Arama

Popüler aramalar

Akdeniz'in öteki yüzü (2)

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Sayının 30’lu rakamlara kadar çıkacağı dillendiriliyor. Atletizmde ve halterde yaşanan doping skandalları yeni değil. Son bir yıldır bu iki branşımızın yasaklı ilaçlarla başı dertte. Ancak Akdeniz Oyunları sürecine girilince dopingli çıkan sporcu sayısında bir patlama yaşandı. Peki neden? Nedeni gayet basit. Akdeniz Oyunları’nda altın madalya kazanan porcuya verilecek ödülün 500 altına çıkarılması. Yaklaşık olarak 350 bin Lira gibi bir rakama tekabül eden bu akıllara ziyan ödül, sporcuların başını döndürmeye yetti de arttı bile. Türkiye’nin dışında hiç bir ülkenin iplemediği, -iplemediklerini de getirdikleri üçüncü-beşinci sınıf sporcularla gösterdiler- Akdeniz Oyunları’na bu kadar büyük miktarda para ödülü vermek, hayatı boyunca bir daha böyle bir parayı kazanma şansı bulunmayan sporcuları gayrı meşru işlere teşvik etmekten başka bir işe yaramazdı, yaramadı da zaten. Bizden sonra en büyük para ödülünü 15 altına tekabül eden bir miktarla İtalya’nın verdiğini, 11 ülkenin ise hiç ödül vermediğini hesaba katarsak, nasıl bir savurganlığın içine girdiğimiz daha iyi anlaşılır. Bu ödül işinin bir başka boyutu da bazı branşlara sadece iki ya da üç sporcunun katılması nedeniyle, müsabakaya çıkan Türk sporcularının otomatikman para ödülüne hak kazanması oldu. Yani orada ben de çıksam, ikinci ya da üçüncü olarak para ödülü alırdım! Ödülle ilgili şunu da eklemeliyim: Altın madalyaya 500 altın, gümüşe 75, bronza 50! Bu nasıl matematik, bu nasıl mantık, biri bana izah etsin.

Ambulansın önünü kapayan konvoy!

Dünkü yazımızda Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın Oyunlar’a tam anlamıyla damga (!) vurduğundan söz etmiştik. Devam edelim: Bakan Kılıç’ın müsabakalara gidiş gelişleri sırasında yaşananlar tam bir Üçüncü Dünya ülkesine ait görüntülerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bakan’ın 8-10 araçlık, bir o kadar da motorize ekiple tesislere teşrifi sırasında yolların kesilmesi, tesis otoparklarına başka araçların sokulmaması, onlarca insanın ellerinde telsizlerle ve kulaklıklarla bağıra çağıra konuşmaları, koşuşturmaları, ortalığı dizayn etmeye çalışmaları, etrafta kuş uçurtmamaları insana sürrealist bir coğrafyada yaşadığı hissini veriyordu. Aynı telaş ve koşuşturmaların Bakan protokol tribinüne otururken de devam ettiğini eklemeliyim. Bakan’ın postmodern bir padişah gibi hareket etmesi sonucu fenalaşan bir sporcuyu taşıyan ambulansın da yaklaşık 6-7 dakika konvoya ait bir aracın çekilmesini beklediğini belirtmeden geçemeyeceğim. Nevin Yanıt Atletizm Sahası’nın protokol tribününün önünde yaklaşık 100 metrelik bir yol mevcut. Bu yolun bir şeridini bakan konvoyu işgal etmiş. Açık olan şeride de yine konvoydan bir araç park etmiş ve yolu tamamen kapatmış. Şöforü de tribüne çıkmış. Cezayirli bir sporcu yarış sonrası fenalaştı. İlk müdahelenin ardından göğsünde sıkışma olduğu gerekçesiyle ambulansla hastaneye doğru yola çıktılar. Gelgelelim, ambülans bakan konvoyunun yolu kapatması nedeniyle devam edemedi! Ambulansın içindeki sporcunun antrenörleri bağırıp çağırıyor, tepiniyor, aracın camlarını yumrukluyor ama nafile! Ben dışarı çıktığımda ambulans her nedense sirenlerini kesmişti! Görevlilerden bilgi aldıktan sonra ben aracın yanında durdum ve 5 dakika saydım. Bir süre sonra şöför bulundu da ambulans tekrar hareket etti. İçerideki hasta için saliselerin bile büyük önemi varken, bu ilkellik nedeniyle hasta 6-7 dakika ambulansla beklemek zorunda kaldı. Allah müstehaklarını versin diyorum ve geçiyorum bir başka ayıba.

