Arama

Popüler aramalar

‘’Yaratıklar yok edilmeli‘’

TT Arena’da bir Fenerbahçeli...
Saracoğlu’nda bir Galatasaraylı...
İnönü’de bir Bursalı...
Bursa Atatürk’te bir Beşiktaşlı...
Avni Aker’de bir Rizeli...
Rize’de bir Trabzonlu...
Görseler ne yaparlar?
Lütfen bu soruya bireysel düşüncelerinizle değil, genel açıdan, içinde yaşadığınız topluma bakarak bir cevap verin... Ve elbette dürüstçe...

Şundan eminim; bir küçücük çocuğun giydiği formanın renkleri, bir çoğunuzu rahatsız etmez.
Fakat şundan da eminim; öyle bir azınlık var ki aramızda, o küçücük çocuğa saldırmaları için forma giymesini bile beklemez.

6222 denilen kanun, işte bu yaratıkları bizlerden, yani insanlardan ayırt etmek için çıkartıldı.
Fakat mikroplar nasıl ki kendilerini öldürecek ilaçlara karşı bir savunma mekanizması geliştirir ve mutasyona uğrarlarsa; bu yaratıklar da bu kanun karşısında mutasyona uğramış gibiler.
Ayıklanmıyorlar bir türlü...
Onlar yine statlarda, salonlarda, sokaklarda, kaldırımlarda, hep aramızdalar.
Girdikleri her ortamı kirletmeye, hayatı bize zehir etmeye devam ediyorlar.

Yanlış anlamayın lütfen...
Mesele; Başakşehir-Trabzonspor maçında, iki küçük Trabzonspor formalı çocuğa yapılan zulüm değil. Çünkü hepimiz biliyoruz ki; ne Göksel Gümüşdağ, ne Abdullah Avcı, ne Başakşehirli futbolcular, ne de Başakşehirli taraftarlar mutludur bu rezalet nedeniyle... Aksine, o an görseler, müdahele eder ve izin vermezlerdi zaten...
Çözüm de; o güvenlik görevlisini işten çıkartmak ya da o güvenlik firması ile olan iş akdini feshetmek değil.

Mesele, zihniyet... Mesele, samimiyet...
Çözüm; büyük fotoğrafı görebilmek...
Çözüm; sinekleri öldürmek değil, bataklığı kurutabilmek...

Güçlü bir iktidar... Gözünü karartmış bir spor bakanı... İş bilen bir Futbol Federasyonu Başkanı...
Bu yaratıkların esiri olmamış kulüp başkanları... Bu yaratıkları beslemeyip yok etmeyi kafasına koymuş yöneticiler.. Ve bu kanunları adam gibi uygulamasına izin verebileceğimiz kolluk kuvvetleri...

3 gün sürer sadece...
İtlaf etmek bu yaratıkları...

Devlet yöneticileri, siyasiler, spor insanları, kolluk kuvvetleri...
Siz yeter ki, şu soruya yanıt verin;
Var mısınız, yok musunuz!
Ve..
Ne kadar samimisiniz?

20 Eylül 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yetenek-para takası‘’

James Dimon... Dünyanın en büyük finans şirketlerinden J.P. Morgan’ın CEO’su... Bir gün, ‘zengin koca avcısı’ olduğunu itiraf eden genç bir kızdan şu maili alır:

“Sayın Morgan; Dürüst olacağım. 25 yaşındayım. Çok güzelim, iyi bir stilim var. Yıllık geliri en az 500 bin dolar olan bir adamla evlenmek istiyorum. Aç gözlü olduğumu düşünebilirsiniz, fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar orta sınıf sayılıyor. Çok şey istemiyorum. Sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar olan biri var mı? Hepiniz evli misiniz? Sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek? Zengin bekarlar nerede takılır? Çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? Kimin karınız, kimin sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz? Saygılarımla...”

Dimon şu cevabı verir: “Lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. Bir iş adamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. Nedeni ise çok basit. Yapmaya çalıştığınız şey ‘güzellik’ ile ‘para’ ikilisini takas etmek. Fakat burada ölümcül bir problem var; sizin güzelliğiniz kaybolacak, ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek. Hatta benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. Wall Street’te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için ‘takas pozisyonu’ diyebiliriz, ‘satın al ve bekle’ değil. Sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. Çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. Şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli. Yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz?”

