Arama

Popüler aramalar

‘’Umudun ölümü‘’

Bu takımın orta sahası yok. Hem omurgası kırık hem de ruh hali kırılgan. Oyunu ya kendi sahasında ya da rakip sahada oynuyor. Prematüre, aciz, zavallı bir futbol. Yalpalaya yalpalaya, düşe kalka, ite kaka gidişata rağmen, liderin sadece 9 puan gerisinde...
Bu puan farkı kapanmaz/kapatılmaz bir fark değil. O farktan şampiyonluk da verdi, şampiyonluk da aldı. Ancak bugün ortada ne umut veren bir futbol, ne umut veren bir kadro var. Taraftarı ikna edecek, inanç aşılayacak bir tablodan ve kararlılıktan söz etmek de imkansız. Ara transferde ‘iyi oyuncu’ alınamaz/bulunamaz söylemi boş bir palavradan ibaret...
Hem de çatır çatır alınır. Yeter ki doğru teşhis ve doğru tespit yapılabilmiş olsun. Ancak başkan da, yönetim de hâlâ kendilerine kurdukları halüsinasyon ve illüzyon aleminde yaşıyor. Şampiyonluğu özellikle istemiyormuş gibi bir halleri var. Yoksa futbolla uzaktan ilgili herhangi bir kişinin bile rahatlıkla görebildiğine, taammüden kör bakmak mümkün olmazdı. Hataları ve eksikleri olgunlukla kabul edip, samimiyetle bir özeleştiri yapmaları gerekirken bambaşka dünyalarda dolaşıyorlar. Ekrandan parmak sallamakla, gazetelerden aba altından sopa göstermekle meşguller. ‘Bedel ödetirim’ demeçleriyle, Samandıra’da antrenman seyretmekle, röportaj yasağı koymakla her şeyin düzeleceğine ve şampiyonluğun geleceğine inanıyorlar. Yöneticilik tecrübelerine hiç yakışmayan ama buna rağmen burnundan kıl aldırmayan bu tutum ve söylemler, devrimi bile bile intihara sürüklemektir. Bu umudu öldürmektir. Tahribatının da, vebalinin de çok ama çok ağır olacağını elbette biliyorlar. Buna rağmen 17’de 17 yapacak bir takım oluşturmak yerine, rant hırsıyla gözü dönmüş yağmacıları palazlandırmak, kulübü kendi elleriyle onlara sunmak için yarışıyorlar. “Ruhu öldürmek, cismi öldürmekten daha büyük cinayettir” demiş Gerhart Haputmann. Fenerbahçe ruhu da, Fenerbahçeliler’in de umudu can çekişirken başka söze de gerek yok herhalde.

07 Ocak 2011, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Komedi dükkanı‘’



Şampiyonlar Ligi’nde fırtına gibi esen, futbolun devlerine kök söktürüp ecel terleri döktüren takımın 3 yılda geldiği/getirildiği yere bakın... Tam bir ibret-i alem örneği.

Üstelik o takımın üzerine milyonlarca euro harcanmış, bir yığın adam transfer edilmişken, bu adamlar için kızılca kıyametler kopmuşken.. “Bu kadar cehalet ancak tahsille olur” ironisine bile rahmet okutan durum komedisi var ortada... Çok ağır bedeller ödetmiş onca tecrübeye, verilmiş ve edilmiş onca söze rağmen tablo ortada... Öyle bir savurganlık, öyle bir tahribat ki; sabote etsen ancak bu kadar olur.
Şimdi en sıradan takımın bile kök söktürebildiği, korkuttuğu, strese soktuğu , hırpaladığı, yenebildiği bir Fenerbahçe var ortada...

Kimsenin de sorumluluğu kabul etme, özeleştiri yapmaya niyeti yok. Diğer branşlarda ve tesisleşmede ne kadar iyiye gidiş varsa, futbolda da o kadar geriye gidiş var. Avrupa ve Dünya hedeflerinden tamamen kopmuş, iç hedeflerden de uzak düşmüş bir takım...

Mesele lider Trabzonspor’dan kaç puan geride olduğun değil, dün Süper Lig’e çıkmış Karabükspor’dan kaç puan ilerde olduğun meselesi.. Doğru hesap da ancak böyle yapılır. Önemli olan uçmak değil, havada kalabilmektir. Bu kadar çakılmaya rağmen hala ders alan yok.

