Arama

Popüler aramalar

Yersiz alçakgönüllülük gereksiz!

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Evet, toplumda fevkalade hızlı artan bir zevksizlik, tavan yapmaya başlayan bir nobranlık ve hoşgörüsüzlük var. Körelen kültür, toplumsal nezaket zafiyeti ile el ele gidiyor. Tüm bu gerçekler maalesef insanları karamsarlığa iteliyor. Dolayısıyla elde en fazla kalan “umut” oluyor. Umudumuz için ümitli olalım! Yoksa bu gidişle cahilliğin, saygısızlığın ve nadanlığın bir tür yaşam türü olduğuna inanacağız.

Geçenlerde ailemi temsilen gittiğim İstanbul Üniversitesi-Hukuk Fakültesi’nde bir sempozyumda bulundum. İnanılmaz bir enerji yatıyor orada. Gözlemlediğim çeşitli sosyal yapıda gençlerin canlılığı, neşeleri ve tebessümlerinde yatan o fıkır fıkır inter-aktif enerji hani neredeyse özlediğim bazı gerçekleri çarptı yüzüme. Bu gençliğin tebessümündeki birikim, sokakları kaplayan tüm pus ve sisi ergeç dağıtmaya muvaffak olacaktır. Dünya tarihinde hiç bir kötülük, iyiliğin güzelliğin doğruluğun ve gelişimin karşısında duramamış eninde sonunda yok olmuştur. Unutmayın ki “…uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkumlardır.*”. İnternet çağında yani her şeyin ayan beyan ortaya çıktığı günümüzde, toplumları ve onların ülkelerini uygarlaştıran yine bireyleridir. “Toplumları oluşturan aileler, uyum içinde sevgi ve saygıyı pay ederek yaşıyorlarsa, hiçbir (canlıya) ülkeye karşı düşmanlık besleyemezler.*“

Aynı varsayımlar dünya çapında da geçerlidir. Dünya Federasyonlarını saran rüşvet dalgasından sonra UEFA Başkanı Platini, FIFA Başkanı Blatter’e yüklenirken boşuna “futbol toplumun aynasıdır” saptamasını yapmamış!

Yukarıda yansıtmaya çalıştıklarım yaşamın her köşesinde geçerli olacağı gibi teniste de başarılı olabilmenin başlıca damarlarındandır. Tenisçi olmak, illa bir raketle topu karşıya atabilmek değildir. Benliğinizin o “ince” tenis-kültürünü algılayabilmiş ve benimsemiş olması gerekir. “Tenisçi” olmanın başlıca gereksinimi budur. Yoksa heyhat!

Örnek mi istersiniz ? Buyrun… Yalın ve güncel. Hem de tenisin yıldızlarından.

Kasım ayında Davis Kupası finali vardı. Fransa İsviçre’yi konuk etti. İsviçreliler tarihlerinde ilk kez şampiyonluğa bu denli yakındılar. Hal böyle iken Ulusal Takımın iki as oyuncusu, Federer ile Wawrinka (Davis’ten sadece bir kaç gün önce) Londra’da “Ustalar - Dünya Turu Finalleri” turnuvasında yarı-final oynayacaklardı. Bu maç esnasında oyuncularda oluşabilecek fiziksel ya da moral olumsuzluk İsviçre’ye “yandı gülüm keten helva” dedirtebilirdi. Bundan dolayı tüm İsviçre Toplumu karşılaşmayı diken üstünde izledi.

Tenis camiasında oluşan hissiyat oyuncuların bu maçı hafife alacakları ve işin iki sette, kimse yorulmadan, kısa puanlarla, 1.5 saat gibi bir sürede biteceği idi. Yani sokak ağzıyla maçı birbirlerine satacaklardı !
Her iki oyuncu sahadaki rekabet haricinde birbirleriyle sosyal olarak ta görüşen, dostluk eden kişilerdi. Anlaşabilmeleri için hiç bir engel yoktu. Yapsalardı tenis-camiasından belki bir kaç kaş kalkar, ama fazla da çatlak ses çıkmazdı. (Örnekleri yaşadık. Williams Kardeşler Miami’de kendi vatandaşları tarafından yuhalanmışlardı !)