★ Kıssadan hisse... Futbolcu kardeşlerim... Kulüpler ile sizin aranızdaki ilişki de böyle aslında... Sizler ‘yetenek’ ile ‘para’ ikilisini takas ediyorsunuz. Yeteneğiniz baki, ama bir gün gücünüz, dolayısıyla futbol hayatınız bitecek. Fakat bütün kulüpler yıllar geçtikçe daha da büyüyecek. Hepi topu 15 yıllık meslek hayatınız var. Bugün genç ve popüler iken yanınızda olan medyatikler, yaşınız ilerledikçe bir bir ayrılabilir yanınızdan. Para değil, insan biriktirin bu nedenle... Bedeninize, ruhunuza yatırım yapın. Ailenize değer verin, hiç tanımasanız bile sizi sevenlere, onları sevdiğinizi gösterin.

★ Dimon’un son sözleri şimdi gelsin isterseniz: “Yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. Zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek!”

13 Eylül 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Oğuzhan beni döv!‘’

Zaandam’da doğdu. AZ Alkmaar’da futbola başladı. Bir Türk olmasına karşın Hollanda Genç Milli Takımları’nda kaptanlık yaptı. 16 yaşındayken, Arsene Wenger’in takımı Arsenal’e transfer oldu. Arsenal U18 takımında forma giydi. A Takım ile idmanlara çıktı. Arsenal U21 takımında düzenli forma giyerken... 2012’de Beşiktaş’a transfer oldu.
Aslen Trabzon’luydu, vatansever bir gurbetçi ailenin çocuğuydu. Alt yaşlarda Hollanda adına sahaya çıksa da; A Takımlar seviyesinde hiç düşünmedi; ‘Türkiye’ dedi.
Avrupa’da doğmuş büyümüş; futbol eğitimini Arsenal’de almış bir gurbetçi çocuğunun, Türkiye’ye adaptasyonu elbette kolay olmadı. Sıkıntılar da çekti elbette, ama pes edenlerden olmadı. Ve sonuç...

Onun kaptanı olduğu Beşiktaş, 2 yıldır Süper Lig’in şampiyonu... Avrupa’da yıllar sonra konuşulabilecek galibiyetlere, geri dönüşlere imza atıyor. Gencecik yaşta koluna taktığı pazubandın hakkını sonuna kadar veriyor. Ve çoğu alanda olduğu gibi, futbolda da değişmeyen kural işlemeye başlıyor: Başarılıysan, cezalandırılırsın!

26 yaşındasın. Artık ergen değilsin, biliyorum! Fakat, burası Hollanda değil Oğuzhan kardeşim! Yani iyi futbolcu olduğun için Hollanda’da seni bir Türk olarak kaptan yaparlar ama; Türkiye’de Türkiye Milli Takımı’nın vazgeçilmezi olmak istiyorsan, sadece iyi futbolcu olman yetmez asla!
Aklımın erdiğince öğütler vereceğim sana! Aşağıdakiler, kişisel fikirlerim değil, Türkiye’de yaşananların bir özetidir. Yani savunmam, savunamam yazdıklarımı!
Jübilene kadar Türkiye Milli Takımı’nda olmak istiyor musun? Cevabın ‘evet’ ise dikkatle oku canım kardeşim.