Her sene başında taraftarın gurur duyacağı bir takım sözü verip, hep rakip taraftarların eğlencesi haline dönüşen bir takım oluşturmak nasıl bir duygu? Kimsenin kendisiyle ve yaptıklarıyla yüzleşmeye niyeti de yok. Kimse bu tablodan rahatsız değil. En azından görüntü bu. Şu halde mevcut tabloyla övünenler, gurur duyanlar bile olabilir. Fenerbahçe yönetimi, kendi başlattığı devrimi yine kendi elleriyle yerle bir ediyor. Kendi kendini inkar ediyor.

Hem “son ana kadar yarışın içinde olmak başarıdır” gibi çok haklı bir söylemle insaf çağrısı yapıp, hem de yarışı son anda kaybedeni infazlamak nasıl bir çelişkidir?

Futbolcusu, teknik direktörü, yöneticisi yani herkes “taraftarımız bizi desteklesin” mesajı veriyor. İyi de, takım da taraftarı destekleyecek bir şeyler yapsın artık. Tribünleri elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığınıza ikna ederseniz, zaten bu abuk söyleme gerek kalır mıydı?

Bu sene de heba/hibe edilirse rakiplerin kendi akıllarından çok, Fenerbahçe’nin akılsızlığından yararlanarak şampiyon olma gerçeği gelenekselleşecek.

26 Aralık 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Melekler ve Kelekler‘’

Bir yanda ‘Ustaların Ustası Büyük Lefter’, bir yanda Dünya Kulüpler Şampiyonluğu’na uzanan ‘Sarı Melekler’...

Biri kimliği, kişiliği ve ruhuyla şu yaşında bile futbolculara ders veriyor. Diğeri de yönetime doğru ve bilinçli transferlerle hedeflere nasıl ulaşılacağını hatırlatıyor.

Bir yanda neredeyse kulüp forması giymiş Brezilya Milli Takımı’nı üst üste iki kez set bile vermeden geçen bir ciddiyet, diğer yanda en zayıf rakip karşısında bile bocalayan, zaman zaman aciz durumlara düşen bir vurdumduymazlık.

Bir yanda sürekli üstüne koya koya ilerleyen, 3 yılda dünya zirvesine sıçrayan bir
takım, diğer yanda sürekli geriye giden, Avrupa ve Dünya hedeflerinden tamamen uzaklaşmış, hatta kopmuş bir takım.

Bir yanda günden güne giderek kurumsallaşan bir yapı, diğer yanda giderek durumsallaşan bir başka yapı... Bir yanda tecrübesizliğe rağmen yakalanan bir başarı, diğer yanda onca tecrübeye rağmen içinde debelenilen başarısızlık girdabı...

Bir yanda kısıtlı bütçelerle parmak ısırtan, imrendiren güzellikler, diğer yanda olağanüstü harcamalara rağmen tırnak yedirten, mide deldiren garabetler.

İkisi de Fenerbahçe.. Bir yanı, öbür yanı... İdealler ve hevesler arasında, büyüklük ve sıradanlık arasında tuhaf gel-gitler açmazı...

Galibiyete uzak ara hasret Ankaragücü’nden bir araba gol ye... Ligin gol fakiri Bucaspor’a kendi evinde oynadığın iki maçta, 5 gol ve bir dünya pozisyon hediye et...

“Transfere ihtiyaç yok” diyenlerin haklılığı dün akşam hem kanıtlandı hem de tescillendi. Geleni kendine benzetip, öğüten saçmalıklar yerinde durdukça, gereksizden
de öte gereksiz.

22 Aralık 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İte kaka‘’

İlk yarının son maçında, üstelik kendi evinde, üstelik güzel bir havada, üstelik çeyrek puan kaybına bile tahammül olmayan bir maçta yine coşkusuz, yine asık suratlı ve yine yavan bir futbol sergiledi Fenerbahçe...

Alex’in ilk yarının sonlarında bir kördüğümün içinden çıkardığı topu sürükleyerek yaptığı muhteşem vuruşu, bir de 45’te girilen tek net pozisyonu dışında akılda kalan bir şey yoktu. Sivasspor tam kurguladığı gibi ve istediği tempoyu kabul ettirebiliyor Fenerbahçe’ye... Ligin en çok gol yiyen ve dibine demir atmış bir takımından söz ediyoruz. Sadece bitişik nizamda ite kaka kendilerini hissettirip, Sarı-Lacivertliler’in üzerine boş koşular yapmaları yetti. Sinirler laçkalaşınca, bilinç köreliyor, yetenekler yalnızlaşıp, silikleşiyor.

Bu takımda her geçen gün giderek daha da sırıtan çok ciddi sorunlar var. Bunların başında da dikkat eksikliği, pozisyon devamlılığı ve markajdan kaçamamak geliyor. Kora kor oyuna ve sertliğe karşı anormal dirençsizlik, hemen yılgınlığa yol açıyor. Öpen futbol sözüyle kurulan takım, en zayıf rakiplerden bile ısırıklarla kurtuluyor. Top da sevmedi, futbol şansı da yanında değildi Fenerbahçe’nin... Fakat futbolun temel gereklerine ve gerçeklerine sırt çevireni, şans faktörü de terk ediyor.

Sonra kariyerini sanki golcülere ders vermeye adamış Alex çıkıyor sahneye...

Olurları olmazlaştıranlara inat, olmazları olduran Büyük Usta... Gez-göz-arpacık. Keskin nişancı gibi ölçüyor, biçiyor, vuruyor ve bir maçı daha kurtarıyor.

Peki bu şampiyonluğu kurtarmaya yeter mi?

19 Aralık 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Karla karışık kaos‘’

Maçın ilk yarısında futbol adına ne gerekiyorsa hepsini hem de yerli yerinde yaptı Fenerbahçe...
Ancak ağır işçilikle üretilen pozisyonlar bazen direğe, bazen kaleciye, bazen kalabalığa takıldı. Bazen de olmayacak ıskalarla jilet keskinliğinde teğet geçti. Hal böyle olunca gol arayışları sonuçsuz kaldı. Ankaragücü ilk kez Fenerbahçe kalesine gelebildiğinde, dakika 30’u gösteriyordu.
Buz gibi havada sergilenen istekli, hırslı ve inatçı futbol, varyasyonları ve kombinasyonlarıyla izleyenlerin içini ısıttı. En azından ilk yarıda kupa travmasından gerekli dersi çıkarmış görüntüsündeydi Fenerbahçe...
İkinci yarıda ağırlaşan zemine bir de hata yapma tedirginliği eklenince yavaşlayıp, durgunlaşınca roller değişti. Sonra yine müsibetle tanıştı. Ortada pozisyon bile yokken, dikkatsizlik yüzünden golü ikram etti. Hiç olmayacak şekilde, hiç olmayacak zamanda, hiç olmaması gereken bir haftada..
Bununla da yetinmeyip, farkın açılabileceği pozisyonlar da sundu. Sonrası panik atak ve göstere göstere, 5 savunmacının arasından yenilen bir amatörce gol daha...
Karla karışık saçmalıklar manzumesi ve karma karışık hesaplar ve karma karışık bir Fenerbahçe... Hala bu takımdan şampiyonluk umabilenlere selam olsun. Medya üzerinden teknik direktörüne “transfere gerek yok” mesajı gönderenlere ise hiçbir sözümüz yok. Çünkü onlara söylenebilecek her türlü laf tükeneli yıllar yıllar oldu.

13 Aralık 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kayıp dışı‘’

Zihindeki stres kırılmaları da adamı içerden içerden kemirip tüketiyor. Fenerbahçe ele güne transfer dersi veren ‘gönüllerin takımı’ Karabük karşısında diri başladı maça.. Sert ve kora kor mücadeleye rağmen daha 20 dakika dolmadan da 2-0’ı buldu. Sonra anlamsız bir şekilde yine durdu. Başına dikilen gardiyan üçgenine rağmen gollerin ikisinde de Büyük Usta Alex’in imzası vardı. Önce Lugano’ya ‘zehir’ gibi bir top kesti. Sonra Topuz’un ‘nokta’ ortasına, tereddüstüz bir nokta vuruşu yaptı. Sonra ‘pause’ ya da ‘stand by’ düğmesine basılmış gibi durdu. O durdukça rakibi toparlandı, cesaretlendi, özgüven patlaması yaşadı. Emenike’nin inadına, gücüne ve vuruş becerisine şapka çıkarılır. Ancak bu durum golün ikram olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu andan sonra topa sahip olmak, topu kaybetmemek için didinme başladı. Bu gole gitmekten çok skoru korumaya, tabela bekçiliğine yönelik bir yırtınmaydı. Yanlış kapılardan ancak yanlış odalara girilir. Kaç maçı, kaç puanı böyle dağıtmadı mı bu takım? Yaşadığı ve yaşattığı onca müsibete rağmen ders alan da akıllanan da yok. Neden hazır 2-0 öne geçmişken maçı kopartmaya gitmek yerine, rakibi oyuna ortak etmek için elinden geleni yapar bu takım. Ve neden rahatlamış bir maçı bile saçma sapan şekilde yakar topa dönüştürür?
Tabii bu sorulara yanıt bulacak olan futbolcular değil Aykut Hoca’dır.

