‘’Portekiz'de de aynı senaryo‘’
İstanbul’daki ilk maçta oyunun kontrol eden de topla çok oynayan da Galatasaray’dı... Ancak 90 dakika sonunda tabelada yazan skor Benfica lehineydi. Rövanşta da oyunun büyük bölümünde Galatasaray, Benfica alanındaydı. Bu görüntü Galatasaray iyi olduğu için mi, yoksa Benfica izin verdiği için miydi? Ya da Benfica’ya gol lazım olsaydı hücumda daha ileri gider miydi? Portekiz ekibi, iki maçta da Galatasaray’a ceza sahasının 10 metre uzağında oynama izni verdi.
Bu mesafenin bir adım ilerisine geçilmesine müsade etmedi, niyetlenenin önüne de anında duvar çekti. Benfica; Belhanda’nın dar alanda bozulduğunu, Feghouli’nin 2-3 pozisyon parlayıp durduğunu, Donk’un dikine gitmediğini, Onyekuru’ya da ufak omuz darbesinin yettiğini çok iyi analiz etmiş. Galatasaray’ın zaaflarını çözdükten sonra Benfica da haklı. Bu şartlarda top Galatasaray’da olsa ne olur olmasa ne olur!
Gecenin sorusu
Diagne’nin performansı yerlerde. Mitroglou listede yok. ‘Eren Derdiyok’ Florya’da mı, yoksa ihtiyaç halinde kullanmak için kulübede mi olmalıydı?
Maçın starı
İkili mücadelelerin tamamını kazandı. Bireysel çabasıyla takımı en çok hücuma taşıyan isimdi. Oyunu iki yönlü hatasız oynayan Ndiaye gecenin en fazla ön plana çıkanıydı.
Maçın olayı
Maçın 85. dakikasında yaşandı... İlk kafayı vuran Diagne de ofsayt değildi, kaleciden dönen topu filelere yollayan Emre de. Turun adını değiştirir mi bilinmez ama Galatasaray’ın buz gibi golü uçtu.
Kısa mesaj
Çağdaş orta saha (!) Belhanda küçük maçların büyük, büyük maçların küçük orta sahası olmaya devam etti. Yeni sezon için Galatasaray şimdiden kolları sıvayıp büyük maç kazandıracak orta saha aramaya başlasın.
‘’Gerçek gündem ‘İdareci'ler!‘’
Yönetici; fikir üretir, yön verir, risk ve karar alır... İdareci; adı üstünde mevcut durumu korur, büyük kararlar alamaz... Geçen sezonun başından bu yana golcü arayan, bundan ders almayıp ikinci yarının ilk maçında da takımı sahaya forvetsiz çıkaran ekibe yönetici değil, ‘idareci’ denir... Soğukta tribünlere giden taraftarlarla, forvetsiz oynamaya mahkum edilen Fatih Terim sizce bu şartları daha ne kadar ‘idare’ eder? Galatasaray dün 6-0’lık skorla fark attı yarışın içinde kaldı. Fatih Terim, öğrencileri ve taraftarlar ‘idareci’lerin yapamadığını yapıp krizi bir maç daha ‘yönetti’. Kamp döneminde Galatasaray savunma ve orta saha açısından hazırlıklarını iyi yapmış. Zaten takımla ilgili sorun yok, sorun ‘idareci’lerde...
Gecenin sorusu
Şimdi bana soracaklar; Şu skora bu yorumu mu yazdın? Bugün yarın Alan gelecek. Rakip sıkıntılı Ankaragücü değil de Başakşehir olsa fark 9’a çıkabilirdi. Carvalho da gelince heyecanını tükettiğiniz boş tribünlere oynardı.
Maçın starı
İlk yarının son haftaları ve ikinci yarının ilk maçı... Harika bir Onyekuru var sahada... Ankaragücü maçında da yakaladığı şansları hatasız değerlendirdi. Tek sorunu satın alma opsiyonunun olmaması. Sonu gözüken bir evlilik gibi.