- İçine kapanık bir adamsın! Böyle olmaz... Yaşadığın malikanenin fotoğraflarını paylaş mesela! Zenginliğini herkese göster.
- 24 saat sosyal medyayı kullan. Su mu içiyorsun, tavla mı oynuyorsun, şort mu giyiyorsun. Göster bize. Yürü yani!
- Algı operasyonu diye bir şey var! Öğren!
- Dilim varmıyor, ama bir çoğuna yorumcu deniyor! Onlardan bul bir kaç tane... Ne yaparsan yap, seni destekleyecek türden olanlardan... Zorlanmazsın, çok var onlardan!
- Siyaset işin değil, biliyorum! Fakat siyasetçilerle fotoğraf çektir ve paylaş. Çok önemliymişsin gibi olur!
- Grup yap! Dur, dur! Yanlış anlama... Takım içinde grup kur demek istedim. Güçlü olursun, dokunamazlar!
- ‘Adamlık’ta özür dilemek yoktur, bunu sakın unutma! Ne yaparsan yap, özür dileme asla.
- Çok fitsin, futbolcu gibi! Olmaz... Biraz şişmanla, hafif bir göbek bırak.
- Bir gazeteci döv... Fedakârlığa hazırım! Döv beni! Davacı falan olmam yemin ederim. Benim dayak yemem teferruattır zaten, söz konusu Vatan’sa...

30 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Volkan ıslıklanıyorsa...‘’

Tarih 6 Ağustos 2000... Sıfır lira bonservis bedeliyle Fenerbahçe’ye transfer oldu. Henüz 20 yaşındaydı. Rüştü Reçber, Oğuz Dağlaroğlu ve Recep Biler ile birlikte Fenerbahçe kalesini koruyacaktı. İçlerindeki en zayıf halkaydı, çünkü en son O gelmişti ve önünde Milli Takım’ın da vazgeçilmezi Rüştü vardı. İlk günlerinde bırakın kaleyi, kadroya bile giremedi. Tribünlerinden geldiği Fenerbahçe’de, ilk günlerini tribünde geçiriyordu yine. Fakat mutluydu; Çünkü Fenerbahçe O’nun için sadece para kazanacağı profesyonel bir kulüp değil, çocukluğundan beri tutkuyla bağlı olduğu Sarı-Lacivert bir sevdaydı. Sabır dolu günlerin ardından sıra O’na gelmişti. Kaleye bir geçti, bir daha da kimseye izin vermedi! Tam 464 kez giydi Çubuklu’yu... 84 kez de Ay-Yıldızlı forma altında mücadele etti.

3 Temmuz 2011’i yaşadı. Tam içindeydi büyük kaosun... Fenerbahçe’yi; sonrasında ‘terör örgütü’ ilan edilen FETÖ’nün, o günlerde yarattığı büyük baskı ve kumpasın içinden çıkartan bir avuç Fenerbahçeli’den biriydi. En önde Fenerbahçe taraftarı elbette... Sonrasında ise Ali Koç, Nihat Özdemir, Aykut Kocaman, Emre Belözoğlu ve O... Büyük savaşta en önde yürüyen isimlerdi. “Fenerbahçe küme düşürülecek” deniyordu. “Amatörde bile olsa Fenerbahçe’de kalacağım” dedi. O günlerde verilen bu büyük mücadele, belki de 15 Temmuz’daki destanın da ilk dizeleriydi.

16 Kasım 2014’ü yaşadı. Büyük haksızlığa uğradı. Üzerinde Kırmızı-Beyazlı forma varken, üzerinde Kırmızı-Beyaz forma olması gerekenler koro halinde; eşine, kızına küfrediyordu henüz ısınırken... Her baba gibi tahammül edemedi, soyunma odasına gitti. Oradan Türkiye Futbol Direktörü’nün özel arabası ve özel şoförüyle evine gönderildi. Özel arabasını O’na tahsis edenler; bir sonraki günden itibaren O’nu Milli Takım’a almadı; ‘vatan haini’ ilan edilmesine neden oldu. Oysa ki; 1 yaşındaki kızına küfredildiği için maça çıkmayan O’nu Milli Takım’dan aforoz edenler, yıllar sonra damadının ablasının yaşadığı iddia edilen küçük bir gerilim nedeniyle Alaçatı’da mekan basacaktı. Şimdilerde Milli Takım uçağında gazeteci boğazlayıp TFF Başkanı ve Türkiye Futbol Direktörü’ne küfür eden Arda Turan’a el açıp ‘geri dön’ diye ayağına gidenler; 16 Kasım 2014’ten bu yana O’nunla bir gün bile konuşmadılar.

