Arama

Popüler aramalar

‘’“Cambaza bak” korosu‘’

Fenerbahçe zirveye ortak olur olmaz, yine hep bir ağızdan yaygara başladı. Solo performanslar bitti yerini koro aldı. Hariçten gazel okuyanlar , gaipten haber üferenler, işkembe-i kübradan sallayanlar, zile basıp kaçanlar, yumruk atıp sıvışanlar da cabası. Kelimesi kelimesine, başrol oyuncularıyla, figüranıyla, ayakçısıyla, yancılarıyla, yancıklarıyla ezberlenmiş kirli senaryo bir kez daha sahneleniyor.

Bu nasıl pişkin bir halet-i ruhiyedir ? Ne tür garabet bir boyutta yaşamaktır bilemedim ? “Bu zat-ı muhteremler zamanı büküp paralel evrene mi geçiş yaptılar” diye derin kaygılara gark olmuş durumdayım. Belki de hepsi aynı anda saçmalama ve utanmazlık haklarını kullanıyordur sadece...
Bir kez daha öfke nöbetindeler. Nefret histerisine tutulmuş, bir kin ve linç ayini yapıyorlar. İnsanların gözlerinin içine baka baka akılları, vicdanları aşağılayarak. En aklı başında akil adamlar bile bu fitne fücür ayinine balıklama dalıp, çoktan transa geçmiş. Acıtıcı olan bu ülkede bu halin ‘vukuat-i adiye’ dışında bir tanımının olmaması...

Fenerbahçe de, Fenerbahçeli de bunlara alışık. Amaç bir kez daha bıçkın sataşmalarla camiayı tahrik edip, mahalle kavgasının içine çekmek. Sonra da topluca üzerine çullanmak. Dikkati dağıtırsan zaten istediğini elde ediyorsun. Yok diyelim Fenerbahçe bu zokayı yutmadı; o zaman da olası şampiyonluğunu hükmen şaibeli ilan ediyorsun. “İnanılması en zor dedikodular, aptalların hafızalarında en çok kalanlardır” diye bir söz vardır. O halde iki yönü de garantili, test edilmiş, onaylanmış tezgah olduğu açık.

Fenerbahçe yönetimi, hocası, futbolcuları ve tribünleri bu bukalemun tezgahına sazan gibi atlar da cevap yetiştirme gayretkeşliğine girişirse, şimdiden geçmiş olsun. Çok sesli çaresizlik korosunun “cambaza bak” numarasına yine yutarsa, sezon yine hüsranla ve bozgunla kapanır. Kulaklarını tıkayıp, umursamadan, gerilmeden, strese girmeden, dikkatlari dağılmadan sadece hedefe odaklanırlarsa, sivrisinek vızıltısı gibi gelir ve mesele kalmaz. O kadar ağır tecrübeye rağmen kaç kez tuş oldular, bakalım bu defa da tuş olacaklar mı?

Matruşka ve Omerta

Fenerbahçe’nin iç içe geçmiş sözde muhalefetini bilirsiniz. Onlar da kötü günlerde baykuş gibi dama tünerler ve nöbetleşe olarak öterler. Daha ağızlarından kulübe yapılan saldırılarla ilgili olarak tek bir olumlu kelime çıkmışlığı yoktur. Bazen rakiplerin renklerine büründükleri bile olmuştur. Bakın ne Taurasi olayında ne de bu olayda gıkları bile çıkmıyor. Kumarbazı da, madrabazı da , şahı da, şahbazı da sanki ortak bir suskunluk kararı almışlar.

Buna da topluca ve koşulsuz bir şekilde riayet ediyorlar. Bu kadar kolpa saldırılar karşısında, hiçbirinden ‘tık’ bile yok. Çünkü dertleri başka.. Eminim ve biliyorum ki bu sinsi tezgahın Fenerbahçe’yi tökezletmesi için dua edenler bile var. Ne diyelim, pirinçte siyah taştan değil beyaz taştan korkmak gerek.

12 Mart 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’4x4‘’

Çok zor ve çok kritik bir deplasmanda, daha ilk yarının ilk yarısı bile dolmadan pozisyonsuz iki gol bul. Sonra oyunu daha kafadan koparman beklenirken önce dur, sonra da peşe iki gol ye.

Gençlerbirliği direklere takılmasa, hayalkırıklığı daha da derinleşip, mini bir krize dönüşebilirdi. Fenerbahçe’ye karşı genel muhalefet ortamına, ikinci yarıyla birlikte hava da katıldı. İşler iyice sarpa saracak derken, Sarı-Lacivertliler beyaza kesmiş zeminde ‘4x4’e bağlayıp coştu.

