Neden kaybettik?

Haberin Devamı ›
İki gündür gazetem FANATİK’te İstanbul’un hangi sebeplerden dolayı kaybettiğine dair sayfalar dolusu yazı yazdım. Oylamadan önce 2020’yi Tokyo’nun alma ihtimalinin yüksek olduğunu, İstanbul’un ise son aylarda patlak veren siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden dolayı pek şansının kalmadığını hatta kaybedeceğini dile getirme cüretini de (!) gösterdim. Vatan haini damgasını yeme pahasına! Ne yazık ki haklı çıktım. Haklı çıkmaktan da ayrıca hicap duyuyuyorum. Keşke bu sürecin başında olduğumuz günlerdeki gibi her şey güllük gülistanlık olmaya devam etseydi. Keşke Gezi protestolarında kendi insanımıza hoşgörülü davranabilseydik; keşke Suriye politikasında savaştan değil barıştan yana tavır alabilseydik; keşke dopinge karşı son iki yıldır değil, yıllar öncesinden sıfır tölerans politikasını benimseseydik; keşke şikeye karşı da sıfır tölerans gösterebilseydik; projemizde ve tanıtımmızda şehircilik ve tesisler konsepti yerine spor konseptini ön plana çıkarsaydık; keşke asıl ev sahibi olan Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı daha fazla ön plana çıkarsaydık, son sunumda konuştursaydık... İnanın kazanma ihtimalimiz çok yüksekti. Ben bugün burada yine aynı şeyleri tekrarlamak yerine daha farklı ve önemli detaylara değineceğim. İşte o detaylar:
Kocaömer’e yapılan muamele
Biliyorsunuz, artık olimpiyat oyunlarının olmazsa olmazlarından biri de paralimpik oyunlarıdır. Aday kentler, olimpiyat oyunlarının hemen akabinde paralimpik oyunlarını da düzenlemek zorundadır. Projelerinde paralimpikle ilgili de bir konsept sunarlar. Her aday kentin tanıtım komitesi, o ülkenin olimpiyat komitesi ile paralimpik komitesinden temsilcilerden oluşur. Ve her iki komitenin temsilcileri birlikte, eşgüdüm içinde çalışırlar. Bizde ise ne yazık ki böyle olmadı. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK), Türkiye Milli Paralimpik Komitesi’ni (TMPK) tabiri caizse dışladı. TMPK’ye eşit temsil hakkı tanımadı. Neredeyse bu işi tek başına yapıyormuşçasına bir görüntü verdi. Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’nin adaylığını açıklayacağı gün masada TMKP Başkanı Yavuz Kocaömer’e yer ayrılmadı. Türkiye’de engelli sporunu sıfırdan alıp paralimpik şampiyonları çıkarabilecek düzeye getiren Kocaömer, sonraki süreçte de yok sayıldı. Oysa uluslararası etkinliği ve prezentasyonu üst düzeyde bir spor adamı olan Yavuz Kocaömer, lobi çalışmaları sırasında çok büyük katkı yapabilirdi. Ama onun tarzından, etkinliğinden, karizmasından ürktü bazı spor adamları! Onunla çalışmak yerine onunla çatışmayı tercih ettiler. 2020 yolculuğumuzda Kocaömer’i tren kokpitinden uzaklaştırmakla kalmadılar, kompartımandan da attılar! Sonuçta paralimpik komitesinin yer almadığı bir heyetimiz oldu. Orada yer alan paralimpik şampiyonumuz Gizem Girişmen bütün samimiyetiyle eksiği gidermeye çalıştı ama üst düzey temsilci eksiği süreç boyunca sırıttı durdu.
İnsana yatırım yapabildik mi?
Gerek projemizde, gerekse tanıtım filmimizde eksik olan bir şey vardı: İnsan. Oysa olimpiyatların temel amacı insana yapılan yatırımdır. Biz akıllı binalarımızla, çağdaş tesislerimizle, doğu-batı senteziyle, medeniyetler ittifakıyla ve şehircilik konseptiyle IOC’nin karşısına çıktık. O binaları, o tesisleri kullanacak insanımız konusunda en ufak bir ipucu veremedik. Çünkü öyle bir yatırımımız, planımız, programımız yok. Binaları ve tesisleri yapmakla işimizin bittiğini düşünüyoruz. İnsana nasıl yatırım yapacağımız, 2020’nin sporcularını ne şekilde yetiştireceğimiz konusunda ikna edici projeler sunamadık maalesef. Burada önemli olan tesislerin oyunlar sonrası atıl hale gelmemesidir. Sürdürülebilir olmasıdır. Bunu sağlayacak olan da spor bilinciyle donatılmış, spor kültürü edinmiş insandır. Evet, insanımızın yüzde 83’ü İstanbul’a destek verdi ama o oranda bir aktif katılımda bulundu mu? İnsanı merkez alan spor organizasyonları, festivaller düzenledik mi? Hayır. Bu iş öyle son gün meydanlarde ekran başına kalabalık toplamakla olmuyor.