Sıra şimdi sizde mi Fenerbahçe taraftarı! İki gollük mü sizin vefanız? İki kurtarışlık mı sizin sevginiz? İki maçlık mı sabrınız? İki beraberlik mi O’na verdiğiniz değer? Volkan Demirel, Kadıköy’de ıslıklanıyorsa... Fenerbahçe’de sorun büyük demektir. 3 Temmuz 2011’den 20 Ağustos 2017’ye gelindiyse... O terör örgütü amacına ulaşıyor demektir.

23 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’En iyi Luce bilir!‘’

Yıl 2012. Fikret Orman yeni seçilmiş. UEFA’dan haber geliyor; Beşiktaş Avrupa’dan 1 yıl men ediliyor, 200 bin Euro da para cezası kesiliyor. Peki neden? Kulübün açıklaması şöyle: “Bir önceki Beşiktaş JK Yönetimi’nin 2011-2012 UEFA lisans başvurusuyla ilgili olarak yaptığı hatalı mali bilgilendirmelerden dolayı...” Bu cezaya neden olan, kimileri ‘evrakta sahtecilik’ dese de UEFA’nın ‘hatalı mali paylaşım’ dediği suçu işleyen ve Beşiktaş’ı Avrupa’dan 1 yıl men eden Beşiktaş Yönetimi’nin Başkanı kim? Yıldırım Demirören... Suçun karşılığı ceza olmalı, değil mi? Biz ödül olarak Türk Futbolu’nu yönetmesini talep ettik kendisinden...

Beşiktaş’a ceza aldıran Demirören, Alaçatı’daki kavga sonrası Fatih Terim’in ipini çekti. Pardon! Terim istifa etti. Ama ‘Del Bosque davasındaki mali uzmanlığıyla bilinen!’ Demirören, “Yapacak daha çok işimiz var” diyerek istifayı kabul etmedi, Terim’i kovdu. Aynı günlerde Dünya’da başka hiç teknik adam kalmamış gibi... Galatasaray’ın görüşmelerde bulunduğu Lucescu’ya gitti.. Ve ikna etti. Dedi ki, “Türk Futbolu’nu ondan iyi kim bilecek ki!” Aslına bakarsanız muhteşem bir teknik direktör Lucescu...

Zor şartlarda çalışabilir, kimsenin inanmadığı şampiyonlukları kazandırabilir. Bir taktik ustasıdır, bir futbol alimidir. Bunlara itiraz eden, taş olur! Tamam ama... “Türk Futbolu’nu en iyi o tanır” kısmına itirazım var. En son 2004’te Beşiktaş’ın başındaydı Lucescu. Tam 13 yıl önce. Bir ‘futbol ömrü’dür bu. Lucescu Türkiye’deyken; şu an çalıştıracağı Milli futbolcular kaç yaşında ve neredeydi? Babacan (15) Fenerbahçe, Onur (16) Karşıyaka. Harun (15) Menemen altyapısı. Çalık (10) Gençlerbirliği, Semih (13) Aliağa, Kaan (10) Schalke altyapısı. Caner (16) Manisa. Hasan Ali (15) Koblenz, Köybaşı (15) İskenderun, Şener (14) Borçka altyapısı. Gönül (19) Asaş, Topal (18) Dardanel...

Ozan (9), Oğuzhan (12) Alkmaar, Okay (10) Karşıyaka, Deniz (11) Enschedse Boys altyapısı. İnan (19) Dardanel’de. Olcay (17) Gladbach, Yunus (12) Kassel, Çolak (13) Atışalanı altyapısı. Berke (4), Çağlar (8), Enes (7), Akbaba (12), Yazıcı (7), Cengiz (7)... Futbol oynamıyorlar. Arda (17) Galatasaray altyapısı. Mor (7) Lyngby BK, Şen (17) Arabayatağı, Gürler (13) Sochaux altyapısında. Tosun (13) SV Raunheim, Burak (19) Antalya altyapısı.

