Arama

Popüler aramalar

‘’Naim'in adı yok!‘’

Vefasız bir millet olduğumuz söylenemez. Sadece ahde vefa konusuda iki yüzlüyüz. Bir çifte standard, bir adamına göre muamele; bazı durumlarda da siyasi saiklerle adam kayırma almış başını gidiyor. Bunun son örneği Naim Süleymanoğlu. Yaşarken değerini bildiğimiz söylenemez. Sporu bıraktıktan sonra nasıl bir kenara itilip, yalnızlığa mahküm edildiğini biliyoruz. Ondan, onun dünya çapındaki şöhretinden, karizmasından, birikiminden faydalanmayı asla düşünmedik. Düşünmek bir yana, onu camianın dışına itmek için elimizden geleni yaptık.

Seçime girse kazanamazdı!

O da zaten istenmediğini görünce elini ayağını çekti herşeyden. Size şu kadarını söyleyeyim, şayet Naim Halter Federasyonu Başkanlığı’na aday olsaydı kazanamazdı! O derece yani! Bununla da kalmadık. Önüne gelenin adını spor salonlarına, sahalarına, caddelere, sokaklara verdik. Naim hariç! Sadece Ankara Çankaya Belediyesi’nin bir çocuk parkına vermiş olduğu Naim Süleymanoğlu ismi ve Beşiktaş Belediyesi’nin Sporcular Parkı’ndaki heykeli mevcut, o kadar! Dopingli çıkan atletlerin adını atletizm salonlarına, pistlerine verdik. Bir tanesinin adı yeni söküldü salondan; üçüncü kez dopingli çıktıktan sonra! Diğerinin adı hala duruyor!

1 yıl sonra unutulur!

Ülkeyi karanlık bir mecraya çekmek için her türlü hainliği yapan FETÖ terör örgütüne mensup Hakan Şükür’ün adını dağa taşa yazdık. Nasıl bir amaca hizmet ettiği ortaya çıktıktan sonra apar topar Hakan Şükür tabelaları indirildi her yerden! Ancak Naim Süleymanoğlu adını taşıyan ne bir spor salonu, ne de bir spor tesisimiz var! Bir okul ya da bir antrenman solunumuz bile yok, onun anısını yaşatacağımız. Naim, iltica aşamasında Türkiye’yi tercih etmeyip ABD’nin teklifini kabul etseydi, Yeni Dünya’nın her yerinde adının yaşatıldığı tesisler, anıtlar olurdu, emin olun. Şimdi kaybettikten sonra ardından ağıtlar yakıyoruz, timsah göz yaşı döküyoruz. Ama Türk spor tarihinin gelmiş geçmiş en büyük sporcusunu hazin sonuna götüren yolun taşlarını biz ellerimizle döşedik. Zaten ağlamamız, sızlanmamız da bir kaç gün sürer, ardından unutur gideriz. Bir yıl sonra iki elin parmaklarını geçmeyecek insan mezarı başında dua okur, olur biter!

21 Kasım 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yeryüzünde yalnız gezen yıldız!‘’

O hep yalnızdı. Tekti. Benzersizdi. Podyumdayken de, hayatın içindeyken de... Kazanırken de, kaybederken de... Sadece kendiyle yarışırdı. Kendi kendini geçerdi. Kendi kendine yenilirdi. Karlı dağların zirveleri gibi ıssızdı, sessizdi. Uzayın sonsuz boşluğunda asılı dururken, aniden kayıp yeryüzüne düşmüş bir yıldızdı.

Alıngandı, kırılgandı, içliydi. Ve gururluydu. Biz onu anlamadık, zaten o da anlatmadı. Derdini ummana döktü. Kendisini hazin sonuna sürükleyecek alkole sığınması da belki bundandı.

Yalnız Türk sporunun değil, dünya sporunun da gelmiş geçmiş en önemli sportif figürlerinden biriydi. Çağ kapatıp, çağ açan Fatih Sultan Mehmet gibiydi. Bir varmış, bir yokmuş derler ya... O misal! Kelebek gibi kısacık ömrüne dünyaları sığdırdı ve ansızın havalanıverdi. Geldiği gibi gitti. Ait olduğu yere. Gökyüzüne, yıldızların arasına.

Güle güle Naim Süleymanoğlu. Güle güle büyük şampiyon. Bu dünyada bulamadığın huzuru öte yakada bulacağına eminim! Belki de bunun için o kadar acele ettin! Mekanın cennet olsun.

19 Kasım 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sivas'ın 'Kone'si var‘’

Klavyenin başına oturuyoruz maçı yazmak için ama maalesef sahada oynanan futbolun yerine hakemi yazarak başlıyoruz işe. Çünkü Türkiye’de hakemler rol çalıyorlar! “Biz de en az sizin kadar bu oyunun parçasıyız” demek yerine, “Biz sizden daha önemliyiz!” diyorlar. Maçın önüne geçmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Çünkü verdikleri, ancak doğruluğundan emin olmadıkları bir kararın arkasında duramıyorlar ve ödünlemek için fırsat kolluyorlar. Fırsatını buldukları anda da dengeliyorlar. Tıpkı dün geceki Cüneyt Çakır gibi. Çakır, Avrupa’da gururumuz, içeride ise dumurumuz olmaya devam ediyor. Verdiği kararların hiçbir standardı yok. İki hafta önce Galatasaray- Fenerbahçe maçında Belhanda’ya kalecinin ayağına basıp kendisini yere attığı gerekçesiyle ikinci sarıdan kırmızıyı çıkarıyor, ancak dün gece Sivaslı Bifouma’nın benzer pozisyonuna penaltı çalıyor! Aslında rakibin ayağına basıp kendini yere atan Bifouma! Fakat Çakır, Konya lehine verdiği penaltıdan emin olmadığı için -oysa karar doğru- Sivaslı oyuncunun pozisyonunda fişek gibi penaltı noktasına koşuveriyor! Oysa, Sivas zaten maçı kazanacak bir futbol oynuyor. Cüneyt Çakır’ın işgüzarlık yapıp devreye girmesine hiç gerek yok!

Sivas’ın hakkıydı

İşte gördünüz, maçın öyküsünü yazalım diye işe koyulduk ama kısa bir Cüneyt Çakır portresi çıkardık! Belki de istedikleri bu! Her ne şekilde olursa olsun gündemde kalmak! Kusura bakmasınlar, eski hakemlerin diline düşüyorlarsa hatayı biraz da kendilerinde aramalılar. Yukarıda da belirttik, maç Sivas’ın hakkıydı. Konyaspor için ise söylenecek pek fazla bir şey yok. Devre arasına kadar ne kadar idare ederlerse o kadar iyi olacak.

06 Kasım 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hani emeğe saygı Aykut hoca!‘’

Antik çağlardan beri, insan emeğine dair pek çok söz söylenmiş, pek çok kez emek kutsanmıştır. En çok tekrarlanan öz deyişlerden biri de hiç kuşkusuz, “Emek en yüce değerdir” sözüdür. Her ne kadar günümüzde içi boş bir slogan haline getirildiyse de, pek çoğumuzun nezdinde hala önemini korumaktadır. Çünkü emek, gerçekten de en yüce değerlerden biridir. Ve saygı gösterilmeyi de hak eden en başat insan eylemlerindendir.

Sen saygı gösterirsen

Harcanan enerjiye, gösterilen çabaya, akıtılan tere saygı göstermek, takdir etmek modern toplumların olmazsa olmaz kurallarındandır. Ondan dolayıdır ki, medeni ülkelerde çalışanların hakları yasalarla güvence altına alınır. Bizde ise... Biliyorsunuz!

Bu konu, küçük yaşlardan itibaren her bir bireyin beynine nakşedilir. Ki, büyüdüğünde de emeğe saygı göstersin! Emeğe saygı hayat felsefesi haline getirilir. İki yönlü işleyen işleyen bir süreçtir bu. Sen başkalarının emeğine saygı gösterirsen, başkaları da senin emeğine saygı gösterir.

Kendisi itiraf ediyor

Toplum olarak böyle bir felsefeye ne kadar uzak olduğumuzu Aykut Kocaman’ın derbi öncesi verdiği demeçlere bakınca bir kez daha anladım. Futbolumuzun en makul insanlarından biridir Aykut Hoca. Eğitimlidir, bilgilidir, filozofdur, aslında saygılıdır da... Ancak ne var ki, günümüz ‘Makyevelist’ anlayışın zehirli cazibesine o da kendini kaptırmış. “Şu anki puan farkı sunidir, Galatasaray zayıf rakiplerle oynadı, bundan sonraki rakipleri de yensin ondan sonra saygı göstereceğim” diyor, özetle Aykut Hoca. Bir bakıma Galatasaray’ın şu anki başarısına saygı göstermediğini kendi de itiraf ediyor!

Mahmut Uslu’ya uyuyor!

Belli ki, kendi camiasını motive, rakibi ise demoralize etmek istiyor. Ama bunu yaparken, büyük çam deviriyor. Kendisine yakışmayan bir söylemde bulunuyor. Mahmut Uslu ağzıyla konuşuyor. Mahmut Uslu’yu kendine uyduracağına, o Mahmut Uslu’ya uyuyor! En naif deyişle ayıp ediyor, ezeli rakibine ve onların emeğine... Gönüllerimizdeki tahtı da bir tekmede yıkıveriyor!

18 Ekim 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Engel sizsiniz!‘’

Evet, asıl engel sizsiniz. Biziz. Biz, hepimiz... Bu ülkede yaklaşık 8.5-9 milyon engelli yaşıyor ve bunların sadece küçük bir kısmı spor yapıyor. Bizim hasbelkader farkına vardığımız da sadece bu küçük zümre. Gerisinin varlığından bile haberimiz yok. Çünkü çok büyük çoğunluğu, bırakın spor yapmayı sokağa bile çıkamıyor. Çünkü onların sokağa çıkabileceği çevresel düzenlemeleri bir türlü yapmıyoruz. Yaptıklarımız da göstermelik! AB istiyor diye!.. Onlara tam bir ikinci sınıf muamelesi yapıyoruz.
Dün o hasbelkader farkına vardıklarımızdan bir kısmının başarısına tanık olduk. Onları alkışlamak, desteklemek için tribünleri doldurduk. Şayet, A Milli Futbol Takımı'nın yaşattığı kepazelikler olmasa belki de, Ampute Milli Takımımızın hiç bu kadar farkına varamayacaktık. Desteğimiz bile şartlı!

Bu gurur onlara ait

Arda Turan ve şürekasına olan öfkemiz, tepkimiz nedeniyle ayağa kalktık, kampanyalar yaptık ve akın ettik Vodafone Park Stadı'na. Orada bile bir ayıba imza atıp rakip takımın Ulusal Marşı'nı ıslıkladık! Hiç kızmayın, gerçek bu! Koltuk değnekleriyle tarih yazan bu çocuklarımızı bir kaç gün daha konuşacağız, sonra tekrar kendi yalnızlıklarına gömülecekler. Daha önce olduğu gibi. Dünya üçüncüsü, Avrupa ikincisi oldukları zaman da yaptığımız gibi. Dün, Avrupa Şampiyonu engellileri bağrımıza bastığımız için teşekkürü hak etmiyoruz. O hak, o gurur sadece sahadaki kahramanlara ait!

10 Ekim 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Love'ın kurbanı Gençler‘’

Maç öncesi Rantie’nin, Alanyalı küçük bir kız çocuğunun başını yağan yağmurda elleriyle kapatmaya çalışması günün en anlamlı karesiydi. Böyle güzel görüntüyle başlayan maçta güzellikler bununla kalmadı. Vagner Love ile Emre’nin birbirlerine nazire yaparcasına ayrı ayrı resital vermesi, Love’ın attığı son golün hafızalardan çıkmayacak güzellikte olması ve heyecan dolu pozisyonlar... Burada Emre için bir paragraf açmak istiyorum. Şu anda kesinlikle Türkiye’nin en formda 10 numarası. Dün de orkestra şefi gibiydi. Love’ın attığı ilk golde asisti olağanüstüydü. Fernandes’e de asisti yaptı. Gelgelelim, ayağını doğru dürüst topa değdirmeyen Volken Şen Milli takım’a alınırken, Lucescu Emre’yi görmüyor!

Kasti dirsek!

Bu kadar güzelliğin içinde sırıtan çirkinlik abidesi de vardı. Tzavellas’ın kasti dirseği maça gölge düşürdü. Hakemin burada penaltı hükmetmemesi ise yardımcının aut vermesindendi. Ancak topun oyun alanını terk etmediği görülüyordu. 9’da Love kafayla aşırdı, M’Billa dokundu: 1-0. 20’de Emre’nin pasında Fernandes ağları gördü: 2-0. 58’de ise Emre’nin pasında Love, kaleciyi de çalımladı: 3-0. 65’te Ahmet İlhan farkı ikiye indirdi: 3-1. 90’da kaleci Riou’nun uzun vuruşunda Love rakibinden topu söktü, kaleye sırtı dönükken sektirdi, ardından röveşata ile ağlara gönderdi: 4-1.

02 Ekim 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Paşa 'Buz' kesti!‘’

Bazı maçlar vardır, gerçekten de bir sezona bedeldir. Osmanlıspor için de dünkü Kasımpaşa maçı böylesine kritik bir öneme sahipti. Ligde galibiyeti olmayan tek takım olan 1 puanlı Mor-Sarılılar, Kasımpaşa karşısında da puan kaybı yaşamış olsaydı, hiç kuşkusuz geleceğe daha karamsar bakılacaktı. Ama Osmanlıspor dünkü güzel futbolu ve haklı galibiyetiyle buna izin vermedi. Bunda ligin filozof teknik direktörlerinden İrfan Buz'un takımın başına gelmiş olmasının yanısıra orta alanda harika bir futbol sergileyen Musa Çağıran'ın da önemli rolleri vardı. Elbette İrfan Buz'un elinde sihirli değnek yoktu. Yaptığı şey, takımda zaten var olan potansiyeli ortaya çıkarmak ve sahaya yansıtılmasını sağlamaktı. Zaten kaliteli oyunculardan kurulu olan ve ligde Beşiktaş'tan sonra rakip kaleye en çok şut çeken takım olan Osmanlıspor, gerçek hüviyetine bürününce Kasımpaşa'nın pek fazla şansı kalmadı. Son 11 maçtır kalesini gole kapatamayan ev sahibi ekip için bu maçın bir diğer önemi de, bu kötü serinin sona ermiş olmasıydı. Bunda takım olarak başarılı savunma yapmalarının payı büyüktü. Oyun olarak ilk yarının ortalarında bir ara dengeyi sağlayan, ikinci yarının ilk bölümünde ise Osmanlıspor üzerinde baskı kuran Kasımpaşa, kalesinde üçüncü golü gördükten sonra havlu attı. Beşiktaş ve Galatasaray karşısında sergilediği futbolla 'taş gibi takım' izlenimi veren Mavi-Beyazlılar, dünkü görüntüsüyle tam bir tezat oluşturdu. Öyle ki maçın ilk yarısında önce Aminu, ardından da Pinto Kasımpaşalı futbolcuları tesbihe dizer gibi geçip kaleye indiler. Ne bir temas, ne bir şarj!

İlk gol maçın 16. dakikasında geldi. Musa, ceza sahası dışından sert vurdu, defansa çarpan top Ramazan'ı terse yatırdı: 1-0. 45+1'de kullanılan kornerde kale önü karıştı, en son Cikalleshi dokundu: 2-0. 59'da Karcemarskas'la başlayan atağı Aminu şık bir dokunuşla bitirdi: 3-0

01 Ekim 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Naim'in yalnızlığı!‘’

O hep yalnızdı aslında. Zirveye çıkan her insanoğlu gibi... Sporcuyken de öyleydi, sporu bıraktıktan sonra da... Ancak iki Naim arasında bir fark vardı. Spor yaparken; o şaşaalı günlerde, o parlak zaferlerin yaşandığı anlarda, etrafında bir sevgi halesi var gibi görünüyordu. Ama aslında olan farklıydı. Gerek sporda, gerek siyasette, gerekse sanatta her uluslararası rekabette burnu yere sürtülen Türkiye’nin gururunu okşayan başarılara imza atıyordu Naim. Türk’ün adını dünyaya duyuruyordu; sayısız şampiyonluk, madalya ve rekorlarıyla... Her Türk kendini onunla özdeşleştiriyor ve onun başardıklarıyla göneniyordu. Bir bakıma dünyaya kendini ispat ediyordu Türk insanı Naim Süleymanoğlu’yla. İşte Naim’in yaşamındaki yalancı bahar buydu! Aslında muhtemelen o da bunu biliyordu. Zira yüzünde hiç eksilmeyen tuhaf bir hüzün hep mevcuttu.

Sydney’de maskemiz düştü! Işıltılı günler sona erdiğinde ise çıplak gerçek bütün acımasızlığıyla ortaya çıktı. Sydney’de dördüncü olimpiyat şampiyonluğu için şansını deneyip sıfır çekince onun için yazılanlar, konuşulanlar, hakkında yaratılan kamuoyu gerçekten de yürek burkan cinstendi. Sanki 1988 Seul’den itibaren koca Türkiye’yi omuzlayıp dünyanın dört bir köşesinde ülkesinin tanıtımını, reklamını yapan o değilmiş gibi! O da, doğal olarak küstü. Bir kenara çekildi. Zaten istenen de oydu! Onun sportif kimliğinin, şöhretinin ve egosunun altında ezilenler ellerini ovuşturdu. Onun gururunu kibirle karıştırdılar. Hakkında bir yıpratma kampanyası başlattılar. Sürekli özel yaşamını gündeme getirdiler!

Dünyada spor elçimiz olabilirdi

Oysa Türkiye’nin dünya yüzeyinde en çok tanınan sportif figürüydü. Onun bu özelliğinden uluslararası arenada bir spor elçisi olarak istifade etmeyi hiç bir zaman düşünmediler. Bilakis, alabildiğince uzaklaştırdılar spor dünyamızdan. O da gitti şansını siyasette denedi. Bursa’dan bağımsız aday olarak seçime girdiğinde, kampanyasının bir gününe ben de tanıklık etmiştim. Pazar yerlerinde, kahvehanelerde, evlerde propoganda yapıyordu. Kendisini tanıyamayan yaşlı seçmenlere, “Ben demirleri kaldıran adaml!” diyordu. Onunla bir gün geçirdikten sonra kazanamayacağını anlamıştım. Ve nitekim öyle de oldu.

Siyasette de örselendi

Sonra bir kez daha bir siyasi partiden denedi şansını. O süreçte de örselendi. Alıngandı, alındı. Kırılgandı, kırıldı. Gururluydu, içine gömüldü. İyice çekildi kendi sessizliğine. Elini ayağını çekti her şeyden. Ne kapısını çalan oldu, ne de yüzüne bakan. Zaman zaman hastalıklarıyla ilgili haberlerle gündeme getirdiler, o kadar! Koca bir şampiyonu, dünya çapında bir sporcumuzu 33 yaşında emekli edip, bir kenara atmış olmanın suçluluğuyla şimdi harekete geçeceğiz, biliyorum. Onu yaşatmak için kampanyalar filan yapacağız. Timsah göz yaşları dökeceğiz. Ama bu, her daim kendi değerlerimizi koca bir değirmende öğütüp yok etmenin utancını hiç bir zaman alnımızdan temizlemeyecek. Geçmiş olsun şampiyon, geçmiş olsun ıssız adam!

27 Eylül 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI