‘’Göztepe taraftarıyla süper‘’
Bir maçtan daha ne beklersiniz? Golse gol, pozisyonsa pozisyon, kurtarışsa kurtarış, heyecansa heyecan, seyirciyse seyirci... Her şey vardı Göztepe ile Gençlerbirliği karşılaşmasında. Maç adeta hızlı çekim oynandı! Top bir o kalede, bir bu kalede. Orta alan o kadar çabuk geçildi ki, tribünleri dolduranlar sanki tenis maçı seyrediyormuş hissine kapıldılar. Her iki takımı da, her iki teknik adamı da yürekten kutlamak gerek. Süper Lig’in marka değerini artıracak olan işte böylesi harika maçlar ve bu güzel futbolu sahaya yansıtan teknik adamlardır. Gerçekten kaliteli ve usta ayaklara sahip olan Göztepe’de başrolde tanıdık bir isim vardı: Sabri Sarığoğlu. Yıllarını verdiği Galatasaray’dan haksız bir şekilde gönderilen tecrübeli futbolcu sağ kanatta ileri geri bir dinamo gibi çalıştı, asist yaptı, takımını ateşledi. Sabri’ye ayak uyduran başka isimler de vardı Göztepe’de. Jahovic, Scarione, Castro, Beto gibi...
Gençler de oynadı
Gençlerbirliği de tabiri caizse cansiperane oynadı. Var gücüyle mücadele etti ama Göztepe’nin kaliteli ayaklarına engel olamadı. 36’da Sabri’nin harika ortasını Scarione tamamladı: 1-0. 38’de fark ikiye çıktı. Kadu’nun pasında Tayfur topu ağlara gönderdi: 2-0. 41’de Skuletic 2-1 yaptı. 76’da Jahovic durumu 3-1’e getirdi. 87’de Ahmet İlhan’ın sağ kanattan yaptığı ortaya Serdar mükemmel vurdu: 3-2.
‘’Başakşehir'den ilk adım‘’
Maç öncesi Türk futbol kamuoyunda şöyle bir hava vardı: Başakşehir Ludogorets'i çok rahat yener ve tarihinde ilk kez mücadele verdiği Avrupa Ligi'ne galibiyetle başlar. Elbette, Başakşehir'in Şampiyonlar Ligi elemeleri ve ligdeki performansı kendi sahasındaki maça mutlak favori çıkmasını gerektiriyordu. Ama gözden kaçan bir detay vardı. O da, Ludogorets'in çantada keklik bir ekip olmadığıydı. Onlar da Şampiyonlar Ligi elemelerinden gelmişti. Üstelik, kendi liglerinde ikinci sıradaydılar, Avrupa arenasında daha tecrübeliydiler.
Luce tribünde
Başakşehir maçın başlama düdüğüyle beraber beklentileri karşılayacakmış gibi bir görüntü sergiledi. İlk 10 dakika rakip kalede baskı kurdu. Bulgar ekibini kendi ceza alanına kümeledi. Sağlı sollu ataklar geliştirdi, ancak bunlar pozisyona dönüşmeden defans ve kaleci tarafından bertaraf edildi. Bu dakikadan sonra ise Ludogorets oyunda dengeyi kurdu ve ilk yarı sonuna kadar daha etkili bir futbol ortaya koydu. Bu bölümde temsilcimizde ayakta kalan iki isim vardı: Emre ve Volkan! Allah'tan öyleydi, çünkü sahadaki iki Türk sadece onlardı! Ve kısmete bakın ki, Lucescu da onları seyretmeye gelmişti!
Arzu var ama...
İkinci yarının ilk yarıdan farkı Başakşehir'in daha hırslı ve arzulu olmasıydı. Ancak bu hırs ve arzu acemice hareketlerle heba edildi. Özellikle Emre'nin 48'de girdiği pozisyon ahlar vahlar arasında harcandı. Kalan dakikalarda Başakşehir'in baskıya benzer futbolu, Bulgar takımının ise defansif direnci vardı. Girilen az sayıdaki pozisyonda da başta Visca olmak üzere temsilcimiz bekleneni veremedi ve Avrupa macerasına sahasında puan kaybıyla başladı.