Türkiye, Lucescu’nun bırakıp gittiği Türkiye değil... Lucescu da çiçeklerle uğurladığımız Lucescu değil. Malum, artık 72 yaşında! Romanya’daki röportajında, “Neden Türkiye” sorusuna verdiği yanıt şu: “Romanya’nın başarılı olması için uzun vadeli, genç ve hırslı bir teknik direktöre ihtiyaç var.” Lucescu, Romanya Milli Takımı’na Abdullah Avcı’yı öneriyor sanki! Ne kadar sevindirici değil mi?

16 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adamlık dersi!‘’

Küçücüktük, ilkokula gidiyorduk. Öğretmenim, haftanın 3 günü aynı hikayeyi anlatırdı bize... Matematik kadar, Türkçe kadar, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kadar yer ayırırdı bu hihayeye... Büyük bir keyifle dinlerdik, küçücük aklımızla belki ders çıkartmazdık o zamanlar... Ama günü geldi işte o hikayenin...

Fakir bir Anadolu köylüsü...
Yoksulluk kırıp geçiriyor herkesi... Okuyamamış, çünkü okul da azmış o zamanlar, kitap alacak parası da yokmuş babasının...
‘Ah’ etmiş, “Bir oğlum olsun, okutup adam edeceğim” diye...
Allah ilk dileğini gerçekleştirmiş, nurtopu gibi bir oğlu olmuş.
Bir öğün az yemiş, bir gömlekle bir yılını geçirmiş, okutmuş oğlunu...
İlkokul sonrası yatılı okul... Gitmiş çocuk, köydeki yokluk canına tak etmiş zaten, işte o azimle okumuş da okumuş.
Ortaokul, lise, üniversite derken... Vali olmuş çiftçinin oğlu...
Yamalı çorap, bir çift pantalon-gömlekle çıktığı köyüne; makam arabası, şoförü ve jilet gibi takım elbisesiyle dönmüş.
Köyde büyük bir şölen, karşılama...
İhtiyar çiftçi gururlu, yıllar önce ettiği yemini gerçekleşmiş.
İlk gün bütün köy ahalisi ile birlikte geçmiş; oğlu anlattıkça anlatıyor, ama hep ‘ben’ diyormuş.
İlk başta biraz sıkılmış canı, ama “Olsun” demiş, hakkıdır sonuçta koskoca validir oğlu...
Ertesi gün aynı, bir sonraki gün yine aynı...
Oğlunun ukalâ tavırları sürmektedir. Ve bir ders vermek ister artık ihtiyar köylü...
Binbir zorlukla ikna eder oğlunu, tarlaya götürür.
Tarladaki alet-edavata, uzaydan gelmiş cisimler gibi bakmaktadır vali oğlu...
Tırmığı gösterir babasına, “Baba bu nedir?”
Oysa ki bebek yaşta o kadar çok çalışmıştır ki o tırmıkla!
İhtiyar köylü, “Oğlum ucuna bas, ne olacağını hatırlayacaksın” der.
Oğlu basar tırmığın ucuna ve birden sapı edep yerine çarpar. Canı o kadar acımıştır ki vali oğlunun, işte o can havliyle basar küfürü;
“Ulan a.... k..... tırmığı...”
Ve ihtiyar köylü, vali oğluna hayatının dersini verir o an:
“Bak oğlum, nasıl da hatırladın tırmığı... Sen doğduğunda ben ‘Okutup adam edeceğim’ diye ant içmiştim. Okudun, vali oldun ama adam olmak için daha çok ders alman gerek.”

Küçücüktük bu hikayeyi dinlerken...
Gazeteci olduk, doktor olduk, avukat olduk, polis olduk, mühendis olduk, futbolcu olduk...
Adam olabildik mi?
Onu anlamak için işte o tırmık ve o tırmığın sapıyla gerçek bir ders şart!

Hayat böyledir...
Her şey olabilirsin ama, adamlık başka bir şeydir işte!

(NOT: Arda Turan olayını ‘es’ geçtiğimi düşünmeyin! Fakat 30 Ağustos 2016’da ‘Arda Turan’ başlığıyla bu satırlarda yazmışız çok şeyi... Yenisine gerek yok yani! Yazı internet sitemizde mevcuttur.
Yeni sezonda görüşmek üzere...)

09 Haziran 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sen var ya kardeşim!‘’

Huddersfield nedir diye sorsam, kaç kişi anında yanıt verebilir? Boş yere kafanızı yormayın, cevabı vereyim: Önümüzdeki yıl, Premier Lig’de oynayacak bir İngiliz takımı... Önceki gün, Championship Play-Off Finali’nde Reading’i geçtiler ve Premier Lig’e yükseldiler. Sadece bu maçın yayın, sponsorluk ve bilet geliri olarak tam 170 milyon Pound kazandılar. Yani 779 milyon TL... Bizim şampiyonumuz Beşiktaş, tüm sezon boyunca ne kadar kazandı biliyor musunuz? Şampiyonluk ödülü 100 milyon TL, performans geliri 34 milyon TL... Toplarsan, 134 milyon TL. Premier Lig Şampiyonu Chelsea’ye bakalım bir de... Yayın geliri 150 milyon Pound, şampiyon olduğu için de ek 40 milyon Pound... Yani 870 milyon TL. Hâl böyleyken... Devler Ligi’nde uç diyoruz Kartal’a... Ve sen kardeşim; Chelsea’ye kaybetse, ıslıklıyorsun!

Real Madrid’de sportif direktör, Emilio Butragueno... Barcelona’da sportif direktör Roberto Fernandez... İnter takımının şu an ikinci başkanı, eski futbolcusu Zanetti. Manchester United’da halâ takımla ilgili alınacak kararlarda Boby Charlton ve Alex Ferguson’dan tavsiye alınıyor. Yarınlarda Lahm, Müller, Swensteiger, Totti, Xavi, Ronaldo, Messi oturacak karar koltuklarında... Bizim efsanelerimiz nerede? Kulüplerimizi neden inşaatçılar, sanayiciler yönetiyor halen... Ve sen kardeşim; onların harcına su döküyor, Türk futbolunun temeline dinamit koymaya çalışanların yanında yer alıyorsun halâ...

Zinedine Zidane’a soruyorlar, “Dünyanın en büyük orta saha oyuncusu olmak nasıl bir duygu?” “Bu soruyu Gerrard’a sorun!” yanıtını veriyor büyük yıldız ve ekliyor: “Gerrard gibi bir makine odasına sahip değilseniz, bu, bütün takımı kötü etkileyebilir. Real Madrid’de şampiyonluklara koşarken, her zaman takımın en önemli oyuncusunun Claude Makelele olduğunu söylerdim. O olmadan ne Figo, ne Raul ne de ben, yaptıklarımızın hiç birini yapamazdık.” Sen halâ, çocukluğunda bir fotoğraf çektirmek istediğin idolünün, şimdilerde ayağını kırmaya çalışıyorsun.

Borussia Dortmund iflasın eşiğinde... Kapısına kilit vurulacak neredeyse... Ezeli rakibi Bayern Münih uzatıyor ebedi dostluk elini, kefil dahi istemeden maddi yardımda bulunuyor. 2006’da iflasın eşiğinden dönen Dortmund, o günden bu yana 2 kez ligi Bayern Münih’in önünde tamamlayıp ligde şampiyonluk kupasını kaldırıyor. Sen halâ “Yıldırım Demirören Başkan, Beşiktaş şampiyon... Valla bizim de eniştemiz, ama biz bir şey görmedik” diyorsun.

İzmir’de bir kupa finali oynanmış. Beşiktaş, Trabzonspor’u yenmiş ve kupayı kazanmış. İstanbul’a dönüş yolculuğu... Kaptan anons yaptı, Beşiktaş’ı kutladı. Uçak ekibi de şampanya patlatmak için harekete geçti. Fakat Süleyman Seba’nın direktifi geldi; “Uçakta Trabzonsporlu futbolcular da var. Rakibimize ayıp olmasın. Onları rencide etmeyelim. Eğlence yapmayın.” Eğlenmediler, rencide etmediler rakiplerini... Sen halâ Boğaz’da asılı bayrakla uğraşıyorsun.

Sen var ya kardeşim... Sen...

