Felsefenin sefaleti!

Haberin Devamı ›
‘Hayatım ve eserlerim’
Esasen, “Hayatım ve Eserlerim” üst başlıklı hatıratında kaleme almasını beklediğim ‘öğretici’ anlarını aktardı; Popescu ile başbaşa varılan 2-5-3 formasyonunun inceliklerini, dünyanın sayılı hocalarıyla yüksek samimiyetini vs... Böyle bir fırsat ele geçmişken isim vermeden birilerine göndermelerde bulunarak aslında herkesi ablukaya alma gayretini de atlamayalım... Konuşmaları sırasında bazı kişileri ‘sayın’, bazılarını ‘hoca’ diye anarken kimilerinden de, örneğin ‘Okan’, ‘Şenol’ gibi, sadece isimleriyle söz ederek ‘resmi seminer’e hayli samimi bir hava yaydı!
Tuhaf bir sunum
Kameralar zaman zaman salonu gösteriyordu ve insanlar dikkatle dinliyordu kendisini... Oysa bilmediğimiz hiçbir şey anlatmıyordu. Adana Genç İşadamları Derneği’nde yaptığı gibi “Küfürün iyi birşey olmadığını, kendisine yakışmadığını ama hak edene çok yakıştığını” söylese bu kez de alkış yükselir mi salondan diye düşünmedim değil!... Teknik direktör ya da antrenör olmadığım için doğrusu Terim’in konuşmalarından yüksek oranda feyz alamadım! Eminim, dinleyenler de konuyla ilgili iki kitap okusalar daha fazlasını öğrenirlerdi. Benim açımdan her şeyiyle baştan ayağa tuhaf bir sunumdu.
Bunca yıl nerede yaşamış!
Özellikle ikinci gün konuşmasından anladım ki meğer Terim, Türkiye Futbol Direktörü olana kadar ülke futboluna dair hiçbir şey bilmiyormuş! Koltuğa oturup iki yıllık bir çalışmanın ardından vakıf olmuş tablonun bu denli vahim olduğuna!...
O konuşurken, “Acaba bunca yıl nerede yaşamış ve hangi konularla ilgilenmiş!” diye bir sordum kendime. Stada gidenin, ortalama gazete okurunun, kahvede arkadaşını dinleyenin, abartalım, sokaktaki çocuğun bile ezbere sayabileceği sorunları anlatıp durdu uzun uzadıya, “Hepimiz suçluyuz” dedi ara ara. Kimse de çıkıp, “Hepimiz suçluysak suçlulardan biri ‘ben’ burada dinliyor, suçlulardan diğeri ‘siz’ orada neden konuşuyorsunuz?” demedi!
Yanlış kavramlar
Kimse, “Hepimizin ezbere bildiği konularda bu denli suya tirit analizler yapıyor görünmek için ayda yaklaşık 300 bin Euro kazanmak, biraz abartılı kaçmıyor mu?.. Hem de tam futbolcu paralarından tasarruf öngörülen bu dönemde!..” diye sormadı.
Doğrusu ya, ben yine de buralara takılmadım. Sonuçta o kadar para alanın değil verenin, o konuşmalarda bir şey öğreneceğim diye dinleyenlerin sorunuydu... Ancak sık sık ‘felsefe’ ve ‘kendi futbol felsefe’sinden söz ettikçe doğrusu şöyle bir durdum... Bu tanımı da tıpkı göreve gelirken yaptığı konuşmada kullandığı ‘reform’, ‘devrim’, ‘rönesans’ gibi tamamen yanlış kullanıyordu. Nasıl ki, ‘devrim’, ‘reform’, ‘rönesans’ bambaşka durum ve gelişmeleri açıklamakta kullanılan tanımlardır, ‘felsefe’ de düşünme halinin tamamen Terim’in kullandığı anlamının dışındaki bir etkinliğine karşılık gelir. Terim de çoğu kişinin yaptığı gibi ‘felsefe’yi dünya görüşü, bakış açısı, yönelim/yöntem, ideoloji vb. farklı kavramların yerine kullanıp durdu.
Demagojiye hizmet!
Yani, işine gelenin büyülü bir vurguyla kullandığı ‘felsefe’, Terim’in kurduğu bağlama pek de yakın bir tanım değildir... Ancak ülkemizde kavramlara, konulara, metoda titizlenmek öyle pek de önerilmez!...
O nedenle terminoloji, literatür değil ‘jargon’ revaçtadır. ‘Jargon’ da daha çok demagojiye hizmet eder... O da nedir mi? İki farklı Türkçe sözlükten birleştirerek aktarıyorum. DEMAGOJİ: Bir kimsenin veya grubun duygularını kamçılayarak, gerçek dışı sözler söyleyerek onları kazanmaya çalışma, halk avcılığı. Toplumun duygularını okşayarak kendi davasını, çıkarını yürütme yolu...