Arka Bahçe

Haberin Devamı ›
Bugün yazacak bir şeyim yokLügatımdaki tüm kelimeler terketti beni bugün. Cümlelerim uzun ve belki de dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktı. Cenk meydanında süngüsü düşmüş askerler gibiyim. Savunmasızım. Soyutlandım; ait olduğum toplumdan, dünyadan, dünyamdan, hatta kendimden bile. Çekip gidesim geliyor, bir dağ başına. Çoğalan kalabalıklarda iyice debreşen yalnızlığımı da sırt çantama koyarak... Kekik kokan yamaçlardaki bir çoban kulübesine sığınmak; oradan hiç çıkmamak, kendimle, doğanın dinginliğiyla başbaşa kalmak, sessizliğe sığınmak istiyorum. Orada kelimelerime yeniden kavuşmayı, düşgücümle yeni dünyalar kurmayı arzuluyorum. Beni de içine çekip alacak mavi dünyalar... Zira artık, bu aculluk, çapaçulluk, şark kurnazlığı, çapsızlık, kalitesizlik, bayağılık, kabalık, vurdumduymazlık karşısında pes etmek üzereyim. Yazdığım her kelime bir bumerang gibi geliyor beni vuruyor sonunda. Cümlelerim sabun köpüğü gibi boşlukta kayboluyor. Hiç bir şeyin değişmediğini, değişmek bir yana eskisinden daha beter hale geldiğini görmek bana tarifsiz bir hüzün veriyor. Bir girdaba dönüşen bu kısırdöngünün içinde boğuluyor gibiyim. Çaresizce çırpınıyorum.Bugün 25 Ocak... Uğur Mumcu katledileli 13, Gaffar Okkan şehit edileli 5 yıl olmuş. Onların uğruna hayatlarını kaybettiği değerlerin artık esamisi bile okunmuyor. Okunmak bir yana, katilleri baştacı ediliyor, şanlı kahramanlar gibi dolaşıyor aramızda. Hukukun yerini zorbalık, barışın yerini çatışma aldı. Son barış adamı Aydın Güven Gürkan’ın ölüm haberi gazetelerde sağ alt köşelerde yer bulabildi. İşte bir kara kış daha gelip geçiyor. Saydınız mı? Kaç yoksul kömür sobalarından hayatını kaybetti. Hangi belediye, hangi yetkili kaçak ve kalitesiz kömürlerin, standarda uymayan sobaların ve bacaların neden olduğu bu bedava ölümlerden sorumlu tutuldu? Hiç. Kuzey Kore ve Tayland’dan sonra kuş giribine kurban veren üçüncü ülke olmanın utancını hala üzerimizde taşıyoruz. Kurban bayramındaki vahşet, ilkellik, yollarda trafiğe kurban olanların görüntüleri hafızalarımızdan silinmedi henüz. Keza, salgın hastalığı önleyeceğiz diye diri diri yakılan, gömülen biçare kuşların feryatları da... Ucuzlayan yalnız insan hayatı değil ki... Hayatın ta kendisi.Varsa yoksa siyaset. Birilerini iktidar yapan, iktidarın nimetlerinden faydalandıran, ülke kaynaklarını eşine dostuna, yandaşlarına peşkeş çektiren siyaset... Çepeçevre bizleri saran, nefes alamaz hale getiren, bunca çirkefin, hukuksuzluğun, densizliğin yaşandığı bir ülkede “diş fırçalarında domuz kılı var mı” diye soruşturma önergesi verebilen politikacılar üreten ucuz siyaset... Değdiği her yeri kirleten, yakıp yıkan siyaset... Son 20 yıldır Türk sporunu da teslim alan, allak bullak eden siyaset... Siyaset demek, illüzyon demek. İllüzyonistler o kadar gözümüzü bağlamış ki “Haluk Ulusoy siyaseti yendi” denebiliyor. Sanki arkasındaki güçler; Melih Gökçek vs. siyasi değilmiş gibi... Ve Türk futbolunun en şaibeli başkanı yeniden baştacı edilebiliyor. Bu nasıl bir ülke böyle? Süleyman Demirel gidiyor, bir süre sonra umut oluyor ve tekrar geri geliyor. Haluk Ulusoy görevden alınıyor, umut oluyor, tekrar getiriliyor. Neyse... Daha fazla sıkılmak istemiyorum. Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir.Konuk yazar:Hak, hukuk, guguk!Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Ceza Kurulu... Özellikle son birkaç aydır aldığı kararlarla spor kamuoyuna saç baş yolduran kurul. 15 günde bir toplanan, davalardaki dosyaları inceleyen ve sürekli erteleme kararı alan kurul! “Bilinçli bir şekilde doping kullanmamıştır. Cezaya gerek görülmemiştir” diyecek kadar pişkin bir kurul. Adam öldürsen, sonra da istemeyerek yaptım desen, buna bile ceza verilmesini istemeyecek bir kurul. Son vukuatları ise milli atlet Tezeta Dengersa hakkında bir türlü verilemeyen ve 8 kez ertelenen, en sonunda Uluslararası Atletizm Birliği’nin (IAAF) bile canını sıkan kararsızlık...Geçtiğimiz yıl mart ayında Avrupa Salon Şampiyonası’nda ikinci olarak tarihi bir başarıya imza atmıştı. Ancak daha sonra doping kullandığı gerekçesiyle hakkında kesin karar çıkana kadar pistlerden uzaklaştırıldı. Testler yapıldı, sonuçlar açıklandı, yalan dendi, yanlış dendi, ama olan yine Türk atletizmine oldu. Elvan Abeylegesse’ye 5 bin metrede Dünya rekoru kırdıran antrenör Ertan Hatipoğlu, Tezeta’ya da aynı başarıyı yaşatacaktı. 3 bin metre engellide Türkiye’nin ikinci Dünya rekoru geliyordu. Ancak sağolsun Ceza Kurulu’muz (!), buna izin vermedi. Türkiye’nin doping konusunda en uzman merkezi Hacettepe’nin milli atlet için verdiği temiz kararını bile resmen hiçe saydı. İlker Peksezer’in başkanlığını yaptığı Ceza Kurulu, bugün Tezeta için 9. kez biraraya gelecek. Bir sporcu için 8 kez toplanan kurul, nasıl olur da tüm belge ve bilgilerin ortada olmasına rağmen karar veremez. Yoksa Süreyya Ayhan davasından sonra Türkiye’ye savurduğu tehditler yüzünden IAAF’tan mı korktular!.. Olamaz herhalde. Yıllarca okullarda dirsek çürütmüş, tüm prosedürleri, kuralları yutmuş, uzmanlaşmış insanlar, alacakları kararın arkasında dururlar. Onların aldıkları karar yanlış olamaz! O kadar kitap, bilgi!..Sonuç ne olursa olsun, yarın Tezata’ya ceza verilmeyeceği de açıklansa, Türkiye kendisine Avrupa ve Dünya Şampiyonaları, hatta olimpiyatlarda madalya getirecek bir atleti kaybetmek üzere. Neden mi, bir kızı olan Tezeta, şu anda Etiyopya’da ailesiyle birlikte. Antrenmanlarını yapıyor mu, beslenmesine dikkat ediyor mu? Kim biliyor?.. Antrenörü bile emin değil. Çünkü Ay-Yıldızlı arma ile Dünya rekoru kıracak düzeydeki bir atlet, spordan soğutulmuş durumda.Acaba bu tablonun oluşmasına sebep olanlar, yine kamera karşısına çıkıp, “Türk sporu en iyi şekilde yönetiliyor” diyebilecek mi? Kim bilir? Hala siyasetin spora karışmadığını iddia ediyorlar... Bu yalanı da yedirirler!Sedat Hardal