‘’Faktör devreye girdi!‘’
Lige harika bir başlangıç yapan Galatasaray için turnusol kağıdı olacak bir maçtı Antalyaspor karşılaşması. Zira bundan önce oynadığı takımlar içinde en dişlisi Güney ekibiydi. Nitekim maçın başlamasıyla birlikte Sarı-Kırmızılı takımın işinin hiç de kolay olmadığı gözüktü. Antalyaspor daha diri ve agresifti. Galatasaray’a orta alanda ve geriden oyun kurdurmadılar. Sahanın her alanında etkili pres yaptılar. Kazandıkları topları da çok çabuk hücum bölgesine ve kanatlara aktararak Galatasaray kalesinde tehlikeler yarattılar. Özellikle de Linnes’in kanadını iyi kullandılar. Antalyaspor, Galatasaray’ı bir bakıma kendi silahıyla vurmak için sahaya çıkmıştı. Ve bu planı da aslında 90 dakika boyunca tuttu denilebilir. Şayet Gomis’in bitiriciliği ve Muslera’nın kurtarışları olmasaydı! Hafta boyunca Antalyaspor cephesinde kopan fırtınaların sahaya yansımaması ise, kanımca Rıza Çalımbay gibi Süper Lig ustası bir hocanın varlığından kaynaklanmaktaydı.
‘Kazanamıyorsan kaybetme!’
Uzun yıllar sonra dört hafta üst üste aynı kadroyla sahaya çıkacak bir istikrar yakalayan Galatasaray’da dün aksayan birkaç dişli mevcuttu; başta Linnes olmak üzere... Norveçli futbolcunun yanı sıra Ndiaye, Tolga Ciğerci, Belhanda ve attırdığı gole rağmen Rodrigues bu karşılaşmada ilk üç haftanın performansını tutturamayan futbolculardı. Elbette, her maçı kazanmak mümkün değil. Ancak Fatih Terim’in, ‘kazanamıyorsan, kaybetme’ prensibi de futbolda önemli bir faktördür. Dün Galatasaray açısından bu faktör devreye girdi! Bir kez daha duran toptan gol yemesi ise birkaç yıllık istikrarın sürdüğü anlamına geliyor! Sahanın zemini konusuna gelince; zaten ünlü yorumcularımız söylenecek olanı söyleyecektir; bana söz düşmez!
‘’Alanya muradına erdi‘’
Son haftalarda gündemimizi meşgul eden en önemli konu, hiç şüphesiz yabancı futbolcu sınırlaması. Lucescu’nun durup dururken başlatarak suni gündem yarattığı yabancı futbolcu tartışmasının gereksizliğini, dün Alanyaspor’da Emre Akbaba oynadığı harika futbolla ortaya koydu. Emre aslında sezon başından beri bu performansı gösteriyor ama gören kim! Lucescu yabancı yabancı diye mızmızlanacağına yanıbaşındaki değerlere bir göz atsa Türk futboluna daha faydalı olacaktır. Üstelik 10 numara mevkiinde oynayan futbolcuya Milli takımın ve Türk futbolunun bu kadar ihtiyacı varken...
Efecan, Fernandes ve Haydar...
Düne kadar henüz galibiyeti olmayan Alanyaspor, Emre’nin liderliğinde Atiker Konyaspor’u adeta sürklase etti. İki gol attı, çok daha fazlasını kaçırdı. Oynadığı iyi futbolla Emre’ye eşlik eden Vagner Love biraz daha dikkatli olsa Konya sahasından bir hezimetle ayrılabilirdi. Alanyaspor’da Emre ve Love’un dışında Efecan, Fernandes ve kaleci Haydar da galibiyette pay sahibi olan futbolculardı. Bir kez daha seyircisinden yoksun oynayan Konyaspor’da ise göze batan tek isim Ömer Ali Şahiner’di. O da bulduğu pozisyonlarda Haydar’a takıldı. Filipovic ise yaptırdığı penaltı ve kendi kalesine attığı golle Alanya’nın galibiyetine katkı sağladı!
Love bildiğiniz gibi!
İlk yarı pozisyon bakımından kısır geçti. 7’de Love’ün şutu direkten döndü. 44’de ise Filipovic’in eliyle müdahelesinde Alanya penaltı kazandı. Atışı Love kullandı: 0-1. İkinci yarıda her iki takım da açık bir futbol sergiledi. Özellikle 45 ve 60 arasında iki takım da bol pozisyon yakaladı. Konya ataklarında kaleci Haydar devleşirken, Alanya 73’de ikinciyi buldu. Fernandes’in sürüklediği atakta Filipovic ters bir vuruşla topu kendi ağlarına gönderdi: 0-2. Kalan dakikalar ise başka gol getirmeyince, Alanyaspor ligdeki ilk galibiyetini elde etti.
