Konuşsam faydası yok, sussam gönül razı değil

Haberin Devamı ›
Yumurtanın döllenmesinden sonra oluşan canlıya embriyo demiş, bilim insanları. Ana rahmindeki canlıların önce kalbi oluşuyormuş; hayat iksiri olan kanı beyne pompalasın diye. Ardından diğer organ ve uzuvları gelişiyormuş. İnsan, son halini aldığında da dünyaya “merhaba” diyormuş. Kainatın en büyük mucizesi böyle gerçekleşiyormuş. İş bununla da kalmıyor tabii... Dünyaya gelmek, dünyada kalmanın garantisi değil ki... Yeryüzünde insan yavrusu kadar ebeveynlerinin bakımına muhtaç bir canlı türü daha yoktur. Yeni doğan bir bebeğin başkalarının yardımı olmadan yaşaması mümkün değildir. Bu öylesine uzun ve sancılı bir süreçtir ki, canlılar arasında en fedakarının insan olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir anne-baba için yavrusundan daha değerli hiç bir şey yoktur, dünyada. Çekilen sancılar, uykusuz geçen geceler, titreyen yürekler, sarfedilen emekler, edilen dualar, akıtılan gözyaşları hep sahip olunan evlat içindir. Onun daha sağlıklı, daha iyi, daha müreffeh yaşaması içindir, o seferberlik hali... Evladı olanlar kendileri için yaşamaktan vazgeçerler. Varlık nedenleri, çocuklarıdır. Onları, bin bir zahmetle büyüttükleri zaman dahi görevleri sona ermez.O kınalı kuzular, bizim de evlatlarımız değil mi?Evladı gittiği yerden geciktiği zaman yer sarsıntısını hisseden atlar gibi huysuzlanırlar, huzursuzlanırlar. Yürekleri daralır. Kulakları hep kiriştedir. Çocuklarını ayak seslerinden, kokusundan tanırlar. Gelenin o olduğunu anladıkları anda, yeniden doğarlar. Yastığa baş koyduklarında yanaklarından aşağı süzülen damlalar ise, sevinç gözyaşlarıdır. Bir de madalyonun öbür yüzü vardır. Yani, gidip de gelmeyenler. Geri dönmeyenler. Evinden telli duvaklı gelin gibi süslenerek, güle oynaya uğurlanıp, bir daha kavuşulamayanlar. O kınalı kuzular. Şehitler. Onlar da bir embriyo olarak ana rahmine düştüler. Onların da önce kalpleri oluştu. Sonra geliştiler. Aylarca o sıcacık yuvada dünyaya gelecekleri günü beklediler. Doğdular. Bir güneş gibi aydınlattılar anne-babalarının dünyasını. Çocuk oldular. Koştular, oynadılar. Terli terli su içtiler, öksürdüler. Düştüler, dizlerini kanattılar. Sonra okullu oldular. Heyecandan yürekleri bir kuş gibi pır pır etti. Ardından başları hülyalı birer ergen oldular. Sevdiler, sevildiler. Terkettiler, terkedildiler. Derken delikanlılığa adım attılar. Gelecek planları yapmaya başladılar. Hayaller kurdular. Tam yetişkinliğe adım atıyorlardı ki, vatan görevi kapılarını çaldı.Onların da birer hayatı, hayalleri, umutları vardıVe hayallerini ertelediler; döndükleri zaman kaldıkları yerden devam etmek üzere... Askerlikleri boyunca hep o umutla yaşadılar. ‘Döndüğüm zaman’ diye başlayan cümleler kurdular, pusularda, nöbetlerde. Özlem dolu mektuplar yolladılar sevenlerine. Taa ki, hain bir namludan çıkan hain bir mermi veya namussuz bir mayın tuzağı bedenlerini bir cemre gibi toprağa düşürene kadar. İşte böyle, her gün, her gün gencecik fidanlar kırılıyor. Kendi yurtlarında, kalleşçe vuruluyorlar, alçakça havaya uçuruluyorlar. Ölüyorlar; hayalleriyle, umutlarıyla, özlemleriyle beraber. Aniden belirip, karanlıkta kayan bir kuyrukyıldız gibi sonsuzluğa akıyorlar. Geride, yaşanamamış bir hayat ve yürekleri kor ateşle dağlanan, acılı anne-baba, kardeş, eş, sevgili, dost, arkadaş bırakarak... Yıllardır al bayrağa sarılı tabutlarla omuzlanıyorlar, devre arkadaşları ve sevdikleri tarafından. Bitmiyor, hiç bitmiyor. Bitmek bir yana, her geçen gün artarak devam ediyor şehit cenazeleri. Bir daha yolunu gözleyemeyecekleri çocuklarıyla birlikte tabuta girmek istiyor anne-babalar. Onlar da ölüyor, şehitleriyle beraber.İspanyol halkı kadar olamıyor musunuz?Ve sizler, günlük gailelerin içinde öylesine kayboluyorsunuz ki, kendi çocuklarınıza ağıt yakmıyorsunuz. Yine o rezil eğlence programlarına reyting patlattırıyorsunuz, tatil günlerinde pikniklere koşuyor, oyun havaları eşliğinde göbek atıyorsunuz. Tuncay’ın gidip gitmeyeceğini, şehitlerinizden daha çok konuşuyorsunuz. Vurdumduymazlığınızla dünyayı şaşkına çeviriyorsunuz. Sizlerin duyarsızlığı üzerine iktidar bina edenlerin ekmeğine yağ sürüyorsunuz. Neden ispanyol halkının ETA terörüne karşı sergilediği dik duruşu sizler sergileyemiyorsunuz? Onlardan eksiğiniz ne? Kurtuluş savaşını siz yapmadınız mı? Ülkenin dört bir yanını işgalcilerden geri almadınız mı? Ne oldu size? şimdi niye böylesiniz? Gençlerinizin bir kum tanesi gibi avuçlarınızın içinden kayıp yere dökülmesine daha ne kadar sessiz kalacaksınız? Haydi, atın ölü toprağını üzerinizden. Kalkın ayağa. Silkelenin, silkeleyin.Sahip çıkın, gençlerinize, geleceğinize, ülkenize... Ve onurunuza...