Arama

Popüler aramalar

Al sana 'marka'

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Gördünüz mü, modern zamanların en büyülü kavramlarından biri olan ‘marka değeri’ başımıza ne işler açtı? Daha düne kadar ağzını açan “Ama marka değerini düşürmemek gerek” diye devam ettirmiyor muydu sözü? Şimdi başına gelenlerden şikayetçi olan futbolun muktedirleri ya da rakiplerinin düştüğü durum karşısında iştahı kabaran ve kendini gelinen durum karşısında galip sayan futbolun diğer muktedirleri, daha düne kadar ‘marka’ diye yırtınmıyorlar mıydı?
UEFA da sonunda noktayı “En değerli markamı koruyacağım” diyerek koydu hatırlarsanız.
Gelinen noktada UEFA’ya bir şeyler söylemek kolay. Şunları sorabiliriz;
“Fenerbahçe ile benzer durumda olan iki takımdan biri olan Beşiktaş, Avrupa Ligi’nde oynuyor. Aynı soruşturmada bazı yöneticilerinin adı geçen, bu yıl sana daha önce gönderilen listeye göre Şampiyonlar Ligi’nde oynattığın ve o ligden elenen Trabzonspor’u hangi marka değerini koruma adına yeniden Şampiyonlar Ligi’ne kabul ettin? Benfica’lı biri kalkıp dese ki, ‘Ya benim ‘marka’m ne olacak?’, ne yanıt verirsin?”
Elbette bu noktada tüm bu sorular anlamını yitirmiş görünüyor. Çünkü hüküm kesildi... Çünkü, bu sorular hukuk bazlı bir tartışmanın konusuydu. Oysa içine düşülen badirede hukuk değil, hukukun alt kategorilerinden biri olan ‘kanaat’ iş gördü.
Bilindiği gibi, bu ‘kanaat’, o ‘kanaat’e varacak kişinin durduğu yere, aldığı pozisyona göre farklılıklar gösterir.
Düşünün gerek UEFA gerek TFF en başta takındıkları ‘masumiyet karinesine saygı’ tavrından çok uzakta bir yere serdiler kilimi sonunda...
Futbolun muktedirlerini anlayabiliyorum. Onlar arasındaki çelişki ancak şimdiki gibi birbirlerine karşı olduklarında ortaya çıkar. Menfaatler aynılaştığında, örneğin havuzdan akacak para, ya da düşman ortaklaştığında, örneğin şiddet yasasının öznesi ilan edilen ‘holiganizm’e karşı, çelişkiler anında düzleşir...
Hadi onları anladık... Bu işten öyle ya da böyle çıkarları ve bir gelecek beklentileri var... Ya tribüne giden hatta tribüne dahi gidemeyip maçları kahvede, birahanede izlemek zorunda kalanların diline yapışan o ‘marka’ya ne demeli!
Bu marka işi taraftar açısından, kredi kartı borcunu ödeyemeyen ‘modern fukara’nın televizyonun alt yazısındaki borsa rakamlarına bakıp ‘işlerin iyi gittiği’ni düşünüp, rahatlamasına benziyor fazlasıyla. Sanıyor ki, futbolun bu türlü işleyişi tuttuğu takımın markasını yükseltiyor. Ah be adamım, o ‘marka’ senin kuyunu kazıyor göremiyor musun? Senin de farkında olmadan kapıldığın o ‘marka’ sevdan, örneğin, emeğinle kazandığın parayı takımdaşlık yutturmacası altında sana 15 liralık formayı 100 liraya aldırmalarına yarıyor.
Yeri geldiğinde stada bile sokulmayan sen, sokakta üzerinde gurur duyduğun formanla gezerken farkında olmadan o forma üzerindeki farklı ‘marka’ların tanınırlığına tanınırlık, kârına kâr katıyorsun... Sen sadece takımının ‘marka’sını yükselttiğini düşünüyorsun ama o iş öyle değil...
Sonunda gördüğün gibi ‘marka savaşı’ gelip senin mutluluğunun, umudunun, beklentinin, samimiyetinin başına patlıyor. İşin içine ‘marka’ girince senin esas ihtiyacın olan hukuk da bacadan çıkartılıyor.
Yani benim güzel kardeşim, kabahatin hepsi değil ama çoğu sende diyesi geliyor insanın! Durum biraz Cahit Sıtkı’nın Abbas’a söylediğine benziyor; ‘Marka’ diyordun al işte sana ‘marka’!