Maçın olayı
Sahada gözler yeni transfer Marcao’nun üzerindeydi. Toplara ilk müdahalesi yerindeydi. Zamanlama açısından sırıtmadı ve hızlı çıkışlarıyla göz doldurdu. Her ne kadar Ankaragücü’nün Marcao’yu sıkıştıracak hali olmasa da ilk maç için iyi başlangıçtı.
Kısa mesaj
Mesaj yine ‘idarecilere...’ Hocası kenarda olmayan, forveti bir türlü gelmeyen takım ikinci yarıya 6-0’lık galibiyetle başladı. Ya bu takıma uyum sağlayın ya da görevinizi ‘yöneticiler’e bırakın.
‘’Terim'in helvası!‘’
Helva yapmanın tarifi kolay. İş malzemede ve ahçının el lezzetinde. İşin olmazsa olmazı da un ve şeker.
Galatasaray'da ortaya bir helva çıkacak; usta dersen var eli lezzetli, ama malzeme eksik. Bir hafta un olsa şeker olmuyor, şeker olsa un olmuyor. Fatih
Terim; biraz un, biraz şekerle şu ana kadar öyle helvalar yaptı ki, onu en çok yiyen de malzemeyi almayan yönetim oldu. Şunu da not olarak buraya bırakalım; eğer ara transferde yönetim malzeme almazsa bu kez helvayı taraftar kavurur...
***
Oyun felsefesi her zaman 'En iyi savunma hücumdur' olan Fatih Terim, Schalke maçında çok erken bir zamanda ilk kez 'En iyi savunma defansı doldurmaktır' dedi.
Terim 22. dakikada Donk'u savunmaının göbeğine aldı. Schalke ataklarında 5'li defansa döndü. Bu anlayış iki farklı şekilde yorumlanabilir; zaten sıkıntılı olan hücumu tamamen bitirmek ya da takımın verdiği S.O.S'i erken alıp, kötü futbola rağmen 1 puanı bu hamleyle kurtarmak...
Bu sorunun cevabını vermek aslında çok kolay; ne o Belhanda ve Ndiaye ile ne de o Sinan Gümüş, Rodrigues ve Eren ile hücum organizasyonu yapılabilirdi.
Antalya maçında Donk-Maicon ikilisini hücuma almak radikal ama doğru karardı. Aynı Donk'u da geriye çekip 5'li savumaya dönmek Terim tarzı olmasa da eşdeğerde radikal ve amacına ulaşan bir hamle. Maçın da kırılma anı.
***
Schalke adına sahanın en faydalı isminin Belhanda (!), Galatasaray'da ise kaleci Muslera ve defanstan Ozan'ın yıldızlaştığını düşünecek olursak o maçı çok da konuşmaya gerek yok. Galatasaray'ın kalan maçlarının ikisi deplasmanda. Günümüz futbolunda Şampiyonlar Ligi'nde gücü yakın takımlar arasında deplasmanda oynamak artık daha avantajlı. Ev sahibi yaratıcı, agresif ve baskılı oynamak zorunda. Biraz iyi savunma ve iyi kontratak yapan bir deplasman takımı her yerden puanlar çıkarabilir.
Galatasaray ligde lider, Şampiyonlar Ligi’nde potanın içinde... Bu kadar eksik malzemeyle bundan daha lezzetii helva da çıkmaz...
‘’Telles koltuğu çekti‘’
Hamit sakatlığından sonra Hamza Hamazoğlu’nu iki senaryo bekliyordu; Kazanırsa ‘Emre Çolak değişikliği dahice’ denecek, kaybederse ‘Hamit’in yerine Melo girmeliydi’ eleştirisi yapılacaktı. İkincisi oldu... Bana göre ne Emre’nin girmesi hataydı, ne de Melo’nun tercih edilmemesi. Tek hata Telles’in yine sol bekte olmasıydı. Sol açık oynayan Telles’e ‘evet’ ama savunmada olmuyor. Maç eksiğine rağmen Semih stoperde, Hakan Balta savunmanın solunda oynasaydı bu kadar sıkıntı yaşanmazdı. Galatasaray defansında Sabri (Olcan), Chedjou, Semih, Hakan Balta alternatifi dışındaki tüm değişiklikler hayal kırıklığı oluyor. Telles; ilk yarıdaki etkisiz Trabzonspor ortasını kaleci gibi karşıladı. Elleri açık, net penaltı ama hakem görmedi. Trabzonspor’un ikinci golünde ise pozisyonu sadece izledi... Çok net bu Brezilyalı’yı kaleden uzak tutacaksın. Telles bir hatayla resmen takımın altından liderlik koltuğu çekti.
Yarış henüz bitmedi
Trabzonspor kazandı, Galatasaray da kazanabilirdi... Öyle bir maçtı... İki takım için de geldi gitti... Galatasaray liderliği kaybetti, avantajı kaybetti ama yarış bitmedi. İlk yarım saat Trabzonspor oynadı golü buldu... Sonra Galatasaray kontrolü ele aldı, beraberliği sağladı... Son 20 dakikada Trabzonspor noktayı koyan taraftı. Skoru filan bir kenara bırakın... Dakika 90+2... Galatasaray gol atmak zorunda, Trabzonspor ise kalesini korumak... Ama bizim izlediğimiz kavga... İki takımın kalecisi, fırlayıp olay yerine geliyor... Kulübede Özer, kırmızı kart görüyor. Atacaksın arkadaş... Tribünü gereni, kavga edeni, eline koluna sahip olamayanın yüzüne kırmızı kartı yapıştıracaksın. Yapmıyorsan ‘kavga’ bitmiyor demeyeceksin ... Değil mi Sayın hakem Ali Palabıyık!
‘’Burak olsaydı!‘’
Arena'da dün mücadele vardı, heyecan vardı, gol vardı ama tek şey eksikti; silahlı saldırıyla ilgili sağduyu... Onu da biz tamamlayalım; Geçmiş olsun Fenerbahçe...
75 ve 90. dakikalar haricinde maç beklendiği gibi Galatasaray'ın kontrolündeydi. Oyun içinde top Karabükspor'da daha çok gözükse de, Yılmaz Vural'ın öğrencileri Galatasaray'ın izin verdiği sınırlarda oynadı.
Burak Yılmaz tam maçında kadroya giremedi. Sahada Umut değil, Burak olsaydı Galatasaray erkenden farkı açar, sezonun en farklı galibiyetlerinden birini alabilirdi. Umut'un presine, mücadelesine lafımız yok ama son vuruşları çok basit kullanıyor.
Hamit sahanın en iyilerinden birisiydi. Melo'nun yokluğunu hissettirmedi. Kontrollü oyunu, isabetli pasları ve yerinde müdahaleleriyle işini hatasız yaptı.
Bruma için söylenecek söz yok. Karabükspor'un kapasitesi belli. Oyunun büyük bölümünde hücuma çıkıp dönemediler. Orta sahaları oyunun genelinde düştü. Tekniğini, hızını böylesine bir rakibe karşı gösteremiyorsan, kime göstereceksin? Olcan 1 dakika sahada kaldı, asistiyle Bruma kadar iş yaptı.
Hamza Hamzaoğlu, Galatasaray'a çok şey kazandırdı ama asıl hediyesi Yasin oldu. Mancini ve Prandelli'nin yüzüne bakmadığı Yasin, şimdi Sneijder kadar önemli bu takım için. Hamzaoğlu risk aldı kazandı.
Galatasaray 1 günlük aradan sonra liderliği geri aldı. Ancak Hamza Hamzaoğlu'nun 70. dakika ve sonrasına çözüm bulunması şart. Başakşehir 2-0'dan beraberliğe gelmişti, Karabükspor da çok zorladı. Sneijder işi bitirmese, son 4 dakika yine kabus olabilirdi!
‘’Resmen bitmişiz...‘’
İnsan içinde olunca fark etmiyor, biraz dışardan bakınca tabloyu çok net görüyor...
Tribünümüz de bitmiş, yöneticiliğimiz de bitmiş, futbolumuz da bitmiş. Ya da hiç başlamamış biz var sanmışız...
İlk kez bir El Clasico heyecanı yaşadım... Futbol kültürüne, tribün seviyesine, saygıya, topun gerçekten nasıl kullanıldığına şahit oldum...
O kadar çok detay var ki dikkat çeken...
Real Madrid'in stada gelişi...
Maça giderken başladı her şey.
1.5 saat önce stada ulaştım. Kapılar açılmamıştı... Bizdeki gibi 'kapılar açılsın, çatışmalar başlasın' yok. Sakin bir şekilde insanlar giriş izni bekliyor. O sırada bir siren sesiyle irkildim. Barcelona taraftarının tam ortasından trafik polisi ve iki beyaz otobüs geçti. 5-10 kişiden yuhalama sesi çıktı. Yanımdankilere sordum 'kim bunlar' diye 'Real Madrid geldi' dediler. Nasıl yani... Nerede 200-300 polis, şişe ve taş atanlar... Yok öyle bir şey... Real Madrid yürüyerek gelse, elini kolunu sallayıp girecek...
Üst araması yok
Kapılar açıldı... Medya mensubu gibi değil, taraftar olarak Barcelona trübünündeki yerime hareketlendim. Birinci kapı, ikinci kapı derken bir anda kendimi tribünde buldum. Ee kim arayacak beni? Cebimdeki bozuk paralar kim alacak? Dayanamadım neden aramadıklarını yanımda oturan İspanyol'a sordum... Net cevapladı; "çanta varsa bakarlar... Onun dışında aramazlar. Yanlış bir şey yaparsan bir daha hayat boyu maça gelemezsin..." Yani durum bizdeki gibi değil... Sahaya dalıp, sonraki maç tribüne giremiyorsun. Bir taşkınlık yaparsan başına neler geleceği belli... Polis seni aramıyor ama mesajı net; varsa cesaretin yap, sen bilirsin.
Adamı dövecekler..
Stada girişim 1.5 dakika sürdü. Maçın başlamasına 20 dakika kala 100 bin kişi oldu stat... O ne? İki sıra önümde Real Madrid formalı, sırtında Bale yazan 20-25 yaşlarında bir genç... Barcelona tribününe girmiş. Kendi kendime üzüldüm; 'birazdan parçalarlar bu adamı' dedim. Yok öyle şey. O genç, Barcelona tribününde, Real Madrid formasıyla 90 dakika maç izledi. Ronaldo'nun golünde ellerini kaldırdı... Tek kişi sesini çıkarmadı, bakmadı... Bakamazsın, dokunamazsın, karışamazsın... Kişilik haklarına müdahale edersen yanarsın.
Kapaksız şişeler...
Tribünde büfeden iki şişe su aldım... Adam kapağını açtı, birini uzattı. İkincisini açarken durdurdum; 'açmayın sonra içiceğim' dedim... 'Olmaz buradan kapaklı içecek alamazsınız.' dedi... Şaşırdım... 'Güvenlik önlemi' dedi ve devam etti; 'kapaklı şişeyi her hedefe atabilirsiniz ama kapaksız gitmez'. İşte taraftar için aldıkları tek önlem bu...
Ronaldo nefreti
Maça yarım saat kala bir anda Camp Nou'yu uğultu kapladı. Sakin, kibar Barcelona taraftarı canavara döndü. Sebebi çok geçmeden ortaya çıktı; Ronaldo... Barça taraftarının Ronaldo'ya duygusu çok net; nefret. Gördükleri yerde 'messi' diye bağırıyorlar. Bizden farkları şu; rakibin en sevilmeyen futbolcusunu sadece yuhalıyorlar. Başka bir girişim yok.
Futbol kalitesi
1. dakikadan son saniyeye kadar tempo, heyecan, mücadele var. Ligimizde 5-10 dakika gördüğümüz tempo La Liga'da 30-40 dakika seviyesinde. Tribün olarak da, futbol olarak da çok gerideyiz. Top sahadayken pür dikkat izlemeniz şart. Tribünü izlerseniz çok şey kaçırırsınız. En azından benim gibi Luis Suarez'in golünü göremezsiniz.
1.5 dakikada girdiğim stattan 1.5 dakikada çıktım. Hem de 100 bin kişiyle aynı anda.
Protokol arabası filan yok. Taraftarlar arabalara göre değil, arabalar taraftarlara çıkıyor. Öncelik halkın.
