Türk Standartları Enstitüsü!

Haberin Devamı ›
Örneğin 33. dakikaya kadar oyunu önde getiren taraf olmalarına karşın pozisyonları yoktu. Ve maç içinde bir pozisyon sonucu yarattıkları gol fırsatına ancak son dakikalarda yaklaşabildiler. İlk yarıda kendi sahasına mahkum, ikinci yarıda ise rakip sahada etkisizdiler. Birçok oyuncu maçı şampiyon takım seviyesine çekmekten uzak bir görüntüdeydi. Tabii ki bu Kadıköy’e Şampiyon gitmenin getirdiği motivasyon eksikliğinden de kaynaklandı. Ama yine de bu maça kazanılması gereken bir 90 dakika daha gözüyle bakılmalıydı.
Sarı-Kırmızılı takım 1-0 öne geçtikten sonra da oyuna ağırlıklarını koyamadı. Çok rahattılar. Koşmadılar, yürüdüler. Ancak son 10 dakikada kıpırdandılar. Galatasaray’ın bu görüntüsünde Muslera’yı ayrı tutmak gerek. Maçı en çok ciddiye alan Galatasaraylı oydu. Kalesinde şampiyon gibi devleşti. Özellikle Melo ve Riera maçı angarya niyetine oynadı. Transferini düşünen Melo çok top kaybı yaptı, ilk Fenerbahçe golünde Webo’yu seyretti.
Maçın hakemi uluslararası gururumuz Cüneyt Çakır, Türk işi bir maç yönetti. Hangi şişle, hangi kebabın yanmaması gerektiğini iyi biliyordu. Çaldığı penaltının ağırlığını 100 dakika üzerinde taşıdı. Kadıköy’de; hem de Galatasaray lehine penaltı çalınca, hemen Türk Standartları Enstitüsü’ndeki görevine döndü. Birinci gol öncesi Hamit’e, ikinci golde Eboue’ye yapılan faulleri çalmaya yüreği elvermedi. Bir ara Gökhan’la Emre ne derse onu yaptı! Melo’ya vuranlardan bir tek Caner kart gördü. Volkan’ı atabilmek için Sabri’yi attı. Takdir haklarını ev sahibinden yana kullandı. Kurallara göre maç yönetmedi. Ortama göre maç idare etti. Türkiye’de Çakır’ın dışında her hakem, 2. Fenerbahçe golü öncesi Webo’nun yaptığı faulü çalardı.
Fenerbahçe, maçı UEFA finalinden de fazla istedi. Agresifti. Volkan’ın Drogba’ya, Emre’nin Melo’ya futbol etiğine uygun düşmeyen tavırları Fenerbahçeli oyuncuların psikolojisini ele veriyordu aslında. Aldıkları 3 puanı kutlarken, Galatasaray Kadıköy’den bir kez daha şampiyon unvanıyla çıkıyordu.