Olimpiyat şampiyonları nerede?
Her aday kentin, her ülkenin sportif bir vitrini vardır. Bizim de sayıları az olmakla beraber bazı özel sporcularımız mevcut. Başta Naim Süleymanoğlu... Naim, bugün dünyada en çok tanınan olimpik Türk sporcusudur. Ne adaylık sürecinde ne de tanıtım filmimizde Naim’e rastlayan oldu mu? Keza, en az Naim kadar yurtdışında şöhreti ve tanınırlığı olan ‘Asrın Şampiyonu’ unvanlı Hamza Yerlikaya. Bugün Güreş Federasyonu Başkanı olarak Türk sporuna hizmet veren Yerlikaya’nın bir kündesi, bir ters taklası, bayrakla minder etrafında attığı tur tanıtım filmlerimizde yer alamaz mıydı? Naim’in 1988 Seul’da ağırlığının üç mislini kaldırdığı müsabaka tekrar tekrar gösterilemez miydi? Her iki sporcumuzdan bütün süreç boyunca faydalanılamaz mıydı? Kuşkusuz, bunların hepsi yapılabilirdi, fakat yapılmadı. Bir bildikleri vardır diye düşünüyordum ama yokmuş!
Avrupa’dan oy beklemek!
İkinci tura kaldığımızda bütün Türkiye kazanacağımıza inandı. Benim gibi gamlı baykuşlar ise kaybedeceğimizi düşünüyordu. Neden mi? Önce siyasi sebepler. Evet, olimpiyatlar bir spor organizasyonudur. Ama arkasında siyasi ve ekonomik güçler vardır. Nihayetinde karar organı IOC de bu güçlerin kontrolündedir. Avrupa da bunun bir parçasıdır. Mısır darbesi ve Suriye kriziyle ilgili Başbakan Erdoğan’ın tutumunu hatırlayın. “Ey Batı!” diye atılan nutuklar hala belleğimizde. Hem bütün kötülüklerin müsebbibi olarak Batı’yı göreceksin, Batı’ya efeleneceksin, hem de Batı’nın oylarıyla olimpiyat alacaksın! Bir de işin teknik kısmı var. Roma, Berlin, Paris, St.Petersburg hatta kaybeden Madrid gibi kentler 2024’e aday olmaya hazrlanıyor. Aynı kıtaya iki kez üst üste olimpiyat verilmeyeceği gerçeğinden hareketle Avrupalı delegelerin bize oy vermesi mümkün değildi. Zaten vermediler de...
Jimnastik salonunun akıbeti!
Şimdi ne alakası var diyeceksiniz ama çok alakası olduğunu düşündüğüm bir konuya değineceğim. 15 milyonluk İstanbul’un nizami ölçülerde bir tane jimnastik salonu var. İstanbul’daki bütün jimnastik kulüpleri 40 yıldır çalışmalarını, yarışmalarını bu solunda yaparlar. Jimnastiğin mabedi gibidir o salon. Salon Vakıflar’a ait. Her yıl yenilenen sözleşmeyle kullanımı İstanbul İl Spor Müdürlüğü’ne veriliyordu. Sözleşme bu yıl yenilenmedi. Neden yenilenmediği bilinmiyor. Yetkililer de bu konuda açıklama yapmıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü de salonu yıkıp yerine bir şeyler yapacak, ama spor salonu değil elbette! Ne yapılacağını bilen yok! Toplanan 12 bin imza, açılan kampanyalar da kar etmiyor. İnsanların seslerine kulak tıkanıyor.. İstanbul’un nizami tek jimnastik salonu da böylece tarihe karışmak üzere gün sayıyor. İşte daha önce de değindiğim insana yatırım, insana değer verme olayı budur. İnsan odaklı düşünseydik, eskimiş olan mevcut salonu yeniler, çağdaş hale getirir ve yolumuza devam ederdik. Bununla da yetinmez iki üç tane daha jimnastik salonu yapardık. Çünkü jimnastik olimpiyatın üç ana sporundan biridir. Ve bizim kendi jimnastikçilerimize reva gördüğümüz muamele, 40 yıldır kullandıkları salondan kapı dışarı etmek! Üstelik adaylığımızın oylanacağı günlerde. Ne de olsa Bağlarbaşı kentin göbeği ve rantiyenin iştahını kabartıyor! Ne gereği var jimnastik salonunun!
Neden kazandılar?
Fazla söze gerek yok!
Tokyo’nun olimpiyatı kazanmasında birden fazla etken var. Tesislerinin ve altyapısının hazır olması, güçlü ekonomisi, ABD ile olan siyasi ve ekonomik bağları bunlardan bazıları. Ancak sosyal medyada dolaşan Tokyo Metrosu ile İstanbul Metrosu’nun haritası, iki kentin ulaşım sistemi fazla söze gerek bırakmıyor.
İSTANBUL METROSU
TOKYO METROSU