Go home Rijkaard!

Haberin Devamı ›
Adına ister oyun deyin, ister endüstri... İsterseniz de hayatla ilgili her şey... Futbola dair sayısız nitelendirme, yakıştırma, değerlendirme yapabilirsiniz. Ve hepsinin de gerçeklik payı vardır. Zira, öyle naif bir ifadeyle söylendiği gibi, futbol fena halde hayata benzemez! Futbol hayatın ta kendisidir! Ondan dolayıdır ki, tıpkı hayata şekil veren insanoğlu gibi futbolun da karanlık bir yüzü vardır. Bunun başında gelen ise futbolun nankör bir oyun olduğu gerçeğidir. Futbol sizi kullanır kullanır, işine gelmediği zaman da kaldırıp atar. Bu kural en fazla teknik direktörleri kapsar. Çünkü teknik adamlar en kolay harcanan unsurlardır. Bu, dünyanın her yerinde böyledir. Ama bizim gibi bir futbol kültürü, geleneği olmayan; akılla bilgiyle değil de cehaletle, hurafelerle beslenen toplumlarda bu işin dozu öylesine kaçırılır ki, insaf ve izan sınırlarını aşar. Son haftalarda Rijkaard'a yönelik eleştirilere ve yorumlara bakınca, Türkiye'de asıl çağın gerisinde kalanın futbol takımlarımız, teknik adamlarımız ve hakemlerimizden ziyade spor basını olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok değil, daha bir buçuk ay önce Rijkaard'ın yere göğe sığdırılamadığı, hatta ikinci bir Derwall olduğu iddialarının yer aldığı spor medyasında bugün Hollandalı'nın futboldan anlamadığı bile söylenebiliyor. Rijkaard, sezon başında Mustafa Denizli'ye çekilen, önümüzdeki haftalarda da muhtemelen Dauma'da çekilecek olan muamelenin aynısına maruz kalıyor. Kaba ve hoyrat bil dil alabildiğine hükümranlığını sürdürüyor. Ve bu dil, aklı-ı selim insanların geleceğe dair umutlarını da alıp götürüyor. Son günlerin moda feryadıyla; ayıptır, yazıktır, günahtır!..
***
Rijkaard demişken, Galatasaray'la devam edelim: Sarı-Kırmızılı kulüp, futbola verilen ara dönemde spor basının imdadına bir kez daha yetişti. Basketbolda yaşanan skandalın iler tutar tarafı yoktur (Bu arada bu haberi ilk yakalayan, ancak Nedim Karakaş'ın verdiği sözü tutmaması ve haberi internet medyasına sızdırması nedeniyle muhtemel bir ödülden olan dostum Gökhan German'ı da kutluyorum). Zaten sorumlular da bedelini ödemişlerdir. Burada ilginç olan, bu skandal nedeniyle başlayan iç hesaplaşmanın, liseciler tarafından Adnan Polat ve yönetimine karşı bir linç kampanyasına dönüştürülmüş olması. Galatasaray'da eskiden kol kırılır yen içinde kalırdı. Ki bana göre doğru bir yaklaşım değildir bu... Öyle anlaşılıyor ki, bu kural koltukta oturanın kimliğine göre değişiyor! Geçmişte Ergün Gürsoylar'ın filan yaptıklarına göz yumanlar, bugün bir anda dürüstlük abidesi kesildi. Hani bir laf vardır, 'İnsan, insanın kurdudur' diye... Aslı şu olmalı: 'Galatasaraylı, Galatasaray'ın kurdudur!'
***
Türkiye'nin duayen (!) başkanlarından biri olan İlhan Cavcav'ın ileri sürdüğü şike iddiaları, aslında bilinen ama bir türlü dillendirilmeyen ülkemiz gerçeklerindendi. Sayın Cavcav'ın neden bunca yıl sustuktan sonra birdenbire kuyuya taş attığı ayrı bir soru tabii. Ama yıllar sonra da olsa geçmişteki kirli ilişkilerin deşifre edilmesi yine de iyiye işaret. İşin ilginç tarafı, iddiaların odağındaki isimlerden biri olan Gençlerbirliği'nin eski futbolcusu Halil İbrahim'in de Cavcav'ın iddialarına yeni iddialarla cevap vermesi. Bu durum mahkemeye düşen suç ortaklarının suçu birbirlerinin üzerine atmasına benziyor. Bu tartışmalardan pek fazla bir şey çıkacağını sanmıyorum. Türkiye yapanın yanına kar kaldığı bir ülkedir. Ben burada bir başka isme dikkat çekmek istiyorum. Halil İbrahim'in maç satmakla itham ettiği eski hakem Yavuz Karaozan, olaylı Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin gözlemcisiydi. Ve bilir misiniz, maçı tatil etmediği için yerden yere vurulan Bünyamin Gezer'e ne not vermişti? Ben söyleyeyim: 8.3. Yani pekiyi! Zaten aynı Bünyamin Gezer üç hafta sonra Sivas-Beşiktaş maçına çıkmadı mı? Çıktı. O halde stop! Ha geçmiş, ha bugün, ha yarın... Mal bu, kalite bu!