Şehit bir asteğmenin yarattığı dostluk...

Haberin Devamı ›
Abdülkerim Bayraktar... Bir Bursaspor taraftarı... 1981 yılında Ankaragücü taraftarlarının Bursaspor’u desteklediği Ankara’daki Bursaspor-Trabzonspor arasında oynanan TSYD Kupası maçında o da vardır ve henüz 13 yaşındadır. Sarı-Lacivertli taraftarların bu jesti, her Bursasporlu gibi onu da oldukça mutlu eder. Bir yıl sonra Bursa’da oynanan Ankaragücü-Beşiktaş maçında bu jeste karşılık verirler. Onlar da Ankaragücü’nü desteklemek için tribünlerde yerlerini alırlar. Başlangıçta bir Anadolu dayanışması gibi görünen bu durum, uzun yıllara dayanacak bir dostluk ve dayanışmanın temellerinin atılmasından başka bir şey değildir aslında. Bunun pekişmesi için ise, ne yazık ki bir trajedi yaşanması gerekecektir.
Aradan bir kaç yıl geçer. Abdülkerim Bayraktar büyür ve üniversite eğitimi için ikiz kardeşi Fehmi ile birlikte Ankara’ya gider. İki kardeş, burada okudukları 4 yıl boyunca sırtlarında Bursaspor formasıyla her hafta sonu 40 yıllık Ankaragücü taraftarı gibi tribünlerde yerlerini alırlar ve Başkent ekibini desteklerler.
Savur’da savrulan genç bir hayat
Okul sona erer ve Abdülkerim Bayraktar vatani görevi için asteğmen rütbesiyle kışlanın yolunu tutar. Yer, Mardin Savur’dur, ve ülkenin diken üstünde olduğu o netameli yıllardan biri daha yaşanmaktadır. Bayraktar, bir yandan eve dönüş için gün sayarken, diğer yandan da tıpkı soyadı gibi, emrindeki askerlere bayraktarlık yapmakta; dağ-taş, dere-tepe demeden terörist avına çıkmakta, ülkesini savunmaktadır.
Takvim yapraklarının 11 Ağustos 1993’ü gösterdiği puslu bir gecede hain bir saldırı Abdülkerim Bayraktar’ın görev yaptığı birliği hedef alır. Çıkan çatışmada alçak bir kurşun genç asteğmeni bulur ve narin bedenini toprağa düşürür.
Acı haber Bursa’ya tez ulaşır. Her şehit evi gibi Bayraktar’ın evine de ateş düşer, yürekler bir kez daha dağlanır. Haber, yalnız Bayraktar’ın evini değil, Bursaspor ve Ankaragücü tribünlerini de alt üst eder. Arkadaşlarının zamansız gidişi onlara tarifi imkansız bir acı verir.
İki kenti birleştiren harç; acı
Şehit asteğmenin cenazesi görülmemiş bir dayanışmaya sahne olur. Ankaragücü taraftarları formalarını giyip cenazeye katılmak için Bursa’ya akın eder. O sezonun açılışında Ankaragücü kulübü Abdülkerim için saygı duruşunda bulunur ve Bursaspor’un ilk maçına da gelip, ellerinde “Acınız acımızdır, Abdüller ölmez” pankartı açarlar ve sırtlarında formalarıyla sahaya çıkarlar. O günden sonra iki takım taraftarları arasında ölümsüz bir dostluk ve kardeşlik köprüsü kurulur. Ve her Bursa maçının 6. dakikasında Bursaspor taraftaları Ankaragücü lehine; her Ankaragücü maçının 16. dakikasında da Ankaragücü taraftarları Bursaspor lehine sloganlar atarlar. İki takım arasındaki maçlarda ise, karşılaşmanın başlamasına saatler kala buluşulur, bir yerlerde yemekler yenir ve birlikte stada gidilir. Eğer buluşma Bursa’daysa, Abdülkerim Bayraktar’ın mezarı ziyaret edilir, saygı duruşunda bulunulur, şehit asteğmenin ruhuna fatiha okunur.
Dostluk için keşke birileri ölmese...
Bu, dünyada eşi, benzeri görülmemiş bir dostluk hikayesidir. Geçtiğimiz pazar günü gittiğim Bursaspor-Ankaragücü maçında yaşananlara ben de tanık oldum ve çok etkilendim. Ve içimden keşke dedim;
keşke, bütün takımlar arasında böylesi bir dostluk ve kardeşlik köprüsü kurulsa;
keşke, böylesi anlamlı birliktelikler için Abdülkerim Bayraktar gibi gencecik insanlarımızı yitirmesek;
keşke, iki takım birbirlerine gösterdikleri saygı ve sevgiyi başka takımlara da, örneğin Beşiktaş’a da gösterse;
keşke, “Ali Durmaz Çocuk Tribünü” gibi tribünler başka statlarda da çoğalsa; kadını, erkeği, genci, yaşlısı, çoluk-çocuk herkes bir arada; kavgasız, küfürsüz insanca maçlar seyredilse...
Keşke, keşke, keşke...