06 Aralık 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Issız futbol‘’

Futbol tarihinin en büyük ölü yatırımlarından birinde, ‘belalısı’ ile karşı karşıya geldi Fenerbahçe... Bir yanda ıssızlık, bir yanda mutlak kazanma stresi, bir yanda Trabzonspor’un Antep deplasmanında acımasızca yüzüne çarptığı hatalar.

Avcı’nın takımı yıldırma, bezdirme ve sinirlendirme taktiğiyle başladı. Halis Özkahya da buna çanak tutunca, bu ‘taktik sertliğin’ meyvesini toplamaya başladı.

İbrahim Akın maçın başında bir dakika içinde göstere göstere iki füze yolladı. İlk yarıda Fenerbahçe’nin hatları birbirinden koptu, oyun kuramadı, pas yapamadı. Hem fiziksel hem de psikolojik baskı altında oynadı.

Niang bu maçta aksayan ayaktı. Zor gollerin adamı, önce bomboş topu kaleciye teslim etti. Sonra çok rahat pozisyonda kafayı dışarı vurdu. Dört bir yandan kelepçelere ve prangalara vurulan Alex, bir kez daha santrforlara ‘gol’ dersi verdi.
İkinci yarının ilk 10 dakikasında başka bir Fenerbahçe vardı. Maçı koparacak fırsatları da buldu, ama bitirici vuruşlar gelmedi. Anlaşılmaz bir şekilde oyunu rölantiye alıp, dura dura oynamaya çalışınca da pozisyonlar verdi. Niang tel tel dökülürken, Alex’i kementleyip kulübeye çekmek de neyin nesi? Peki penaltıyı maçın en formsuz adamına attırmak, bile bile lades değil mi?

10 kişi kalmış bir rakibe bile, ‘gel de at dercesine’ iki mutlak pozisyon ikram etmek de bambaşka bir garabet. Fenerbahçe bu karşılaşmadan 3 puanla ayrıldıysa bunu kendi yaptıklarından çok rakibinin yapamadıklarına borçludur. En başta da Niang’dan bile daha çok fayda gördüğü İbrahim Akın’a...

28 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’10'a yakışırdı‘’

Bu adam ‘Ordinaryüs Lefter’in bile hayran olduğu tepeden tırnağa futbolcu, tepeden tırnağa iş ahlâkı ile donatılmış, aldığı parayı son kuruşuna kadar hak etmeye çalışan bir namus işçisi...

Futbol entelektüeli, hatta düşünürü.

Topla en çok haşır neşir olan, en çok sıkı markaja alınan adam olduğu halde kolay kolay sakatlanmaz. Fazla konuşmaz. Antrenmandan kaçmaz. Islıklanır, ama ne mesleğine ne de formasına küser. Kim gelirse gelsin mızmızlanmadan sadece işini yapar. Ne afrası vardır ne tafrası ne de safrası. Rakip takımların ‘büyük’ transferlerinde ‘ölçü birimi’ ilan edilir. Sonra hepsi gider, ‘O’ hâlâ yerli yerindedir. Sarı-Lacivert ‘nefretkeş’leri bile takdir eder de, bir tek Fenerbahçe camiasına yaranamaz. Taraftar sitelerinde anketler düzenlenir; yüzde 40 oranında ‘GİTSİN’ çıkar.

Ne gol krallığı değiştirir bunu ne de asist krallığı ne de istatistik imparatorluğu. Asla tartışılmayacak ‘alemde tek geçilecek’ adam, camiası tarafından en tartışılan ve vazgeçilmesi gereken adam haline getirilir.

Fenerbahçe yıllardır elindeki bu cevherin zekasından anlayabilecek, ayak uydurabilecek dirençli futbolcular serpiştirebilseydi etrafına, lige ambargo koyardı.

‘Büyük Usta’ Alex de Souza ‘demoklesin kılıcı’ gibi indi bu düğümün üstüne.. 23 dakikada yaptığı hat-trick ile kesip attı. Fenerbahçe’nin bu sezonki karakteri somut biçimde ortaya çıktı. Çok zor gol yiyen rakibine çok kolay gol attı çok da pozisyon buldu. Aynı zamanda gol atamayan rakibinden evinde iki gol yedi ve kolay pozisyonlar verdi.

Üç bininci gol 10’na yakışırdı, öyle de oldu.

23 Kasım 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI