‘’SARI Evet KIRMIZI Hayır‘’
Caner’i oyundan ihraç etmekle takımın ve hocasının en çok ihtiyaç duydukları özgüvenin, takım şahsiyetinin, zor anlarda göstermeleri gereken isyan refleksinin oluşmasını sağladı. İlerleyen haftalarda bu kazanım fazlasıyla saha sonuçlarına yansıyacaktır. Bu yansımanın başlangıcının bu akşam olması dileğiyle Fenerbahçe’nin saha içi kurgusunun giderek netleştiğini söyleyebilirim.
Geçen hafta, “Kuyt, Stoch ve Cristian’ın ne zaman ne yapacakları belli değil” demiştim. İlk tekzip Kuyt’tan geldi. Bu performansıyla kesinlikle takımın vazgeçilmezidir. O kadar çok koştu ki, maçın sonlarına doğru başına bir şey gelecek diye korktum. Cristian’a gelince ikinci yarıda takımın isyankar ruhu ona da yansıdı ve çizgisini ileriye taşıdı. Belli ki Aykut Kocaman, kafasında 11 futbolcunun 10’unu belirlemiş durumda. Kararsız kaldığı yer orta sahanın solu. Şayet Krasiç onu hayal kırıklığına uğratmasaydı bu kadar arayış içinde olmazdı. Bir hafta Stoch, diğer hafta Caner, bazen Sow görev alıyor. Eskişehir maçına Caner ile başlamasının tek sebebi rakibin ofansif gücüne karşı önlem alma arzusu olarak açıklanabilir. Ama 2. devredeki 10 kişilik başkaldırı ve bunun sonucu gelen iyi futbol, Aykut hocanın daha cesur hamleler yapması gerektiğini ortaya çıkardı. Onun yerinde olsam bu pozisyonda top tekniği yüksek oyuncuları yarımşar devre değişken olarak kullanır, Kuyt’ı örnek almalarını söyler, yoruldukları anda diğeri ile değiştirirdim.
Gelelim Marsilya maçına. Bu akşamki maçın olmazsa olmazı sakatlanmamak ve cezalı duruma düşmemektir. Fenerbahçe son iki maçına cebinde büyük bir kredi ile çıkıyor. Bugün kaybetse bile sahasındaki son maçta alacağı bir puan onu bir üst tura çıkaracak. Bunun için de son maça eksiksiz çıkma zorunluluğu var. Bugün kırmızı kart görecek futbolcu ancak tek bir şartla mazur görülebilir. Maçın son dakikasıdır ve berabere devam ediyordur, rakip tek başına ilerlemektedir, eyvallah. Ama itirazdan, lüzumsuz ikinci sarı karttan takımın eksik kalması kabul edilemez.
Son sözümüz de Fenerbahçe Yönetimi’ne; Eskişehir maçından sonra sürüklenmek istenen kaos ortamını iyi etüd edip, sakinliklerini ve sabırlarını korumaları sadece Fenerbahçe camiasını değil, Türk futbolunu da yeni bir çamur dalgasından korudu.
‘’Fenerbahçe'nin 8+3'ü‘’
Geri kalan üç futbolcunun ne zaman ne yapacakları takımın geleceğini belirleyecek. Üçlünün en yaşlısından başlayalım.
Kuyt: Takımın en iyi niyetli futbolcusu ama sezon başındaki olumlu görüntüsünü Mönchengladbach maçı hariç sürdüremedi. Bu konuda Aykut Kocaman’a çok iş düşecek. Şayet Kuyt ile devam edecekse oyun sisteminde mutlaka değişiklikler yapmak zorunda. Kuyt topla ceza sahası içinde buluşup tek vuruşla sonuca gidebilecek bir futbolcu. Onun orta sahada topla buluşup karşısındakileri ipe dizer gibi geçip gol atmasını veya attırmasını bekleyemezsiniz. Kadroda bunu yapsa yapsa Krasiç yapar. O da bu güçsüz haliyle kadroya bile zor girer.
Stoch: Son maçta biraz kıpırdadı. Sow’a ‘al da at’ diye verdiği pas muazzamdı. İdeal kanat oyuncusu olabilmesi için fizik gücünü çok ama çok artırmalı, futbolun defans tarafında da var olmalı.
Cristian: Fenerbahçe’nin en yaratıcı oyuncusu. Oyunun bazı bölümlerinde melankolik aşıklar gibi dalıp gidiyor. O dalıp gittiğinde takımın ofansif etkinliği sekteye uğruyor. Oyunun tamamına yakın bir bölümünde var olan Cristian tek başına bile takımı çekip çevirebilir. Yeter ki dalıp gitmesini engelleyecek bir uyarıcı bulunsun.
Bu değerlendirme Fenerbahçe’nin Avrupa Ligi’nde ilerleyen turlarda Anzhi, Liverpool, Atletico, İnter, belki Şampiyonlar Ligi’nden gelecek Manchester City, Dynamo Kiev, Juventus gibi takımlarla eşleşildiğinde onları eleyebilmesi maksadıyla yapılmıştır. Yoksa konu Türkiye Süper Ligi ise bu kadro zaten ya birinci ya ikinci olur. Camia artık bir bütün olarak çıtayı yükseltmeli ve Avrupa’da başarıyı hedeflemelidir.
‘’Berabere bitmesin‘’
Fenerbahçe, sahasındaki son maça her şeyiyle eksiksiz olarak çıkmak mecburiyetinde. Takım bu haliyle ne yazık ki fazla güven vermiyor. Bu güvenin tekrar kazanılması öncelikle iyi futbol ve iyi sonuçlar alınmasından geçecek. Aykut hocanın beceri düzeyleri daha yüksek oyunculara şans vermesi gerekir. Son maçta az da olsa forma şansı bulan Sezer, ayağına top yakışan bir oyuncu. Sezer’in maç kondisyonunu arttırıp daha uzun süreler alması orta sahaya güç katabilir.
Ahmet Suat Özyazıcı futbolcularına derdi ki: “Kötü futbol oynayabilirsiniz ama kötü koşamazsınız.” Eğer Fenerbahçeli futbolcular Mönchengladbach maçında toplam 120 kilometre koşabildilerse Antalya maçında da, Akhisar maçında da aynı mesafeyi koşmak zorundaydılar. Bir önceki maçın hakemi Mete Kalkavan, Salih’in kaptırdığı toptan sonra attığı deparla benim oyuncumu geride bırakıyorsa; bu olay başlı başına terapi konusudur, motivasyon konusudur, Ziya Paşa’nın şiirindeki gibi tekdir konusudur.
Bir paragraf da emektar Kuyt’a ayıralım. Forrest Gump filmini hatırlarsınız. Tom Hanks er rolündeydi ve Vietnam savaşında yaralanan arkadaşlarını sırtına alıp onları kurtarmak için devamlı koşuyordu. Kuyt da öyle, son derece iyi niyetli olarak devamlı koşuyor. Kuyt özellik olarak ceza sahası içinde topla buluşursa etkili olabilecek bir oyuncu. Siz Kuyt’tan Alex gibi asist bekleyemezsiniz. Takımın orta saha yapısının Kuyt ve Sow’a servis yapabilir hale dönüşmesi gerekir. Bunun yolu da Cristian’ı, Sezer’i kazanıp gol paslarının sayısını artırmaktan; devre arasında da Tina Costa’yı mı, Lampard’ı mı alısınız, orta sahaya mutlaka ama mutlaka takviyeden geçer. Bu operasyon için gerekli kaynak kulübede duruyor. Bienvenu ve Stoch’tan bu saatten sonra hayır geleceğini düşünmüyorum.
‘’Üçün ikisi giderse‘’
Fenerbahçe’de geçen sene Alex’ti, Emre’ydi, Cristian’dı. İyi futbol, iyi futbolcuların bir arada çok koşarak oynamaları sonucu ortaya çıkan çok basit bir oyundur. İyi antrenör, iyi futbolcuları bulup onları iyi çalıştırarak iyi futbol oynatabilen antrenördür. İyi yönetim, bu taşları yerine koyabilecek profesyonel bireyleri işe alan yönetimdir. Bu konuda en iyi örneklerden biri “Yanında kendisinden daha yetenekli kişileri çalıştırmayı becerebilen kişi” diye söz edilen eski Amerika Başkanları’ndan Gerald Ford’dur..
Fenerbahçe, bir arkadaşımın söylediği gibi “Kötü oynamak için bu kadar para harcamaya gerek yok“ dedirtmektedir. Geçen sene ligi ezeli rakibinin ardında bitirmiş olan Fenerbahçe, elinde pas yapabilen üç oyuncusundan ikisi (Alex, Emre) ile yollarını ayırmış, geriye kalan Cristian’ı da uzun haftalar yedek kulübesine mahkum etmiştir. Kötü giden şeyleri düzeltmek için ön şart, önce kötü gittiğini kabul etmek, sonra da neden kötü gittiğini bulabilmektir. Pazartesi günü FBTV’de Alaattin Metin’i dinledim. Övgüyle Kuyt’tan bahsediyordu. “Ankara’da oynanacak olan Türkiye-Hollanda milli maçına Hollanda Başbakanı gelecekmiş, o maçın protokol listesine Kuyt’ın da eklenmesini istemiş, Kuyt, Türkiye’nin tanıtımında önemli işler yapacakmış.” Arkadaşlar; Türkiye’nin tanıtımını Turizm Bakanlığı yapar, NBA yıldızı Kobe’ye sponsor olan THY yapar, Fenerbahçe’yi yönetenlerin işi Fenerbahçe’nin tanıtımını yapmaktır.
Limasol maçını bir Yunan adasında, Yunanlı taraftarlarla izledim. Hemen hemen tümü Fenerbahçe’ye Lefter’den dolayı büyük bir tutku ile bağlıydılar. Sanki tribünde maç izledim. Taraftarlar, televizyon kapaklarında bile FB amblemi, üzerlerinde forma ile dolaşıyorlardı. Fenerbahçe galip gelerek en iyi şekilde tanıtımı gerçekleştirdi.
Buradan Fenerbahçe Başkanı’na sesleniyorum. Lütfen Avrupa’nın üst düzey takımlarında sportif direktörlük yapmış birini acilen bulup takımı ona emanet ediniz. Barcelona’nın eski Sportif Direktörü Begiristain şu anda M.City de. Adamlar kendilerine geçen sene Premier League’i kazandıran Mancini’nin başına sportif direktör getiriyorsa, biz de artık Aykut Kocaman’ı rahat çalıştıracak bir sistemi kurmalıyız.
‘’Sow zamanı‘’
Neydi o maçtaki en belirgin fark. Bu sezon ilk defa Topal, Meireles ve Baroni bir arada oynadı. Caner ve Kuyt’ın da kendi biyolojik sınırlarını zorlamaları sonucunda orta saha direnci arttı, bulunan pozisyonlar da değerlendirilince zor gözüken maç rahat kazanıldı.
Limassol maçında başarılı üçlünün Portekizli’si sakatlıktan dolayı zorunlu istirahatta. Kadroya baktığımızda Mereiles’in yerine oynayabilecek tek oyuncu Selçuk Şahin. Umarız Aykut Kocaman saha içi kurgusuyla oynamaz, Topal, Şahin ve Baroni’yi bir arada oynatır. Ayrıca bu üçlüye Meireles ve Topuz iyileşene kadar her tür sakatlık ve cezayı yasaklamak gerekir.
Bir diğer zor karar da Kuyt mı, Krasiç mi, yoksa ikisi bir arada mı? Bursa maçının ilk yarısında görüldü ki, çok forvet oyuncusu ile başladığında çok hücum edemiyorsun. Onun yerine önce orta sahada topa sahip olup yüksek pas yüzdesiyle rakibinin oyununu bozup, ilerleyen dakikalarda skoru lehine çevirecek hamleleri yapmak çok daha akıllıca olur gibi gözüküyor. Bu açıdan ve son maçtaki form durumlarına bakıldığında en azından yorulana kadar sanki
Krasiç daha doğru tercihmiş gibi geliyor.
Son maçın başarılısı Sow hem top rakipteyken defansif katkı yaptı, hem de takım topa sahip olunca devamlı boşa kaçıp rakibin dengesini bozdu. Bu akşam da Sow’un boşaltacağı alanlara geriden gelecek oyuncular girebilirse maç rahatça kazanılır. Grubun diğer maçından gelecek sonuca göre de daha üçüncü maçlar sonunda çok büyük bir avantaj elde edilir.
‘’Volkan Demirel topu tut‘’
Yenilen ilk golde Caner, önünden geçen rakibinin deparını seyrediyorsa, takım yan paslardaki başarısını(!) diğer pas türlerinde gösteriyorsa, geldiğinden beri en istekli ve verimli günündeki Sow’a bir türlü gol pası verilemiyorsa, koskoca ilk devre sadece beş dakika etkili futbol oynanıyorsa, ikinci devre Fenerbahçe rakip ceza sahasına ilk kalabalık ve ciddi atağını 70. dakikada yapıyorsa, bu devre rakip dalga dalga kalene geliyorsa, Volkan tek başına rakibe direniyorsa, takımın patronu bizler gibi sahadaki kötü futbola çare bulmak adına herhangi bir hamle yapmıyor ya da yapamıyorsa, Cristian’dan başka elinde gol pası atacak oyuncun yokken, Caner hala ne zaman şut atıp ne zaman pas vereceğini bilemezken Sezer’e hâlâ yirmi dakika bile şans veremiyorsan, ikinci devre oyuna aldığın Stoch’un varlığını oyuna girdikten ancak yarım saat sonra fark edebiliyorsak, ileriye çıkıp yan ortalarına alıştığımız Hasan Ali ileriye hiç çıkamıyorsa, Fenerbahçe kendi kimliğini ancak maçın son on dakikasında hatırlıyorsa, bu şartlar altında bu maçtan puanla ayrılmanın adı resmen mucizedir. Kimse bu kadar etkisiz ve aciz futbolu eksiklere bağlamasın zira Gökhan ve Meireles dışındaki eksikleri eksikten sayanlar teşhisi yanlış yapmış olurlar. Eksiklik sezon başında takım oluşturulurken pas alış verişini yapabilecek oyuncuların gönderilip yerlerinin doldurulamamış olmasıdır. Ligde başarı için devre arasında bu eksikliğin giderilmesinden başka bir çare aklımıza gelmiyor. Yoksa bu sene, “Volkan topu tut” der, dururuz.
‘’Yarım sıfır‘’
Milli takımı yazsak nesini yazalım. Bunca yıllık futbol serüvenimizde 5 günde 5 sakatlığa şahit olmadık. Milli takımın 3 maçta 6 puan kaybına da epeydir şahit olmamıştık. Ava giderken avlanmak buna denir herhalde.
Biz en iyisi ligimize dönelim. Dönmeden İlhan ağabeyimizin prim isyanına katıldığımızı belirtelim. Bu neyin primi? Yazıktır, günahtır. Milli formanın manevi değerini bu denli maddiyata endekslememek gerekirdi.
Düşelim Bursa yollarına. Fenerbahçe için belki de en kritik dönemeç. Bir tarafta Alex’in gölgesi, bir tarafta sakatlıklar kabusu. Gel de çık işin içinden. Yerinde olmak isteyeceğimiz son kişi Aykut Kocaman. Takım kazanırsa kahraman, aksi halde maazallah hedefteki tek adam.
Bu şartlarda Aykut hoca nasıl bir saha içi kurgusuyla mücadele edecek, ya da nasıl bir saha içi kurgusuyla mücadele etmeli? Bizce korkunun ecele faydası yok. Ne yapıp ne edip Bursa’dan üç puanla dönmenin hesabını yapmalı. “Bir puan işimi görür” derse yanılır.
Kazanmanın yolu gol atmaktan geçtiğine göre, sahaya süreceği 11’in öncelikle gol yememesi gerekir. Fenerbahçe takımı daha etkili bir futbol oynayana kadar şu aşamada kesinkes kalesini gole kapatacak her türlü saha içi önlemini almak zorunda. Öyle maçlar vardır ki, ancak yarım sıfır kazanabilirsin. Bize göre Bursa maçı da onlardan biri. Zaten sezon başından beri zor gol atan Fenerbahçe’nin bu maçta geriye düşmemesi gerekir. Skoru kontrol edip bulacağı her pozisyonda sinekten yağ çıkarmak mecburiyetinde.
Ayrıca futbolcularını maç öncesi üst düzeyde motive edip hazırlamak zorunda. Bir paragraf da uzun süredir yedek bekleyen futbolculara açalım. Fenerbahçe takımının futbolcularısınız ve şartlar ne olursa olsun sahaya çıkıp size verilen şansı en iyi şekilde kullanmak zorundasınız. Aksi takdirde ilerleyen haftalarda “Biz niye oynamıyoruz“ diye söylenmeye hiç ama hiç hakkınız olmaz.
‘’Piyasa‘’
Haydi, hep beraber piyasa yapalım. İspanya’da, Rusya’da, Fransa’da, Almanya’da kim kaç para harcamış, hangi takımın piyasa değeri ne kadarmış bir bakalım. En değerli takımlar Barcelona ve Real Madrid. İkisi de 600 milyon Euro’yu geçmiş durumdalar. Bir de Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı oynadığımız Spartak Moskova ve UEFA Avrupa Ligi’nde aynı gruptaki rakiplerimizin piyasa değerlerine bakalım.
Spartak Moskova 115 (4), Marsilya 118 (3), Mönchengladbach 89,2 (8) milyon Euro değerindeler. Parantez içindeki sayılar ise piyasa değerlerine göre kendi liglerinde sıralamadaki yerleri. Spartak Moskova’nın en değerli oyuncusu 12 milyon Euro ile tanıdık bir isim: Emenike. Marsilya’nın en değerli oyuncusu 19 milyon Euro ile Remy. Mönchengladbach’ın en değerli oyuncusu 13 milyon Euro ile genç santrfor De Jong.
Fenerbahçe üç takımdan da daha değerli. 152 milyon Euro ile Türkiye’de piyasa değeri en yüksek takım. En değerli oyuncusu 15 milyon euro ile Meireles. Yani Fenerbahçe kendisinden daha az para harcamış Spartak Moskova’ya elendi. Tabii ki futbolda zengin fakire karşı hep üstünlük sağlayacak diye bir kural yok. Zaten futbolun cazip olma sebebi de bu. Ama kuralar çekildiğinde Fenerbahçe Teknik Direktörü’nün “çok güçlü bir rakiple eşleştik“ deme lüksü de yok. O öyle derse, bizim de aklımıza “Spartak Moskova elindeki parayı bizden daha akıllıca mı kullanmış” diye bir soru takılır.
İstanbul’da 2-2 berabere kaldığımız ve bize karşı deplasmanda 16 pozisyon bulan Marsilya kadrosuna baktığımızda piyasa değeri açısından en çarpıcı oyuncu 20 yaşındaki sağbek Senah Banana Mango. İstanbul’da bize karşı ilk onbirde başlayan Togolu gencin Marsilya’ya maliyeti sadece 200 bin Euro. Bu genci önümüzdeki yıllarda çok daha büyük takımlarda görürsek şaşırmayalım. Avrupa’da artık birçok kulüp ya yetiştiriyor, ya da genç yetenekleri bulup çıkarıyor. Biz de ısrarla son sahibi olacağımız futbolculara gerçek değerlerinden çok ama çok fazla paralar ödüyoruz.
Son iki not: Şampiyonlar Ligi F Grubu’na iki galibiyetle başlayan Bate Borisov’un değeri 20 milyon, tüm Beyaz Rus takımlarının toplam değeri ise 55 milyon Euro. Braga’nın değerini de merak edenler için yazalım: 78 milyon Euro.