Arama

Popüler aramalar

Sılaya dönüş...

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Doğduğum yere, Samsun’a her gittiğimde artık hayatta olmayan babamın yatağında, annemin mis kokan çarşaflarında yatarım. Betonarme mağlubu memlekete her dönüşümde içim sıkılsa da büyüdüğüm eve adım attığımda içimi kaplayan huzur, dışımı kaplayan hep güvendir. Eve dönüş böyledir, huzurlu güvenlidir...
Tarih hatırlamam, ne zamandı bilmiyorum; Necil Ülgen “Gel bizde yaz” demişti bir vakitler. İlk öyle başladım futbol yazmaya Fanatik’te. Başlarda disiplinliydim. Ama sonraları gerek tembelliğiyle meşhur bedenimin işi koyvermesi, gerek o zamanlar çalıştığım gazete Milliyet’teki işlerin yoğunluğu beni periyodu belli olmayan bir ‘spor yazarı’na çevirdi. Eh biraz gençtik o zamanlar, şimdi bir parça daha olgun...
Ardından Milliyet Spor’da yazmaya başladım haftada bir. Orada yazdığım son yazıda “Bakalım bu Karadeniz karabatağı nereden çıkacak?” diye sormuştum kendime. Kafamı çıkardığım yer hâlâ yerli yerinde duran eski ‘evim oldu.’ Yine Fanatik’teyim... İyi arkadaşların, becerikli çocukların, bana her daim destek olan akıllı dostların arasında...

Yayladan dönüşte bir zamanlar evin bahçesine gömdüğü kemiği toprağı eşeleyerek çıkarmaya çalışan köpek misali, bir kez daha eşeleyeceğiz futbolun toprağını kendi kavlimizce...

Kendimi utandıracak, birilerini kıracak bir şeyler yazmamaya özen göstereceğimden emin olabilirsiniz; ama insandır, sürç-ü lisan etmeden duramaz, bilirim! O zaman uyarın, eleştirin. Ara sıra dilim dolaşır da birine haksızlık edersem bunu niyetimin kötülüğüne, kendimi beğenmişliğe ya da kibrin pençesine düşmeye bağlamayın lütfen. O anlar ‘düşünsel olarak yetersiz kaldığım anlardır.’

Kırıp dökmek yerine elimden geldiğince onarmaya dikkat edeceğim. Ne de olsa yarım gün öğretmenlik, yarım gün marangozluk yapan bir babanın oğluyum.

Eve döndüm, mutluyum!

Bu 'imparator' benzetmesi iyi durmuyor

Bu ülkede futbol etrafına kümelenmiş karakterler arasında üzerine en çok yazı yazılmayı hak eden isimlerin başında kuşkusuz ki Fatih Terim gelir. Son maçta stat “İmparator Fatih Terim” diye inlerken şu soru geldi aklıma... Terim hakkında benim bildiğim iki kitap -Biri Metin Tükenmez diğeri Necati Kola- dışında bir şeyler yazılmamış olması, aralarına kendimi de dahil ettiğim bu ülke futbol yazarlarının yetersizliğine bağlanabilir mi?
İlk gençliğimde rockçu arkadaşlarımın Pink Floyd için söylediği “Ya çok sevilir ya nefret edilir” dilemması ne yazık ki bu ülkede Terim için hep geçerli oldu. Eli yüzü düzgün eleştiriler yapmak yerine daha çok fırsatı geldikçe bir hesaplaşmaya dönüştürüldü onunla ilgili görüşler, duygular, hisler... Sanırım hâlâ değişen bir şey yok... Futbolun boğazına elma düğümlenmişken, rakiplerinin çoğunun başı ‘şike ve teşvik operasyonu’yla dertteyken şu günlerde, en rahat durumda görünen Galatasaray’da yaşanan ‘Terim tartışması’ da bunun açık göstergesi kanımca...

