Arama

Popüler aramalar

Her durum yeni bir fırsattır

Abone OlGoogle News

Uzak değil, seneler seneler evveldi!... Televizyonlarda ‘teşvik primi’nin ‘normal’ olduğunu söyleyen kerli ferli yöneticilerin başlattığı tartışmalar açtı yolu. Bunu futbol yorumcuları ve rakibin rakibine para göndermenin akıllıca bir iş olduğunu savunan geniş bir ‘futbolsever kalabalık’ takip etti... Kanımca bu kitle hâlâ yerli yerinde duruyor da, işin içine gerek yasa gerek ahlâk girince ‘teşvik’ ulu orta savunulamayacak bir hâl aldığı için radyonun sesi biraz kısıldı!
Ne olursa olsun, kazanmanın her şey olduğu bir dünyada tersini düşünemez hale gelen insanlar, “Madem kazanmak için oynuyoruz, yasanın yasaklamadığı her şeyi yapabiliriz” diye düşündüler/düşünüyorlar... Haksız da sayılmazlar! Öyle ya, gündelik hayat bu bakışı destekleyen binlerce örnekle doluyken; tersini, ancak ahmaklar ve romantikler savunabilirdi!..
Akıl ile vicdanın aynı şey olduğunu bilmeyenler olduğu gibi bu ikiliyi ısrarla birbirinden ayrı tutmaya çalışanlar da vardır. Yasal olanın ahlâki olmak zorunda olmadığı anlarda ‘akıl’ ile ‘vicdan’ı ayrıştıranlar işte bu ‘kör alan’a sığındılar. O nedenle de ‘teşvik primi’ kavramı yakın zamana kadar yasanın engel koymadığı bu karanlık alanda gezinip, zihinlerde palazlandı.
Kanunen yasak olmayan, ancak gayri ahlâki bir içerik taşıyan ‘teşvik primi’, oyunun bütün ruhunu bozup onu ‘güçlü’nün egemenliğine sunarken, bu ahval şerait içindeki taraftar da, durumu analiz edip karşı pozisyon almak yerine ahlâki ‘renkdaşlığa’ feda etti. Bu kafa karışıklığının yarattığı kazanmaya endeksli gösteride de ‘piyasa aklı’ duruma tamamen egemen hale geldi.
Çoğumuz, son günlerde yaşananlar karşısında “Peki şimdi ne yapılmalı?” sorusuna herkesin kabul edeceği anlamlı bir yanıt bulamıyor. Çünkü, kafalar karışalı çok zaman oldu ve aklı su üstünde tutabilmek neredeyse olanaksız hale geldi.
Yine de, futbolun içine düştüğü durum güç savaşları ve hukuki boyutun ötesinde taraftarlık kavramı açısından yeni olanaklar da sunuyor. Takıma kayıtsız şartsız bağlılık mı, bizden olmamasına rağmen doğru olandan yana tavır koyabilmek mi?
Süreç, taraftarlar arasındaki ‘suni gerilimleri’ ortadan kaldırmak için iyi bir fırsat yaratıyor. Beri yandan daha da önemli bir şey oluyor; yaldızı hızla dökülen şöhretleri için oyunun kolunu kanadını gözünü kırpmadan budayan ‘futbol uleması’nın sözünün etkisizleştirilmesi için kapı bir kez daha aralanıyor.

Haberin Devamı

Al sana ‘Kanaat önderi’!

Haberin Devamı

Uzak değil, seneler seneler evveldi!... Bıçkın tarzı, nedense bu ülkede dobralık sanılarak hüsnü kabul gören kaba üslubu, terminoloji değil jargon kullanımıyla girdi ekranlardan hayatımıza. Neredeyse her konuda bir fikri vardı ve ‘pat danadak’ söylüyordu... Öyle ki, yüzümüze baka baka “Kodumu oturtan Genelkurmay Başkanı isterim” bile dedi... O denli dobraydı yani!
Futboldaki son gelişmeler üzerine yine ‘dobra bir senaryo’ kaleme aldı. Özetle diyordu ki, ‘herkesin yaptığı yanına kâr kalacak.’ Kendisi bir ‘kanaat önderi’ olduğu için futbolun da ‘kanaatlerle’ anlaşılması, yönetilmesini istiyordu besbelli. Öyle ya, daha şike ve teşvik primi soruşturmasının iddianamesi yazılmadan birilerinin bir şey yaptığı ve yaptıklarının da yanlarına kâr kalacağı ‘kanaatine’ çoktan varmıştı.
Kanaatle yürütüyordu işi. Bunca yıldır dilinden ‘eyyamcı hakem’, ‘pis kokan pozisyon’, ‘gizli bir emeli olan bayrak’, ‘işin içinde iş var’ türü cümleler düşmemişti. Bizim de onunla aynı kanaatte olmamız için demediğini, yazmadığını bırakmadı.
Soruşturmada neden bir hakemin adının geçmediğini açıklarken bile, “Yaptığımız işin kıymeti bir kez daha ortaya çıktı” diyerek aslan payını kapmaya çalışıyordu. Bunu söylerken bile ‘hakem’ denen insanın aklı, vicdanı olabileceği, kararlarını bilgi ve ahlâka bağlı olarak verebileceği ihtimalini kenara koyup alttan alta “Biz uyardık yanlış yola sapmadılar” demeye getiriyordu.
Kaleme aldığı son senaryoda hukuk bilgisini de konuşturmuştu. Şöyle bir not düşmüştü yazısının içine; “UEFA, ‘Deliller yeterliyse mahkeme kararını beklemeden federasyon karar verebilir’ der.” (Finaldeki küçük ayrıntıya dikkat; ‘verir’ değil, ‘verebilir’.)
Şimdi “Delil nedir, nasıl toplanır, bir suç nasıl delillendirilir?” gibi boyumuzu aşan tartışmalara hiç girmeden pazartesi günü Milliyet gazetesinde Mustafa Anıklı’nın hukukçularla yaptığı ‘yuvarlak masa’ tartışmasını okumanızı öneririm. Bir yanda spor hukuku üzerine yıllardır dirsek çürüten beş hukuk adamının kılı kırk yaran tavrı, öte yanda ‘kanaat önderi’ bellenenlerin paldır küldür hesap kesmeye gayret eden o tanıdık hoyrat dilleri... Fazla iddialı olmasın ama bu yeni durumu bir yol ayrımı olarak görebiliriz; ya medeniyet ya barbarlık...

Haberin Devamı

Lucescu ülkeyi derhal terk et!

Haberin Devamı

Uzak değil, seneler seneler evveldi!.. 2004-05 sezonunda Beşiktaş 8 puan önde giderken bir anda tepe taklak olmasının ardından takımın hocası Mircea Lucescu, “Benzer olaylar Çavuşesku döneminde Romanya’da da yaşandı” demişti hatırlarsanız...
Evet, uzak değil, seneler seneler evveldi!.. Memleket futbol meraklılarının o zamanlar ağzı açık dinlediği ‘zamane bilgelerinden’ biri, şu mealde köpürüyordu o günlerde ekranda; “Ben ülkeme hakaret ettirmem. Çavuşesku’nun Romanya’sına benzetmesinin hesabını vermek zorunda. O Çavuşesku’nun Romanya’sını bilmeyen yok. Galatasaray’ın Steaua Bükreş ile yaptığı maçta hakemi satın aldığını ve turu nasıl elinden aldığını bilmeyen yok. Lucescu o ülkeyi Türkiye’ye yakıştırıyor. Derhal bu ülkeyi terk etsin. Böyle bir benzetme olabilir mi?”
Uzak değil, aradan seneler seneler geçti! Lucescu ülkeyi terk edeli çok oldu. Biz yine kendimizle baş başa kaldık. Çavuşesku’nun Romanyası’nı bilmem, ama bu aralar yaşadıklarımız sanki o zamanlar herkesin ağzı açık dinlediği ‘zamane bilgesi’ne ‘ülkeyi terk edin’ çağrısı yapmak için yeni adresler sunuyor gibi. Acaba bir çağrı daha gelir mi ‘abi’den?