“Paris, sen beni kollarına aldın…!”

Haberin Devamı ›
İşte dün İsviçreli Stanislas Wawrinka ile ABD’li Serena Jameka Williams’ın dilindeki ezgi buydu.
Williams, dün Çek Lucie Safarova’yı üç sette yenerek Paris Açık’ın kadınlar kategorisinin şampiyonu oldu. Oynadığı yedi maçın dördünü bir set geriden gelerek kazandığı yegane turnuva bu Roland-Garros. Daha önce hiç bir turnuvada da 5 set yitirmemişti. Bu kadının tarihin en büyük tenisçisi olduğunu bazılarının anlaması için acaba ne yapması gerek?
Çift Erkekleri Hırvat İvan Dodig – Brezilyalı Marcelo Melo çifti, ABD’li Dünya Birincisi Bryan Kardeşleri yenerek aldı. Bu maçı izleyenler son 10 yılın en zevkli çift maçı olduğunu söylüyorlar. Ne yazık ki izleyemedik.
Safarova belki teklerde hayal kırıklığına uğradı ama partneri ABD’li Mattek-Sands ile çift-kadınları kazandı. Yine teklerdeki gibi fevkalade skorlarla önce Dünya Birincisi Hingis-Mirza’yı, sonra da Çeklerin efsane ikilisi Hradecka_Hlavackova’yı geçerek birlikte finalde Avustralyalı Dellacqua ile Kazak Schvedova’nın karşısına çıktılar. 36, 64, 62’lik skorla şampiyon oldular. Safarova bunu buradaki herkesten fazla haketmişti.
45 yaş üstü efsaneleri Forget-Leconte çiftini yenen Pioline-Woodforde aldı. 45 yaş altı erkekler finalinde ise İspanyol Moya-Ferrero çifti zafere ulaştı…Bir diğer Fransız çift olan Clement-Escude’yi yendiler.
Her türlü eşitlikten söz edilirken kadınlarda yaş belirtmek nezaket dışı sayılıyor ! Nedenini anlayana aşk olsun ! Zira kendi web-sitelerine, yaşlarını geçiniz, neredeyse “yükselen burçlarını” bile koyacaklar ! Bu doğrultuda dişi efsaneler tek kategori halinde oynanıyor. Bunu da bu yıl Navratilova-Clijsters çifti Fernandez-Davenport’u yenerek kazandı.
Ve geldik her şampiyonanın gözbebeği tek-erkekler finaline. İsviçreli “Stan-the-Man” ya da Stanimal” lakaplı 30’luk Stanislas Wawrinka ile Dünya Birincisi Sırp Novak Djokovic yani “Nole” çıktı kiremit tozuna. Her ikisi de Roland-Garros’ta ilk şampiyonluğunu aramakta. Nole kazanırsa Grand-Slam yapmış olacak. Yani 365 gün süresinde 4 Grand-Prix turnuvasını da (Wimbledon, ABD, Avustralya ve Fransa) kazanmış olacak (Bunun adına “career grand-slam” diyorlar. Eğer aynı takvim yılı içinde dördüne de kazanırsanız “year grand-slam” oluyor).
Wawrinka köktenci Fransız izleyicisi tarafından pek sevilmiyor. Zira geçen yıl, Fransanın evsahibi olarak Lille kentinde İsviçre ile oynadığı Davis Kupası finalinde Tsonga’yı 3-1 yenmişti. Maç sonrasında Stan “Fransızların daha az konuşup, daha çok tenis oynamalarını ve konuşmayı raketlerine bırakmalarını” önermişti !
İsviçreli yine aynı açık-sözlülüğü ile “günümde olduğumda herkezi yenebileceğimin farkındayım. Novak karşısına da bunun bilincinde çıkıyorum. İzleyicilerden etkilenmeyecek kadar da profesyonelim” diyordu. Ama burada tartışmasız tek hüküm vardı ki bu maçın her yanıyla Djokovic’in performansına bağlı olduğu.
Aynen öyle de oldu. Sırp Raket maçın ilk anından itibaren anlayamadığım garip bir tutukluk içerisindeydi. İlk seti (64)almasına rağmen güven vermiyordu. Baktı ki Wawrinka rakibinin bu tutukluğu geçmiyor, başladı riskli vuruşlarla üzerine gelmeye…Bu oyunu tuttu da. Önce setleri eşitledi (64) sonra da 2-1 öne geçti (63).
4. sete Sırp iyi başladı. 3-0 öne geçti. Tenis kalitesi düştükçe çekişme artmaya başladı. Ama artık yorgunluktan gerçekleştiğini düşündüğüm, olmadık ve yakışmayan, hatalarla yine eşitlik oluştu (3-3). Sonra tam Wawrinka oyunu kırıyordu ki Nole fevkalade iki puan oynadı. 4-3.
İnanılmaz bu iki puan acaba ona gereken itici güç olacak mı diye düşündürdü. Belki olacaktı ama İsviçreli yakaladığı fırsatı bırakmadı ve seti 6-4, maçı da 3-1 aldı. Nole’nin de yenilebilir olduğunu ve maçtan önceki öngörüsüyle özgüveninin ne denli doğru olduğunu kanıtladı. Maçı kazandıktan sonraki sportmenliği ve rakibine karşı olan kadirşinaslığı ile de “Stan-The-Man” lakabının kendisine ne denli yakıştığını gösterdi.
İzleyiciler bitmeyen alkışlarıyla Novak Djokovic’e hakettiği saygıyı gösterdiler.
Au revoir Paris (Hoşcakal Paris)…