‘IMAGINE'

Haberin Devamı ›
TFF medya hakları ihalesinde toplam 495 milyon Dolar gibi inanılması zor bir bedele ulaşıldı. Öncelikle böyle astronomik bir bedeli Türk futboluna aktarma cesaretini gösteren başta Digital Platform İletişim Hizmetleri A.Ş olmak üzere diğer kurumlara Türk futbolunun içinde olan herkesin teşekkür etmesi gerekir.
Yaşanan bu önemli kırılma noktasından sonra Türk futbolu ya tüm paydaşları ile beraber yeniden yapılanarak güçlenir ya da tamamen karanlığa gömülür. Futbol tarihimizin en önemli kurumsal değişim sürecinin 2010 medya hakları ihalesi ile başlamış olduguna inanıyorum. Artık Türk futbolunda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
Aziz Yıldırım’ın çabası kilidi açtı
Bu değişim sürecini desteklemek ve ona katkı sağlamak, Türk futbol ailesinin her ferdinin doğal görevidir. Mahmut Özgener, Lutfi Arıboğan, Servet Yardımcı, diğer yönetim kurulu üyeleri ve ihalede katkısı olan profesyonelleri ile Türkiye Futbol Federasyonu çok başarılı bir şekilde ihale sürecini yönetmiştir. Bu ihalenin en önemli aktörlerinden olan Aziz Yıldırım’ın vizyonu, tutkusu ve çabaları, Türk futbolunun içinde bulunduğu açmazların aşılması yolunda en önemli itici güç olmuştur. A Paketi’nin 5 yıllık 2.589 milyon dolar gibi ticari anlamda açıklanamaz bir boyuta ulaşmasında Türk Telekom’un genel müdürü Poul Doany’nin tavrının ihaleye etkisi ise bir başka gözardı edilmemesi gereken konudur.
Aslında ihaleden iki gün önceye kadar Digitürk ve Türk Telekom 300 milyon dolarlık bir konsorsiyum için anlaşmışlardı. Ancak Salı günü Doany’nin Digitürk binasına giderek Ertan Özerdem’e konsorsiyumdan vazgeçtiklerini açıklamasıyla ihaleye yaklaşık 36 saat kala ortalık karıştı. Digitürk cenahında ciddi bir gerginlik yaşanmaya başladı. Bu gerginlik ihale sürecine de yansıdı ve kazanan Türk futbolu oldu.
Yayıncı kuruluş değişmeli
Şimdi önemli olan Türk futbolunun değişim sürecinde nelerin, nasıl değişmesi gerektiği ile ilgili ortak aklın oluşturulmasıdır. Kendi aklımca, nacizane birkaç öneride bulunarak çorbada tuz misali bu sürece destek vermek isterim.
Konumuz medya hakları ihalesi olduğundan önce medya ile başlayalım. Toplam yıllık ihale bedeli 495 milyon Dolar gibi Avrupa standartlarını zorlayan bir ülkenin spor medyasının da artık Avrupa standartlarının üstünde bir kalitede olması gerekir.
Türk futbolunun ayağa kalkması için önce medyadaki geçmişten gelen köhne ve kemikleşmiş zihniyetin değişmesi için çaba sarfederek işe başlanabilir.
Türk spor medyası artık “olmayan futbolu satma” reflekslerinden kurtulmalı, dedikodu, manipülasyon, kavga, yalan haber ve vıcık vıcık ilişkilerden hızla uzaklaşıp, bilginin, doğru haberin ve gerçek gazeteciliğin mesafeli asaletine acilen kavuşmalıdır.
Burada birincil sorumluluk medya patronları, genel yayın yönetmenleri ve spor müdürlerine düşmektedir. Spor medyasının yönetici kadroları, yayın ve personel politikalarını artık yeniden gözden geçirmek zorundadırlar.
Bir başka radikal değişime de yayıncı kuruluşun ihtiyacı vardır.Pastırmalı yumurta, tuvalet kağıdı ve oynatalım, geriye saralımlarla en fazla 850.000 aboneye ulaşacaklarının farkına varmalıdır Digitürk yönetimi, saatler süren hakem hataları tartışmalarının markalarına zarar verdiğini, fanatik taraftara oynayan söylemler ve yayın politikaları ile neden sağduyulu taraftarları ve futbol severleri kaçırdıklarını sorgulamalıdır yayıncı kuruluş.
Alt ligleri düşünmezseniz...
Abone sayılarının arttırılması için öncelikle tüm Süper Lig takımlarının taraftarları ile Digitürk arasında karşılıklı pozitif etkileşimi ve aidiyet duygusunu yaratabilmeli, Turkcell Süper Lig’in sadece dört takımdan oluşmadığını hatırlayarak yayın içeriklerini interaktif şekilde zenginleştirme ve ürün yelpazelerini çeşitlendirme yolunu tercih etmelidirler.
