Tuzak...

Haberin Devamı ›
Kutup ayılarını avlamak isteyen avcı, karlar üzerine ağzı jilet kadar inceltilmiş bıçağı ters gömüp etrafına su dökerek buz tutmasını sağlarmış. Buraya taze hayvan kanını sürermiş. Kan kokusunu alan kutup ayısı bıçağı yalamaya başlar ve dili kesilirmiş. Ancak kanın tadı ve soğuk hava nedeniyle dilinin kesildiğini fark etmezmiş. Dili kanadıkça daha çok kan emmek için yalamaya devam edermiş. Her çabasında dili biraz daha parçalanırmış. Kutup ayısı kan yalama sonunda bitkin düşer ve kan kaybından ölürmüş. Avcı da gelip derisini yüzer, zedelenmemiş kürkü zahmetsizce elde edermiş.Avcılar, ayıları kurşunla vururlarsa ayının postu delinir ve bu yüzden çok para etmeyeceği için bu yolu denerlermiş. Ben küçücüktüm, çocuktum. Hayatın elinde kırık bir oyuncaktım. Ve ondan dolayı olacak ki, hep kendi oyunlarımdan kırardım. Ama farkındaydım. Büyükler de uğursuz bir oyunun parçasıydı. Hatta koca ülke paramparça bir oyuncaktı; başkalarının ellerinde!.. İstedikleri zaman kırıyorlar, istedikleri zaman onarıyorlardı! Yeniden yeniden oynamak için!.. Bir uçtan bir uca savrulan milyonlar, sinsi bir tuzağın pençesindeydi. Tıpkı kendi kanını emen kutup ayıları gibi. O zaman yaladıkları bıçağın adı, sağ-sol kutuplaşmasıydı. Evlat babaya düşman oldu; kardeş kardeşi kırdı. Binlerce insan öldü. Sağ-sol zıtlaşmasının yeterli olmadığı zamanlarda devreye alevi-sunni cepheleşmesi sokuldu. Sonunda kendi kanlarını emerek cansız düştüler yere. Avcı da geldi rahatça kürklerini topladı!Kurşun askerlerin, çocukları kurşuna dizdiği o netameli yıllar!Büyüdüm, büyük bir çocuk oldum. Başı hülyalı, yüreği sivilceli bir ergendim. Lakin aşka vakit yoktu! Hiç çocuk olmadan büyüyenler, oyunun içine beni de kattı. Kurşun askerlerin çocukları kurşuna dizdiği o netameli yıllarda, ben de, adı kominist-faşist kavgası olan yerdeki keskin bıçağı yaladım. Sınıf arkadaşıma, mahallede beraber büyüdüğüm komşu çocuğuna düşman oldum. Onlar da bana düşman kesildi. Bilmiyorduk ki, dilimizde kendi kanımızın tadı varmış. Kanımızın çekildiğini hissetiğimiz anda iş işten geçmişti. Avcı bizi de avlamıştı! Fatura ağırdı: Evladını kaybeden ebeveynler, öksüz-yetim kalan çocuklar... Ocağı bir daha tütmeyen yuvalar... Asla bulunamayan kayıplar... Mum gibi sönen hayatlar... Hasbelkader ayakta kalabilen ama kırkını göremeden yitip gidecek yarım yamalak insanlar... Ve harap olmuş bir ülke... Fırtınadan sağ kurtulanlar içindeydim. Yeni bir hayat arıyordum. Uzun ince bir yola vurdum kendimi. Ne var ki, hiçbir yere yetişemeyen bir yetişkindim! Yürüdüm, koştum. Düştüm, kalktım. Kaçtım, kovaladım. Vurdum, vuruldum. Ama çokça dövüldüm! Ve daha da çokçası, kırıldım.Her tuzağa düşüyoruz, kendi kanımızı içiyoruz!Mamafih hiçbir şey değişmedi benim ülkemde. İnsanlar yine aynı. Bu kez yerdeki bıçak sayısı bir hayli fazla. Avcı bizi tamamen bitap düşürmeye yeminli sanki... Önce Türk-Kürt çatışmasını sundular önümüze, sonra dinci-laik. Arada bir de Türk-Ermeni zıtlaşması servis ediliyor. Birinden kurtulan, diğerine yakalanıyor. Hepsini bertaraf eden, bu kez, yüzde yüz yerli avcıların kurduğu tuzağa; futbol fanatizmine teslim oluyor. Ortalık kin, düşmanlık, sevgisizlik ve nefretten geçilmiyor. Dağlar dağa küsmüş, aşıklar aşıklara... Kardeş kardeşe kinleniyor, dostlar dostları vuruyor. Yerler bıçak dolu... Ve biz yine o bıçakların başındayız! Her yer kan revan... Bir türlü akıllanmıyoruz. Zavallı kutup ayılarından bir farkımız yok! Her tuzağa düşüveriyoruz. Her tuzakta kanımız biraz daha çekiliyor. Kendi kanımızı, kendimiz içiyoruz. Biraz daha eksiliyor, biraz daha kayboluyoruz.Birileri de kuytu bir yerlerde bir ulusun çöküşünü ellerini ovuşturarak ve pis pis sırıtarak seyrediyor. Biraz akıl, izan, insaf ve vicdan lütfen...Söyler misiniz, bize çok mu uzak bunlar?..