31 Mayıs 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kırmızı suratlı adam!‘’

Hakem düdüğü çalıyor, maç başlıyor. Kameralara, suratı ‘kıpkırmızı’ bir adam yansıyor. Rakibin kim olduğu önemli değil; Real Madrid’le de oynasa, TED Ankara Kolejliler’le de oynasa değişmiyor. Kıpkırmızı bir surat! Çünkü o anı yaşıyor. Çünkü işine saygı duyuyor. Çünkü hep kazanmak istiyor.

Kafası hep meşgul... Öyle ya, zaman zaman 1 dakika içinde 20 ayrı karar vermek zorunda kalıyor. Elindeki kadronun değerini biliyor, fakat işin bir de diğer tarafı var; rakibi... Kazanmak için sadece kendi takımının iyi olmasının yetmeyeceği anlar olduğunu biliyor; rakibi durdurmanın da galibiyete giden yoldaki önemine dikkat çekiyor.

Gittiği her yerde, büyük saygı görüyor. Çünkü hayat felsefesini bir röportajında şöyle açıklıyor: “Eğer saygı görmek istiyorsan önce saygı göstermelisin. İnsanın kendisine saygısı olmalı ki, başka insanlara da saygı gösterebilsin.” Değişik bir adam olduğu kesin... Kazanırken kaybedenleri çok gördük biz... O ise kaybederken bile kazanmasını bilenlerden...

Adım adım gidiyor hedefe... Panathinaikos’u eledikten sonra, “Şu an aklınızda ne var” diye sormuştu muhabir... Kutlamaların tam ortasında, “Harika oynadık, müthiş bir iş çıkardık” demedi; ilk idmanı düşündüğünü söyledi. Çünkü; bir prensibi de şuydu: “Geçmişe bağlı kalarak yaşayan biri hiç olmadım. Geçmişi geçmişte bıraktım.”

En kötü anlarda en iyi şeyleri düşünüyor... En iyi anlarda ise en kötü olasılıkları... Zihnini, beynini böyle terbiye ediyor ve her daim işine odaklanmasının sırrı da belki bu... “Hayat çok güzel ve insan kafasını kötü şeylerle kurcalamamalı, olumlu düşünmeli” diyor. Sonrasında bir hayat dersi daha veriyor: “Tabii ki kolay değil, sabah uyanıp mutlu olmaya çalışmak... Ama denemek, kimseye bir şey kaybettirmez.”

Bir kulüp olsa, müzesi kupalarla dolu olurdu. Çünkü hep finallerin adamı olmuş. Ve genelde kazanan taraf... “Başarınızın sırrı nedir” diye sormuşlar. Yanıtı şu: “Hayattaki her şey için savaşmalısınız.”

Kötü bir şut tercihi mi yaptın, rakibi bir anlığına kaçırdın mı, pozisyon hatası mı yaptın? Yandın! Çünkü adın, kariyerin hiç de önemli değil... Onun yanına gittiğinde, ‘kıpkırmızı suratıyla’ sana nutuk çekeceğini biliyorsun. “Bu oyun, anlara bağlıdır. O yüzden en baştan en sonuna kadar hep oyunun içinde kalmak, savaşmak zorundasın. Bazen bir ribaund, bazen bir top çalma, bazen bir şut değiştirir kaderini... Anların değerini bilmek zorundasın” diyor... Bugün var, yarın yok... Bir gün gelecek, gidecek... Onunla geçen her anın kıymetini bilmeliyiz. Herkes yazıyor, futbol takımını da o yönetsin diye... Bu, olsa olsa tatlı bir şaka belki ama... Aziz Yıldırım’a yol göstermesi gereken bir şaka... Fenerbahçe futbolda da özlenen günlere geri dönmek istiyorsa; öncelikle kulübesine ‘kırmızı suratlı bir adam’ koymalı... Çünkü kulübende ‘kırmızı suratlı bir adam’ varsa; sahada da görmek istediğin takım mutlaka olacaktır.

Teşekkürler Obradovic... Sadece kupa nedeniyle bir teşekkür değil bu... Hayatımıza kattığın değerler için... Hepimize verdiğin hayat dersleri için... Bizimle olduğun için... Varlığın için... Teşekkürler...

24 Mayıs 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI