Arama

Popüler aramalar

Fikret Orman da atı araba arkasına bağladı

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Hani şu dillerden düşürülmeyen “Beşiktaş’ın marka değeri” dedikleri şey var ya, o aslında tam da ‘taraftar’ denen topluluğa karşılık gelen bir değer. Gel gör ki bunu yöneticilere anlatmak mümkün değil. Onlar ‘soyut’ bir Beşiktaş marka değerinin peşinde. Ardındaki kalabalık olmasa ‘marka’ neye yarar ki?
Eski dönemden ödünç alınmış gibi görünen yeni dönemin diline dair bir örnek vereyim ki ne söylemek istediğim daha iyi anlaşılsın; Başkan Fikret Orman teknik direktör olarak Samet Aybaba’yı neden tercih ettiklerini açıklarken Habertürk’ten Kartal Yiğit’e şunları söylemiş; “Taraftar sevmiyor (Samet Aybaba’yı) diyorlar ama ben buna pek katılmıyorum. Üstelik çok da sevmek zorunda değiller. Bu o kadar önemli değil. Herkesin, özellikle de medyanın kendisine sahip çıkmasını bekliyorum...”
Bu taraftarı ihmal eden bakış açısı bir önceki dönemde tam tersi yönden işlemiş, tribün muhalefetini bastırabilmek için popüler ‘yıldız’ futbolculara yönelmiş ve kulübü tek kelimeyle batırmıştı. Oradaki strateji şuydu; “Dünya markası olmak için kim gerekiyorsa onu getirdik. Kesin sesinizin, susun artık...”
O zaman da Yıldırım Demirören yönetimi kimseyi dinlemiyor, taraftar duygusunu dikkate almıyor, her tökezlediğinde ise tepkileri bastırabilmek için olmayan parayı harcayıp işe yaramayan bir sürü oyuncuyu getirip göz boyamaya çalışıyordu.
Aralarında benim de olduğum bir grup insan o zaman da söyledi, dinlemediler, yine söylüyoruz yine dinlemeyecekler ama biz bu ısrardan vazgeçmeyeceğiz.
Bu kulübün düze çıkabilmesi için her bir bireyin birbirine bağlı olması, birbirini anlaması şarttır. Bu kulübü batma noktasına getiren “Ben yaptım oldu” bakışıdır ve bunda ısrar intiharla eş anlamlıdır.
Taraftar dediğimiz topluluğun -takım ayırmaksızın söylüyorum- motivasyonu ‘duygu’dur. Duyguyu hiçe sayar, önemsemezseniz özneyi de hiçe saymış olursunuz. Taraftarı harekete geçirecek, onu bir ideal etrafında toplayacak doğru kavramlara, doğru sözcükler yerine bu ‘efelenme’, ‘hiçe sayma’ dili kimsenin işine yaramaz.
Evet, taraftar hocayı sevmek zorundadır! Ki, yükü taşıyabilecek, kaybedeceğini hissettiğinde bile tribüne gelecek, televizyon başına geçecek morali olsun. Vicente Del Bosque döneminde takımın gidişatı hiç de iç açıcı değildi ancak hoca ile tribün arasında zerrece gerilim olmadı.
Öte yandan kanımca Fikret Orman yanlış bir ‘medya’ tanımından hareket ediyor. Medyanın birine sahip çıkması ne demektir? Böyle bir ön kabulden hareket edilir mi?
Beşiktaş iki üç maç kötü giderse ve tribünden Aybaba aleyhine homurtular yükselirse - ki bu da uzak ihtimal değil - o zaman Fikret Orman’ın o çok arzu ettiği medya da kimsenin arkasında duramaz! Ne başkanın ne de hocanın!
Beşiktaş yönetimi medya yerine taraftarının duyarlığa yönelmiş olsa, o arzu edilen medya desteği de ister istemez ‘doğru çizgi’ye oturur. Marka değeri, reklam geliri, sponsorluk anlaşmaları, forma/tişört satışları da bunun ardından düşünülüp planlanacak işlerdir.
Ne var ki, atı her zaman arabanın arkasına bağlamak gibi bir hastalığı var bu kulübü yönetenlerin ve arabanın yol alamaması da bundan!

Robinho’dan Ali Kuçik’e

Uzak değil yakın zamanlarda tribünlerine “Şımart bizi Başkan, Robinho’yu getir” pankartları gerilen Beşiktaş’ın yeni hocası Samet Aybaba, şöyle hayıflanıyordu: “Ali Kuçik gelecekte yıldız olacak ama bonservisi Göztepe’ye verilmiş.” Bir ‘yıldız adayını’ tespit edemedikleri için Beşiktaş’ın eski hocalarına alttan alta gönderme yapan Aybaba aynı röportajda şunları da söylüyor; “20 yaşındaki oyuncu genç değildir. Kaliteli oyuncu 17 yaşında da oynar.”
Robinho beklentisinden şu an 21 yaşında olan Ali Kuçik hayıflanmasına!.. Birbirinden fazla uzak olmayan iki zaman ve iki farklı motivasyon... Zor görünüyor Beşiktaş’ın işi...