Ancak Federer ile Wawrinka arasındaki maç üç sete uzadı. Üç saate yakın sürdü (46, 75, 76). Son sette Federer 4 maç topu kurtardı ve tie-break’i ancak 8-6 aldı. Maçtan sonra haşmetmeabları sırtında oluşan sakatlıktan dolayı final maçından çekilince İsviçre diken üzerinde kalmayı sürdürdü. Ama bir aksilik olmadı ve her iki raket te ülkelerini sonuna kadar temsil ederek ve İsviçre’ye Davis Kupasında tarihlerinin ilk şampiyonluğunu tattırdılar.

İşte bu adamlar tenisçidir. Sadece çok yetenekli birer Federer ve Wawrinka oldukları için değil… Topluma gereken saygıyı duydukları ve şereflerine bir leke sürdürmedikleri için.

Paylaşımcılık

Günümüzde en güçlü silahlardan biri de paylaşımcılıktır. Bilhassa sporda, tek adamlık devri bitmiş, tükenmiştir…Ancak uygarlığı içlerine sindiremeyen toplumlara kalakalmıştır. Bu türde insanlar ekip-oyununa ayak uyduramazlarsa zamanla silinip gideceklerdir (Tabî burada “lider” ile “tek-adam”ı karıştırmamak lazım).

Kendilerinden başka her kişi ve kuruma çeşitli isnatlarda bulunup onları hor gören tek-adamlık sevdasındaki kulüp başkanlarının görevlerini nasıl bırakıp sıvıştıklarını hep gördük, hala da görüyoruz, göreceğiz de ! İşin ilginç yanı öyle bir koltuk sevdasına giriyorlar ki halef selefin başına gelenlerden de ders te almıyor. Halbuki yaşam denilen sürecin içerisinde örnek ya da ders alınacak öyle çok olanak doğuyor ki !
Bakınız, İsviçre Ulusal Takımının Koçu-Lideri Severin Lüthi’dir. Aynı zamanda Federer ile Wawrinka’nın özel koçluğunu da yapar. Adından bahsettirmeyecek kadar mütevazi biri olan Lüthi, İsviçre’nin Davis Kupası’nı kazanmasında başrolü oynayanlardan belki de başlıcasıdır. Geçen zaman bunu daha da belirginleştirecektir.

Lüthi, çiftler maçının sonuca ne denli etki edeceğinin bilincindeydi. Bu yüzden kendi egosunu bir kenara bırakarak, takımının çıkarı için, (dünya çiftler kategorisinin yıllardır tartışmasız liderleri) Bryan Kardeşlerin koçu David MacPherson’u ekibine aldı. Sonucu biliyorsunuz. Çift oynamaktan pek hazetmeyen Federer/Wawrinka ikilisi, bu kategorinin zirvelerindeki Bennettau ve onun partneri Gasquet’yi üç sette yenerek İsviçre’yi Fransa önünde 2-1 öne geçirdi. Sonrası çorap söküğü gibi gitti ve İsviçreliler bir maç daha alarak işi kolayca 3-1 bitirdiler. Böylece Federer kariyerinde erişemediği yegane kupa olan Davis’i de envanterine katmış oldu.

Sizlere nice hoş örnekler daha verebilirim. Ama yerimiz bu kadar!

Hepinize sağlık içerisinde, hoş bir 2015 dilerim.

Hamiş.: Önceki dergide veteranlara ait bir yazım vardı. Burada bazı kişisel görüşlerimle birlikte, sevgili bir dostum ve onların bir mensupları olan Zeki Çubukçu’nun dostane saptamalarını aktarılıyordu. Anlaşılan yazı birilerinin dağarcığına fazla gelmiş ! Zira sahiplerinin ruh halini çok iyi betimleyen bir takım veciz (!) mesajlar geldi. Ey garipler, tartışamıyorsanız bu bilgisizliğinizden kaynaklanır. Bilgisizliğin kökeninde cehalet yatar. Akıl sağlığınız açısından yeni yılda bu eksikliğinizi giderebilmenizi önerir ve umarım. Aynı Kafka’nın Milena’ya söylediği gibi : “…Sana yoksun olduğun şeyi değil, bir şeyin yoksunu olduğunu göstermek istiyorum”.

*Atatürk
**Vedat Günyol (Güleryüzlü Ciddiyet)’ten Kemal Demirel (İnsan ve Dünyası)…