Ne yazsam, ne kadar yazsam bir çok insanı sadece bu bölümü ilgilendirecek; Evet biz tribünde İspanyollar'dan daha çok bağırıyoruz... Tek artımız bu. Ama kalan bölümlerde ne yazikki yokuz...
‘’Bahane yok!‘’
Selçuk’un şutu kaleye girse…
Burak aşırtmak yerine, yerden vursa…
Hamit’in füzesi az sağa gitse…
Yasin’in karşı karşıya pozisyonu gol olsa…
Olmuyor işte…
Bunların hepsi kazanmayı isteyince, inanınca oluyor…
Fenerbahçe; Kadıköy kalesini yine yıktırmadı, seriyi 17 yıla taşıdı.
İlk yarım saatte Kadıköy’deki son yılların en iyi Galatasaray’ı vardı. Fenerbahçe’nin baskılı başlangıcını kesen, farkı getiren erken golü yemeyen…
Ancak 30. dakikadan sonra rüzgar tamamen döndü. Fenerbahçe kontrolü aldı, pozisyonlar bulmaya başladı ve Galatasaray’ın omzuna ‘Kadıköy stresi’ni yüklemeye başladı.
Galibiyet golünün 81. dakikada geldiğine bakmayın… Kuyt’ın ıskası, Emenike’nin kafası, Emre’nin frikiği gol olsa skor bambaşka olurdu.
Hamza Hamzaoğlu kazanmak için çıktı. Golü düşündü. Hamzaoğlu inandı ama 16 yıldır olduğu gibi 11 adam bir türlü inanamadı kazanacağına.
Sneijder taraftarın en çok olmasını istediği maçta yoktu. Hamit hatalı geri pasıyla Hakan Balta’yı sakatladı! Muslera bir hata yaptı, tam yaptı… Chedjou’nun, Kuyt’ın golünde yaptığı müdahale taraftarın televizyonda yaptığı kadardı! Sadece baktı…
Derbide Emre, Mehmet Topal, Gökhan Gönül ekstra iyiydi. Ama kaleci Volkan gecenin yıldızıydı. Skoru değiştirecek 4 kritik hamleyi de kusursuz yaptı.
Pozisyon buldun mu; buldun… 81’de skor hala 0-0 mıydı, evet... Kontratak şansın var mıydı, vardı…
Sonuç; 1-0 Fenerbahçe kazandı… O zaman üretilecek bahane yok…
‘’Bruma'ya ders!‘’
Galatasaray için galibiyetin iki güzel özeti var;
Birincisi Fenerbahçe derbisi öncesinde moral... İkincisi rakipleri oynamadan bu hafta da garantilenen liderlik...
Zirve geçtiğimiz hafta piyangodan çıkmıştı, bu hafta Aslan'ın koltuğu oldu.
Galatasaray, Arena'da yine rakibi boğarak başladı. Erken gol buldu, farka koşacağının sinyallerini verdi. Ancak bu senaryo Bruma ile çabuk bitti.
Eğer Bruma, yaydan çıkan ok gibi fırladığı pozisyonda bencillik yapmasa, Galatasaray sezonun en farklı galibiyetlerinden birini alabilirdi.
Bruma; son 3-4 haftadır böyleydi, dün de değişmedi.
Boyundan fazla para aldı, aldığının yarısını veremedi daha. Eskiden son vuruşları sıkıntılıydı, şimdi çalımları da yok. Topu ayağına aldığı zaman taraftarın yaşadığı heyecan düştü. Belli ki futbol dışında bir dünyada... Yorgun... Ayakları dolanıyor. Hamit, Bruma'dan 12 yaş büyük, iki kat daha fazla koşuyor...
Bruma dışında herkes için olumlu bir şey yazılabilir.
Ama Sneijder yine başkaydı... Ne zaman iyi oynasa şu soru geliyor insanın aklına; bu adamın, bu yaşta, bu futbolla bizim ligimizde ne işi var?
Sneijder'in son 20 dakika performansı enfesti. Nasıl adam eksiltilir, nasıl şut çekilir, nasıl pas verilir... Hele golden önceki ilk vuruşu, dönen topu takibi, açı darken attığı şut tam derslikti... Hem de ilk olarak Bruma'nın çalışması gereken bir ders!