Medya hakları ihalesinden bana göre en kazançlı çıkan taraf olan TRT de yeniden yapılanma sürecinde yayıncılık adına aynı hassasiyetleri göstermelidir.Türk futbolunun yeniden yapılanma sürecinde en önemli görev tabii olarak TFF’ye düşmektedir. Yıllık yarım milyar dolara yaklaşan ihale bedelinin zafer sarhoşluğundan olabildiğince çabuk uyanarak bu ekonomik büyüklüğün olası tehlikelerine karşı gereken öngörüye sahip olarak kendilerini hazırlamalı, havuz sistemini 1.Lig ve TFF 2.Lig’i de kapsayacak şekilde dengeli ve adaletli bir yapıya kavuşturulması adına cesaret ve kararlılıkla yollarına devam etmelidirler. Çünkü yeni ihale bedelinin mevcut havuz sistemine göre dağılımı, Türk futbolu adına çok büyük sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Örneğin 2010-2011 sezonunda Süper Lig’den düşen 3 takımın ortalama yıllık yayın hakkı geliri 10 milyon dolar seviyesinde iken 1.Lig’de mücadele eden takımların yayın hakkı gelirleri azami 3 milyon dolar seviyesinde kalacaktır. Bu rakamlara Süper Lig’in avantajlarından doğan reklam ve sponsorluk gelirlerini de eklerseniz halef ile selef arasında ekonomik anlamda çok ciddi bir fark ortaya çıkacaktır. Böyle bir sistemde 1.Lig’den Süper Lig’e çıkacak takımlar çoğunlukla hep aynı eski Süper Lig takımları olacaktır. Alt liglerden üst liglere tırmanmak daha da zor hale gelecektir.
Üç büyüklerin farkı 80 milyon Dolar
Mevcut sistemin bir başka dağılım sorunu ise ligi ilk üç sırada bitirmeye abone dört büyükler ile diğer takımların gelirleri arasındaki uçurumdur. Ligi ilk üçte bitiren büyükler, yeni ihaleden sonra ortalama 45 milyon Dolar seviyesinde yayın hakkı payı alacaklar, bu rakama Şampiyonlar Ligi ve Avrupa kupalarından elde ettikleri gelirleri, tribün, lisanslı ürün ve de sponsorluk gelirlerini eklerseniz, orta sıralarda 15 milyon Dolar seviyesinde yayın geliri elde edecek takımlarla 3 büyükler arasındaki yıllık fark 80 milyon dolarlar seviyesine çıkacaktır ki bu zaten olmayan rekabetçi yapının sonsuza kadar devam etmesi anlamına gelir.
Beş yıllığına 2.5 milyar değil 10 milyar Dolar da verseniz Türk futbolu bu paylaşım modeli ile bir adım ileri gidemez. Belki Avrupa’da üç büyüklerden biri veya birkaçı daha şampiyonluk görür ama ülke futbolu adına topyekün bir gelişme sağlamak mümkün olmayacaktır.
Havuz sistemi, adil bir paylaşım modeli ile rekabetçi yapıyı oluşturmak adına yeniden kurgulanmalıdır. Havuz gelirlerinin büyük payı eşit dağıtılmalı, kalan pay ise sportif başarıya göre paylaşılmalıdır. Şampiyon olmuş takımlara, şampiyonluk sayısına göre verilen “cülus”lardan vazgeçilip Anadolu takımlarına fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Bu konuda başta Aziz Yıldırım ve diğer büyük kulüp başkanlarına tarihi sorumluluk düşmektedir.
Bir başka tarihi sorumluluk ise İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Spor Bakanı Faruk Nafiz Özak ve Gençlik Spor Genel Müdürü Yunus Akgül’e düşmektedir. Ülkenin zaten kıt olan kaynaklarının futbol adına heba edilmesinin önüne geçmek için yeni kulüpler yasasını acilen hayata geçirmelidirler.
Sözler umut verici
Mevcut dernekler kanunu, spor kulüplerinin bugün geldiği noktaya göre yeniden düzenlenmeli bu ülkenin kendi içinde oluşturduğu yıllık yarım milyar Dolarlık ulusal servet, futbolcu menacerleri ile kulüp başkanlarının keyfine bırakılmamalıdır. Son bir haftada en yetkili ağızlardan çıkan sözlere bakıyorum, içim umut doluyor.
Önce Bakan Faruk Özak, kulüplerin mali disiplin ve denetim altına alınmasından bahsetti, ihale sonrası Lutfi Arıboğan ihale bedelleri arttıkça kulüplerin borçlarının da arttığının altını çizdi. Ertan Özerdem spor yayıncılığı adına değişimin sinyallerini verdi. Şansal Büyüka hakem hatalarının artık tartışılmayacağını söyledi.
Yıllardır Türk futbolunun gelişimi adına şimdi en üst düzey yetkililer tarafından bahsi geçen tüm söylem ve eylemlerin mücadelesini veren herkes için John Lennon söylüyor;
You may say that I’m a dreamer
But I’m not the only one
I hope someday you’ll join us
And the world will live as one