‘’Yeni sezon aynı düzen‘’
Ya minik ağaç dibinde, ya çiçekleri koklarken, ya havuz başında, ya topu eliyle kaldırırken ya da takımının bayrağını öperken. Ya da Carlos’unki gibi topların üstünde ve arasında kaybolurken... Açın arşivleri, her futbolcunun bunlardan başka pozunu bulamazsınız. Açın arşivleri, sorulan soruların altında yatan negatif, rakibi aleyhine laf söyletme ve kışkırtma içgüdülerinin ne kadar çok olduğunu görün. Futbolcu ve teknik direktörler son noktayı koysa da, istenilen cevap alınana kadar her yerde, her koşulda bunun gündeme getirildiğini hatırlayın.Galatasaraylı Aykut ve Orkun’un sinirlenerek, tepki gösterek “Aramızda kıskançlık yok” demek zorunda kalışları gibi. Bu sorudan tüm sezon kurtulamayacaklar. Fenerbahçeli Serdar ve Volkan gibi. Ezeli rakibinden meslektaşını takdir ettiğini belirtmek bile başına bela olabilir. Yeri geldiğinde ne tribünler bunu kaldırır, ne medya unutur. İbrahim Üzülmez’in Carlos’a olan sevgi ve saygısının, kendisiyle ilgili karşılaştırmalar yapılmasıyla bozulmak istenmesi gibi. Öyle ya, aynı mevkinin takım içindeki adayları bile birbirini kıskanmalı, aralarında fesatlık olmalı. Ama gerekçe satabilmek, kamuoyu bunu istiyor, patronlar bunu istiyor... Öyle mi?Türk oyuncu ve teknik adamlar buraya aitler ve meslekte devam edeceklerse hep bu insanlarla birarada bulunacaklar. Yani istedikleri gibi davranıp konuşabilmeleri neredeyse imkansız. O yüzden Türk futbolu, futbolcuları, yöneticileri, teknik adamları, sahada oynanan oyunun analizi, dünya futbolunun gerçekleri hakkında inandıkları ve gördüklerini söyleyemiyorlar. Televizyonlardaki program yoğunluğu arttıkça, herkes daha da çok konuştukça bilgi ve vizyon açısından çoğunluğun ne kadar büyük boşlukta olduğunu da gördük. Eee bir de prim yapmak, popüler olmak için uymaları gereken kurallar var! Yani çoğunluk gerçekten kalıpların ötesine çıkabilecek durumda değil. Çünkü kafalarda başka başka şeyler dolaşıyor. Saf değil. Onu bunu kollamak, onu bunu üzmek, kendini haklı çıkarmış olmak, insanları zor duruma düşürmek için, kafalarındaki takımdan başka yöne bakamadıkları için...“Almanya gol krallığına giden Halil Altıntop’un ilk 11’de çıkmamasına” inanamayan ve bunu dile getirip yazabilen tek istikrarlı insanın Feldkamp oluşuna bu yüzden şaşırmıyorum. Yabancı takımların maçlarına da bulaştı herşey ki en büyük kabuslarımdan biriydi futbolda. Gerçek oldu, kendimizi korumada hissetiğimiz tek futbol ortamında da saldırı altındayız.O yüzden Türkiye’deki yabancıların açıklamaları daha fazlasını sunuyor bizlere. Kimse alınmasın, alınanlar çıkıp net konuşsun. Carlos’u da bu değişmeyen ve kendini geliştiremeyen kafalarımızla ve futbol anlayışımızla ağırlayacağımız gerçeği futbolseverler için üzücü.
