Kartal'ın başarısı oyuncuların eseri
Haberin Devamı ›
Samet Aybaba, “Öne geçtikten sonra takımımı tutamıyorum” diyor. Peki o tutamıyorsa kim tutabilir?
Bu önerme Beşiktaş üzerine kafa yoranları yanıltıyor diye düşünüyorum. Şöyle ki, kaybedilen maçlar ya da kayıp puanlar ‘aşırı iştahlı’ oynamaya ve kontrolü kaybetmeye bağlandıkça, ‘takım müdafaası’ndaki sorunlar da gözden kaçıyor. Oysa ki, problem fazlasıyla burada. Enerjik bir takım görüntüsündeki Beşiktaş, gücünü orantılı kullanamıyor ve takım balansı ister istemez defans aleyhine bozuluyor. Ve özellikle oyunun son bölümlerinde genel olarak takım özel olarak defans hattı müdafaa da açıklar vermeye başlıyor. Aybaba kuşkusuz ki bu sorun üzerine kafa patlatıyordur ancak sınırlı sayıda ve belirli yetenekte oyuncuyla oynamak zorunda kalması elini kolunu bağlıyor. Bence Aybaba’nın buradaki temel hatası, kayıplar karşısında oyuncularını fazlasıyla kamuoyu önünde zor durumda bırakacak bir dil kullanması. Beşiktaş, bu zorlu şartlar altında ligin en izlenebilir takımlarının başında geliyorsa bunu fazlasıyla sahada ter döken her bir oyuncusuna borçlu olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Niang sadede 8 dakika oynadı ama bir fikir sahibi olabildiniz mi?
Ben futbolun da hayatın da ‘mucize’lere değil bilgiye, gayrete, çabaya bağlı olarak yükseldiğini düşünürüm. Niang hafızamda hep ‘iyi’ ama öncelikle ‘güçlü olduğu için iyi’ bir futbolcu olarak yer etmiştir. Elazığ maçının üçüncü golündeki pası elbette ki ona dair bir ipucu verebilir hepimize ancak, sonsuz ihtimallerin oyunu olan futbolda esas olan ‘devamlılıktır.’ Bir futbolcunun devamlılığı da gücü ile doğru orantılıdır. Aybaba’nın söylediği gibi 40 gün idman yapmamış, ondan öncesinde de farklı bir coğrafya ve iklim altında, farklı bir takımda farklı bir anlayışla idman yapmış bir oyuncudan sırf adı uğruna üst düzey verimlilik beklemek hayalcilik olur. Niang, belirli maçlarda belirli sürelerde takıma katkı sağlayabilirse ki bu sezon için sanki biraz güç görünüyor- bunu yeterli saymak gerektiği kanısındayım.
Arena’dan sonra şimdi de gündem Kadıköy Şükrü Saracoğlu Stadı? Bu konudaki görüşünüz nedir?
Henüz İnönü ile ilgili projenin ne olduğunu ve Anıt Kurulu’nun nasıl bir rapor vereceğini bilmiyoruz. Ancak öyle bir propaganda yapılıyor ki, ‘gökdelenler şehri İstanbul’da bu projenin de onay alacağı inancı hızla yayılıyor. Taraftar profilini baştan sona değiştirmeyi de hedefleyen bu tür girişimler ‘Beşiktaş’ın geleceği’ olarak sunuluyor. Ne var ki, bu sözleri defalarca duymuş Beşiktaşlılar bir sabah uyandıklarında ‘kulübün batmış’ olduğunu da unutmamalılar. Diyelim ki İnönü yıkıldı... “Beşiktaş nerede oynamalı” sorusuna aklın vereceği yanıt; “TT Arena” olmalı elbette. Gerek ulaşım olanakları, gerek ‘semt’e yakınlık gerekse ‘insan mutluluğu’ düşünüldüğünde akıl burayı gösteriyor. Beri yandan Arena ya da haracoğlu’nun zeminleri bu haliyle bile acınacak haldeyken lig, kupa, Avrupa maçlarıyla bazı haftalarda üç-dört maç oynanacak bu statların ne hale geleceğini varın siz düşünün. Elbette hesaba şu da dahil edilmeli; farklı takım rengi görünce ‘çıldırma eğilimini’ne giren taraftar profilinin verebileceği zararlar... İnşaat sektöründe bilgi, teknik bu kadar gelişmişken stat neden parça parça yapmak üzere planlanmıyor o da ayrı bir soru işareti.
İnönü Stadı nasıl dolar
Öncelikle bilet fiyatları düşürülerek. Deniyor ki, “Önce çok para verenlerin hakkı ne olacak?” Zaten ‘çok para’ verdirildiyse bir haksızlık olmuş. Haksızlıkta eşitlik olmaz. Yok, para uygunsa, demek ki insanlara fazla geliyor, yine düşürmek gerek. Benim gibi sezon başı kombine alanlar da, “Feda ettik, helal olsun” der geçer. Stadın dolması takımın da coşkusunu artıracağından, parası olmayan Beşiktaşlılar’ın da en azından bazı maçları izleme hakkı olduğundan, futbol ‘insan odaklı’ bir oyun olduğundan, bu oyunda yöneticiler kadar yönetilenlerin de eşit hakkı olduğundan bilet fiyatlarını düşürmek gerek. Hem sistemin ‘para kazanma mantığına’da uygun olmaz mı bu durum? Stat önüne ne kadar çok adam gelirse o kadar forma, su, tost da satılmaz mı?