‘’Gereğini yap Bilal abi!‘’
Normal bir ülkede milli takımlara oyuncu seçilirken çeşitli parametrelere bakılır. Oyuncunun formu, sağlık durumu, devamlılığı, kondisyonu vs. Bizde ise süreç farklı işler. Oyuncunun oynadığı takım -ki genellikle büyük takım oyuncuları tercih edilir- çalıştığı menaceri, şöhreti, milli takım kurmaylarına ya da federasyon yönetimine yakınlığı, siyasi ilişkileri ve bizim aklımızın ermediği bir takım güç odakları tarafından korunup kollanması, Ay-Yıldızlı formayı giymek için geçerli kriterlerdir. Ve bu yeni bir şey değildir. Geçmişten günümüze kadar gelen bir gelenektir! Arda Turan olayını da bu bağlamda ele almakta fayda var.
Dünyanın hiç bir medeni ülkesinde bir futbolcu, Arda Turan’ın karıştığı olaya benzer bir olaya karışıp da tekrar milli takım formasına layık görülmez. En azından hatırı sayılı bir süre ceza alır. Bizde bırakın Arda’nın ceza almasını ayağına milli takım hocasını yolladık, doğru dürüst tek bir özel-resmi maç oynamadan yeniden kadroya çağırdık. Üstelik kendi cezasını kendi kesip milli takımı bıraktığı halde! Üstelik yaptığı eylemin karşılığında tek bir özür dilemediği halde! Ayıp olmuyor mu bileğinin hakkıyla milli takımı hak edip kadroya alınan-alınmayan diğer oyunculara? Ayıp olmuyor mu spor basının duayen ismi Bilal Meşe’ye ve onun diğer meslektaşlarına? Ayıp olmuyor mu Türkiye’ye? Elbette oluyor. Ama takan kim! Belli ki, bu ülkede artık gücü gücüne yetene! Benim Bilal abiye bir çağrım olacak. Gereğini yap Bilal abi! Kendini daha fazla dövdürme! Bizleri de daha fazla üzme!..
‘’Bu Malatya süper‘’
Türk futbolunun çözüm bekleyen bir çok önemli sorunu var ama bence en önemlilerinden biri de seyircisiz maç cezasıdır. Bu ilkel ceza uygulaması devam ettiği müddetçe Passolig’in de hiç bir hükmü kalmıyor. Yeni sezona başlıyoruz ve dört takımın seyircisiz maç cezası var! İlk hafta üç tanesi taraftarından yoksun çıktı kendi evlerindeki maçlara. Bunlardan biri de yeni Malatyaspor’du. Malatya taraftarından yoksundu yoksun olmasına ama coşkusundan, oyun disiplininden, fizik gücünden yoksun değildi.
Khalid ve Barazite!
Sahanın her yerinde Osmanlıspor’a pres uyguladılar. Oyun kurdurmadılar. Kademeli alan savunması yaptılar. Yardımlaşmaları üst düzeydeydi. Kazandıkları topları ise derinlemesine paslarla kanatlarda boşa çıkan oyuncularına başarıyla aktardılar. Bu pas trafiğinde özellikle Cissokho, Barazite ve Dia ön plana çıkan oyunculardı. İki gol atan santrafor Khalid de kaleye sırtı dönük oynamasını bilen, ayağında top tutan özelliklere sahip bir oyuncu. Barazite ile iyi ikili olacağını söyleyebiliriz.
Osmanlı hazır değil
Konuk Osmanlı hiç bir şekilde sezona hazır gözükmedi. Ciddi sayılabilecek pozisyonları hemen hemen hiç yoktu. Bu oyun anlayışıyla ve kadro yapısıyla ligde işleri oldukça zor gözüküyor. Maçın ilk atağında Malatya golü buldu. 10. dakikada sağdan Bazarite’nin ortasına Khalid dokundu: 1-0. İlk yarı bu skorla sonuçlandı. 55’te kazanılan penaltıyı Bazarite kullandı: 2-0. 78’de ilk golün kopyası gibi bir gol geldi. Bu kez soldan getiren ve asisti yapan Dia, dokunan yine Khalid’di: 3-0. 90+4’de Maxsö, kaleciden dönen topta sonucu belirledi: 3-1.
‘’Yıldızın parladığı an‘’
Stefan Zweig’ın en ünlü eserlerinde biri de ‘Yıldızın Parladığı Anlar’dır. Zweig kitabında 12 tarihsel figürün, tarihin akışını değiştirdiği 12 olayı ele alır. Kitapta, aralarında Fatih Sultan Mehmet ve Bizans’ın Fethi, Napolyon ve Waterloo Savaşı’nın da olduğu 12 tarihsel olayda, tarihi kişiliklerin bir ana sığdırdıkları kararların ne kadar etkili olduğu anlatılır. Bu anlar yazar tarafından ‘Yıldızın parladığı anlar’ olarak betimlenir. Aslında herkesin kişisel tarihinde böyle anlar vardır. Kimi değerlendirir, yıldızlaşır, kimi de verdiği yanlış bir kararla sıradanlaşır. İşte Ramil Guliyev de bundan 7 yıl önce verdiği kararla kendisini dünyanın zirvesine çıkaran süreci başlatanlardan...
Israrla türk olmak istedi
Yıldızlar Dünya Şampiyonu olan Guliyev, Azeri bir atletizm ajanının tavsiyesiyle Fenerbahçe Atletizm Şubesi Başkanı Fikret Çetinkaya tarafından Sarı- Lacivertli kulübe getirilir. Önce yabancı statüsünde kulüplerarası yarışlarda piste çıkar. Ardından babasıyla beraber gelerek bu kez Türk vatandaşı olmak istediğini söyler. Fenerbahçe de derhal işlemleri başlatır. Ne var ki, o süreçte babası vefat eder. Bu kayıp Guliyev’i oldukça sarsar. Bir ay sonra tekrar gelerek vatandaş olma isteğini tekrarlar. Bu kararı Azerileri ayağa kaldırır ve hepimizin bildiği süreç başlar. Guliyev’in Türk vatandaşı olarak yarışmasına üç yıl boyunca izin vermezler. Bu nedenle Londra 2012’yi kaçırır. Bu dönemde Ruslar ve Birleşik Arap Emirlikleri Guliyev’in önüne servet dökerler. Ama o kabul etmez. Ay-Yıldızlı bayrak için yarışmakta ısrarlıdır. Bu kararı vermiştir ve her türlü baskıya rağmen kararından geri dönmez. İşte o karar anı, Guliyev’in ‘Yıldızının parladığı an’dır. yıllık maliyeti 700 bin dolar Fenerbahçe, Başkan Aziz Yıldırım’ın talimatıyla Guliyev’e her türlü imkanı verir. Sarı-Lacivertli kulübe yıllık 700 bin dolar maliyeti vardır. Ama o bunun altından kalkmasını bilir. Girdiği her yarışta kürsüye çıkar. Aşil tendonundan sakat olmasına rağmen Mersin’deki Akdeniz Oyunları’nda gümüş alır. 2016 yılında bu yılki başarısının sinyallerini vermeye başlamıştır bile. Rio’da 200 metrede final koşar, Avrupa Şampiyonası’nda da gümüş alır. 2017 ise zirve zamanıdır. Bursa’da yapılan Atletizm Süper Ligi’nde 100 metreyi 9.97’de koşarak 10 saniyenin altına düşen dünyadaki üçüncü beyaz olur. Azerbaycan’daki İslam Oyunları’nda ise 100 ve 200’de altın madalya alır. Aslında oyunlardan önce Azerbaycan’da koştuğu gayri resmi bir yarışta 9.86 koşmuştur ama bu derecesi kulübü tarafından saklanır! Temmuz başında da Diamond Leauge’in (Elmas Lig) Paris ayağında 200 metrede birinci olur.
Londra öncesi verilen kritik karar
Londra öncesi yapılan teknik toplantıda ise 100 metrede 10 saniyenin altına inmesine rağmen sadece 200 metrede koşması kararlaştırılır. Her iki yarışta koşup madalya dışı kalmasından ise sadece 200 metreye konsantre olmasının madalya şansını artıracağı hesaplanır. Ve gelinen noktada ne kadar isabetli bir karar alındığı da ortaya çıkar. Ramil Guliyev, zamanında verilen doğru kararların, yapılan doğru planlamanın ne kadar önemli olduğunun açık bir ispatıdır.
‘’Sporun efsanelerinin ortak kaderi!‘’
Dünya bir kaç gündür yaşayan son Efsane Usain Bolt’un 100 metre finalindeki dramatik sonunu konuşuyor. Son yarışında ABD’li Jastin Gatlin ile Cristian Coleman’a geçilen Bolt, ilk ve son kez bir final kaybederken, kendisini geride bırakan Gatlin’in önünde saygıyla eğilmesi, unutulmaz spor fotoğrafları arasında yerini şimdiden aldı bile. Bolt’un spor hayatının son yarışını kaybetmesi, gerek kendisi, gerekse hayranları açısından ne kadar dramatik olsa da, aslında hayatın yalın gerçeklerinden biriydi. Yaşam her zaman sürprizlerle doludur ve bu sürprizlerin insanı ne zaman bulacağını hiç bir zaman kestiremeyiz. Ve biz buna kader deriz! Bolt’un kaderi belki de, Londra’daki Dünya Şampiyonası’nda sporu bırakmaya karar verdiği anda çizilmişti. Bu kararı verdikten sonra aradan geçen zaman içinde yaşadıkları Bolt’un hazin sonunda belirleyici olmuştu. Yaşadığı düzensiz hayata en yakın arkadaşını bir trafik kazasında kaybetmesinin yarattığı travma eklenince, Bolt son yarışına yeterince hazırlanamadan çıkmış ve ilk kez kaybetme ihtimali bu kadar belirgin hal almıştı. Ardından da kaçınılmaz son geldi zaten!
Muhammed Ali’den harakiri!
Ama bu ilk değildi. Daha önce başka efsaneler de Bolt ile aynı kaderi paylaşmıştı. Muhammed Ali, Aleksandr Karelin ve Naim Süleymanoğlu da tıpkı Bolt gibi son müsakalarından hüsranla ayrıldılar. Muhammed Ali ile Naim Süleymanoğlu sporu zirvede bıraktıktan sonra tekrar dönüş yaparak kaderlerine koşarken, Dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük güreşçisi olarak kabul edilen Rus Aleksandr Karelin ise tıpkı Bolt gibi spor yaşamının son maçında ilk ve son kez kaybetti. Tüm otoriteler tarafından dünyanın en büyük boksörü olarak gösterilen Muhammed Ali, 1960 Roma Olimpiyat Oyunları’nda 18 yaşındayken elde ettiği altın madalya ile adını duyurduktan sonra inişli çıkışlı kariyere sahip oldu. Vietnam Savaşı’na karşı çıkması nedeniyle ABD’de ‘İstenmeyen adam’ ilan edilen Ali, boks yaşamına ara verdikten sonra 1970’de tekrar spora
döndü ve ağır sıklette 3 kez Dünya Şampiyonu olarak adını unutulmazlar arasına yazdırdı. 1978’de zirvedeyken boksu bırakan Muhammed Ali parkinson hastalığına
yakalanmasına rağmen bunu gizleyerek para için çıktığı iki ünvan maçını da (Larry Holmes ve Trevor Berbick) kaybederek sessiz sedasız köşesine çekildi. Çıktığı 61 maçın sadece 5’inde mağlup olmuştu ve bu 5 maçın 2’sini son 2 maçında kaybetmişti!
Naim’den olmayacak duaya amin!
Bir başka muhteşem kaybeden Naim Süleymanoğlu da, spor otoriteleri tarafından ‘Tüm zamanların en iyi haltercisi’ olarak kabul ediliyor. 3 Olimpiyat, 8 Dünya, 2 de Avrupa Şampiyonluğu bulunuyor. 46 Dünya rekorunun sahibi. Ağırlığının üç mislini kaldıran adam olarak dünya spor literatürüne geçti. ‘Cep Herkülü’ olarak da tanınan Süleymanoğlu 2000 Sydney Olimpiyat Oyunları öncesinde sakatlığı nedeniyle halteri bıraktı. Oyunlar geldiğinde ise bir kez daha şansını denemek istedi. Oysa sakatlığı devam ediyordu. Podyuma çıktı ve dramatik bir şekilde sıfır çekerek spor hayatını noktaladı. Kaderi onu da çağırmıştı!
Karelin’in ilk yenilgisi son maçında
‘Rus Ayısı’ olarak nitelendirilen Aleksandr Karelin, 1987’den son maçına çıktığı 27 Eylül 2000 tarihine kadar kariyerine 3 Olimpiyat, 9 Dünya ve 12 Avrupa Şampiyonluğu sığdırdı. Çıktığı hiç bir maçı kaybetmedi. Acı kuvveti ve kendine has oyunlarıyla rakiplerini eze eze yenen bu mütevazı dev, Sydney’de dördüncü Olimpiyat şampiyonluğu final müsabakasında çaylak ABD’li Rulon Gardner’a 1-0 kaybedince tüm dünya şok oldu. Çok tartışılan ve sonradan kaldırılan o dönemin saçma sapan güreş kurallarından birine kurban gitmişti. Rakibinin eli havaya kalktığında acısı yüzünden okunuyordu ama olan olmuştu.
Zamanı geri getirmek mümkün değildi. Dört muhteşem adam, dört efsane sporcu... Ne yazık ki, son maçlarında kariyerlerine yakışmayan yenilgiler aldılar. Ama bu mağlubiyetler onların büyüklüğünden hiç bir şey alıp götürmedi. Sadece damaklarında buruk bir tat, yüreklerinde ince bir sızı bıraktı. Gönüllerimizde kurdukları tahtlarında ise ilelebet oturmaya devam edecekler.