‘’Liderlik direkten döndü‘’
Daima savunduğum bir ilke vardır: Futbol bir istatistik sporu değildir. Son yıllarda futbolu sarmalayan istatistiki veriler, her zaman sonuçla bağdaşmayabiliyor. Bunun en son örneği, dünkü Başakşehir-Malatya maçıdır!
Mücadele sonu istatistiklerine göre Başakşehir’in sahadan farklı galip ayrılması gerektiğini düşünürsünüz ama sonuç öyle değil! Burayı istatistik rakamlarıyla dolduracak değilim ama sadece şunu söylemeliyim: Ceza sahasına yapılan ortada Başakşehir’in ulaştığı rakamlar 10/39 iken, Malatyaspor’un 2/3! Ama sonuç: 1-1! Burada, Erol Bulut’un eski ustası Abdullah Avcı’yı kendi taktiğiyle vurduğunu da belirtmeliyim. Nasıl ki Avcı, son iki yıla kadar büyük takımlar karşısında topu rakibe bırakıp, kazanılan toplarda hızlı çıkarak sonuca gidiyordu, Bulut da aynı taktiği uygulamaya çalıştı.
Savunma örneği
Maçın tamamında topu Başakşehir’e bıraktılar, takım halinde topun arkasında oldular ve son derece başarılı bir takım savunması örneği sergilediler. Hemen her hava topunu alan stoper Sadık ise sahanın en iyisiydi. Başakşehir’de ise öne çıkan futbolcu ligin en iyi kanat forveti Visca’ydı. 30’da kornerden Aleksic’in ortasında Mina kafa ile topu indirdi, Boutaib tamamladı: 0-1. 71’de İrfan Can harika ortaladı, 52’de direğe takılan Visca bu kez de darbeli bir kafa vuruşuyla skoru belirledi: 1-1.
‘’Yalnız ve güzel!‘’
Ünlü yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde kazandığı ödülü alırken sarf ettiği “Bu ödülü yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum” şeklindeki unutulmaz sözleri hepimizin yüreğine işlemişti. Güzel, güzel olduğu kadar da yalnız ülkemize bir başka gözle bakmaya başlamıştık Bu, bir müddet böyle devam etti. Ardından yerini yeni trendlere, yeni gündemlere bıraktı! Oysa ülkemiz burada.
Hiçbir yere gitmiyor. Yine güzel, yine yalnız! Bunu, Marmaris ve Muğla’da üç gün süren Dünya Ralli Şampiyonası’nın Türkiye ayağında bir kez daha keşfetme şansımız oldu. Son 5 yılın Dünya Şampiyonu Sebastien Ogier’in de sponsorluğunu yapan Red Bull’un davetlisi olarak takip ettiğimiz şampiyonada bölgenin olağanüstü güzelliğini seyretmeye doyamadık. Ege ve Akdeniz’in kesiştiği noktada yer alan ıssız koyları, inci parlaklığındaki bembeyaz kumsalları, turkuvaz sahilleri ve göz alabildiğine uzanan ormanlarıyla gerçek bir yeryüzü cennetinde olduğumuzun yeniden farkına vardık.
Tabi biz bu güzellikleri yerinde yaşadık. Ancak 155 ülkede naklen yayınlanan rallinin ulaştığı yaklaşık 900 milyon insan da bu sıradışı coğrafyayla ekran başında tanıştı. Ve eminim, bir gün onlar da bu yöreyi yerinde keşfetmeyi ajandalarının bir kenarına not etmişlerdir. Ralli, bu yıl ülkemizin tanıtımı için en önemli araçlardan biri oldu. Emeği geçen herkese Barış abimizin deyişiyle, kocaman bir alkış!
