İntihar...

Haberin Devamı ›
Oldum olası intihar olgusunun gizemi beni çekmiştir. Bir insanın kendi hayatına neden ve nasıl son verebildiğini hep merak etmişimdir. Kimi çektiği acıya dayanamadığı, kimi hayata dair tüm umutlarını yitirdiği, kimi depresif ruh haline sahip olduğu, kimi savunduğu ideolojisi, kimi inançları, kimi işgal edilen ülkesi, kimi tutsak olarak yaşamayı kabul etmediği, kimi de hayata meydan okumak için intiharı seçer. Sebebi her ne olursa olsun, hayattaki en radikal başkaldırıdır intihar. Japon toplumu gibi bazı toplumlarda kutsanmasının sebebi bu olsa gerek. Onursuzca yaşamaktansa, onurluca ölmek!.. Onuruyla ölmek sözkonusu toplumlarda bir erdem olarak kabul edilse bile intiharın sorunların çözümü için uygun bir yöntem olmadığı yadsınmaz bir gerçektir. O nedenledir ki, bilim yüzyıllardır intiharın dinamiklerini çözmek için çaba sarfeder. En umutsuz insanları dahi yaşamaya teşvik eder. Hayata tutunmaları için değişik çözümler üretir. Yaşama hakkının en kutsal hak olduğu şiarını toplumlara empoze eder. Sorunların üstesinden akılla, zekayla, bilgiyle gelinmesini, en zor koşullarda dahi direnmeyi öğretir. Keza, semavi dinlerde de intihar en büyük günahlardan biridir. Aklın, bilimin, sağduyunun yol göstericiğiliğine inananlar, bu eylemden uzak durur, yaşamının kıymetini bilir. İnanmayanlar ise, bu dünyada bulamadığı huzuru başka diyarlarda aramak için kontağı çevirir ve bilinmeyene doğru yolculuğa çıkar.Futbolu, kendisinden ve çocuğundan çok seven adam!Hayatın en çarpıcı gerçeklerinden biri olan intiharın, hiç olmaması gereken bir alana, futbol literütürüne girmesini şaşkınlıkla izledik, önceki gece bir televizyon kanalında. Futbolumuzun renkli siması Yılmaz Vural, takımının küme düştüğü gün intihara teşebbüs ettiğini açıkladı, milyonlarca izleyicinin huzurunda. Yaşadığı acı o kadar yoğunmuş ki, buna son vermenin tek yolunun intihar olduğunu düşünmüş! Ve silahını çıkarıp başına dayamış, tam tetiği çekecekmiş ki, yardımcısı imdadına yetişmiş ve onu kurtarmış. Kulaklarımla duymasam inanmazdım böyle bir şeye. Nereden tutsan elinde kalacak bir durum. Bir spor adamının silah taşıması başlı başına absürt bir durum iken, bir de kendi canına kastetmesi ve bunu matah bir şeymiş gibi televizyon ekranından açıklaması Yılmaz Hoca’nın sağlıklı bir ruh haline sahip olmadığının en açık göstergesidir. Aynı Yılmaz Vural, sezon içinde takımının son saniyelerde gol yemesinden sonra, “çocuğum ölse, bu kadar üzülmezdim” şeklinde bir açıklama yapmış ve o günlerde bunun üzerinde pek durulmamıştı. Bir insan sevinci de, hüznü de en uç noktalarda yaşayabilir. Aşırı coşkulu ya da çok sakin, fazla iyimser veya aynı ölçüde kötümser biri olabilir. Bütün bunlar anlaşılabilir şeyler. Burada asıl üzerinde durulması gereken, sadece ve sadece bir oyun olan futbolun, bir hayat-memat meselesi haline gelmesidir. Yılmaz Vural üzüntüsünden intihara teşebbüs ederse, bazıları da tribünlerde, sokaklarda birbirini katleder. “Ölmeye, ölmeye geldik” sloganının temelinde de yatan budur zaten. Barış ikliminin ortadan kalkmasının en büyük nedeni, futbola hakettiğinden fazla bir önem vehmetmemizdir. Başta futbol olmak üzere hiç bir şey insan hayatından daha değerli değildir. Bu sahnede rol kapanlar; ister başrol oyuncusu, ister Yılmaz Vural gibi karakter oyuncusu (!), isterse de figüranlar olsun, bu bilinçle hareket edilmediği sürece futbol, kendi boynumuza geçirdiğimiz yağlı bir ilmek olmaya devam edecektir. Sehpaya tekme atacak birileri ise nasıl olsa her zaman bir yerlerde bulunur!Bir Aykut Kocaman vak’ası daha...Her sezon sonu aynı sahneler tekrarlanır durur. Bir yanda sevinç vardır, bir yanda hüzün. Sevinenler, hüzünlenenler olduğu için sevinirler; hüzünlenenler de, sevinenler olduğu için... Hayat böyledir. Tahtıravalli misali... Bir ineriz, bir çıkarız. Rakibimizin üzüntüsü, bizim sevincimizdir; bizim üzüntümüz de rakibimizin sevinci. Ya da tam tersi... Yeter ki, sıranın bize de geleceğini bilelim. Hiç kimse sonsuza kadar üzülmez ya da sevinemez. Bir başka deyişle, kazanamaz veya kaybedemez. O nedenle yaşadığımız her ne olursa olsun, ölçülü olmalıyız. Seviniyorsak, kaybedeni rencide etmeden sevinmeliyiz. Veya yapabiliyorsak, onun üzüntüsüne ortak olduktan, onu teselli ettikten sonra sevincimizi yaşamalıyız. Yıllar önce Aykut Kocaman yapmıştı bunu. Şampiyonluğun kazanıldığı maç sonrası, “Açıkçası fazla sevinemiyorum, çünkü üzülenler de bizim arkadaşlarımız, onların yerinde biz de olabilirdik” demişti, bilge adam. Ve aforoz edilmişti, futbol bezirganları tarafından. Konyaspor galibiyetiyle kümede kalan Gaziantepspor, haklı olarak bunun sevincini yaşarken, başkalarının üzüntüsüne içi cız eden biri vardı, Kırmızı-Siyahlı takımda: Faruk Bayar. Genç futbolcu, maç sonrası mikrofonlara duygularını anlatırken, “Düşen takımlardaki futbolcuları düşünüyorum. Hepsi bizim arkadaşımız. Onlar çok üzülüyor. O nedenle fazla sevinemiyorum” diyerek, insanın her koşulda insan kalabileceğini bir kez daha ispatladı. Ve şövalye ruhlu sporcular kervanına o da adını yazdırdı. Kutlu olsun.