Sultanlar’a yapılan büyük ayıp!

Kadın Voleybol Milli Takımımız İtalya ile final oynadı ve kaybetti. Bakan Suat Kılıç ile Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan da tribündeydi. İlk üçe giren takımlar için seremoni hazırlıkları yapılırken, iki Bakan da salonu terk edip gitti. İkinci oldu diye Sultanlar’ı tebrik etme gereği bile duymadılar. Kızlarımız birinci olsaydı ödüllerini takdim edip, birlikte de basına poz vereceklerdi elbette. Ama ikinci olarak Sayın Bakanlarımızı yedi düvele utandırdıkları için cezalarını çektiler! Bakan Kılıç’ın damgasını vurduğu bir olay da, günlük olarak hazırlanan Oyunlar Gazetesi’nin her sayısında en az 8-10 fotoğrafının yer almasıydı. Onunla ilgili bir ya da bir kaç haber mutlaka oluyordu; onunla ilgili olmayan başka haberlerde de bir formül bulunup fotoğraflarına yer veriliyordu. Bunun, hepsi değerli meslektaşım olan editoryal kadronun tercihi ya da işgüzarlığı olduğunu sanmıyorum. Onlara yapılan baskı sonucu böyle olduğunu düşünüyorum. Olan, Bakan Kılıç’ın Oyunlar’ın önüne geçme çabasından başka bir şey değildi. Son olarak ciritte altın madalya alan Fatih Avam’ın madalya töreninin Bakan Kılıç orada olmadığı için ertelendiğini ve bunun da krize neden olduğunu bir kez daha hatırlatayım ve Bakan bahsini burada kapatayım.

Jeneratör dumanı soluyan atletler!

Tesislerin mükemmeliğinden dünkü yazımda söz etmiştim. Bu tesisleri Türk Sporu’na kazandırdıkları için Spor bakanlığı’na ve Spor Genel Müdürlüğü’ne de teşekkür ettim. Ama Mersin Büyükşehir Belediyesi’ni atlamışım. Tesislerde onların da büyük bir emeği ve bütçesi olduğu aşikar. Onlara da bir teşekkür borçluyuz. Temennim, bu tesislerin sürekli çalşıtırılarak atıl hale gelmemesi. Ayrıca Oyunlar boyunca tesislerin bakımının ve temizliğinin çok iyi yapıldığını da eklemeliyim. Tek gözüme takılan Nevin Yanıt Atletizm Sahası’ndaki jeneratör oldu. Şehir şebekesinin kesilme ihtimaline karşılık atletizm sahasının jeneratörle aydınlatılması doğru bir yaklaşım gibi görülebilir. Ancak jeneratörün çıkardığı gürültü hiç hesaba katılmamıştı. Atletizm yarışları, özellikle start esnasında büyük sessizlik ister. Tribünler sessizliğe davet edildiğinde bu sağlandı ama jeneratörü susturmak mümkün olmadı! Jeneratörün yeri konusunda da büyük bir hata yapıldığını söylemeliyim. Çünkü tam ısınma sahasının yanıbaşına kurulmuştu. Orada ısınarak müsabakalara hazırlanan sporcular mecburen jeneratörün çıkardığı dumanı solumak zorunda kaldılar ve buna haklı olarak da isyan ettiler. Ama seslerini duyurabilecekleri bir merci yoktu.