Hepimiz biliyoruz, bu ülkede yöneticiler, hatta eski yöneticiler futbolculardan ya da hocalardan rol kapma konusunda usta ötesi ustadırlar. Bu aralar çoğunun başının belada olması da biraz bu tutkularıyla ilintili kuşkusuz...

Öte yandan yönetim kurulundaki bazı yöneticilerin transfer politikaları için gelir/gider dengesi üzerinden yürüttükleri itirazları “Odam belli, sıkıntısı olanlar gelsin görüşelim” türünden, bulutlar mevkiisinden karşılayan Terim de, yangına körükle gitme konusunda hayli mahir insanlarla dolu ülkemizde bu akımın iyi bir temsilcisi olduğunu bir kez daha gösterdi... Yetmedi, Galatasaray terbiyesinden bahsettiği konuşmasını “Herkes haddini bilecek” türünden keskin bir sloganla taçlandırdı... Galatasaray terbiyesi ve ‘had bildirme’... Sanki yan yana iyi durmuyorlar gibi geldi bana...

Dedim ya; Terim’i Pink Floyd gibi nefret/sevgi ikilemi içerisinde tanımlamaya alışkın olanlar, gelişmelerin ardından gazeteye hemen çaktılar başlığı; “TERİM KÜKREDİ ASLAN SAKİNLEŞTİ...”

Kanım o ki, insan kendisi için yaratılan bu algıya itiraz etmeyi becerdiğinde, hayattaki ‘gerçek yeri’ne oturur. İmparatorlar çağı kapanalı çok oldu. Evet bir metafor olarak kullanılıyor ‘imparator’ ama yine de insanlığın büyük acılar yaşadığı dönemleri de çağrıştırıyor hızla... ‘İmparator’ çığlıklarına mağrur ve anlayışlı bir edayla yanıt vermek yerine, bu tanımı terk etmeyi öneren bir model, insanların futbola ve hayata başka gözle bakmasını da sağlayacaktır.

Bu aynı zamanda geçmişte tekrar tekrar gördüğümüz üzre, gelecekteki muhtemel ‘yıkım dönemleri’ndeki travmanın insani biçimde tedavisini ve hallinin de yolunu döşer.

“Sevilen önderlerin kusursuz olduğu görülmüş müdür hiç?” diyen John Berger’le bitirelim bu bölümü; “Bizlerin insanca yaşaması ve ölmesi için şeylerin adının doğru konulması gerekli. Sözcüklerimizi yeniden sahiplenelim...”

Taraftarın hamuru aynı undandır!

Liverpool maçında Seyrantepe Stadı’ndaydım. Son şike ve teşvik operasyonlarının ardından tribünlerde Fenerbahçe’yi ‘ti’ye alan sloganlar atılacak mı sorusunun yanıtını, en az maçta görmeyi umduklarım kadar merak ediyordum.

Ben ve arkadaşlarım geri dönüşün zorluğunu göze alamayıp 65’inci dakikada stadı terk ettik. O dakikadan sonrayı bilmiyorum, ama o ana kadar bir iki kere atılan ve orta boy bir katılıma mazhar olan “Kümede kal Fenerbahçe” sloganına tribüne gelen insanların çoğunluğu teveccüh göstermedi. İyi de oldu... Çünkü...
Biliyoruz ki, farklı takımları tutsalar da ‘taraftar’ın hamuru aynı undandır; takımına bağlılık, bağlı olduğu şeye beslediği sevgi ve bir şey ait olmanın verdiği huzur. Rengi ne olursa, hangi takımı tutuyorsa tutsun, iyi bir taraftar için durum üç aşağı beş yukarı böyledir.

Galatasaraylılar’ın zor günler geçiren en büyük rakiplerini rencide etmemeye gösterdikleri gayret, tribün ortalamasında taraftar hamurunun iyi undan yapıldığını gösteriyor kanımca.

“Ama geçen yıl Saracoğlu’nda aynı sloganlar atılmıştı” diye hatırlatmaya gerek yok. Biliyorum...

Bazen komşunun çocuğuyla iyi geçinemeyiz, ama ikimizin de annelerimize duyduğumuz şey aynıdır; sevgi... Hiçbir şeye değilse bile, bu kıymetli duyguya hürmet ve ‘başkalarının acısına bakmayı bilmek’... Futbol hiçbir işe yaramıyorsa sadece bunu öğrettiği için bile kıymetli bir oyun olarak anılmayı hak etmiyor mu sizce!

Peki! Kupa niye gönderildi?

Kimi gazeteler Tayfur Havutçu dönene kadar Beşiktaş’ın dümeninin Roland Koch’ta olduğunu yazıyor; kimi Mourinho’nun kefil olduğu Carlos Carvalhal’in takımın başına geçeceğini... Bu arada kulüp yönetiminden de “Tayfur hocamızla devam edeceğiz” açıklaması yapılıyor...

İnsan ister istemez düşünüyor...

Önce Çarşı “Aklanın gelin”, ardından Beşiktaş Yönetimi “Arkadaşlarımız aklanana kadar Türkiye Kupası’nı geri veriyoruz” demişti.

Eğer hoca ile ilgili bir şüphe yoksa ve yola onunla devam edilecekse; sormak gerekmez mi:

“Kupa niye gönderildi?”

Unutulmuş bir eski dost!

Galatasaray-Liverpool maçının devre arasında dev ekranlarda Ali Sami Yen’i anarken ‘Kısa Galatasaray Tarihi’ gösterime girdi. ‘Baba Gündüz Kılıç’ ile ‘Taçsız Kral’ -ki bir ara başında tacıyla göründü ekranda- Metin Oktay da belirdi ekranlarda. Metin’in arka direğe gönderdiği o enfes aşırtma golünü de Fatih Terim’in oyuncularıyla birlikte UEFA Kupası’nı kaldırışını da bir kez daha gördük hep birlikte. Ama o kısa tarihte Galatasaray’ın kazandığı ‘Süper Kupa’yı kaldıran Mircea Lucescu’yu göremedik. Belki gösterdiler de ben o ara ilgimi kaybettim, fark etmedim diye yanımdakilere de sordum, onlar da görmemişler. Transfer döneminde her başı sıkışanın kapısını çaldığı Lucescu’nun da o ‘kısa tarih’te yer alması gerekmez miydi?

Di Maria'dan Q7'ye öğütler!

Geçen yıl Beşiktaş’ın ‘saman alevi’ misali zaman zaman yükselip çoğunlukla düşük ateşli oyununda gözler hep Ricardo Quaresma’da oldu. Bu yıl da farklı olmayacak eminim... Hepimiz bir trivelasını, bir bacak arasını ya da sağdan içeri kat ederken atacağı ‘sürpriz şut’u bekleyeceğiz merakla... Lakin Quaresma geçen yıl ‘en çok isabetsiz şut atan oyuncu’ istatistiğinde bir numaradaydı. Skoru ise 59 aut!

Jose Mourinho; gittiği takımlara yanında götürdüğü, ancak her seferinde hayal kırıklığına uğradığı Quaresma’dan vazgeçeli çok oldu. Mourinho’nun kanatlardan birindeki yeni gözdesi Arjantinli Angel Di Maria... Di Maria mevkisinin özelliklerini anlatırken, sanki Quaresma’nın ‘neden kaybettiğini’ de anlatıyor. Dinleyin...
“Bazı kanat oyuncuları sürekli çalım atıp fantastik hareketler yapmayı amaçlar. Ancak unutmayın ki, önemli olan kaç çalım attığınız değil, takım arkadaşlarınıza kaç tane gollük pas verdiğinizdir. Onları gol pozisyonuna sokacak paslar atmanız, performansınız açısından her şeyden daha önemlidir. Unutmayın; süratli kanat oyuncuları rakibe çalım, iyi kanat oyuncuları takım arkadaşlarına gollük pas atar...”

(İstatistik de Di Maria’nın anlattıkları da Four Four Two dergisinin Haziran-Temmuz sayılarından alınmıştır.)

Cem Dizdar

2