Feyk ulan feyk (G.O.R.A.'dan)

‘Beşiktaş’ın gerçek sahipleri’nin oylarıyla seçilen yönetim, daha sezon bitmeden ilk hamlesini yaptı ve Ricardo Quaresma’yı transfer etmek için görüşmelere başladığını İstanbul Borsası’na bildirdi. Bu nafile hamleye spor dilinde ‘fake’ (feyk) denir. Ve dilimize; ‘yanıltıcı hareket’, ‘yapmayacağı işi yapacakmış gibi yapma’ olarak çevrilebilir. Ya da ben böyle çevirmeyi uygun gördüm de diyebiliriz...
Haberin Devamı ›
Çünkü aynı gün Bilal Meşe Milliyet’te ilginç bir Beşiktaş haberi yaptı. Kulübün vergi borcu ödenmediği için Avrupa kupaları için gerekli UEFA lisansını alamama tehlikesini ve futbolculara ocak ayından bu yana ödeme yapılmadığını anlatıyordu haber... Mustafa Denizli’nin, kapısını aşındıran futbolcular yüzünden bir sonraki sezon ‘devam etme’ kararını gözden geçirdiği de belirtiliyordu.
Beşiktaş gibi ‘marka’ bir takımın para sıkıntısı çekmeyeceği herkesin malûmudur. Bu tür mali konular öyle ya da böyle halledilir.
Ancak... Sahaya çıkarken futbolcularının eline ‘Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır’ pankartı tutuşturup, ‘ele verir talkını’ tarzını benimsemek de bu topraklarda yeşeren yöneticilere has bir haslet olsa gerek. Hem vergini hem futbolcuların parasını ödeme sonra da “Biz Quaresma ile görüşüyoruz” diye hava yap... Hayır, Quaresma da matah bir şey olsa anlayacağım. Hani “ayranı yok içmeye” derler ya, o misal...
Haberin Devamı ›
Yakında sezon bitiyor ve yöneticiler, menacerler için ‘transfer fırtınası’ mevsimi yaklaşıyor. Messi’den Ronaldo’ya, Kun Agüero’dan Steven Gerard’a kadar getirilmeyen kalmaz ülkeye. Millet yemez ama, hayal tatlıdır ‘yer’ gibi görünür. İnanmak ister palavraya... Yöneticilerin sığınağı da işte bu ‘hayaller limanı’dır. Yönetilir gibi yapılan kulüp aslında yönetilememektedir. Örnek olarak bakınız; Galatasaray yöneticisi Haldun Üstünel’in “Transferde hata yaptık” özeleştirisi...
Sonunda taraftara da Müslüm Gürses’in o şarkısına kulak vermek düşer; “Boş hayaller kurdum inandım sana / Mutluluk yerine dert verdin bana...” Korkarım Beşiktaş taraftarı bir sonraki sezon bu şarkının sözlerinin devamını öğrenmek zorunda kalacaktır...
İnsan faşist olmaya görsün!
Tuttuğumuz takımın galibiyeti elbette ki maça gitme faaliyetinin özüdür. Ama aynı zamanda futbol bize, çevresine ördüğü ilişkiler vasıtasıyla ‘insanlık durumları’nı değerlendirme şansı da tanır. Kimiz? Kimden yanayız? Neyi, nasıl bir hayatı savunuyoruz? Bunları da gösterir futbol. Tabii görebilene. Bu nedenle de seyre değer bir oyundur.
Lazio tribününe doluşmuş insanlar örneğin. Takımları gol yediğinde aymazca sevinebiliyorlar. “Roma şampiyon olmasın da ne olursa olsun!” Gerekçeleri ilk bakışta haklı gibi görünebilir. Tarihsel ve düşünsel olarak yenildikleri İnter’e yakın, Roma’ya düşmanlık derecesinde uzaktırlar.
Ama takımı gol yediğinde sevinen birisi aynı zamanda hayata ve takımına anlam kazandıran futbolu öldürmektedir, bunu görmez. “Efendi gibi yenilmek” de var bu oyunda ama ideoloji böyle bir şey insana “deli gömleği” giydiriyor. Takımına gol atıldığında “gooool” diye ayağa fırlayan adam bize, bir yerde herhangi bir gerekçeyle biri öldürüldüğünde “Ohhh” çeken adama dair önemli ipuçları verir. Sakın bunlar birbiriyle kıyaslanamaz şeyler diye düşünmeyin. İnsan faşist olmaya görsün; düşmanı kaybetsin diye insanlığı olduğu gibi oyunu da öldürmeyi göze alabilir...