Eksik bir şey!

Haberin Devamı ›
Fenerbahçe camiası mutsuzluktan ve acıdan beslenme alışkanlığından bir türlü vazgeçemedi. Hiçbir başarının keyfini sürmeyi, hiçbir başarısızlıktan ders çıkarmayı öğrenemedi. Mutluluklarından bile mutsuzluklar üretmeyi her zaman başardı.Tarihi tereddütler, tekerrürlerle ve yakınmalarla geçti. Fasit ve bir o kadar da basit bir lanet çemberinin içinde, kendi kendini tekrarlayan arızalar zinciri hiçbir zaman tam olarak kırılamadı. Kendimi bildim bileli bu takımda hep ‘bir şey eksik’tir. Grupçusu, rantçısı, haini, seveni ve fedakarı her zaman fazla, istikrarı ve huzuru hep az olmuştur.Daum takımı şampiyon yapar “Beşiktaş hediye etmiştir”, ertesi yıl bir daha şampiyon olur o zaman da “Derbi mi kazanmıştır?”, ertesi yıl yine şampiyonluğa doğru gider “Futbol mu oynuyoruzdur, bu takımı ben bile şampiyon yaparımdır, hem Türkiye ligi nedirdir?”Taraftar ve camianın burun kıvırdığı, küçümsediği hatta neredeyse şımarık söylemlerle aşağıladığı şampiyonluk son maçta kaçınca, bu kez de nedense ‘travma’ hali başlar. Anlaşılır ve anlatılır gibi olmayan hastalıklı bir halet-i ruhiye.28 yıl sonra 2 kez üst üste şampiyonluk getiren, herkesin bildiği malum nedenlerden dolayı 3. yılını rekor puanla son maçta kaybeden, iki kez kupa finali oynatan bir teknik adam bile bu camiayı mutlu edemedi. Hep iğreti durdu ve kaçar gibi gitti. Fenerbahçe kendi futbolcusunu, kendi teknik direktörünü değersizleştirmeyi hep başardı. Asırlık mazi bu kaygan zeminde patinaj çeken, yok edilen kramponların çöplüğü gibi. Hemen her sezon hatta şampiyon olduğu zaman bile kadro dağıtıp, kaynaklarını hoyrat bir savurganlıkla heba etti. Bir yandan da en olmadık adamlara en olmadık sıfat ve payeleri bol keseden dağıtıp kutsarken, değerlerini değersizleştirip, değersizleri değerlendirdi. Komşunun tavuğu hep ‘kaz’dı ama kendi ‘kaz’ı sığırcık yavrusu kadar olamadı bu camiada.Bir türlü herkesin gönlüne göre bir takım kurulamadı. Hoca, futbolcu, yönetim bulunamadı. Mücadele varsa futbol eksik, futbol varsa mücadele, ikisi birden varsa sonuç, sonuç varsa diğerleri eksikti. Tribünlerdeki iç kanama ve sahaya yansıyan ‘bıçak sırtı’ infaz havası altında futbol oynayabilmek hangi babayiğit soğukkanlılığın harcıdır? O halde ‘trençkotlu yönetici’ Yugoslav kaleciyi dövmek için kovaladığında, Rıdvan’ların idman sahası bıçaklar, muştalar ve sopalarla basıldığında, Rüştü’ler dövüldüğünde bu takımın, bırakın Avrupa’yı ‘kıtalar hatta galaksiler arası’ şampiyon olması gerekmez miydi?Çok radikal bir hamle ve uzun vadeli planlamayla , kendi camiasını, kendi taraftarını hatta kendi yöneticilerinin yanlışlarını da yenebilecek bir takım kurulmadıkça, insanı bezdiren kısır döngü sürer gider. Bir şeyler de ebediyen ‘eksik kalmaya’ devam eder.