‘’Futbolun dışında ama işin içinde‘’
Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyerek başlayalım. Kabul etseniz de, etmeseniz de cumartesi gecesindeki Fenerbahçe’yi hem de parlak bir skorla yenmek için iyi bir takım olmaya gerek yoktu. Alınan skorlar üzerinden konuşmak gerekirse, Beşiktaş’ın seriye bağladığı galibiyetlerle zirveye yürüyüşü, şapka çıkarılacak cinsten. Ancak dönüp, kurguya ve organizasyona baktığınızda, bu skorları meşru kılacak bir takım olgunluğundan bahsetmek hala zor. Bu noktada Fenerbahçe galibiyeti de geniş bir kesime eğer, “Biz haksızlık etmişiz. Meğerse bu takım, iyi bir takımmış” dedirtmişse, yanıltıcı olur. Oynadığı oyunla, aldığı skorları bağdaştıramayanlar, Beşiktaş’ın çalışmadığı yönündeki spekülasyonları da sıcak tutuyor. Bu çalışma konusunu biraz açmak lazım. Fiziki mi, yoksa teknik ve taktik açıdan mı, bir çalışma eksikliğinden bahsediliyor. İki olgunun da kendi içinde tutarsızlıkları var çünkü... Beşiktaş’ın önde oynayan oyuncularına baktığınızda; fiziki açıdan vasata bile yaklaşamadıklarını görür, güç açısından, “yetersiz, çalışmıyor” dersiniz. O zaman da Ernst, Fink, İbrahim Üzülmez, Ferrari, Ekrem, İbrahim Toroman’ın performansları, bu görüşünüzü havada bırakır... Takım çalışmıyorsa, bu oyuncuların bitmek, tükenmek bilmeyen mücadele güçleri, çelişkiyi ortaya koyar. Yok, “bu takım ofansif yönde taktik çalışmıyor” derseniz, o zaman da bunun gereksizliği anlaşılır. Beşiktaş’ın gerçek meselesi öndeki oyuncuların güçsüzlükleri ile bireyselliklerinin ağır basmasıdır... İşi çözümsüz kılan taraf da Yusuf, Tello, Bobo ve Serdar Özkan’a fiziki açıdan bir aşama kaydettiremeyecek olmanız. Bazısının bünyesi ters teper, bazısı da kazandığının fazlasını (başka sahada) harcadığı için sonuç alınmaz. Mucize kabilinden bu yetersizliği halletseniz de, bu kez top rakipteyken, oynamayı bilmemeleri size köstek olur. O zaman bu guruba, ofansif anlamda taktik prova yaptırsanız ne olur, yaptırmasanız ne olur?
*****
Fenerbahçe olgunluğu
Beşiktaş’ın ikinci yarıda maçı alıp götürmesi, Gökhan’a çalınmayan penaltının dillendirilmesine de engel oldu. Sarı - Lacivertliler’in 90 dakikanın bütünündeki yetersiz performansları da bu penaltının önemini azalttı belki. Pozisyonun dakikası da, o andaki skor da hiç önemli değildi. Aydınus’un çalmadığı penaltı, maçın kaderini kesinlikle etki etmiştir. Bunu söylemek, Beşiktaş’ın galibiyetine asla gölge düşürmez. Ama Fenerbahçe kanadının bunu bile bile kılıf aramak adına, bu gerekçeye sığınmaması, onlar adına alışılmadık bir olgunluk gösterisi... Bu sessizlik de yeterince örnek bir davranış oldu.
*****
Bir şans da İsmail’e
Daha önce de değinmiştim. Bu İbrahim Üzülmez’e “Yaşı kemale erdi, heyecanı bitti türünden yaklaşılmasın” diye... Bir Fenerbahçe maçı oynadı, taraflı tarafsız herkese parmak ısırttı... İbrahim böyle de devam eder. Mesele İsmail Köybaşı’nın durumu. Asıl kimliği bir savunma oyuncusu olsa da, hücum aksiyonlarına da yeterli ölçüde katılabilen İsmail’in, orta alanın önünde oynamasında ne sakınca olabilir ki?.. Denizli, bir çok oyuncusunun yerini ve görevini değiştirmekte sakınca görmezken, hatta Ekrem Dağ’ı ön liberoda deneyecek kadar fuzuli arayışlar içinde olurken, bu konuda İsmail’e niye ketum davranır. Yarın geceki Manchester maçı, tam da bu denemeye uygun bir ortam.
*****
Skorboarda iyi baktınız mı?
Derbinin son düdüğü çaldığında, zafer sarhoşluğu ile skorboarda bakanlar, 3-0’da başka bir sonucu da okumuş olmalılar. Orada, ocak ayında gerçekleştirilecek kongrede kimin kazanacağı da şimdiden yazıyordu sanki.
*****
Uykusuzluk
Mesut Bakkal, geç kaldıklarından dolayı, doğru-düzgün uyuyamadıklarından yakındı. Peki, Galatasaraylılar ne yapsın? Domuz gribi, sahte lisans, istifalar depremi derken, son günlerde yaşananlardan sonra hangi Galatasaraylı’nın gözüne üç gündür uyku girmişti ki!..
‘’Saygı duyulacak adam...‘’
Her şeyden önce yıllardır, hem de bir derbide adeta oynamamaya şartlanmış bir Fenerbahçe’ye ilk kez şahit olduğumuzu söyleyelim. Alex yoksa Fenerbahçe de yok diyenler, teknik olarak belki haklı olabilir. Dün sahadaydı, ama Fink’in kilidi altında kaldı. Fenerbahçe’nin dün geceki isteksiz duruşu Alex’sizliğin ötesindeydi. Maçın ilk yarısı, izleyen çoğunluğa ‘bu maça niye geldik’ dedirtircesine yavandı. Beşiktaş’ın taşıyıcı ayakları diye seçilen, Serdar ve Yusuf alışıldığı gibi güçsüz, Bobo da her zamanki gibi gamsızdı çünkü. Emre ile Alex, Fink’le Ernst’in yakın kontrolünden dolayı verimsizleşince Beşiktaş geçmişe oranla biraz daha rakip alanda oynamayı becerebildi. Maçı hareketlendirecek özel bir hamle gerekiyordu belki de...
İşte ne olduysa Fink’in golünden sonra oldu. Beşiktaş 4 dakikada isteksiz Fenerbahçe’yi ani bir vurgunla teslim aldı. Fink ve Bobo’nun gol vuruşları bu ülkenin alışık olmadığı cinsten şıktı. İki farklı skor üstünlüğü isteksiz Fenerbahçe’nin havlu atması için sanki yeterli bir mazeretti. Ama Sarı-Lacivertliler bununla da yetinmeyip sayısal olarak da eksildiler. Bu skora rağmen futbol kalitesi adına övgüyle bahsedebileceğimiz bir organizasyon ve tempo söz konusu değildi. Alman disiplini Brezilya becerisini kuruttu. Beşiktaş’ta görevini yapan oyuncular öyle veya böyle çoğunluktaydı. Ama bir İbrahim Üzülmez paragrafı açmadan geçemeyeceğim. O sahanın saygı duyulması gereken en önemli oyuncusuydu. Televizyonlar özel olarak onun dün geceki maça yönelik istatistiklerini ciddi anlamda değerlendirmeye alırlarsa yılların emektarına bu saygının neden gösterilmesi gerektiği de kolay anlaşılır. Çünkü bindirmelerini ve gol ortalarını biz sayamadık da...
‘’Savulun... Delgado geliyor‘’
Dönüş zamanı yaklaştığından olsa gerek bundan sonra gündem Matias Delgado olur. Denizli, onu çok aradığını söylediğine göre beklenen ve özlenen adam rolü şimdiden kendisine verilmeye başlandı. Hatta yerine gönderilecek isim de deşifre edilmiş durumda. Siz, Mustafa Denizli’deki yeteneklerin sadece kehanetle mi sınırlı olduğunu sanıyordunuz? En çaresiz ortama beklentilere dönüştüren bir uzmandır da aynı zamanda. Hayalindeki 10.5 numarayı bulamadı, eski 10 numarasını allayıp, pulladı ve şimdi yeniymiş gibi vitrine koyacak. Oysa geçen yıl şampiyonluğa doludizgin gidilen ortamda Delgado’su vardı da, son maçlara nefesi yetmemişti. Öncesinde ıslıklanarak, sahayı terk ettiği maçları da görmüştük. Denizli de saha içi liderine tam anlamıyla güvenenemiş olacak ki, devre arasında Yusuf’a el atmıştı. Öngörüsü boşa çıkmadı. Beşiktaş mutlu sona ulaştığında gerisinde Yusuf ve çokça da Tello’nun üretim gücüne dayalı olarak puanları cebe indirdi. O sorumluluk isteyen ciddi atmosferde Delgado, hocasının yanında kulübedeydi. Kazanılan iki kupadan sonra Yusuf ve Tello’nun bu unvanları taşıyacak heyecan ve güçleri olmadığı anlaşılınca bu kez Tabata çare olarak transfer edildi.
Şimdi gelinen noktada ise üçünden de kesilen umudun tekrar Delgado’da odaklandığını görüyoruz. Başta da söyledik Denizli eli en darda olduğu zamanda bile bir beklenti kapısı açabilir. Ancak şimdiden 8 milyon Euro’luk Tabata transferinin fos çıktığını itiraf etti. Denizli ve Beşiktaş’ı kurtaracak isim yakın gelecekte takıma katılacak! Umut fakirin ekmeği demeyin, Denizli’ye güvenin...!
Nerde çokluk...
Beşiktaş’ın kendi evinde üç forvetle sahaya çıkıp, ciddi tek gol pozisyonuna giremeden bitirdiği maçları görmüştük. Trabzon’da ise üç stoperli beşli savunma düzeni içerisinde üç maçta vermediği pozisyonları tanıdı rakibine... Denizli görmeli... Aynı iş için görevli sayısı arttığında görev açığı doğuyor. Bir kişinin işini iki kişi devralınca Beşiktaş çoğu zaman 10 ya da 9 kişi oynuyor. Bu durum Yusuf-Tello, Tello-Tabata, Tabata-Yusuf oynadığında da geçerli. Mahkum futbol oynuyor diye eleştirilen bu takımın elinden aslında fazlaca bir şey gelmez.
İçimizdeki Beşiktaşlı
Biz yetmiyormuşuz gibi bir de Sergen musallat oldu Denizli’ye... Aynı çatı altında aynı forma adına görev yapıyorlar ama Sergen Yalçın yorumcu olarak ikinci formayı üzerine geçirdiğinde görev icabı üst kademesine yönelttiği eleştiriler, yenilir yutulur cinsten değil. Olayın kendisi Beşiktaş dükkanının ayrı bir komedisi. Ancak yine de Mustafa Denizli’nin Sergen’e cevaben “Çizmeyi aşarsa, çizmenin içine gömülür” karşılığını vermesi şık olmamış. Literatüre geçen ‘içimizdeki İrlandalılar’dan sonra yapacak bir şey yok ‘içimizdeki Beşiktaşlı’ deseydi mesaj birden fazla merciye ulaşmış olacaktı.
Farklı yöntem
Beşiktaş Yönetimi kasasını yönetmek için çek ya da kontrat kırdırıyor. Tribünleri temizlemek için de taraftar... Bakalım bu kırıp-dökme metodu işin sonunu nereye vardıracak, merak ediyoruz. Umarım işler daha da sarpa sarmaz.
Kaybolun!
Ezeli rekabet, ebedi kan davasına çoktan dönüştü bile... Saracoğlu, Ali Sami Yen, Abdi İpekçi’den vazgeçtik, Sarı-Kırmızı ve Sarı-Lacivert forma giymiş karşılıklı iki kişiye tavla oynarken bile rastlarsanız, bulunduğunuz yerden derhal kaybolun...
‘’Mucize adam Hakan Arıkan‘’
Daha 17’nci dakika henüz doluyordu ki, gecenin kahramanı bile desek anlamı yavanlaşacak Hakan Arıkan 2 yüzde yüz pozisyona, set çekmişti. Öyle bir maç seyrettik ki, çok yönlü istatistiklerin tümü değerlendirilirse Guinness Rekorlar Kitabı’na bile girebilir. Hatta hikayesi efsaneleşmiş Johnson’un golüyle Fenerbahçe’nin kazandığı derbiyi dahi rahatlıkla sollayabilir. İbrahim Toraman’ı da stoperlerin arasına sokmuştu Denizli, Wolfsburg hezimeti sonrası yoğun savunma odaklı bir yerleşim seçmişti. Ama bu kez gerçekten düzenin adı yoktu. 4 buçuk kişilik savunma, 4 buçuk kişilik bir orta alan zaman zaman birbirlerini de bozarak karmakarışık bir boğuşmanın içinde kaldı. Beşiktaş’a maç kazandıran, bu yerleşim ve taktik anlayış değildi. 3 stoperli defansın kestiği sayısız top vardı. Ama defansın kestiği kadar Hakan’dan mucizevi uzanışlar geldi. İki tanesi sekse Denizli’nin demodeliği bugün manşetlerdeydi. Beşiktaş maç içi istatistikleri ile kazanan bir takım sıfatını hiç haketmedi. Maç boyu, gerek savunmasından çıkardığı, gerekse kazandığı topların neredeyse hepsini maksimum ikinci pasta rakibe verdi. Özellikle ilk yarıdaki görüntüsüyle 70’li yılların sonundaki Türk Milli Takımı’nı andırdı. Trabzonspor nereden geldiği belli olmayan bir Ernst vuruşuyla şoke oldu adeta. Ancak maçın bütününe ait tek bir cümle gerekirse Umut bağlanmış, Hakan Arıkan okunmuştu sanki.
‘’Beşiktaş rakip olamadı‘’
İlk 10 dakika içinde önce şaşkına döndü Beşiktaş, sonra çaresiz duruma düştü. Hakan golden önce üstüne gelen 3 topun sonunda Wolfsburglular’a kalesinin maden ocağı olduğunu fısıldamıştı zaten.
Yabancı oyunculara fazladan prim tanındığına inananlar Serdar Özkan’ı öne sürerek yerli savunması yapıyorlar. Yanlış örnek. Türkiye Süper Ligi seviyesini konuşuyoruz, İstanbul Amatör Ligi’ni değil. Ernst, Beşiktaş’ın her şeyiymiş. Yokluğunda bütün bir orta alanın tümden yok olduğuna şahit olmak Denizli’nin Beşiktaş’ı adına üzüntü verici olmalıydı. Az da olsa bir savunma çabası vardı Beşiktaş’ın ama sağından yediği amansız ataklara karşı bunalmaktan öte yapacağı bir şey yoktu. Schafer gibi çok güçlü bir kanat oyuncusuna, karşılayıcı olarak Denizli’nin Serdar’ı seçmiş olması komikti. Wolfsburg, Beşiktaş’ın kafa kafaya tokuşan orta alanını görüp forvetsiz olduğunu da farkedince kendini geri çekti. 50 ile 70 arası Beşiktaş’ın kuru baskısı bundan doğdu. Alman ekibi de bunu bekliyordu, Beşiktaş cahil cesaretiyle öne çıkmayı abartınca, skor da iki rakip arasındaki oyun kalite farkına göre gelişti. Beşiktaş fizik olarak özellikle de ilk yarıda ezildi. Denizli maça başlaması gereken 11’i bitime yakın kullandı. Siyah-Beyazlılar’ın temel sorunu bu maçta da açıkça görüldü. Tek bir organize net pozisyon dahi elde edemeden 90 dakikayı tamamladı Kartal.
‘’Federasyona gelene kadar...‘’
Federasyonun, Beşiktaş’ın Ankaragücü maçını bir gün önce oynama teklifine duyarsız kalmasına fazla hiddetlendi Denizli. Oyuncularının dinlenme programının aksamasının, çıkacakları çok önemli Wolfsburg maçını olumsuz etkileyeceğini savundu. Bu karşı çıkışa şimdilik, ‘Wolfsburg maçının olası olumsuz sonuçlanacağına ait bir Denizli kılıfı’ yakıştırması yapamam. Ama maçtan sonra istemediğimiz bir sonuç çıkar da, suçlu tamamen Ankaragücü maçının zaman ayarlanması ilan edilirse o zaman şarlarım!
Maç istenildiği gibi en azından 4 saat önce 16.00’ya alınsa ve oyuncuların yeme-içmeleriyle ön istirahatlerine nispeten ek bir 4 saat tanınsa, o gece dinlenme gecesi mi, yoksa izin gecesi mi olacaktı? Belki de iyi oldu. Sözü edilen geç saate sıkışma, mecburen dinlenişe çekti geceyi. İkinci konu da oyuncu bazında kimlerin ne kadar yıprandığı... Beşiktaş kaç maçtır 7 kişiyle oynuyor? Bobo, Nobre, Tello, Yusuf, Tabata, Nihat zaten hep dinlenmede değil mi? Lige verilen aralar da dahil, biz bu oyuncuların dinlenip dinlenip çıktığı maçları da gördük. Fizik olarak vasata dahi yaklaştıkları bile yok. Beşiktaş sanki taş gibi Süper Lig ekipleriyle her maçını kıran-kırana oynuyor da, hepsi 90 dakikanın sonunda konuşacak hali kalmamış şekilde sahayı terkediyor.
Denizli siteminde tek yönden haklı olabilir. Beşiktaş ülkeyi temsil ettiği en üst düzey yarışmada TFF gözünde hafife alındığına (fazla şansı olmadığı için) kanaat getirmişse, alınganlığını haykırabilir. Onun dışındaki fiziksel mazeretlerin önemi yoktur. 7 kişiyle giden Beşiktaş’ta o yedili, kesintiye uğrayan programdan etkilenmez. Profesyonellikleri ve mücadele güçleriyle yine üstlerine düşeni yaparlar. Oysa Wolfsburg maçının kazanımında belirleyici olacak olan, bugüne kadar sahada dinlenenlerin yaratacağı farktır.
İsmail Köybaşı
İbrahim Üzülmez dokuz canlıdır! Zordur almak ondan formayı... Sanırım bir mukavele daha yeniler, onun da hakkını verir. Benim derdim İsmail Köybaşı’yla. Futbolculuğuna ait geleceğe dönük mesajları ilk kez Ankaragücü maçında verdi. Ancak bir maç sahada, iki maç kulübede şeklinde bir periyoda mahkum edilmemeli. Sürekliliğe ihtiyacı var. Şurası kesin ki, Üzülmez varken Üzülmez oynar... Ama İsmail de oynamalı. Denizli yürümeyen sistemdeki inadından vazgeçerse, İbrahim’in önü boş. Böylelikle ligin en iyi savunmasına sahip olan Beşiktaş, güçlü bir de sol kanada sahip olur.
Martins’e dikkat!
Almanya’daki maçta Grafite’nin atılması bir şanstı. Tehkileli olduğu için değil, takımını 10 kişi bırakıp Beşiktaş’a nefes aldırdığı için. Bu gece oynayamayacak olması, Kartal için bir avantaj değil. Çünkü müthiş bir düşüşteydi. Armin Veh ondan kurtulduğu için seviniyordur bile. Beşiktaş için çok daha tehlikeli bir tehdit var bu gece, o da Nijeryalı golcü Obafemi Martins. Bir dakika bile gözden kaçırılmaması gereken bu oyuncu, sağlam gözüken Beşiktaş savunmasına da ters gelebilir. Umarız Mustafa Denizli de bu oyuncu için alacağı tedbirleri düşünmüştür.
Kadir Has Stadı
Onca para, onca emek harcandı, çok da güzel oldu, ama yazık. Boşa gitmiş... Fenerbahçe maçı bu stat için yeterli bir test zeminiydi. Stadın yarısı boştu, yarının yarısı da futboldan çok yazlık sinemada film izlemeye gelmişti sanki.
Serinin sırrı
Ankaraspor’un küme düşürülme kararının, lig yarışında en çok Beşiktaş’ı olumsuz etkileyeceği ortak öngörüler arasındaydı. Dinlenen rakipler, zinde çıkacaktı güya. 3 dinlenen rakipten 9 puan alındı. Serinin sırrı da galiba zinde rakiplerde!
‘’Kartal'ın kanadı İsmail‘’
Hikmet Karaman’ın kafasını çok karıştıracak bir düzeni yoktu Beşiktaş’ın. Net bir, 4-2-3-1 uygulaması vardı. Yalnız 3’üncü bölgedeki 3 oyuncu da çok pasif kaldı Siyah-Beyazlılar’da. Nihat Yusuf ve Tello’dan beklenen üretim gecikince, Ernst ve İsmail Köybaşı ofansif katkıyı da üstlendi. Nobre uygun seçimdi, ama yine arkadaki üçlünün verimsizliği onu yalnız bıraktı. Uzak şut denemeleri bu zemin için doğru girişimlerdi. Genç İsmail’den özgüveni yüksek bir şut çıktı. O da Kartal’a 3 puanı getiren tek sayı oldu. Fink ile Ernst’in uyumlu ortaklığı, direnişi yüksek Ankaragücü orta alanını ve Ceyhun’un bireysel girişimciligini önledi ilk yarıda. Hikmet Karaman, Emre ile Aydın’ı oyuna aldıktan sonra konuk ekip ancak Beşiktaş kalesine yaklaşabildi. Bu küçük kıpırdanış bile Beşiktaş’ın geleneksel geriye yaslanışını geciktirmedi. Denizli verimsizlerini oyundan almıştı ama kulübesinden onların yerine kullandığı isimler, yine amaca hizmet edemedi. Ekrem için müsait alanlar Tabata’ya da Beşiktaş’ı rahatlatacak pozisyonlar doğdu. Ne yazık ki ikisi de özelliklerine paralel bitiriciliklerini kullanamadı. Ernst sahanın her yerindeydi. Genç yetenek İsmail de geldiğinden bu yana en iyi oyununu oynadı. Attığı golün şıklığı bir yana, son dakikada kendi kalesindeki son derece kritik müdahalesiyle galibiyetin mimarı oldu. Siyah-Beyazlı savunma son 3-4 maçtaki galibiyetlerde gerçek pay sahibi, ancak Beşiktaş’ın asıl sorunu öndekilerde... Wolfsburg maçı öncesi en büyük handikap da bu gözüküyor.
‘’Tek seçenek!‘’
Eskişehir maçını, Hikmet Karaman da izlemiş... İlginç bir yorum da ondan geldi: “Bütün maçlarımı Galatasaray ile oynasam full üç puan çeker, şampiyon olurum. Çünkü ne oynadıkları belli. Ama Beşiktaş’ı yine çözemedim.” Görüldüğü gibi Beşiktaş’ı izleyen yazar ve çizerler, Mustafa Denizli’nin adı şaşırtmaya çıkan uygulamalarının Siyah-Beyazlı ekibe zarar verdiğini eleştiredursunlar, rakip teknik direktörler de takımları adına bu durumdan endişe duyduklarını dile getiriyorlar.
Mustafa Denizli’nin sırrı burada mı yoksa? Kendi tarafını da, rakip cepheyi de aynı anda endişe içinde yürütmek, dibinde teori olan bir uygulama mıdır? Kısmen evet... Beşiktaş’ın kalıbı dökülmüş bir oyun şablonu olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama Denizli de bu kadro ile kemikleşecek bir düzenden sürekli kaçıyor, sanki... Çünkü beceri ve fizik olarak, oyuncuların kapasitesinin farkında. Kaldı ki Rijkaard’a elindeki o kadroya rağmen bir B planının olup, olmadığı sorulmuyor mu... Denizli, alfabenin yarısı kadar planı olduğunu satıyor en azından... Aslında buna bir plan ceşitlemesi diyemeyiz. Farklı oyuncularla değişik pozisyon elde etme çabası dersek daha yerinde olur herhalde. Bu denemesi de fiziki yetersizlik ve sıfır ezber düzleminde çözüme ulaşmıyor.
Galatasaray’ın oyun düzeni kemikleşmiş de, Fenerbahçe’ninki farklı mı? O zaman Daum’a neden B planı olup, olmadığı sorulmuyor. Çünkü ülkenin fizik olarak en iyi ekibi Fenerbahçe, artı Alex faktörü var. O yüzden Denizli’nin ezeli rakipleriyle yarışması için tek seçeneği kendi takımını, rakiplerine çok seçenekliymiş gibi hissettirmek.