Arama

Popüler aramalar

Mustafa Denizli neden yeni bir Seba olmasın?

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Mehmet Ali Birand, 20 yıl önce yayınladığı ‘Emret Komutanım’ isimli kitabında, “Emeklilik generalin ölümüdür” demişti. Çünkü, generalin tek bildiği ve en iyi yaptığı şey askerliktir. Askerlik onun yaşamının ta kendisidir. Yaş haddinden askerliği sona erince general için adeta hayat da biter. Aynı şey bir bakıma futbolcular için de geçerlidir. Zira onların da becerebildiği tek şey futbol oynamaktır. Bu oyuncak günün birinde ellerinden alındığında, dipsiz bir kuyunun içinde bulurlar kendilerini. Elde ettikleri şan, şöhret ve parıltılı hayattan sonra bir anda gündemden düşmek, sonu belirsiz bir bunalıma sürükler onları. Bu nedenledir ki, aktif futbolculuk hayatı sona erdikten kısa bir süre sonra hem futboldan kopmamak, hem de yaşamlarını idame ettirmek için hemen hemen hepsi teknik direktörlüğü dener.

Kimi bunu başarır, kimi de sistemin acımasız çarkları arasında kaybolur gider. Başaranlar adeta ikinci baharını yaşar. En az futbolculuk günlerindeki kadar popülerdirler. İçlerinden çok az kısmı sıra dışı işler yapar ve elit antrenör kategorisine yükselir. Büyük çoğunluk ise yüzer-gezer bir şekilde takım takım dolaşır. Herhangi bir takımda uzun süre dikiş tutturup tutturmamaları ya da meslek yaşamları boyunca 15-20 takım değiştirmeleri o kadar önemli değildir. Önemli olan bir şekilde futbol pastasından nemalanmaktır.

Her ne olursa olsun; ister elit, ister vasat; tüm eski futbolcu ya da eski-yeni teknik adamların ortak bir noktası vardır: Hiç biri yöneticiliği düşünmez ve denemez. Kendilerini o çapta görmediklerinden midir, yoksa işin kolayına kaçtıklarından mı, bilinmez. Herhangi bir kulüpte veya federasyonun herhangi bir biriminde yönetici sıfatıyla görev almak hiç birinin öncelikleri arasında değildir.

Platini, Beckenbauer, Hoennes ve Butragueno örnekleri ortada
Oysa ülke futboluna hizmet etmenin bin bir yolu vardır. Yıllardır Avrupa’da birçok örneğini görüyoruz. UEFA Başkanlığı koltuğunda eski bir futbolcu, Fransız Michael Platini oturuyor. Bayern München’in başkanlığını da kulübün eski futbolcusu Uli Hoennes yapıyor. Franz Beckenbauer ise aynı kulübün Onursal Başkanı. Emilio Butragueno Real Madrid’in Sportif Direktörülüğü görevini sürdürürken, Zinedine Zidane da Başkan Perez’in transferden sorumlu danışmanlığını yürütüyor. Ülkesi Hırvatistan’da futbol okulları açan Davur Suker ise futbolun bir başka kulvarında oldukça anlamlı bir misyonu üstlenmiş durumda. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hiç kuşkusuz tümü teknik direktörlük yapacak donanıma sahip. Ama onlar daha büyük işlere soyunarak bilgi ve becerilerini yönetici sıfatıyla sergilemeyi tercih ediyorlar. Avrupa’yla aramızdaki temel farklılıklardan biri de budur. Futbolu, futbolun içinden gelenler, futbolu bilenler yönetiyor. Bizde ise cebine parayı koyan kulübün tepesine çörekleniyor. Kulüpler ya para babası yöneticilere, ya da siyasetçilere bağımlı hale geliyor. Bu konuda Avrupa’nın çok çok gerisinde olmamıza karşın, sezon başında Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’ye, Ünal Karaman’ın da Trabzonspor’a sportif direktör olması umut verici gelişmeler. Sayılarının artmasını umut edelim ve ülke futbolunun önde gelen fenomenlerinden Mustafa Denizli’nin Beşiktaş’la olan ilişkisine dönelim:

Denizli, Terim, Kocaman ve Karaman başkanlığı düşünmeli
Futbolun içindeki herkesin bildiği gibi Denizli bir futbol misyoneridir. Hep büyük hedefler peşinde koşmuştur. Kimsenin cesaret edemediği işlere el atmıştır. Çoğunlukla başarılı da olmuştur. Adını futbol tarihimizin sayfalarına altın harflerle yazdırmıştır. Ancak bütün bunlara rağmen bugüne kadar başardıklarının Denizli’yi tatmin ettiğini sanmıyorum. Onun asıl amacı teknik adam olarak Dünya ve Avrupa futbolunun zirvelerinde dolaşmaktır. Teknik adamlığa devam ederse bu amacına da ulaşması kuvvetle muhtemel. Peki, Türk futbolunu ya da herhangi bir Türk kulübünü Avrupa’nın zirvesine çıkarmak için teknik adamlık şart mıdır? Mustafa Denizli bunu Beşiktaş Başkanı olarak da başaramaz mı? Teknik direktör olarak futbolun her kademesinden geçmiş olan Denizli, neden gönül verdiği Beşiktaş’a başkan olmasın? Çok yakın bir zamanda olmasa bile önümüzdeki yıllarda o koltuğa oturmak istese buna itiraz edecek kaç Beşiktaşlı olabilir ki? Süleyman Seba’dan sonra Türkiye’nin en kaotik kulübü olan Beşiktaş’ı, Mustafa Denizli vizyonu, karizması, sakinliği, dinginliği, zerafeti bambaşka bir formata sokmaz mı? Bütün bu sorulara hayır diyecek çok fazla futbolsever olduğunu sanmıyorum. Buna Mustafa Denizli de dahil! Kim ne derse desin, sadece Beşiktaş’ın değil, Türk futbolunun böyle bir açılıma ihtiyacı var. Ve bu işin öncüsü olacak üç-beş isimden biri, hatta birincisi Mustafa Denizli’dir. Ben, Mustafa Denizli’nin Beşiktaş, Fatih Terim’in Galatasaray, Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe, Ünal Karaman’ın da Trabzonspor başkanı olduğu bir Türkiye’nin hayal olmadığına inanıyorum. Buna onlar da inansın yeter!