‘’Yaşlı gençler‘’
Türk futbolunun dünya futbolunda tarihi unvanlar elde ettiği dönemdi 2000 yılı ve sonrası. Galatasaray UEFA Kupası şampiyonu, Milli Takım da Dünya Kupası üçüncüsü oldu. Tek kulübün başarısı ve çizgisi, tüm ülke futbolunu mu ifade eder? Duruma göre değişir. Ama Galatasaray’ın 2000’de zirveye ulaşması yaklaşık 10, hatta 14 yıllık sürecin ürünüydü. Kendilerinin de şimdi ifade ettiği gibi böyle bir başarıyı kalıcı kılacak kulüp gelişiminin geri planda bırakıldığı dönemdi. Maddi kazanca dönüştüremediler. İkisinin aynı anda yapılması zordur, hele Türkiye’de futbolun yaşanış ve yorumlanış şekli düşünülürse. Milli Takım’ın üçüncülük sonrası yaşadığı kriz, sadece büyük organizasyonda sürpriz yapan ülkenin girdiği kriz dönemi değildi. Bu kadar basit değildi en azından. Fransa ve Hollanda’nın yaptığı gibi ülke çapında tabana kadar yayılan proje miydi? İçinde 15-20 yılı kapsayan proje aklı var mıydı? Devrim deniyorsa, sistemi kökten sallamak gerekir. Oysa Milli Takım tavandan geldi. Dar kapsamda tutuldu. Yanlış yorumlandı.Kanada’da düzenlenen Dünya Gençler Şampiyonası’nı seyrederken yukarıdakileri düşünüyor olmak iyi mi, kötü mü? 2 yıl önce Türkiye’nin de, Olcan, Burak, Kerim, Gürhan, Gökhan Güleç, Selçuk İnan, Uğur ile katıldığı turnuvadan şu anda dünya futbolunda hala bilinen kaç isim kaldı? Messi, Obi Mikel, Zabaleta, Taiwo? Aynı yıl Türkiye’nin sükse yaptığı U17’nin şampiyonu Meksika’nın temel taşlarını şimdi burada izliyoruz. O takımın iki yıldızı Barcelona ve Arsenal’de. Genç oyuncu yetiştirmek zahmetlidir. Bir yaş grubundan bir tane üst düzey oyuncu çıkarmak bile yeterlidir kimi zaman. Bir kısmı da belirli standardın üstüne taşınmalıdır. Bu iş büyüklerin yaptığı gibi pilot takım seçme gösterişiyle hallolamaz. PAF takımıyla da... Reserv ligle de... Kadroya hava atmak için birkaçını koymakla da... İspanya Ligi’nin neredeyse yarısı Real Madrid ve Barcelona altyapısından geçmiş-gelmiş isimlerden oluşuyorken, o takımların kadrosunda kaç tane altyapıdan İspanyol kökenli adam var? Manchester United bunu yapabiliyorken, diğerleri niye beceremez, istemez? Cevabı kolay değil. Tek doğru yok, tek plan yok. Türkiye’nin gençleri yükseltebilme ve geliştirme sabrı ve ortamı var mı?Avrupa futbolunun içindeysek, gençleri futbolcu kafası olarak yetiştirmek zorundasınız. Son 20 yılı kapsayan dönem kaç tane futbolcuyu yurt dışına gönderdik? O Galatasaray takımından kaç futbolcu bir üste geçebilme hedefine ulaştı? Kaçı eş veya daha iyi takıma gidebildi? Kalıcı olabildi? Yetenekli Türk gençlerinden kaçı 20’sine gelmeden yurt dışına transfer oldu? 20’sine gelip umut vadeden kaç futbolcumuzun oyun stilini ve birden fazla işi yapabilme açısından kendisini geliştirdiğini gördük? Bunu son dönemde en iyi yapanlardan biri, Tuncay dışında. Niye gurbetçiler hep can simidi oluyor (ama nedense milli takımda asla beklenen roller verilmiyor?) Durum böyleyken biz neyi başardık öyleyse? Milli takım üçüncülüğü neyi değiştirdi? Bu soruları ne zaman sormaya ve tartışmaya başlayacağız? Bize anlatılan yalanlara devam mı edeceğiz?