Maçın başından itibaren her cepheden kelepçelenen Alex, yine de sahadan bir golle ayrıldı. Hurşud’un golü estetik açıdan tek kelimeyle mükemmeldi. Şampiyonluğa oynayan bir takımın yediği düşünüldüğünde ise fena halde sıkıntılı bir haldi.

Fenerbahçe’nin tartışmasız en iyileri Santos, Topuz ve Volkan’dı. Santos’un gördüğü sarı kartı amatör kümedeki bir futbolcu bile görmez. Eğer Lugano ile ikisinin sarı kartları derbi maçta oynamak için bir taktikse, yandı gülüm keten helva. Bu ciddi bir tehlike sinyalidir ve bedeli de gerçekten çok travmatik olabilir.

Konyaspor maçı Kadıköy’de bile olsa en az deplasmandaki Galatasaray maçı kadar değerli ve önemlidir. En az derbi maç kadar konsantrasyon, motivasyon ve ciddiyet gerektirir. Çünkü ikisine de sadece üç puan yazılıyor.

En küçük bir gevşekliğin bile nelere neden olabileceği bu maçta apaçık ortaya çıktı. Eğer gerekli dersler çıkarılmazsa, içeride dışarıda kalan bütün maçlar korku filmine döner.
Kabusu rüyaya çevirmişken, rüyayı yeniden kendi ellerinle kabusa çevirmenin de hiçbir mantığı yok.

08 Mart 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alex'in o bakışı...‘’

Fenerbahçe’nin bundan sonra en tehlikeli rakipleri kapanan ve oynatmayan takımlar. Çünkü açık oynayan rakiplere karşı skora gitmekte pek zorlanmıyor.

Kasımpaşa maçıyla birlikte çok zorlu, kurdeşen döktürecek sıkıntılı bir kulvara girildi. Gençlerbirliği ve Konyaspor karşılaşmaları da güzel oyun değil, güzel skor maçları. Önemli olan tek şey öyle ya da böyle 3 puanı koparabilmek.

Aykut hocanın da, futbolcuların da bunun farkında olduğu ve artık aynı dili konuştukları apaçık ortada... Kasımpaşa maçına son derece konsantre, kararlı, dikkatli, inançlı ve inatçı başlayıp öyle de devam ettiler.

Bilenler bilir. Alex’in bir yüz ifadesi vardır ki; maç başlamadan maçın seyrini ilan eder. Sevimli ama kızgın bir çocuk bakışı oturur gözlerine... İşte o zaman kramponlarıyla notalar serpiştiriyor sahanın her yerine...

Nitekim buz gibi Kadıköy gecesinde, sıkıntılı oyunun yaydığı kasveti dağıtan yine Alex oldu. Gez-göz-arpacık yapıp füzeyi hedefe gönderdi. Maç biraz rahatlar diye düşünürken, Lugano-Yobo tasarımı bir penaltı geldi. Durduk yerde, saçma sapan bir şekilde ve kritik dakikada.. Volkan, ceza tahtasındaki o fahiş hatanın üstünü elleriyle karalayan adamdı.

Dia en sonunda direkleri aşıp, şeytanın bacağını kırdı. Direkleri de kaleciyi de aşıp skoru buldu. O golün hazırlık aşamasındaki zeka ve beceri muhteşemdi. Coşması gereken Fenerbahçe, ödediği ağır bedelleri inkar eder gibi yine ‘rölanti’ hastalığına tutuldu. Belaya davetiye çıkardı ama Kasımpaşa bu ikramları harcadı.

Fenerbahçe “Üst üste bilmem kaçıncı galibiyet” gibi tuzaklı mavallara kulak tıkayıp, kalan 10 maça da ayrı ayrı bir final gözüyle bakabilirse, mutlu sona ulaşır.

27 Şubat 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kıvırma noktası‘’



Bir teranedir aldı yürüdü. Aklı başında birkaç yorumcu hariç, “duayen, kompetan, usta, üstad, hoca” lakaplı ne kadar yorumcu varsa bunu diline pelesenk yaptı. Neymiş olayımız; “kırılma noktası”.. Hmmm.. Oldukça da afili bir yakıştırma. Aslında basbayağı bir yapıştırma...

