‘’Hâlâ yaşıyor‘’
Bir gün önce... Schalke bitime bir hafta kala, 21. haftayı 7 puan önünde kapattığı Stuttgart'a liderliği teslim etti. Statta toplanıp dev ekranda izleyen onbinlerce taraftar, 2000-2001'de son hafta, Hamburg'un 1-0 önde götürdüğü maçın uzatma dakikalarında gelen Bayern Münih golüyle şampiyonluğu kaybedişini adeta tekrar yaşadı.Bir gün sonra... Fenerbahçe, başına gelenleri mantıkla açıklamanın yetmediği bir mazisiyle çıktı Trabzonspor karşısına. Schalke gibi olmamak, ikinci kez aynı yıkımı yaşamaya razı olmamak için. Başardılar. Yine anlatacak hikayelerle dolu bir şampiyonluğa, o sezonun en sevilmeyen ve istenmeyen adamının kafa vuruşuyla ulaştılar. Sanki "Beğenmesen de sahada bu futbolcular mücadele edecek. Emek verecek. Küfür etmek, nefret kusmak neyi değiştirecek onların işini zorlaştırmaktan başka" felsefesinin kalp krizi geçirten dersi gibiydi. Fenerbahçe büyük resmi görmeli ve dersini çıkarmalı. Geçen sezonun üstüne, ara dönemde yaşananlara ve yapılan hatalara rağmen ayakta kaldılar. Kulüp gelişimiyle ilgili çalışmalar hasara uğramadan devam ettirildi. En az puanla şampiyon, en az gol ortalamalı sezon gibi ilginç istatistiklerin ortaya çıktığı bu ortamda belki daha erken bitirebilirlerdi. Ama teknik konularda 3 yıllık düzenin dışına çıktılar. Devamlılık bozuldu. Zorlanmaları şaşırtıcı değil. Tabi genelin inkar ettiği, sildiği ve yaptıklarını tartışmaya değer bulmadığı 'diğer takımlar' ligin altını üstüne getirdi. Defans kurgusuna yoğunlaşıp kısa vadede istedikleri sonuçları alma planları yaptılar. Gelecek sezon devam ettirebilecekler mi? Teknik ekiplerine ne kadar sahip çıkacak ve erişilebilir planlar yapacaklar? Baştan mı başlayacaklar yoksa yavaş yavaş hücum becerilerini de mi geliştirecekler? Sert ve kapışmanın devam ettiği, böyle faydalı sorular sorduran sağlam sezondan lider olarak çıkıyor Fenerbahçe. Avrupa kupalarındaki en başarılı performansla süsleyerek. Rüzgâr, böcek bir tarafa penaltı atışını Beckham tarzı tavana diken Alex ruh haline sahipken üstelik. Fenerbahçe ve Fenerbahçeliler için hayat normal değildir. Normal yaşayamazlar. Uçlarda gezinmenin diri tuttuğu heyecanla, dönemsel krizlerine rağmen hep daha güçlü biçimde ayağa kalkabilmişlerdir. 3 hafta önce düzene isyan ettiler. Yıllardır ettikleri gibi... Şampiyonluk veya başka unvanların savunduklarından vazgeçmelerine sebep olmayacağını gösterebilecekler mi? Daha önce yaptıkları gibi.Başkalarının ne durumda olduğu, kimin küme düşüp kimin 2. olacağı hiçbir takımı ilgilendirmez. İlgilendirmemeli. Kendi işine bakmak, bağımsız olmak, profesyonel olmak, kimliğe ve kişiliğe sahip olmak demektir. Fenerbahçe için 2 hafta da böyle geçecek.
‘’Artık... Belki...‘’
Tigana artık gidebilir. Elbirliğiyle Tigana’nın yerine aday adayı isimler yazılıp çizilebilir. Adaylar kendilerini kamuoyuna yazılarıyla tanıtabilir.Fenerbahçe kaybetseydi Zico’nun defteri dürülürdü. Real Madrid Sevilla’yı yenmese Capello Fenerbahçe’deydi!Transfer pazarı artık açılabilir. Insua, Gallerdo, Roberto Carlos, Baptista kafaları kopartılıp, altına çubuklu parçalı forma konup sınırdan geçirilebilir.Artık yeni kahramanlar seçilebilir. Tatsız gündemin içinde ışık gibi parlayanlar diye pazarlanabilir. Röportajlar yapılır, geleceğimiz onların kimliğinde kurtarılır. Birkaç aylığına! Gündem onların istediği kıvama gelene kadar! Sonra bas tekmeyi Ersun Yanal’a, Aykut Kocaman’a, Yılmaz Vural’a. Artık 2 sezondur Galatasaray, Beşiktaş ve Türkiye Ligi hakkında konuşulmayan teknik gerçekler konuşulabilir... Taktiği ve oyun anlayışı, performansı fazla değişmeyen Galatasaray’ın neden bu sezon nefesinin yetmediği; Beşiktaş’ın transfer hataları, kadro karmaşası, yönetim felsefesindeki çarpıklıklar... Okuyucu “Bunları daha önce niye yazmadınız da bizi kandırdınız” derse bir özür kaleme alırlar. Belki!Artık bol bol vakitleri var küsenlerin. Konuştukları, konuşmaktan sadistçe zevk aldıkları, konuştukça hırslarına ve popüler olma heveslerine mağlup oldukları Fenerbahçe heyecanlarını azalttı zira. Hiçbir şey bitmemiş olsa da onlar için bitmiş herşey, belli. Üsttekiler bu kadar az puan alıyorken kalitesiz herşey, belli. Onlara göre! Geçen sezon değildi ama. Dipteki, ortadaki mücadelenin çetinliğine kafa yormaya gerek yok. O takımların futbollarında taşıdıkları farklı denemeleri tartışmaya gerek yok. Yıllardır sindirilip bireyselliğini kaybetmeye ve yakın dönemde kukla olmaya zorlananların hafiften başkaldırışını tartışmaya gerek yok. Belki de tesadüftür. Yani yürütüldükleri çizgiden sapmalarının sebebi değnekler kısa geldiği içindir. Hem tartışırsak medyanın ve kurumların kamuoyunu nasıl hipnotize ettiğini, düşmanlık beslenecek hedefler yarattığını, futbolcu ve teknik direktörleri saha içinde gündeme boyun eğmeye zorladığını ortaya çıkarırız. O neşesiz yüzler işsiz kalır!Artık küme düşen Charlton taraftarının, takımını alkışlarla ve gözyaşlarıyla nasıl uğurlandığını ve biz niye böyle değiliz şikayetine bezeyip destansı kelimelerle anlatabilirler. Şahsına münhasır İngiltere Ligi’nden gıpta ettikleri kişilik derslerine başlayabilirler. Haa, okuyuculardan biri birgün çıkıp “Siz Charlton’a gösterdiğiniz şefkati Türkiye’deki kaybedenlere gösteriyor musunuz? Siz niye o ülkelerin medyası gibi olamıyorsunuz?” diye sorarsa somurtmaktan vazgeçip belki verebilecek bir cevap bulabilirler. Belki!
‘’Sus, sıra sana gelsin‘’
Hafta sonu, İngıltere Futbol Federasyonu Başkanı’nın ismini hatırlayamadım. Resmi sitelerinin açılış sayfasında iz yoktu. Uğraşınca buldum. Tepede Galler Prensi, Başkan Geoffrey Thompson. En fazla haber gelen ligin idarecileri ketum. Ortada görünmüyorlar. Ama vatanperver ekipleriyle ligdeki hainlere karşı mücadele içindeler. Başta yabancı sermaye ürünü Chelsea ile. İlk 11’inde fazla yabancı oyuncu oynatan takıma bu kadar tölerans fazla! Para babası (en çok borcu olan) Chelsea’ye dur demeliler. Chelsea penaltı, içerde-dışarda derken akıllları geçen hafta Manchester aleyhine verilmeyen penaltıda... Ya da Everton kalecisinin yediği gollerde. Şampiyon oldukları geçen sezon da herkes onlara kızardı oysa!Almanya Ligi’ndeki vatan hainleri ise Bayern Munih tekeline izin verdi. Her sezon ligin en dikkat çeken ismine imza attıran, Şampiyonlar Ligi’ne katıla katıla semiren ve cebi dolan Bayern... Beckenbauer’in elini federasyonun her yerine attığı tek takım düzeni. Geriye kalan çeşitli 17 takım omuz omuza verse 2000’de son hafta iddiası kalmamış Unterhaching, Leverkusen’i yenmezdi. 2001’de Hamburg uzatmada Bayern’den gol yiyip Schalke’yi engellemezdi. Tek tek durdular, şimdi yine tek tek dur demeye çalışıyorlar. Değer miydi bunun için uğraşmaya, beklemeye? Kısa yol ittifak varken? Federasyon tarafı hava kaçırsa da.İspanya’daki hainler de az değil. 1994’de son hafta rahat Valencia, Deportivo’nun işini kolaylaştırsa uzatmalarda kaçacak penaltıya mahkum bırakmasa, 2003’te Sociedad’ın önü açılsa despot iki büyükten birine karşı tüm İspanya zafer kazanacaktı. Deportivo, Valencia’ya ihtiyaç duymadan tarihinin ilk şampiyonluğuna ulaşmak için 7 yıl bekledi. İspanya, Almanya ve İngiltere’de biraz aklı selim, vatanperver, ülke futbolu için çoluğu çocuğunu ihmal eden fedakar federasyonlar olsaydı tarih değişirdi. Fenerbahçe yönetimi lobiciliği, kaypakça politika yapmayı beceremeyip mücadelesini açık açık, fevri ve duygularına kapılarak yapacaksa hiç konuşmasaydı tarih değişirdi. Beşiktaşlılar’ın şampiyonluğun çalındığını söyledikleri sezonun mimarı federasyon başkanına (bir sezon önce 100. yıllarındaki başkan) kulüplerinin niye tekrar tekrar oy verdiğini, seçtirdiğini, sağ kolu olduğunu sorgulamadığı gibi onlar da düşünmeseler tarih değişirdi. Omurgayı yumuşatsınlar diğerleri gibi: Bir sene çalınan bala sevinsinler, ertesi sene kaşık kırılsın. Bir sene kümede bırakılsın, 2 sene sonra düşsün. Diyarlarındaki develeri yürütmedikçe, köprülerdeki dayılarını bilip hürmet göstermedikçe konuşmasınlar. Türkiye Ligi’ndeki yerleri her sezon belliyken şampiyonluk diye diye gerilime girip yanlışa düşeceklerse ilelebet sussunlar.
‘’Fener'in son sözü lig'de‘’
Önceki sezon Cim Bom’a kupayı 5-1’le verdiler, ama ligi şampiyon bitirdiler. Geçen sezon ikisini de kaybettiler. Şimdi yine kupa gidebilir, fakat lig devam ediyor.Artık kaç yıldır kupayı alamadıklarını Fenerbahçeliler de bilmiyor. Önemli mi önemsiz mi duygusunu da kaybetmeye başlıyorlar. Ama özellikle geçen sezondan sonra Türkiye’de Fenerbahçe için her şey sembolik. Yani şampiyonluğun, kupa kaldırmanın arkasında çok farklı anlamlar var. Mücadele ettiği kişiler ve sisteme cevap vermek için istiyorlar. Bir futbol takımı ve teknik direktörü böyle bir yükün altına atılmalı mı? Bu koşullarda çıkıyorlar kupa yarı finali rövanşına. Spor yazarına dönüşen taraftarlarının futbolcularıyla yaşadıkları soğukluğu unutturmak için fırsat. Hedefe odaklanmalarını sağlamak için şans. Averaj hesabı yüzünden oldukça dezavantajlılar. Zira Beşiktaş, Galatasaray’ı yenip, ligin tepesindeki mücadelenin kimler arasında olduğunu netleştirdikten sonra oynadığı 7 maçta tek gol yedi! Kadro yapılarındaki sorunlara rağmen skor koruma konusunda bir şekilde başarılılar. Gol yememek konusunda da. Fenerbahçe ise takım olarak geçen sezondan daha kırılgan. Zayıf. Ama Frankfurt, Alkmaar maçlarında tarihini aşan geri dönüşleri yaşatanlar da onlar. Bunu önce kendileri hatırlamalılar. Elenmek veya elemek ise o an için asla ‘gerçekten kazanıyor veya kaybediyor musunuz’ sorularının cevabını vermiyor. 2 yıl önce Galatasaray’a 5-1 yenildiklerinin ertesinde şampiyon oldular. Geçen sezon ise büyük hakem tartışmaları altında Beşiktaş’a kupayı kaybettiler, ardından da ligi... Fenerbahçe finale yükselse sonunda ne olacağının garantisi yok. Elense de hâlâ mücadele ettiği lig var. Fenerbahçe için son sözün söylendiği nokta lig. Beşiktaş ile tekrar karşılaşacaklar. 3 gün sonra Denizlispor’la! Derbi silsilesinden geçecekler. Yani olumlu veya olumsuz sonuca aşırı tepki gösterecek durum yok. Gerçekten neyi kazanıp neyi kaybettiklerini, sonuca yaklaşımları belirleyecek.
‘’Asimilasyon‘’
Vizyonumuz genişledi. Tüm kurumlar ve güncel spor hayatımız, Fenerbahçe-Aziz Yıldırım üstüne kurduruldu. Böylece Türk sporu gelişecek diye herkesi kandırmayı başardılar. Futbol kümesinden seçilen her cümlenin içine bir şekilde Fenerbahçe sızdırılıyor.O hafta sonu başka takımla oynayacak kulübün yöneticisi veya teknik direktörü basın toplantısında “Fenerbahçe” diyor. İyi veya kötü anlamda.Yönetenler ve oynayanlar debelendikleri binbir derdin nereden kaynaklandığını iyi biliyor. Taraftarları da. Ama İstanbul’dan Ankara’ya uzanan güzergahtaki ‘en üstteki’ kaymak tabaka örtbas ediyor. Zihinlerle oynuyor, beyin yıkıyor. Esas konuşulması, tartışılması ve çare üretilmesi gereken ve kendilerinin sebep olduğu sorunları örtbas ediyorlar. Birbirine kamera önünde laf söyleyip sofra başında yediği içtiği ayrı gitmeyen yöneticiler, bu havuzda yüzmenin getirdiği ağız sulandıran menfaatlere ilkelerini feda eden yazar-yorumcular ve tekel olmanın despotluğu içinde sınırlarını kaybeden medya olmasa, iş sadece taraftarlara kalsa bu ülkede şampiyon adayları değişirdi.Belki yerel kulüplerin siyasi güce boyun eğmek zorunda kaldığı sistemden kurtulurduk. Yani takımı yerine başkalarıyla uğraşan, 3. şahıs olarak cepheleşmelerde yer alan, beklentiler yükselmesin diye hedeflerine set çeken, bir şeyler almak için o kulübün birey oluşunu satan yöneticiler olmasa... Gücü ve yetkilerini muhalefet edenleri alaşağı etmek için zalimce kullanan dikta yönetimleri olmasa ... O dikta yönetimlere ligi istediği sırada bitirmek için boyun eğenler, ertesi sene ise kurban olanlar günü kurtarma basitliğinden vazgeçse...Kendi buhranını, başkalarının da kötü olmasını sağlayarak çözeceğine inananlar olmasa... Mesela Yıldırım Demirören gibi. Bu politikasıyla ayakta kaldığını zannediyor. Oysa o ve Beşiktaş başka dünyalara ait.Fenerbahçe kendi şeytanlarıyla uğraşırken şimdi bunun altından kalkmak zorunda. Değişmek ve gelişmek istemesinin bedelini ödemeye zorlanıyor. İşler kötü gittiğinde yolundan vazgeçerse, mantığını kaybederse (geçen sezon bittikten sonra olduğu gibi) ya da bu düzenle başetmeyi futbolcu ve teknik direktörün omzuna yıkarak başarısızlığa onları kurban ederse, zaten sistemin Fenerbahçe’ye yaptığı her şey mübahtır. Ama esas sorun diğer taraf. O kaymak tabaka, yani Türk sporseverinin fikrini temsil ettiğini zanneden taraf, bütünü yok ediyor. Zaten batakta olan Türk sporunu iyice derine gömüyor. (Tüm kritik maçların 90 dakikalarını banttan izlemek istiyoruz. Futbolseverleri federasyon ve Digitürk’e çağrı yapmaya davet ediyorum.)
‘’Bir zamanlar...‘’
Gazetelerdeki fotoğrafları, ayda yılda bir verilen posterleri, yamuk basılmış ucuz naylon kokulu minik bayrakları kovalayıp biriktiren ve gözü gibi bakan çocuklar Halep tribünlerindeydi. Terden ölseniz de yakıcı sıcakta dahi giymekte inat ettiğiniz, rengi sahadakilerin sırtındakiyle hiç alakası olmayan pazardan alınmış formalarıyla onbinlerce insan... Pazardan forma bulamadığı, alamadığı için herhangi bir sarı veya lacivert tişörtü, montu giyip evde yaptığı saç örgüsü ip demetini boynuna dolayanlar... Tribünden düşmemek için birbirine sarılanlar... 10, 20 yıl öncesinin fotoğrafı gibi. Sırtında Bolic, Aykut mu yazıyor diye beklerken karşınıza dikilen Alex. Yanlarında lisanslı formalı arkadaşlarıyla beraber. İçerideki şanslı kitlenin ne büyük tehlikeler atlatarak girdiğini tahmin edebiliyoruz. Kaç saat önce, ellerinde gazete kağıdından külaha doldurulmuş çekirdeklerle... İzdihamı, berbat organizasyonu ... 2 saatlik güvenlik ve bürokratik bekleme eziyetine nasıl içlerinden öfkelendiklerini... Ama bunun yüzlerine yansımasını engelleyecek kadar mutlu olduklarını da. Köfte kokuları bile burnumuza geliyor. Bu ülke sınırları içinde bizler de böyle büyüdük. Ekrana baktığınızda her şeyin mükemmelmiş gibi göründüğü, sunulduğu ömür törpüsü maç günleri... İçeride sabrı taşan kitleyi veya dışarıda kalanların isyanını göstermeyip, yerine devlet başkanlarının geleceğı boş yolu ekrana dayayan devlet televizyonu: “Yayınımıza teknik bir arızadan dolayı ara verdik, özür dileriz”! İki devlet başkanının fazla yer kaplayan ve o mekana ait değilmiş gibi görünen protokol tribünü... Süslü ama zevkli olmayan ağır mobilyalar... Etrafta panik halinde koşuşturan işgüzarlar...Maç sırasındaki gergin Zico’yu anlıyorum. Teknik direktör olsam, bu kadar stresli lig mücadelesinin ortasında hiç istemezdim böyle seyahati. Stada ulaşıp girmenin bile eziyet olduğu organizasyonu. Ama Brezilyalı işte. İsmi anons edildiğinde onbinler alkışlarıyla onu omzuna alınca yüzü o sıkıntıyı atıp kurtuldu. Gönül işiydi Fenerbahçe’nin yaptığı. Ağlamadan, sızlamadan, avanta istemeden gittiler. En azından yönetenler ve yorumlayanlarca tahammül edilmez hale sokulan futbol ortamımızdan uzaklaştılar. Ferahlama anı yakaladılar.İstanbul dışında, Anadolu ve ötesinde hâlâ çok farklı bir taraftarlık var. Hasreti yüzünden tutkusu ve sevgisi daha saf kalmış bir taraftarlık.
‘’Tilki Meclisi‘’
Kafalar karışık belli. Yunanistan maçı futbol yorumcularının iddialarıyla çelişti, doğrularıyla uyuşmadı. Üstelik inanılmaz bir skor çıktı ortaya. Kulüp takımı olsa, güç savaşına girdikleri bir teknik direktör olsa bu maçı istisna diye gösterecek manevraları rahatça yaparlardı. Ama işin ucunda galibiyetin Yunanistan’a karşı alınmış olması var, daha da önemlisi Fatih Terim var. Eskisi kadar “dokunulmaz” değil, ama ona Ersun Yanal, Şenol Güneş, Zico, Tigana, Gerets, Daum’a yaptıklarını yapamazlar (şimdilik). Kendilerini inkar etmeden teknik olarak açıklasalar sadece eleştirmeleri gerekir ki istemezler. Bu yüzden maç yorumlarının çoğu “cesaret, yürek, koçum, aslanım” kelimelerinden ibaretti.Arsızca yüklenebilecekleri biri olsa “2004’teki Avrupa Şampiyonu Yunanistan yok artık. Yenilenemediler, tekdüze kaldılar. Futbolcularımız yetenek olarak onlarla kıyaslanmaz bile. Tamam topa hakimdik, ama o iki kritik pozisyonda bomboş kaleye atamadılar. Arkasından hemen golü attık, kopardık. Şanslıydık” derlerdi. “Özel anlamı olan maçlarda performanslar çok şaşırtıcı ve farklı olabilir. Aldatmasın” derlerdi. “Ümit Karan dururken niye Hakan Şükür” derlerdi. “Mevkisinin en istikrarlı ve tecrübeli ismi Ümit Özat’ı niye almadığını açıkla, milli takımın kaderiyle oynamaya hakkın var mı” derlerdi (Yanal’dan antrenmanlılar oysa). “Deplasmanda ortaya yardım etmeyen 2 forvetle nasıl başlarsın? Top saklayamayan güçsüz Hakan, Tümer gibi savunma yapmayan oyun kurucuyla? Bu yüzden orta alan Aurelio’nun omuzuna yıkıldı. Modern futbol 3 koşmayan adamı kabul etmez.” derlerdi. O orta sahanın yüzde 75’ini oluşturan Fenerbahçe’ye dedikleri gibi: “Tümer-Alex olmaz. Sadece Appiah veya Aurelio yetmez. Koşmayan Alex ile olmaz. Avrupa’da ağzınızın payını verirler”. “Çağdışı Fenerbahçe, aptal Zico” laflarını milli takım ve Fatih Terim için de kullanabilir misiniz? Birinin aptallığı diğerinin cesareti işte!Bu maça kadar milli takımın futbolunu beğenen pek yoktu. Kadro tercihleri yerin dibine batırılıyordu. Tabi yazılara yansımıyordu ama öyleydi. Şimdi “yeni dönem, gençleşen takım, devrim”. Tek maç bunu nasıl söyletebilir? Kara, nasıl birdenbire ak olabilir? Karman çorman kafalar, kafalarda dolaşan tilkiler, eğilip bükülen fikirler... Sonuç: tutarsızlık ve iyiye gidişe katkıda bulunamamak. Sonuç: insanları harcamak... Yorumcular kulüp takımlarına da bu kadar ılımlı bakabilseler, umudu yansıtsalar mutlu oluruz. Kaypak ortam yüzünden eleştiremiyoruz, övemiyoruz, düzeltemiyoruz. Futbolu değil tilkileri konuşurken muhataplar niye ciddiye alsın ki?
‘’Duvar‘’
Bursaspor Kulübü, Fenerbahçe'ye ayırdığı biletlerin cumartesi gişelerden satılacağını duyuruyor. Sabahın köründe gelip sıraya girenler, çok az biletin dakikalar içinde tükenişini çaresizce izliyor. Rivayetlere göre biletlerin bir kısmı derneklere dağıtılmış. Kalanı evsahibi tarafından karaborsaya mı düşürüldü, eşe dosta mı verildi, belli değil. Anadolu'daki sıradan taraftarın, yani önemli tanıdıkları ve bağlantıları olmayan, tribün gruplarının dışındaki bir taraftarın maça gitme hakkı yok. Senede bir kere takımını izleyecek olan Bursa, Sakarya, Balıkesirliler ne yapmalı? İlginin yoğun olduğu, deplasmanda taraftar potansiyeli yüksek tüm kulüplerin (özellikle Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın) genelde durumu böyle. Bilet bulanlar şanslı mı? Maç başlamak üzere. Dışarıda yığınla insan çırpınıyor, eziliyor. Tek kapı açılmış. Düzenli sırada bekleme becerimiz yok, düzenli sıra olunması için planlanmış giriş-çıkışlarımız da yok. Bayan, çocuk varlığının vicdani ağırlığının kalmadığı mezbaha gibi. En sakin insanın kendini kaybetme noktasına geldiği koşullarda, taraftar ve polis başbaşa, karşı karşıya. Bir adım ötesine ramak var, yani iki taraf arasında sıcak temasa. Ama hiç alışkın olunmadığı kadar sakin ve kontrollü polisler. Bir şey yapamıyorlar, anlıyor gibiler. Hiç alışkın olunmadığı üzere stat güvenliğinden sorumlu bey gelip müdahale ediyor. Acil çıkış kapılarını açtırıp biletli seyirciyi kontrollü biçimde içeri sokuyor. Herkes ona minnettar. Yine iş kişilerin iyi niyetiyle hallediliyor.Kulüp ve yerel yöneticiler, dışarıda ve tribünde neler olduğunu umursamıyor. Federasyon, ilgili devlet yetkilileri de. Holiganlarla diğerlerini ayırmıyorlar. O diğerlerine, holiganlardan farklı oldukları için hak ettikleri saygı, hizmet ve güveni sunmuyorlar. Yazarlar, yorumcular, devlet erkanı... Sıradan vatandaş gibi gelin maçlara. Yani sistem tarafından hayvan muamelesine layık görülen sıradan vatandaş gibi. Nüfusunuzu kullanmadan bilet almaya çalışın. Karaborsada kale arkasına 10 yerine 50 milyon verin. Çocuğunuzu, eşinizi, kız arkadaşınızı getirin. Stada ezilerek girin, çocuğunuzu korumaya çalışarak. Elinizde biletle dışarıda kalma korkusunu hissedin. İçeride maçı izlemeden geçirin 90 dakikayı. Tuvalete gidemeyin. Çocukluk, gençlik yıllarınızın stat manzaralarında değişiklik olmadığını görün. 10, 20, 30 yıl öncesiyle. Ve Yunanistan'ı, Norveç'i yenmekle, dünya kupasında 3. olmakla, uygulanmayacak kanun çıkarmakla iyi yönetici olunmayacağını, sorunların çözülmediğini anlayın. Skorların, paranın ve gücün arkasına saklanmayın. Protokol, VİP tellerin öte tarafındaydı. Artık aradaki tel değil, tepesi görünmeyen uçsuz bucaksız bir duvar. Sistemin içindekilerden umut yok. Taraftarlar insanca maça gitmek, girmek ve çıkabilmek için kulüpleriyle, futbolu yöneten tüm organlarla hukuk mücadelesi yapmalı. Türkiye taraftarları bir araya gelmeli. Kimse birbirini sevmek zorunda değil. Kimse maça rakibiyle yanyana girmek zorunda değil. Husumetlerinize devam edebilirsiniz. Ama Türkiye'de statlarda, bilet kuyruğunda takım adının artık olmadığını unutmayın.