‘’Neyin kıyası!‘’
Lincoln’ün ülke medyası tarafından ağırlanış şekli gerçekten ilginç. Sadece Fenerbahçe karşısında izledikten sonra Alex’ten üstün olduğunu iddia ettikleri, büyülenen Fenerbahçeliler’in çoğunun Alex’i bir kalemde ona karşılık silmeyi göze aldığı şehir efsanesine kavuştular. ‘Modern futbol nedir?’ üzerine yürüttükleri ama dünyada yaşanan futbol gerçeklerinden uzak fikirlerin doğruluğunu ispatlama şansını yakaladıklarını düşünüyor olmalılar. Zararı futbolcu çekiyorOysa biz futbolseverleri ilgilendiren Lincoln’u izleme fırsatı. Onların yürüttükleri politikalar değil. Bu egolar, rekabet ortamını kızıştırma çabaları, beraberinde yanlış teşhisleri getiriyor ki, sonuçta zararı yine o futbolcu ve takımı çekiyor. Bir futbolcuyu 3 yıldır izlediğiniz Alex’le kıyaslamak için onu 5-10 maçtan fazla izlemiş olmalısınız. Kalite ölçünüz Brezilya’daki geçmişleri mi, rakamlar mı, elde ettikleri unvanlar mı, oynadığı takımlar mı, milli olma (tüm yaş gruplarında) adedi mi, hangileriyse açıkça yazmanız gerekir. Brezilya Ligi’ne, futbol anlayışına burun kıvırabilirsiniz. Ama Alex Brezilya’da yurt dışındaki yıldızlar kadar itibar ve saygı görür, efsaneleşmiştir. Yok hissiyatsa, sizin göz zevkinizse, yorum yaparken bu subjektifliğin notunu düşmeniz gerekir ki, insanlar görüşlerinize uzman yorumu olarak bakmasın. “Rakamlar” diyenler için Alex’e nasıl ve kimi eş koşabilirsiniz? Kalıcı olduğu ligi kıyaslarsanız Almanya’nın itibarı elbette fazla. Ama kalite olarak üstün mü tartışmasına girmeniz gerekir. Her sezon ligin en dikkat çeken adamlarını alma misyonlu Bayern Münih’in, Ballack sonrası orta sahasında kriz yaşarken, tükenen Scholl’e sığınırken Lincoln’u almamış olması tartışılabilir. Werder Bremen’in onun tecrübesi yerine Diego’ya yatırım yapması gibi. Yani italya Ligi’nde tutunamayan Alex nasıl soru işareti ise Lincoln de bu açılardan tartışılmalıdır. Sonuçta ikisi de Copa America’da yok! Almanya’da oynamak çok fark yaratmıyor muymuş acaba? Avrupa Kupaları derseniz, Schalke’nin 2 sezonu yeterli referans mıdır? Bir futbolcuyu iyi veya kötü yargılamak için yeterli midir?Lincoln sözünü dinletemezAnlaşılan o ki, Lincoln ve Alex’i ayrı ayrı, kendi takımları içindeki değer olarak görmemiz engellenecek. Lincoln kesinlikle kazanç. Ama Galatasaray’ın durumu ve transfer şekli performansını etkileyecektir. Alex ise Fenerbahçe’de yeni kurulan, uyumunu kolaylaştıracak planlı yapıya adım atmıştı. Oysa Galatasaray transferlerdeki etkileyici hamlelerine rağmen hâlâ güvensiz zeminde. Galatasaray Yönetimi yorumcularla paslaşarak Lincoln’u Hagileştirdi. Hagi, girdiği ortamda, en kariyerli adamsa ve onu geçecek isim yoksa hakimiyeti eline alabilecek, yaptığı hiçbir şeyin sorgulanmasına izin vermeyecek futbolcuydu. Lincoln ise sahada lafını dinletecek gücü ele geçiremez. Kaiserslautern ve Schalke’de kalıcı olabilecekken hep yarıda ve tatsız biçimde ayrılması onu zayıf kılıyor. Bu vasıfları olmasa da kendi halinde, sevdirerek o saygınlığı elde eder denilebilir. Ama medyanın, yönetimin onu herşeyin önünde ve ötesinde lanse etmesi, Galatasaray’ın koşullarında anormal bir ücretle alınmış olmasına bakarsak, şimdiden sorun yaratabilecek mevkiye oturtuldu. Hagi de imtiyazlıydı, ona verilen paraların hâlâ hesabı yapılamıyor ama kimse gıkını çıkarmazdı. Galatasaray içindeki kemikleşmiş isimlerin sindirebileceği, kucak açabileceği birisi olmakta zorlanacak. Bu kalıntılar ve birikmiş hesaplaşmalar temizlenmediği sürece Galatasaray’da yeni oluşum kurulması zor. Rekabet Fener’e yararLincoln’ün sadece Fenerbahçe karşısındaki maçıyla sunulması, bunun bir övünç malzemesi yapılması yüzeysel, futbolculara haksızlık. Koşan adam, yatan adam, verimli olan adam nedir? Bunlar da yanlış anlatılıyor. Uzun vadede onun da omuzunun düştüğü, takıma küstüğü görülünce ne denilecek? Lincoln can çekişen Kaiserslautern’i ayakta tutmak için yırtınırdı. 10 numaranın ötesinde roller biçerdi kendisine. Schalke ile bir üste, organizatörlüğe çıktı, değişik rol kaptı. Fenerbahçe için ise büyük avantaj. Rekabetin olduğu yerde yanlışları düzeltme ve daha iyi olma çabası devam eder. Aksi takdirde rehavet o kulübü bitirir.
‘’Sarı-Lacivert-Yeşil‘’
60 yaşlarında bir teyze. Eşarbını başına dolamış gelmiş. Belki de hayatında ilk kez stadın içine giriyor. Ve belki bir daha girme şansı olmayacak. Etrafı, o ilki ve sonu yaşayan insanlarla dolu. Hayatında belki de Carlos’u bir daha bu kadar yakından göremeyecek binlerce insan. Çocuğunu bahane ederek mesaiden kaçan babalar ve annelerle beraber... Fenerbahçe yönetimi bu törenle reklam dünyasında yeni adımlar atmış olabilir, ama aslında taraftarın önündeki duvarı yıktı, bu keyfi yaşama hakkına saygı duydu. Yaklaşık 4 bin kişi, şirinlik muskası Roberto Carlos için oradaydı. 1.5 gün evvel seksen bin kişi ve tüm Real Madrid takımı tarafından önünde saygıyla eğilerek uğurlanan Brezilyalı, bir insanın görebileceği ve kendisine adanabilecek tüm şaşayı yaşamasına rağmen şaşkın. ‘Madrid’den kaçarken doluya tutuldum’ diyor belki de! Pazar akşamı ilkmiş gibi “ole” çektiren Şampiyonlar Ligi şampiyonu pelerinli Raul, hiç büyümemiş gibi duran ve A takıma yeni çıkmış gibi ağlayan Casillas, Barnebau çimlerini öpen Beckham ve yaşlandıkça çocuklaşan, üstü başı şampanyalı Capello’ya veda ederken daha da aç ve çılgın kitlenin ortasına düşüyor. 35 yaşından sonra liderlik yapıp huzur bulmaya geldiği memlekette, Real Madrid’in ruh ikizine imza attığını söylememiş kimse. Herşeyi uçta yaşayan, acıyı tatmadan mutluluktan zevk alamayan, bu yüzden ilk günkü gibi heyecan ve keyif duyabilen diğer bir kulübe geldiğini imza töreninde anlamış olmalı. Havalimanındaki izdiham görüntülerinin düzeltilmiş haliydi önceki akşam. Yine de Carlos paçasını zor kurtardı. Brezilyalı olan alışkındır buna. Yadırgamadı... Ertesi gün ise tablo küçük Real Madrid’di. Yine yadırgamadı. Hiçbir kompleksi, hazımsızlığı, uktesi yok Carlos’un. Real’den şampiyon olarak ayrılma hırsına devam ediyor. Fenerbahçe gibi kendine yol çizmeye çalışan takımda fikir, karakter ve yürek liderliği yapmaya geliyor. Sürüklemek istiyor. Onun İspanya’da, Madrid’de yaşanış şekline tanıklık ettik yıllarca. Uğurlanışını da gördük önünde diz çökülerek. O Carlos’u, şeker hastası, herşeye gülen ve gülüşüyle uzak doğulu kızları utandıran ciddiyetsiz, eğlence peşindeki küpeli Carlos’a dönüştürmeye çabalayacaklardır mutlaka. Italya ve Real Madrid’e direnmiş bu adama sökecek mi bu manşetler? Saçları bir sezonda beyazlayan, yüzündeki kırışıklar bir sezonda artan leş listesine yeni kurban mı olacak? Bu adam kadar güzel gülen, 35 yaşında metrelerce depar atarak kısacık bacağıyla top kesen ve soldan sağa nokta atış uzun pas yollayan birisini dize getirmek o kadar kolay değil işte. Gülmekten yorulmayan bu kadar Brezilyalı’yla bir aradayken hele.
‘’İhtirasın bedeli‘’
Kaç gün geçti? On altı. On altı gün önce basketbolu farklı seven taraftarlarıyla on altı yıldır şampiyonluk bekleyen kulüp özlemine son verdi. Bu başarıyı özel ve eşsiz kılan görülmemiş tribün ve saha içi birlikteliğiyle... Takım, koç ve yardımcılarıyla beraber tribünden parkelere atlamış gibiydi. İnancın, inadın ve forma sevdasının, sistem ve akıl kadar etkili olabildiği, akıl ve disiplinle birleştiğinde durdurulması zor takım yaratıldığının ispatlandığı nadir spor örneğiydi. Kaç gün geçti? Neredeyse yedi ay. Yaklaşık yedi ay önce, tüm basketbol camiası ve medyanın, Euroleague’de başarısız sonuçlar alan takımın koçunun yerine alternatif isim arandığı, anlaşıldığı ve ilk tökezlemede göreve getirileceği haberleriyle çalkalandı. Takımın performansı sürekli yükselirken dedikodular asla silinmedi.Bu koşullarda işine bakan ve sözleşmesi yenilenmediği için sezon sonu olabilecekleri tahmin eden bir koç, koçu hakkında bu operasyonları duyan bir takım, bu entrika ortamında nasıl başarılı olunabileceğini merak eden bizlere cevabı verdiler. Ama Mrsic’in kaptan olarak ilk kez havaya kaldırdığı kupanın arkasındaki emeği ve zorlukları anlayamayanlar varmış.Bir gün önce kamuoyundan saklanarak, sessiz sedasız Middlesbrough’ya imza atan, tören ve alkışlarla uğurlanmak varken kalpleri kırarak giden Tuncay’a sitem eden yönetim, bir gün sonra tıpkı Tuncay gibi davrandı.Kaotik, birarada tutmanın ve oynatmanın zor olduğu isim ve egolardan oluşan takımın ilk sezonunda Avrupa’da başarılı olamaması! yeni bir koç arama hırsınızı kabartabilir. Ama birileri çıkıp niye aynı vizyon ve radikalliğe futbol takımı için sahip değilsiniz diye sorar. Cevap verilemiyorsa, sorun var demektir.İstikrar, tutarlılık, emeğe saygı laflarını hep tekrarladık futbol için. Kastettiğimiz ise kulüptü. Aziz Yıldırm bu konuda çok çaba sarfetti, klişelere karşı geldi 4 senedir. Yıllardır beklenen şampiyonluğa emek veren koçun kopmak zorunda bırakılışı bu yüzden hazmedilmesi zordur. 4 yıldır değişmek ve Fenerbahçe’yi değiştirmek için çaba sarfeden Aziz Yıldırım adına anlaşılmazdır. Açıklanamazdır. Yukarıda yazdıklarımızın tümünü çöpe bile atsanız, “istikrar, vefa ve vizyona inanmıyorum” da deseniz, Aydın Örs gibi saygın, ekol olmuş, son koçluk yıllarını sevdiği takımında geçirmek istemiş, destek görmeyen şubede mesleki riski göze almış, geçen 2 sezon tüm yardımcıları ve sporcularıyla fedakarlıklar yapıp sponsorluk ortada yokken temelleri atmış bir insanın bu şekilde ayrılması açıklanamaz. Kabul edilemez.Herşey bunlarla kalsa iyi. Türk milli takımı koçunun, bir kulüp takımının başına getirilmesi çabasına alet oldu Fenerbahçe. Federasyonun isteğiyle koçunu değiştirme pazarlıkları yaptı. Şahsi ilişkilerin aldıkları kararları etkilemesine izin verdiler. Oysa hep müessese takımlarına ve federasyon ilişkilerine karşı çıkmıştı. Futbolda bağımsız olmanın gücüyle yanlış gördükleriyle mücadele edebiliyordu. Bu ilkesini basketbolda çiğnedi. Fenerbahçe asla sistemin ve başkalarının projesi olamaz. Hiçbir kulüp olamaz, olmamalıdır. Aydın Örs’ü veda etme noktasına getirenler basketbol takımının şampiyonluğunu kendilerine ve sponsorun gücüne bağlıyorlar demek ki. Hani futboldaki “bu takımı herkes şampiyon yapar” yalanı gibi. Öyle olmalı, aksi takdirde Örs’e, temelini attığı bu takımla devam etme hakkını verirlerdi. Önceden konuşulmuş “basketbol şubesinin en tepesindeki adam ol” teklifini bir daha dile getirmeden, hayatı eşofmanla salonlarda geçmiş emektarın direk elini sıkarlardı. Bu ayrılık işte bunları ortaya çıkardığı için acıdır, telafisi olmayan büyük yaradır. Yönetim ve başkan için ise bedelinin daha ağır olmaması için üzerinde düşünüp özeleştiri yapmaları gereken büyük icraat ve ilke çelişkisidir.
‘’Kısa ve acılı‘’
2006 sonlarına doğru Tuncay’ın Newcastle United’a transfer haberleri üzerine yorumlar yapmıştık. Kararın zor olduğunu, Fenerbahçe’nin son 3 yılda onun seçebileceği takımların çıtasını yükselttiğini belirtmiştik. Şimdi ise çıtanın altında kalan bir takıma gidiyor. Tercih net. Maddi değil. Sadece yurt dışında oynayabilmek ve iyi bir takıma sıçrama yapabilmek. 25 yaşında vaktinin kalmadığını düşünüyor. 1 sene sonra daha üst düzey kulübe gidebilme şansına güvenemedi. Riski alamadı.İngiltere Ligi müthiş bir kişilik sınavı, kariyer fırsatı. Kafa rahat futbol oynama ortamı. Yeni dünyaya adım atmak, daha farkedilir olabilmek... Tuncay bu hedeflerinin peşinden koştu. Kendisine en uygun lige gitti. Bir proje olarak lanse edildi, o çerçeveden çıkmadı. Menacerinin planladığı gibi. Belli ki, ne olursa olsun, neresi olursa olsun gidecekti.İngiltere Ligi cazibesi yanında kapasitesi en geniş futbolcu mezarlıklarındandır. Orta karar, ortanın altı takımlardan sınıf atlayabilen fazla isim yoktur. Yeteneksiz veya kötü oldukları için değil. Bu haşin ortamda tutunmayı başarabilme mücadelesi verecek.4 yıl önceki Fenerbahçe olsa Middlesbrough tercihi tartışılmazdı. Fenerbahçe de Tuncay ile beraber büyümeseydi tartışılmazdı. Ama kararı şunu gösteriyor: Fenerbahçe’nin hedefi, ne olmak istediği, kaydettiği aşama fazla idrak edilememiş. Çokça ve haksızca aşağılanan Türkiye Ligi’ni, rakiplerini değer olarak göremedi. Fenerbahçe Kulübü ciddi yatırım yaptı. Vaatlerini tuttu. Fenerbahçe’nin yıllardır çıkarıp koruyamadığı sembolü, evladı olma yolunda gitti. Taraftar onu hırpalasa da yönetim aldırmadı. O da çok emek verdi. İki taraf birbirlerine değer kattı. Fenerbahçe için ise işler karışık. Fikir ve icraat devriminin bağladığı dönemin isyan sembolü, taktik planlardaki yapıtaşlarından birini kaybetti. En fazla forma giyen Ümit’le beraber çok yönlü iki futbolcuyu... Uzun süreli başarı ve Avrupa’da istikrar isteyen bir takım, önce çekirdek kadrosunu oluşturup korumalı. Fenerbahçe yine darbe yedi. 2 senedir sorun yaşadıkları bazı bölgelere henüz çözüm üretemediler. Sağ kanat ve göbek savunmasıyla forvette alternatiflere ihtiyaçları var. Yoğun bir sezon bekliyor, kadroyu genişletmek zorundalar.
‘’Mahallenin çocuğu!‘’
Herhalde tuttuğu takımdan çok onun maçlarını izlemiş milyonlarca futbolsever var bu ülkede. Hayat hikayesini kendi hikayesinden daha iyi bilen milyonlar...Mimiklerini, bakışını, nasıl tepki vereceğini, neye gülüp (gülmediğine şahit oldunuz mu?!!) neye kızacağını tahmin edebilen milyonlar...İlk gördüğü an elini omuzuna atacak ve “hey, merhaba koçum Carlos” diyecek kadar samimi gören milyonlar... 30’lu yaşlardaki bizler için eşsizdi, tekti. 15 yıl geriden gelenler için de tekti.30’lu yaşlardaki bizler sert, ele avuca sığmaz ve kıvırcık gençle Brezilya plajında kumları savurduk, onunla olgunlaştık. Onun kadar neşeli olabilen başka kim var diye düşünerek... Koşa koşa gidip o sembolleşmiş parlak kafasını öpmek istemeyen var mıdır?Brezilya’yı sevmek ve tutmak için sebep gerekmez. Ama hani inat edip arayanlar varsa da, o bahanelerden biridir Carlos. Mantığınız der ki: 35 yaşında adama bu para (ne kadar?!), takım kurgusu, yabancı sınırlaması, bu kadar Güney Amerikalı’yla nereye kadar, nerede genç sol bek, vs... vs... Ama Carlos mantık ötesidir. Kaka gibi, Zidane gibi... Bir futbolcunun yaşayabileceği herşeyi tatmıştır ve hâlâ açtır (bu sezon Real Madrid’in tüm maçlarını izleyenler ne demek istediğimi anlarlar). Fazla düşünmenize gerek yoktur, ekonomik tablolar çıkarmanıza da... Bulabiliyorsanız kaparsınız bir yerlerden biletinizi ya da oturursunuz televizyon karşısına. İzler ve keyif alırsınız. İlla ‘gri hücrelerimi çalıştıracağım’ derseniz buyurun: Real Madrid ve Brezilya yerine adam bulamıyor, kombine-forma-reklam gelirleri senesi dolmadan finanse eder, liderliği -idol oluşu-getireceği uluslararası itibar ve en önemlisi ilke, kimlik sorunu yaşayan ve yaşatılan Türk futboluna ve takım arkadaşlarına karakteri, birikimi ve temsil ettiği kültür ile sağlayacağı katkılar... Başta tüm yazar ve yorumcular olmak üzere herkes için sınavdır Carlos. Kendileriyle hesaplaşmadır. Gerçekten futbolu sevip sevmedikleri üzerine... Biliyoruz, defalarca çaktılar bu sınavdan. Fenerbahçe, Ortega, PVH, Anelka ile çok çekti bunlardan. ‘Lanet olsun’ dedirterek kaçırtılan, hırpalanan yığınla futbolcu ve teknik adamın mezarı üstünde dans edenler, belki yeni bir yeme kavuştuklarını zannediyor. Sokaktaki her çocuğun kahramanı olan, olabilecek Alex’i bazı Fenerbahçeliler’den bile soğutmayı başarabilecek kadar güçlüler belki. Ama Carlos düzene aykırıdır. Vizyonsuzlara fırlatacağı gülücükleri bitmez. Bir futbolcuyu sevmenin ne demek olduğunu bilenler ve sevenler, o gülücükleri havada kapacaktır zaten... Bunun önüne geçmeye güçleri yetmez.Yazar notu: Latin futbolu sen çok yaşa!
‘’Adını koyun‘’
Galatasaray-Fenerbahçe maçı gündemi sarstı. Kimse adını koymaya yanaşmıyor. Şok, inkar, hedef şaşırtma var ama herkes içten içe farkında. Yıllardır tapılan ve tüm futbol fikirlerinin temelini oluşturan düzenin ayakta duramadığına şahit oldular. Zorlama ve kandırmalara rağmen. Cumartesi günü kendisiyle yüzleşen sadece Galatasaray değildi. 1996’dan beri Galatasaray’a sırtını vererek yükselen ve ‘ülkenin tek takımı’ modelini yaratanlardı. “Avrupa’da oynamaya layık tek takım’ klişesini yerleştirenlerdi. Yani futbolun Doğu Bloğu iflas etti. 2002 Dünya Kupası’ndaki başarıyı ülke futbolunun gelişimi diye lanse ederek güçlenen ve bunu her şeyi mübah kılmak için kullanan Haluk Ulusoy önderliğinde bir yığın aktör. Politize ve işine gelmedikçe düzene ses çıkarmayıp semirmesine yardım eden spor medyası... Tribün olaylarının bu dönem içinde artması tesadüf mü? Değişmek ve yeni planlar yapmak yerine yalanlarla herkesi ve kendilerini kandırdılar. O yüzden değişik bir isim olarak beliren Levent Bıçakçı ve milli takımda da Ersun Yanal dönemi, bu kadar kanlı ve perde arkası oyunlarıyla (medya gücünü kullanarak) bitirildi. Alışkın oldukları düzenin sembol isimlerini bu mevkilere tekrar getirmek için.Ama her şey o kadar çabuk değişiyor ki buna uymayı reddeden, eski düzenleriyle yaşamak isteyenler doğal sürecin karşısına hesap vermeye çıkıyor. Yüzleşmedikçe daha da kötüye gidiyor. Galatasaray’ın yaşadığı ise kültür şoku. Elit, ayrıcalıklı, erişilmez çekirdeği olan, asla tribünlerin yönlendiremediği bir kulüp, yaşanabilecek en büyük sokak isyanıyla karşılaştı. Oysa onları diğerlerinden ayıran ve ayakta tutan içe kapanık korumacı yapılarıydı. Ne kadar içeriden manipüle edildiği söylense de duvarları yıkıldı, mahremiyetini kaybetti. Her kulüp saha içi ve maddi sorunlar yaşar. Ama Galatasaray’ın 100 yılı aşan yapısına ters sınıfsal çatışmanın üstesinden gelebilecek özellikleri yok. Fenerbahçe gibi her türlü uç noktayı yaşamaya, her türlü toplumsal dalgalanmayla savrulmaya, iyiye-kötüye, dibe alışkın değiller. Mensubu olduğum spor medyası ise bu yazıya sığmaz. Arınmalılar. 10 yıl önce Bariç’e gülenlerin şimdi çözüm bulmakta çaresiz kalması ne kadar normal! Fenerbahçe de bu yazıya sığmaz. Kendi gücüyle kendi bataklığından sıyrılmaya çalışıp tahminlerin ötesinde mesafe katetti. Ama yeteri kadar değişti mi? Geçen sezon sonu yaşadıklarını hatırlayın, Zico’yla uğraşırken, pet şişe atarken, şimdi omuzuna aldığı futbolcusuna küfrederken hatırlayın... Türkiye gerçeklerine de karşı koymak için daha fazla akıl, tölerans ve sabır gerekir.