposuna ölçü koyan oyuncu da İbrahim Üzülmez’miş. Genç Köybaşı ileriye çıkmayı seven bir oyuncu ancak önünde ters kanadı seçen Nihat olunca bindirmelerini çekinerek yapmak zorunda kaldı. Nihat’la Yusuf’un belirli zaafları veya eksikleri olabilir. Ama bu denli bitkinlik hoşgörü sınırlarının da ötesinde. Korkunç düşüşte olan bir isim de Nobre. Onun kramponları da hala tuş kilidinde. Fink ve Ernst asli görevlerinin ötesinde Beşiktaş adına gol için arayışı da üstlendiler. Zor koşullardaki Diyarbakır’ın yapacakları kısıtlıydı. Tazemeta ve Job’la ikinci yarıda oyuna giren Mendoza’ya ulaşacak toplardan başka beklentileri yoktu. Onun ötesinde kapalı bir savunmayı seçtiler. Ne var ki Beşiktaş o kadar temposuzdu ki Diyarbakır savunması zorlanmadan durdurdu rakibini. Denizli, Tabata, Bobo, Ekrem’i son kozları olarak sahaya sürdü ancak sonuç elde edemedi.
‘’Gole (sırtı) dönük takım‘’
Siyah-Beyazlı ekibin, özellikle de ofansa dönük eksileri dile getirilirken, son pozisyonlara değil de, oyun içindeki gelişmelerin tümüne bakılıp bir değerlendirme yapılırsa, sanırım tespitlerdeki ayrılıklarda da ortak bir nokta bulunur.
“Beşiktaş’ın gol yollarında problemi var” deyişi, yuvarlak bir cümle. “Golcüsü yok” demek, yanlış... Golcüsü var. Bobo’nun son vuruş kalitesi, pozisyon alma ve tamamlama becerisi, ağır görünümüne rağmen yeterli... Ama tek forvet oynadığında, Beşiktaş’ın santrforu var mı? İşte, o yok... Bu ne demek... Günün futbolunda, hele ki Beşiktaş formatında oynayan bir takım için uçtaki son oyuncunun, birden fazla özellik taşıması gerekliliği demek...
Beşiktaş’ın en güçlü yanı; dinamizmi ve mücadelesi... Ama bunu ekonomik kullanamıyor. Yerden-havadan, ileriye çıkardığı topları rakip savunma önünde tutmayı becerecek oyuncudan mahrum. En ufak rakip savunma müdahalesi, gerisin geriye, oyunun tekrar Beşiktaş yarı alanına yığılmasına sebep oluyor. Futbolculuk, biraz da sevgi işi... Bobo’ya çıkan uzun topların geri dönme olasılığına inanç, o kadar fazla ki, Beşiktaş orta alanı, topu orada kalamayacağı önyargısından dolayı, forvetteki çoğalmayı hedeflemiyor. Kopuk takım görüntülerinin nedeni de burada yatıyor.
Gelelim Sivasspor’un ikinci yarının ikinci bölümünde risk aldıktan sonra, Beşiktaş’ın kaçırdıklarına... O pozisyonların heba edilişine, “golcü yok” yorumu yapmak da çok doğru değil. Her gol pozisyonuna santrfor ya da golcü girecek, diye bir kural mı var. Ekrem, Fink, Ernst’in kaçırdıkları, lisansı olan her futbolcunun sonuçlandırması gereken fırsatlar.
100. Yıldan ne eksik, ne fazla?
İbrahim Üzülmez, Sivas maçı sonrasında, “100. yıldaki takım havasını seziyorum” dedi. O işe, ‘arkadaşlık ve takım kenetlenmesi penceresi’nden baktı. Biz de, oyuncu bazında bakalım. O ekipten sadece kendisi kaldı. Kaan Dobra’nın rolü; Ekrem’de... Ferrari Zago’dan, Toraman da Ahmet Yıldırım’dan iyi... Sivok Ronaldo’yu, Rüştü de Cordoba’yı aratmıyor. Fink, Tayfur’un dörtte üçünü yakalamak üzere. Ernst, Giunti’yi çoktan solladı. Kim eksik; Pancu... Başka, Tabata-Yusuf-Tello’nun hepsini bir kalıba dökersen, ancak bir Sergen eder. Ama İlhan Mansız’ın yeri zor dolar.
Vur-al tarzı
Kasımpaşa Teknik Direktörü Yılmaz Vural, niye büyük takımlar tarafından talep görmediğinin sebebini Fenerbahçe maçı sonrasında, futbolcusu Koray’la ekranlara yansıyan diyaloğunda aramalı. Tercih edilmemesinin nedeni; bilgi yoksunu, tecrübe eksiği değil kuşkusuz. Tarz ve metod... Koray, büyük takım görmüş biri... O sessizlikte, çocuk gibi azarlandığına, doğal olarak bozuldu. Ama Vural da azarlamadan motive edemez ki... Büyük takım oyuncusu, hatta yabancı yıldız da, fırçadan sonra teselli etme çabasını yemez. Kısacası büyük takımda Vur-al tarzı sökmez...
Zirve bayramı kutlanıyor
İş, fedakârlık gerektirir, fedakârlık da başarıyı getirir. 8 gündür, ailesinden, sevgilisinden ayrı kaldı Beşiktaşlılar. Araya bayram da girince, bu ayrılık daha bir dramatize edildi. Neyse, bayramda çocuklarını göremediler belki ama, bayram sonunda hep beraber zirvede olduklarını gördüler...
Beşiktaş in Alex-Arda out
Beşiktaş’ın yarışa büyük ortak oluşu, kendi performansından çok, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin düşüşüne bağlandı. Galatasaray ve Fenerbahçe diye genelleştirmek, ne kadar doğru bilemem ama, Kartal’ın zirveye çıkışında Alex ile Arda’nın tatile çıkışının etkisi büyük...
‘’Savunma seriyi bozdurmuyor‘’
Çok farklı kazanabileceği bir maçta 2 puan da yitirebilirdi Beşiktaş. Gerçi Sivas’ın tek net pozisyonu 82’nci dakikada, ama gol olsa çıkmayabilir. Beşiktaş geçmiş maçlara oranla karşı kalede çok fazla pozisyon yakaladı. Ne var ki son paslardaki olağanüstü beceriksizlik, 1 golden fazlasına izin vermedi. Sahanın en iyilerinden İbrahim Kaş taktik anlamda ilk yarıda en stratejik göreve soyunan isimdi. Nihat sürekli içeri katetti, kanadı da Kaş kullandı. Bu, ev sahibinin rakibinden beklemediği bir hücum şekliydi. İlk yarıdaki gol de, olgun diyebileceğimiz bir iki atak da bu anlayışın ürünü oldu. Beşiktaş’ın klasiği hiç bozulmuyor. Denizli’nin sürekli değişen 11’lerinde 2 kişi takımını eksik bırakıyor. Dün gece de Nihat ve Tabata’nın pasifliğini başta gecenin en iyisi Ernst olmak üzere Ekrem, Fink, İbrahim Üzülmez bertaraf etti. Ayrıca Bobo’nun sakatlığından sonra Nobre’nin Beşiktaş forması altında en kötü maçına şahit olduk belki de. Sivas olmazsa olmazı 3 puan için aşırı motiveydi, ancak olağanüstü savunma zaaflarından kurtulamadılar. Beşiktaş’ın bunlardan yararlanamaması onların şansıydı. Hücumda da Beşiktaş’ın stoperlerini zorlayacak bir santrafor eksikliğini fazlasıyla hissettiler.
3 haftada çok önemli 4 maçı gol yemeden kazanmak Beşiktaş için oldukça büyük başarı. Beşiktaş oyuncu grubunun mücadele gücü yüksek değil, sorumluluk bilinci bu kazanımlarda ön planda oldu. Denizli’nin başarısı saha içi kadar saha dışına özen gösterdiği disiplinde gizli.
Son söz yardımcı Neşet Merdin’e; 1 net gole kıydı. İlk yarıda Ernst ikinci yarıda da Sivaslı İbrahim’in tehlike yaratabilecek pozisyonlarını yanlış bayraklarıyla budadı.
‘’Bu Sir, başka Sir‘’
Dünya devi gençleştirilmiş de olsa, Beşiktaş da kendini aşan bir özgüven içindeydi. Denizli hiç maceraya girmedi, ofansa dönük orta alan olarak sadece Tello’yu seçmesi en doğru kararıydı belki de.
Buna karşılık da orta alanın soluna ilk kez İsmail’i seçti. Sanırım bu seçiminin yararını da fazlaca görmüş oldu. Her zamankinden daha defansif bir dizilişti, ancak bu tercihler Beşiktaş’ı hücuma çıkarken de doğrusu hiç cılız göstermedi ilk yarıda. Fink’in direği yalayan pozisyonunun arka planı oldukça başarılı bir atak yapımıydı. O da gol olsa Old Trafford daha derin bir umutsuzluğa gömülebilirdi. Valencia oynasaydı, Obertan kadar belki de zorlayamayacaktı Beşiktaş’ın solunu. O açık kanalı Rüştü, Ferrari ve Toraman’ın çabaları örtebildi.
İkinci yarı yoğun bir Manchester baskısının olacağı kesindi. Denizli’nin savunma duvarı çok zorlandı ama yıkılmadı. İbrahim Toraman’ın sakatlığı defans düzeninin balansını biraz bozsa da, İbrahim Kaş ile Ferrari’nin başarılı hamleleriyle, Rüştü son dakikalardaki iki muhteşem kurtarışıyla tarihi sonucun alınmasında büyük pay sahibi oldu. Ernst’le Fink’in savunma desteği mükemmele yakındı. Sadece Beşiktaş, bu seviyedeki bir arenada üst düzey bir santrafor eksikliğini yaşadı. Her ne olursa olsun bu sonuç Beşiktaş ve ülke adına büyük reklamasyon büyük gurur.