Arama

Popüler aramalar

Şike ve manipülasyon

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Bochum Savcılığı’nın, 29 Turkcell Süper Lig maçına Asya’daki firmaların açtığı bahislere Almanya üzerinden büyük paralar yatırıldığı ve maçların manipüle edildiği iddiası Türkiye’de herkesi ayağa kaldırdı. Şimdi ayağa kalkan herkes hele bir otursun yerine. Öyle yalancı pehlivanlığa karnımız tok. Önce herkes aynaya bir bakacak sonra midesi kaldırıyorsa etik, kanun, yasa ve cezayı konuşacak.

Türk Futbolu çoktandır iflas etmiş durumda. Bugün 140 küsur profesyonel futbol kulübünün reel borçları 2 milyar doları geçiyor, üstelik bu borcun hiçbir şekilde karşılığı da yok. İşe amatör kulüpleri karıştırmıyorum bile. Mevcut dernekler kanunu değişmeden Türk Futbolu’nun düze çıkma ihtimali de gelecekte görünmüyor.

Bu ülkenin milyarlarca doları başkan ve yöneticilerinin elinde heba olmuş, kulüplerin Mali ve İdari kongrelerinde el kaldırılıp, indirilerek buharlaştırılmıştır. Mevcut dernekler kanununda, kulüp yönetimlerinin harcama yapma sınırı yoktur. Böylesine hayati bir konu başkanların insafına bırakılmıştır. Türk futbolunda mali denetim ve yaptırımlarını uygulayamazsanız ne şikenin önüne geçebilirsiniz, ne de kara paranın...

Ya yorumcu olamazsa!
Futbolumuza ekonomik kaynak sağlayan gelirlerin dağılımı, denetimi ve yaptırımı TFF’nin görevidir. TFF’yi ve kurullarını seçen kulüplerin denetiminin yine TFF tarafından yapılabilmesinin eşyanın tabiatına aykırı olduğu gerçeği daha ne kadar göz ardı edilecek, özerklik adına bilemiyorum.

Türk futbolunda raconu 4 büyük kulüp başkanı keser. Yayın gelirleri onların teveccühü ile dağıtılır, sponsor reklamları onların oluruyla kola asılır. Çünkü federasyonları seçen ana aktörler onlardır. Anadolu kulüplerinin gelir dağılımından kaç para alacağı da onların iki dudağının arasındadır. Anadolu kulüpleri de ağaların elini tutmazlar, önlerine ne konursa eyvallah derler. Biz buna özerklik diyoruz ya da bize öyle yedirdiler.

Haklarını aramayan doğal olarak da alamayan Anadolu kulüpleri ve futbolcuları “madde bağımlısı” gibi kullanılır. Her yıl sezon sonuna doğru bir teşvik yarışıdır, sürer gider. Ligde yerini sağlamlaştırmış takımlara ve futbolcularına büyük ağalardan çantalar gidip gelmeye başlar. Aylardır para yüzü görmeyen futbolcular için bayram zamanıdır sezon sonları, hele bir de 2-3 takım çekişiyorsa şampiyonluk için, tadından yenmez. Onları kırıntılarla beslenmeye zorlayanlar ise yemeğin tamamını mideye indiriverir kaşla göz arasında.

Bu düzende ne futbolcu sendikasına izin verilir, ne de teknik direktörlerin seslerini yükseltmesine. Sesini azıcık çıkaranlar da sistem tarafından marjinalleştirilir. Ya sesinizi kesersiniz önünüze atılana tamah edersiniz ya da aç kalırsınız. Örneğin; bir teknik adam olarak sistemin çarpıklıkları hakkında konuşursanız, çalıştıracak takım bulamazsınız. Maçlarda canlı yayın yorumcusu olamaz, piyasa yapamazsınız.
Bu sistem kanınıza dokunur isyan ederseniz bir futbolcu olarak hemen sizi medya çarklarında öğütürler. Geçmişte bunun birçok örneği yaşanmıştır. Orman kanununda hakim güç; hep haklıdır, güçsüz ise ezilmeye mahkumdur.

Eşitlik yok...
Ülke sporuna aktarılan ekonomik kaynakların aslan payı hep üç büyüklere gider. Devlet arazisi, sübvansiyon, vergi affı, hep onlar kullanır. Hala yeni yayın ihalesinde Turkcell Süper Lig’den 4 maç yayınlanması planlanıyor. Sanki Türkiye bir muz cumhuriyeti.

Önce mecra oluşturup pazar yaratacaksınız ki fırsat eşitliğini konuşabilelim. Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Sivas şehir değil mi? Taraftarı yok mu bu takımların? Anadolu takımlarına yol verin ki ekonomik olarak güçlensinler, o zaman tartışırız teşviki, şikeyi.

Türk futbolu sıkıştırıla sıkıştırıla üç büyük kulübe indirgendi, bir de utanmadan marka değeri konuşuluyor. Ekonomik bağımsızlığını kazanamamış, üçüncü dünya ülkelerinin takımları gibi kurumsallıktan uzak kulüplerin olduğu, yayıncı kuruluş ekranlarında saatlerce hakem hataları konuşulduğu bir ülkede hangi marka değerinden bahsediyorsunuz.

Almanya, İngiltere ve Fransa gibi gelişmiş futbol ülkelerinde lig maçlarının yayın prodüksiyonunu federasyon veya lig birliğinin belirlediği şirketler yapar. O görüntüler yayıncı kuruluşa verilir ve onlar da marka değerinin üstüne titreyerek yayın yaparlar. Hakem hataları, şiddet içeren görüntüler, kısaca ürünün değerine zarar verecek pek çok şey bu sistemde markayı korumak adına filtrelenir.

Ürün ne kadar değerlenirse, adil ve eşit dağıtılan gelirler daha da artar. Gelirlerin artması önce kulüplere sonra futbolculara yansır, sağlıklı denetlendiği sürece. Ekonomik refahı elde eden futbolcunun şikeye bulaşması artık bir maddi zorunluluk değil, karakter meselesidir.

Bochum Savcılığı, Süper Lig maçlarının manipüle edildiğini iddia etmiş, gelsinler Türkiye’ye sadece bir pazar gecesi açsınlar televizyonları ne manipülasyonlar görecekler, hem de en yetkili ağızlardan. Hakemlerin üzerinde nasıl baskı kurulduğunu, bir sonraki hafta hangi hakemin hangi maçı yöneteceğini, boşta kalan teknik adamlara nasıl iş arandığını, futbolcuların sahada nasıl deşifre edildiğini, federasyonun vereceği cezanın süresinin ne olması gerektiğine kadar neler neler görecekler.

Gelirler nereye gidiyor?
Spor Toto Teşkilatı, spor kulüplerine bugüne kadar İddaa üzerinden 700 milyon dolara yakın para aktarmış. Yayıncı kuruluş, diğer grup şirketleri ile 10 yılda 1.5 milyar doların üstünde kaynak sağlamış. Kimse, ‘bu para nereye gitti’ diye sormuyor ama bu parayı buharlaştıran sistemin son halkası futbolcuların karıştığı şike konuşuluyor.

Türk futboluna aktarılan milyarlarca dolara rağmen bugün hala teknik adamı, futbolcusu, malzemecisi maaşlarını aylarca alamayıp, evine ekmek, çocuğuna süt götüremiyorsa, bugün hala kulüplerin borçları artarak milyar dolarları geçiyorsa ve bugün hala bütün bu olan biteni kimse sorgulamıyorsa; soruşturun bakalım şikeyi, manipüleyi kim yapmış, suçlu kim, Bochum’un Savcıları...