Arama

Popüler aramalar

Arka Bahçe

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Mazi kalbimde yaradırİnsanoğlunun varoluş serüveninde bulduğu en sihirli, en tılsımlı kelime; hiç kuşkusuz “umut”tur. Umut; bizleri geçmişten geleceğe taşıyan zaman aygıtının acımasızlığı karşısında direncimizi arttırır, dimdik ayakta durmamızı sağlar. Umut; en zor koşullarla başetmemiz için bir iksir vazifesi görür. Umut; acıların, yoklukların, yoksunlukların, yitirilmişlerin ruhumuzda açtığı derin yaraları sarmak için bir merhemdir. Umut; başarmak, zirveye çıkmak, mücadele vermek, kazanmak için ekstra bir motivasyondur.Umut; sadece fakirin ekmeği değil, zenginin de, acımasız rekabet koşullarında rakiplerine karşı en büyük enerji kaynağıdır. Umut; sağlık ve esenlik dolu günlere açılan bir ışık tünelidir. Umut; hırstır, arzudur, istektir, inançtır.Umut; refahtır, huzurdur, mutluluktur.Umut; yaşamın motorize gücüdür.İnsan umut ettiği oranda yaşar. Durumu en umutsuz hasta bile, umut ederek ölüme direnir, hayata o şekilde tutunur.Ancak ne var ki, insanoğlunun varoluş güvencesi umut, yarattığı ferahlığın yanısıra, sahip olduğumuz güzelliklerin kıymetini bilmememize de yol açıyor. Büyük bir özlemle, gelecek müreffeh günleri, daha iyiyi, daha güzeli, daha fazlayı beklerken, bugünleri ıskalamamıza, küçük mutluluklardan keyif almamamıza ve sonsuz bir hoşnutsuzluğa, mutsuzluğa itiyor, içimizde taşıdığımız umut... Boğulmamak için umut filikasına çıkarken, taşıdığımız bazı değerleri okyanusun derinliklerine bırakıyoruz, hafiflemek adına...Hayat merdivenlerini birer birer tırmanırken, attığımız her adımda geride bıraktığımız basamakları arıyoruz. İçimiz burkularak hep geçmişi anıyoruz. Zamanında farkedemediğimiz hoşluklar, avucumuzun içinden bir kuş gibi uçup gittiği için ne doğru dürüst bugünü yaşayabiliyoruz, ne de geçmişimizden kurtulabiliyoruz. Geçmiş, hiç geçmiyor aslında... Geçmiş hep yanımızda. Bir gölge gibi, peşimizi bırakmıyor. Aydınlık yarınları umut ederken bile, aslında geçmişi umut ediyoruz. Yarınlarımızın da geçmiş gibi olmasını istiyoruz. Geçmişin damağımızda bıraktığı buruk tadın yerini hiç bir lezzet almıyor. Tıpkı o yıllar gibi... Henüz teknolojiyle tanışıp, bireyleşme adına birbirimize yabancılaşmadığımız o yıllar... Hayatımıza yeni giren siyah - beyaz televizyonu seyretmek için mahallenin en zengin evine doluştuğumuz o yıllar... Yaz akşamlarında kaldırımlara kilim atıp çay demleyen annelerimizin, çocuklarının mürüvvet hayallerini kurduğu o yıllar... Bir fincanla komşunun kapısını çalıp tuz, şeker, kahve istediğimiz o yıllar... Kapılara kilitlerin vurulmadığı, herkesin birbirinin evine, bahçesine rahatça girip çıktığı, kışlık yakacakların imece usülü birlikte evlerin bodrumlarına taşındığı, hastaların komşunun sırtında hastaneye yetiştirildiği o yıllar...Komşu bahçelerden şeftali, incir çaldığımız, ev sahibine yakalanmanın tatlı heyecanını yaşadığımız o yıllar...Büyüklerden masallar dinlediğimiz, küçük yaramazlıklarımızda ise bir azarla arızalandığımız o yıllar...Aşıkların birbirine aşkını itiraf etmekten korktuğu o yıllar... Mahalle aralarında top koşturduğumuz, terli terli su içip hastalandığımız, paraladığımız ayakkabılar nedeniyle babalarımızdan azar işittiğimiz o yıllar... Sporun spor gibi yapıldığı, yenenin hakkıyla yendiği; yenilenin, bükemediği bileği öptüğü, statlarda fötr şapkalı amcalar ile siyah entarili şık ablaların birlikte maç seyrettiği o yıllar...Rakip takım taraftarlarının, kapalı tribünü kapmak için gece stat kapılarında yorgan döşek yattığı o yıllar...Şikenin, teşvik priminin, dopingin, devlet takımının lügatımıza girmediği o yıllar... Minderin, paranın kiriyle kirlenmediği o yıllar... Başarırken arsızlaşmadığımız, büyürken küçülmediğimiz, zenginleşirken yoksullaşmadığımız o yıllar... Umudun umut gibi, sevginin sevgi gibi, özlemin özlem gibi yaşandığı; yalanın, riyanın hayatımızı bu kadar teslim almadığı o yıllar...Ah o yıllar... İçimizde kaybolan o yıllar... Kaybolurken, bizi de düne hapseden o yıllar...O yıllar...