Arama

Popüler aramalar

Arka Bahçe

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Gençlik başımda ziyan!Yıl 1993... İsveç’in başkenti Stocholm’de yapılacak Dünya Güreş Şampiyonası öncesi Grekoromen Milli Takımı belirleniyor. Dönemin teknik heyeti ile Güreş Federasyonu Başkanı Sadettin Tantan arasında hangi sporcuların milli mayoyu giyeceği konusunda ihtilaf yaşanıyor. Milli takım kurmayları, Ata sporu tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşamasına rağmen, başarısızlıkları tescilli tecrübeli güreşçilerin götürülmesinden yana. Başkan Tantan ise bir yıl önce Dünya Gençler Şampiyonu olan Hamza Yerlikaya ile Şeref Eroğlu’nun takıma alınmasını istiyor. Teknik heyet, “Bu iş çoluk-çocukla olmaz, onlar rakipleri karşısında ezilirler” diyerek direniyor. Bunun üzerine Sadettin Tantan masaya yumruğunu vuruyor: “Başarısız da olsalar bu iki genç milli takıma girecek.” Sonuç: Henüz 17 yaşında olan Hamza Yerlikaya Stocholm’de altın madalyayı boynuna geçiriyor. Sonrası malum.Türk güreşi bugün de karanlık bir dönemden geçiyor. Ancak aradan geçen 13 yılda Tantan gibi masaya yumruğunu vuracak dirayetli bir federasyon başkanı çıkmadığı için gençler kategorisinde Dünya ve Avrupa kürsülerine çıkan güreşçiler bir türlü büyüyemiyor! Aynı sorun sporun diğer branşları için de geçerli. Halterde Taner Sağır, boksta Atagün Yalçınkaya ile umutlandık. Ancak ne var ki, Taner’e doping lekesi bulaşırken, Atagün de son Dünya Şampiyonası’nda hayalkırıklığı yarattı. Gelelim hayatımızı teslim alan futbola: Son İsviçre hezimetiyle birlikte Türk futbolunun geleceği için karamsar senaryolar yazılmaya başlandı. Temeli 1992-93 yıllarında atılan bugünkü jenerasyonun miadını doldurduğu, yola artık yeni bir nesille devam edilmesi gerektiği konusunda hemen hemen bütün futbol otoriteleri hemfikir. Gelgelelim, milli takımın kaynağını oluşturan ligimizde nehir tersine akmakta. Yıldız, genç ve ümit milli takımlarda harikalar yaratan gençler, başta üç büyükler olmak üzere kendi takımlarında, değil forma giymek, ilk 18’e bile girememekte. Bunda en büyük kusur, hiç tartışmasız futbolumuzu emanet ettiğimiz yabancı hocalarda. Onları anlamak mümkün. Zira, onlardan istenen tek şey; başarı. Kendilerini ne olursa olsun başarmak zorunda hissediyorlar. Bu, aynı zamanda kendi kariyerleri için de gerekli. Ve dolayısıyla risk almıyorlar. Uzun vadeli değil, kısa vadeli planlar yapmak zorunda kalıyorlar. Burada asıl sorgulanması gereken yönetimlerin tutumu. Onlar da ne yazık ki, bir sezon sonunda elde edilecek şampiyonluğu, takımlarının geleceğine tercih ediyorlar. Bu nedenle takımın başına getirdikleri yabancı hocaların her tasarrufuna onay veriyorlar. İşlerine karışmamak adına, yanlışlarına göz yumuyorlar. Lucescu gibi, Daum gibi, Gerets gibi hocaların Türk futbolunun geleceğini yoketmesine kayıtsız kalıyorlar. Ülkemizde 4 yıl görev yapan Lucescu’nun Türk futboluna armağan ettiği bir tane genç futbolcu var mı? Keza Daum’un?.. Ya Gerets? Elinde hazır malzeme olmasına rağmen, hala yoluna jubilesi gelmiş futbolcularla devam etmesi nasıl izah edilebilir? PAF Ligi’ni hallaç pamuğu gibi atan gençlere bir kez olsun dönüp bakmayan Belçikalı’nın sizce Türk futboluna verebileceği bir şey var mı? Zarardan başka... Biz ise onları derhal ülkelerine postalamak yerine baştacı yapıyoruz. Neden? Çünkü takımlarını şampiyon yaptılar! Veya yapacaklar! Hala Luce’nin özlemiyle yanıp-tutuşan var. Fatih Terim’in yerine milli takımın başına layık görenler bile mevcut! Bakın size istatikçimiz Aslıhan Çil’den aldığım kısa bir bilgiyi aktarıyorum: Bu sezon, Fenerbahçe’de Olcan 1 maç 33 dakika, Can Arat 3 dakika, Galatasaray’da Zafer 2 maç 9 dakika, Özgürcan 1 maç 13 dakika, Beşiktaş’tan Nail 1 maç 16 dakika, Trabzon’dan Ufukhan 1 maç 90 dakika takımlarında forma giymişler. Akdeniz Oyunları’nda final oynayan milli takımın iki yıldızından Galatasaraylı Arda hala PAF’ta, Cafercan ise kiralık gönderildiği Rize’de zebil-ziyan oldu. Oysa o takımı finale onlar getirmişti, toplam 9 golün 6’sını atarak... Asistleri de cabası. Dünya 3.’sü olan A Milli Takım’ın temelinin Terim tarafından bir Akdeniz Oyunları’nda atıldığını hatırlatırsak, olayın vahameti kendiliğinden ortaya çıkar sanırım. Türk futbolunun, Ünal Karaman’ı 17 yaşında İngiltere’ye karşı Wembley’de oynatan Coşkun Özarı, Okan Buruk’a 17 yaşında 10 numarayı teslim eden Mustafa Denizli, Emre Belözoğlu’nu 16 yaşında Şampiyonlar Ligi maçında Westfallen’e çıkaran Fatih Terim gibi cesur, dirayetli, idealist ve vizyon sahibi hocalara ihtiyacı var. Tabii masaya yumruğunu vurup Hamza Yerlikaya’yı 17 yaşında mindere çıkarttıran Sadettin Tantan gibi yöneticilere de... Ey sporumuza yön verenler!.. Atatürk, “Ey Türk Gençliği” diye başlayan hitabesinde ülkeyi gençlere emanet edebiliyor da; siz, neden bir formayı dahi emanet etmekten korkuyorsunuz?Bilmem ki anlatabildiler mi? Futbolun sadece bir oyun olduğunu... Pahalı olsa da, ruhu parayla kirlense de, endüstri haline gelse de, mafyanın oyuncağı, diktatörlerin afyonu olsa da, uğruna kavgalar, savaşlar yapılsa da, kan aksa da, zaferler ve hüsranlar tattırsa da... Futbol sadece ve sadece bir oyun. Bir eğlence. Mesele futboldan keyif alabilmekte. Tıpkı Galatasaraylı Tomas ile Fenerbahçeli Anelka gibi... Yusuf Dursun’un objektifine yansıyan görüntü futbolun en yalın hali aslında. Bizi birbirimize düşman eden derbileri aslında nasıl abarttığımızı adeta gözümüzün içine sokuyor. Biri yüzde yüz golü kaçırmış, diğeri tesadüfen o topu kalesinden çıkarmış. Maçın kader anlarından biri. Ama onlar eğleniyor, şakalaşıyor. İşte futbol bu!..