Bu zat-ı muhteremler bir Ferrari’ye sardılar, bir de Almeida’ya sardırdılar. İçinde zeka zerresi bile barındırmayan bu inkarcı teorinin ana fikri de şu: Fenerbahçe maçı kazanmadı, Beşiktaş eliyle sundu. Bu iki lejyonere de anlaşılmaz bir hınçla öfke kusuyorlar. Eğer bu hepsinin ortak ‘kıvırma noktası’ değilse, onlara maç içindeki asıl ‘kırılma’ noktalarını tek tek sayalım, saydıralım. Yazılarında ve yorumlarında yanından, kıyısından bile geçmedikleri anları hatırlatalım.

İlk kırılma noktası: Beşiktaş’ın en iyisi Ekrem Dağ’a daha maçın hemen başında çıkarılmayan sarı karttır. Kartı esirgeyen hakem de Cüneyt Çakır. Hani şu Gökhan Gönül’ü taç atarken ikinci sarıdan oyundan attığı için kutsanan, en kolay kart çıkarmakla maruf hakem. O kart çıksa, Ekrem Dağ, o pozisyondan 10 dakika sonra ikinci sarıdan oyundan atılacaktı. O kart çıksaydı çok kritik dakikada gelen mükemmel beraberlik golünü atamayacaktı. Hem de Beşiktaş 78 dakika 10 kişi mücadele edecekti ama hakem kararıyla maça ortak oldu.

İkinci kırılma noktası: Dia’nın 24. dakikada direkten dönen vuruşuydu. O gol olsa maç kırılmak bir yana kopup gidecekti.

Üçüncü kırılma noktası: Toraman’ın maçı 2-1’e taşıyan golünden hemen 2 dakika sonrası. Ferrari, ceza sahasında apaçık bir pozisyonda Lugano’yu kündeyle yere indiriyor. Bariz ötesi penaltı ve sarı kart. Cüneyt Çakır tam önündeki pozisyonu görmezden gelmeyi tercih ediyor.

Dördüncü kırılma noktası: Shuster’in bu maçların atmosferine alışık, leblebi gibi gol atan Bobo yerine formsuz Almeida’yı, Sivok yerine garaja mahkum ettiği Ferrari’yi tercih etmesi. Bu maçta bir dünya gol kurtaran Rüştü’yü oynatmak bile ağır bir riskti. Hilbert’i unutmak, Necip ve Aurelio tercihi de ayrı hikaye...

Beşinci kırılma noktası: Fenerbahçe’nin ilk 30 dakikadaki mükemmele yakın hırslı, hızlı ve inançlı futbolu... Aykut Hoca’nın üzerinde çalışılmış taktiği.

Altıncı kırılma noktası: Önceden öne geçtikten sonra bile pes etmeye hazır görünen Fenerbahçe’nin, artık geriye düştükten sonra bile pes etmeyen bir karakter dönüşümü yaşaması...

22 Şubat 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Muhteşem Düello‘’

Sarı-Lacivertliler için ‘zirveyi perçinleme yolunda en keskin viraj’, Siyah-Beyazlılar için ‘tüm bir sezonu temize çekmek adına tek fırsat’ haline dönüşen yüksek gerilimli bir maçtı.

Fenerbahçe’ye en güzel kıyağı Shuster yapmıştı. Belalısı Bobo’yu ve Sivok’u kadrodan dışlayıp almayıp, aylardır garajda beklettiği Ferrari’yi piste sürerek. Eldiven giymeyi unutan Rüştü de ekstra bonustu.

İlk yarım saat kusursuz bir fırtına gibi esti Fenerbahçe. Gol attı, pozisyon buldu, direkten döndü. Beşiktaş’ın sol kanadını tam anlamıyla yangın yerine çevirdi. O ana kadar Beşiktaş’ın sadece bir cılız atağı vardı. Zoru kolaylaştırmak, kolayı da zorlaştırmakla kafa karıştıran Selçuk, golde Necip’in de, kendi arkadaşlarının da izleyenlerin de kafasını karıştıran isimdi. Dia’nın gol vuruşlarında direkler top sanki top mıknatısına dönüşüyor. Şanssızlığını kırabilseydi, maç da orada kırılırdı.

Sonra Kadıköy yakasından esen fırtına yarım saat sonra birdenbire kesildi. Sonra da tam tersine döndü. Ev sahibi önce oyunu dengeledi, sonra da skoru. Ekrem’in çok kritik bir dakikada göstere göstere adreslediği sol füze, iğne deliğinden geçip beraberliği getirdi.

İkinci yarıya da Beşiktaş hızlı ve hırslı başladı. Simao’nun barajdan sektirdiği top, Toraman’a ‘Üzülmez’ krizini affettirme fırsatı sundu, O da bunu ıskalamadı. Beşiktaş’ın farka gitmesini önce Volkan sonra Almeida engelledi.

51’de Lugano’yu yaka paça indiren ve bunu da Çakır’a yediren Ferrari, 63’te attığı dirseği yediremeyince maç döndü. Attıkları ve attırdıkları ile yaşayan efsaneye dönüşen Alex, İnönü sahnesinden kariyerine bir de ‘hat-trick’ efsanesi ekleyerek ayrıldı.

21 Şubat 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’En keskin viraj‘’

Artık bu saatten sonra “şu maç ya da bu maç kritik” demenin hiçbir anlamı yok. Çünkü Fenerbahçe ilk yarıda bütün marjlarını tüketti. Dolayısıyla hiç ayırt etmeksizin, evinde ya da deplasmanda oynayacağı bütün maçlar kritik. Bu haftaki İnönü deplasmanı ise kritik ötesi kritik.

Beşiktaş belki de bütün sezonu, Fenerbahçe galibiyeti ile temize çekmeye çalışacak. Taraftarına kendini affettirmek isteyecek. Kaybedecek hiçbir şeyinin olmaması da Fenerbahçe için rahatlatıcı değil sıkıntılı bir durum. Hem derbi maçı hem de zirve yolunda en keskin viraj olması nedeniyle stres oranı katlanacak. Aykut Kocaman elbette rakibin silahlarına göre bir strateji ve taktik oluşturmuştur.. Ancak futbolcuların soğukkanlılığı ve kararlılığı bu maçta çok daha önemli...

Fenerbahçe açısından psikolojik faktörler en az mücadele, hırs ve yardımlaşma kadar ağır basıyor. Stresin ve baskının çok iyi yönetilmesi ve yönlendirilmesi birinci koşul... Şampiyonluk yolundaki en keskin viraj kazasız belasız atlatılırsa, bundan sonrası zaman zaman engebeli de olsa düz ve açık bir yoldur.

Doping rezaleti


Dünyanın en iyi kadın basketbolcusu Diana Taurasi ile yine en az O’nun kadar değerli bir oyuncu olan Penny Taylor apar topar Türkiye’yi terk etti. Daha doğrusu ‘üniversite onaylı’ bir rezaletle terk ettirildi. Artık o doping merkezinin verdiği bütün kararlar geriye dönük olarak da tartışmalı hale gelmiştir. Bu yenilir yutulur bir skandal değildir. Bundan sonra ağızlarıyla kuş tutsalar, hiçbir vicdanı ikna etmeleri de mümkün değildir. Prof. Dr. Turgay Atasü’nün Taurasi hadisesinin ardından diğer iki numunenin Almanya’ya gönderilmesi sonrası yaptığı zehir zemberek açıklamalar, skandalın da ötesinde bir skandaldır. Utanç vericidir. Kararı telefonla öğrenen Taurasi’nin “Yeniden Türkiye’ye dönmeyi düşünür müsün?” sorusuna “Dönersem bu kez de beni cinayetle suçlarlar” diye ironik bir yanıt veriyor. Bu olay, en az Münevver cinayetindeki “ikinci sperm” skandalı kadar vahimdir.

Bir anlamda Fenerbahçe olası bir Euroleauge şampiyonluğundan edilmiştir. En azından çok önemli iki silahını kaybederek eli zayıflatılmıştır. Bundan sonra bu ülkeye gelecek yabancıların da, halen oynayanların da zihni bulandırılmıştır. Olan da aslında Türkiye’ye olmuştur. İnşallah bu sadece fahiş bir hatadır. Ancak her olasılığı gözetip, önünün ve arkasının çok ince araştırılması da olmazsa olmaz bir şarttır. Çünkü, hiçbir tazminatla tazmin edilemeyecek kadar büyük bir zarar vermiştir.

18 Şubat 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Conan Mehmet‘’

Fenerbahçe zirveye çengeli attı, memlekette kıyametler koptu. Bir kaşık suda tsunamiler oluşturuldu. Şampiyon olsa kimbilir neler olacak?

Bundan böyle herkese ve her şeye hedef gösterilmesi, aleyhinde kampanyalar oluşturulması, şaibeler ve komplolar üretilmesi kaçınılmaz. En insafsız infazların başlaması kaçınılmaz. Çünkü Süper (olduğu ileri sürülen) Lig’imizin ezberlenmiş klasiği...

Fenerbahçe çok çok önemli bir rakiple, çok çok önemli bir maça çıktı ‘vuslat’ gününde... Kıran kırana başlayan maç, daha hemen başında Volkan Babacan’ın şok hatası ve Niang’ın vuruşuyla maç kırılganlaştı. Eski Kayserisporlu Mehmet Topuz kendi kalesine gol atsa bir şey olmaz da, böyle bir gol eski Fenerbahçeli Volkan’ı bitirir. Dedesi yaşındaki haysiyet cellatları bile hem diline hem kalemine dolar O’nu yıllarca. Müridleri de peşinden gelir. Tıpkı daha öncekiler gibi...

Kayserispor önce bocaladı, Fenerbahçe ikinci golü bulamayıca yavaş yavaş toparlandı. Zalayeta’nın kale ağzındaki ıskası şanssızlıklarıydı. İki takım da o kadar çok koştu, mücadele etti ve çabaladı ki, ikinci yarının ortalarına doğru ikisi de yoruldu. Hem pozisyonlarda çoğalamaz oldular hem de ‘dikkat’ dağılmaları başgösterdi.

Alex maç boyunca çift gardiyanla kelepçelenerek gözaltında tutuldu, buna rağmen ürkütücüydü. Mehmet Topuz “Barbar Conan”gibiydi; hem gücü hem de inadıyla sahanın her yerindeydi. Futbol adına, kazanmak adına ne gerekiyorsa fazlasıyla yaptı. Maçın adamı sıfatını bir de asistle taçlandırdı. ‘Gizli santrfor’ Lugano’nun golü de maçın bonusu oldu.

15 Şubat 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Vah ki vah...‘’

Yaptıkları ve anıldıkları gafları umursamadan, insanların akıl, hafıza ve vicdanlarını aşağılayarak konuşuyorlar. Kulübün ve Saracoğlu’nun adını kumarla özdeşleştirenler, kader maçında bukalemunlaşıp yeşil-siyaha bürünen şahsiyetler bunlar. Yine suret-i hak numarasına yatmışlar. Hayatları Musa’ya inandığını söyleyip firavunlara tapınmakla geçmiş şahsiyetler. Merak ediyorum, birkaç mürit ve kendilerine gaz verenler dışında, hâlâ ciddiye alındıklarına gerçekten inanıyorlar mı?

Aslında söylenene değil, söyleyene bakacaksın. Tabii asıl olarak da söyletene... Bu deşifre olmuş kişiliklerin hala konuşabilmesinin, durduk yerde aniden bülbül kesilebilmelerinin tek nedeni futbol takımıdır. Yani yanlış transferlerle, yanlış seçimlerle bu takımın 3 yıldır gerilemesine neden olanlardır. Devler Ligi’ni alt üst edebilen bir takımı, yerel ligde yarışamaz hale getirenlerdir. Bu nedenle yadırgamamak lazım.

Fenerbahçe, o yüzden kendi kendinin en korkulu rakibidir. O yüzden önce kendini yenebilmelidir. Bu adamların Aziz Yıldırım ile ilgili yakıcı komplekslerinin dışında bir de Aykut Kocaman ile ilgili ağır rövanş duyguları vardır. Kendi zihniyetlerini kapı dışarı ettiği bir karakterin, yeniden yetkili ve etkili konuma getirilmesi başlı başına bir hazım sorunudur. Aykut Hoca’nın başarılı olmasından ödleri patlıyor bu zat-ı muhteremlerin. Çünkü bu bir zihniyetler savaşıdır.

Demek ki dibe doğru baş aşağı gidişattan bir hayli memnunlarmış. Takım biraz silkindi, birkaç iyi sonuç aldı anında kimyaları bozuldu. Salvolar başladı. Medya da mal bulmuş mağribi gibi hemen üstlerine atladı.

Şimdi çok kritik iki hafta var Fenerbahçe’nin önünde... Bu maçlardan da galibiyetle çıkarsa ligin sonuna kadar zirveye ambargo koyabilir. Yönetim ve futbolcular Aykut Kocaman’ı kovan, Vefa Küçük’ün başına rakı kadehi koyan çarpık anlayışın, bu kulüp içinde yeniden palazlanmaması için elinden gelenin bile çok çok üstünde gayret sarfetmeli... Bu adamlara meydan vermemeli.

Yönetim, teknik direktör ve futbolcular bütün tartışmaları, polemikleri, demeçleri, tekzipleri, açıklamaları, yalanlamaları, cevap yetiştirmeleri bir kenara atıp, sadece hedefe kilitlenmeli. Bu adamlara verilecek en iyi yanıt skordur, tabeladır, sonuçtur. Çok, daha çok, çok daha daha çok çalışarak, mücadele ederek, daha sıkı kenetlenerek bu gevezeliklerin sesi kısılmalı. Seneye de ilelebet kısacak bir takım oluşturmak için her şey yapılmalı.

08 Şubat 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI