Artık şu saçma sapan cezaya son verin!

Haberin Devamı ›
“Sebep oldukları olaylardan dolayı Kulübümüzün uğradığı ve uğrayacağı tüm zarar ve ziyanların tazmini için haklarında maddi ve manevi tazminat davaları açılmasına ve ayrıca ilgili kişiler hakkında cezai şikayetlerde bulunulmasına karar verilmiştir.”
Bu şikayet bana şunları düşündürttü:
Eğer suçlular belli ise ve soruşturma sonunda suçları sabit görülürse iki kişi zaten ceza alacak. O zaman, o maçı Çamlıhemşin’de televizyondan izleyen kombine bilet sahibi Cem Dizdar’ın ya da onun durumunda olanların ya da o maçta İnönü’de olup da, olan bitenden haberi bile olmayan binlerce ‘masum kişi’nin suçu ne ola ki içeride oynanacak bir sonraki maça gidemiyorlar? Kaldı ki bunların yaklaşık 7 bin kişi kombine bilet alarak parayı peşin ödemişler. Suçsuzların peşin ödediği paralar ne olacak?
Öte yandan bir tüzel kişilik olan kulüp nasıl suç işler? Suçu birey(ler) işlemez mi? İki kişinin neden olduğu olay sonucu, ‘suçsuz kulüp’le olaya hiçbir dahli olmayan geniş kalabalıkların topluca cezalandırılması ne denli adil?
Her defasında “Futbolun güzel yanlarından söz edelim” klişesine sığınan TFF yöneticilerinin geniş yığınları mağdur eden, futbola olan ilgiyi yere seren bu saçma sapan uygulamadan bir an önce vazgeçmesi oyunun selameti açısından şart... Görevini yap suçluyu yakala. Yapmadığın, yapamadığın görev için beni cezalandırma!
Gereksiz hassasiyetler!
Her açıdan hassas bir dönemden geçtiği için olsa gerek Beşiktaşlı yöneticiler, ‘hassasiyet hadisesi’ni gereğinden fazla abartıyorlar. Bu bağlamda, televizyon kanallarındaki futbolla ilgili tartışma programlarının önemli bölümünün ‘tuluat’tan öte bir anlam ifade etmediği gerçeğini de kavrayamamış görünüyorlar. Bu nedenle olsa gerek Ahmet Çakar’ın televizyondaki ifadeleri için resmi siteden kınama açıklaması yapacak kadar meseleyi ciddiye almışlar. Demek ki bir kez daha hatırlatmakta fayda var; bu tür gereksiz hassasiyetler, dile getirilmesi arzu edilmeyen konuları daha da sıcak tutar. Çünkü bu fuzuli hassasiyet, tartışarak öğrenmek ve ilerlemek gibi bir hedefi olmayan, bilgiden çok polemikten beslenen üslubu yeniden üretir. Yani serpilip gelişen, polemikten beslenen olur. Ve iş kısa sürede laf yetiştirmeler sonucu içinden çıkılmaz bir hal alır.
Bir diğer örnek Beşiktaş yöneticisi Tamer Kıran’ın 3-2’lik galibiyetin ardından Gaziantep Teknik Direktörü Hikmet Karaman’ın, “3-4 oyuncuyu çıkarsanız Beşiktaş’la aramızda fark kalmaz” mealindeki sözleri için gösterdiği hassasiyet!... Böylesi hiçbir anlam ifade etmeyen, görüş bile olamayacak kadar sıradan bir bakış açısıyla konuşan teknik adamı ciddiye alıp gazetelere demeç verilmesi de tuhaf. Sokaktaki çocuk bile bilir ki, bir takımdan 3-4 kişiyi çıkarsanız, bu Barcelona, Real Madrid, Arsenal, Bayern Münih, United ya da City de olsa fark etmez, o takım gücünden fazlaca şey kaybeder ve aşağıdaki rakipleriyle eşit seviyeye gelir. Bu tespit, üzerine konuşulabilecek bir şey değil ki!.. Futbola bu zaviyeden yaklaşan birisinin Beşiktaş’ı ya da bir başka takımı ‘aşağılayabileceği’ düşünülebilir mi? Bu gösterse gösterse kişinin futbolu da hayatı da klişelerle algıladığını gösterir o kadar...
Orantısız güç ve futbolun ruhu
“Önemsiz” diye düşünebilirsiniz ama hiç kimse için değilse bile benim için önemli. Gençlerbirliği’nin Sakarya’da oynanan maçta Bölgesel Amatör Lig takımı Dersimspor’a attığı 7 gol, olmamış. Bu tip frapan galibiyetleri ancak takımların gücü birbirine denk olduğunda anlaşılabilir bulabilirim. O da ‘bulabilirim’! Yani küme düşmesi kesinleşen ya da her açıdan aralarında uçurum olan bir takıma atılan 3’ten fazla gol manasız bir istatistikten öte anlam ifade etmez. Farklı yendiği ‘güçsüz takımın’ kalecisinin ya da herhangi bir oyuncusunun, yarın ekmek almak için sokağa çıkacağını düşünmüyorsa birileri, benim açımdan futboldan da hayattan da o kadar anlamıyordur. Ha diyecekseniz ki, “Ne var bunda altı üstü oyun. Olur böyle şeyler. Belki kaleci bile önemsemiyordur durumu. Hem maça giden insanların bol gol izlemesinin ne mahzuru var?..” Sorun da burada ya, önemsemesi gereken önemsemeli! Yani, yenilen değil farklı yenen... Oyunların en güzel sonucu olan beraberliği de içinde barındıran futboldan söz ediyoruz. Bol gol yerine futbolunun ruhu olan ‘eşitlik ilkesi’ne duyulan bağlılık ve özen... Yani insana özen... Hayatı da oyunu da ancak bu özen ve hüsnüniyet içinde güzelleştirip, geliştirebiliriz.