‘’Nereden nereye!‘’
Atletizm bütün sporların anasıdır derler. Gerçekten de öyledir. Cimnastik ve yüzmeyle beraber üç ana branştan biridir, birincisidir. Gelgelelim, bu üç temel branşta yıllardır Avrupa ve Dünya’nın gerisinde kalmanın utancını yaşıyorduk. Çok şükür devir değişti. Bugün artık her üçünde de uluslararası arenada elde ettiğimiz başarı hikayeleriyle anılıyoruz. Yüzmede her ne kadar diğer iki branş kadar atılım yapamadıysak da, atletizm ve cimnastikte yüzümüzü ağartacak sonuçlar alıyoruz. Son olarak Berlin’de yapılan Avrupa Atletizm Şampiyonası ile Glasgow’da gerçekleştirilen Avrupa Cimnastik Şampiyonası’nda sporcularımız hepimizi gururlandıracak sonuçlara imza attılar.
Bayrak takımı tarih yazdı
Aynı zaman dilimine denk gelen iki şampiyonada dikkatler özellikle atletizmin üzerindeydi. Zira, iki yıl önce Amsterdam’da yapılan şampiyonada Atletizm Milli Takımı toplam 12 madalya kazanarak tarihi bir başarıya imza atmıştı. Bir zamanlar adı dopingle anılan Türk atletizminin aynı başarıyı tekrarlayıp tekrarlayamayacağı merak konusuydu. Sporcularımız, Berlin’de de madalyaları topladı. Berlin’de, Amsterdam’ın gerisinde kaldıysak da, 1 altın, 2 gümüş ve 2 bronz olmak üzere toplam 5 madalya kazandık. Hiç kuşkusuz şampiyonanın yıldızı Ramil Guliyev’di. 200 metrede Dünya Şampiyonluğu’ndan sonra Avrupa Şampiyonluğu apoletini de omzuna takan Guliyev, 4X100 metre bayrak yarışında Milli Takımımızın kazandığı altın madalyada büyük pay sahibi oldu. Ki, bu başarı Türk Atletizm tarihinde bir ilkti.
Guliyev, Tokyo’ya göz kırpıyor
Guliyev’in koştuğu final yarışı tarihin en hızlı 18. finali olurken, İtalyan Pietra Menna’dan sonra tarihin en hızlı ikinci beyazı olan Milli atletimiz, 19.76 ile Oyunlar ve Türkiye rekoru’nu kırarken, şayet ellerini erken açmasaydı belki de 19.72 ile Menna’ya ait 40 yıllık Avrupa Rekoru’nu da kırmış olacaktı! Şampiyonanın dikkat çeken diğer isimleri ise Yasmani Copello Escobar ve Yasemin Can’dı. Şampiyona öncesi uzun bir süre baldırındaki sakatlıkla boğuşan Yasmani, buna rağmen gümüş madalyanın sahibi olurken, Yasemin Can da 10 bin metrede midesindeki rahatsızlık nedeniyle başarılı olamazken, 5 binde üçüncülük kürsününe çıkmayı başardı.
Bekmez ve Acet’in yükselişi
Şampiyonada gelecek için umut vaat eden atletlerimizin doğuşuna da tanık olduk. 20 kilometre yürüyüşte 1.31.00’lık derecesiyle Yeliz Ay’a ait 14 yıllık Büyükler Türkiye rekorunu kıran 18 yaşındaki Meryem Bekmez, 5 Türkiye rekorunu de yeniledi. Şampiyonada 11. olarak yürüyüşteki en büyük başarımızı elde eden milli sporcunun bu performansı, IAAF listesinde U20 Yaş Grubu’nda Dünya’nın en iyi derecesi oldu. Yıldızı parlayan bir başka atletimiz ise yüksek atlamada Alperen Acet oldu. 1958 Stockholm’de final atlayan Çetin Şahiner’den sonra bu branşta finalde yarışan erkeklerde ilk yüksek atlamacı olan Alperen, 2.24’lük derecesiyle beşinciliği paylaştı.
‘’Görme Engelliler Milli Takımı'na kamp zulmü!‘’
Görme engelli milli sporcular 18-28 Temmuz’da İzmir’de 10 günlük kampa alınıyor. Ama ne kamp! Otelin her tarafı dökülüyor. Köpek bağlasan durmaz misali! Bu yetmiyormuş gibi kamptaki 7 kadın sporcu için kadın antrenör görevlendirilmiyor!
TMPK Başkanı Yavuz Kocaömer konuyu gündeme getirince otel değiştiriliyor. Bu kez antrenman havuzuna 60 kilometre mesafedeki bir otele alınıyorlar. Havuza gidip geldikleri araç ise tam bir köy postası! Yemek bulamadıkları akşamlar ise cabası!
Bu ülkenin çok büyük yapısal ve toplumsal sorunları var. Kar topunun yuvarlanıp çığa dönüşmesi gibi giderek de çoğalıyor. Engelli sorunu bunlardan sadece biri. Ama en önemlisi. Zira, uygarlığın temel ölçütü engelliye verilen değerdir. Engellinin toplumsal hayata tam adaptasyonudur. Hem fiziksel hem ruhsal...
Çağdaş toplumlar bunu başarmış durumda. Zaten başardıkları için de çağdaş toplum diye tanımlanıyorlar! Biz ise... Maalesef yerimizde sayıyoruz bu konuda. Son yıllardaki umut verici bazı gelişmeler ise günü kurtarmak babında!
Kız sporcular perişan oluyor
Zaten pratik hayata baktığımızda yapılanların göstermelik olduğunu anlayabiliyoruz. Bunun son örneği ise, görme engelli milli yüzücülerimize reva görülen muamele. Görme Engelliler Federasyonu tarafından 18-28 Temmuz tarihleri arasında İzmir’de milli takım sporcuları için bir hazırlık ve geliştirme kampı düzenleniyor.
15 sporcu sadece bir antrenör nezaretinde bir otele gönderiliyor. Gelgelelim gittikleri otelin her tarafı dökülüyor. Odalar, duşlar, yataklar, tuvaletler vs. Köpek bağlasan durmaz misali bir otelde bir anda kendilerini buluyor sporcular. Sporcuların 7’si kadın. Gözleri görmediği için bu kızlarımızın tuvalet ve duş gibi özel ihtiyaçlarında yanlarında nezaret edecek bir kadın antrenör gerekiyor. Ama o da yok! Tam bir perişanlık!
Hamza Yerlikaya el atıyor
Konu, Türkiye Milli Paralimpik Komitesi (TMPK) Başkanı Yavuz Kocaömer’e intikal ediyor. Kocaömer de Milliyet ve Posta Gazeteleri’ndeki köşelerinde bu rezaleti gündeme taşıyor. Devreye yeni Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı Hamza Yerlikaya giriyor. Ve federasyon sporcuların otelini değiştiriyor. Ama sorunlar bitmiyor. Bu kez otel, antrenman yaptıkları havuza 60 kilometre mesafede! Gidiş-geliş her gün 120 kilometre! Kendilerine tahsis edilen araç ise tam bir köy postası! İçinde doğru dürüst oturma koltukları olmayan, taştan yapılmış uydurma oturma yerlerinin bulunduğu, klimasız bir araçla İzmir’in Temmuz sıcağında her gün kilometrelerce yol kat ediyorlar.
Federasyonun ilk ayıbı değil
Bazı günler yolun uzunluğundan akşam yemeğine yetişemiyorlar. Tabi otele dönünce yemek de bulamıyorlar. Oysa bunun daha önceden programlanıp, hazırlanması gerekiyor. Ama kim yapacak! Devreye antrenör Çetin Koçak giriyor. Gidiyor, açık olan bir marketten muz alıyor ve sporcuların karnını öyle doyuruyor! Aslında bu federasyonun daha önce de gündeme gelen birçok sabıkası var. Ama ne hikmetse üstüne giden yok!
Federasyonun Yönetim Kurulu üyelerinden Ercüment Ekrem Davran ise, konuyla ilgili kendi facebook hesabından yaptığı açıklamada değiştirilen otelde daha önce de kalındığını ama hiçbir şikayet alınmadığını söylüyor! Engelliye uygun olmayan araç için de topu Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’ne atıyor. Araç onlarınmış ve varsa bir şikayet onlara yapılmalıymış! İşte, engelli sporcu için hayat böyle değerli okurlar! Saldım çayıra, mevlam kayıra!
Hamit Turhan
‘’Canaydın'ın kemikleri sızlıyor!‘’
Galatasaray’ın resmi internet sitesine girip Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı bölümüne tıkladığınızda karşınıza söyle bir tablo çıkıyor:
Ulusal Başarılar:
* TSB Süper Lig (10): 2006-07, 2007- 08, 2008-09, 2009-10, 2010-11, 2011-12, 2012-13, 2013-14, 2014-15, 2017-18
* TSB Birinci Lig (1): 2005-06
Uluslararası Başarılar:
* IWBF Champions (Kıtalararası Şampiyona) (5): 2007-08, 2008-09, 2010-11, 2012-13, 2013-14
* Kitakyushu Cup (4): 2007-08, 2008- 09, 2010-11, 2011-12
* Andre Vergauwen (1): 2017
* Chieti Turnuvası: (1): 2007
* EuroLeague 1: (1): 2018
Her Galatasaraylı’nın gurur duyacağı bu tablo, bazı fahri ve profesyonel yöneticiler için utanç tablosu olmaya doğru gidiyor! Zira, kurulduğu 2005 yılından itibaren 13 yıl içinde böylesine önemli başarılara imza atmış, kazanılmamış kupa bırakmamış olan Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’na, “Size bu sene bütçe yok, başınızın çaresine bakın, şampiyon olmasanız da, hatta küme düşseniz de önemli değil!” diyebiliyorlar. Vermek istemedikleri ücreti ise duymak istemezsiniz! Yıllık yaklaşık 375 Bin Euro! (2 milyon TL) Sıradan bir futbolcunun iki aylık ücreti!
Suçlu bulundu: Engelliler!
Yıllardır kifayetsiz muhterisler tarafından Galatasaray’ın parasının har vurulup harman savrulmasının bedelini Engelsiz Aslanlar’a ödetmeye çalışıyorlar. Galatasaray’ı yiyip bitiren, UEFA kapılarında rezil eden zihniyet demek ki hala kulübün içinde etkinliğini sürdürüyor! Yönetimler değişiyor ama bu çağdışı kafa asla değişmiyor Galatasaray kulübünde. Futbolda yapılan savurganlıkların; menacerlere, aracılara, yancılara, işbirlikçi yöneticilere kaptırılan paraların faturası, sanki sorumlu onlarmış gibi amatör branşlara, amatör branşların da en garibanı, en sahipsizi engellilere kesiliyor. Hangi Galatasaraylıya sorsanız bu kulübün, ‘Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi’ olduğunu söyleyecektir. Bir zamanlar gerçekten de öyleydi. Ama camia içinde son yirmi yıldır yaşanan erozyon, Galatasaray’ı kendi öz değerlerinden ve dolayısıyla uygar Batı’dan hızla uzaklaştırdı. Bir takım yeteneksiz, çapsız, muhteris, şark kurnazı isimler kulüpte hegemonya kurdu. Tek amaçları kendilerini kulüp üzerinden pazarlamak olan bu işbilmezler, bir ağaç kurdu gibi koca Galatasaray’ın içini oydu. Ve sonunda ülkesini, kulüp armasını dünyanın dört bir yanında gururla temsil eden engelli sporculara ayrılacak üç beş kuruşluk bütçeye göz diktiler. Bu kadar başarılı bir branşa bir sponsor bulma zahmetine bile girmiyorlar. Ya da daha kötüsü, bulamıyorlar!
Taraftar sahip çıkmalı...
Bu takım, 2005 yılında o zamanın yöneticisi Sinan Kalpakçıoğlu ve bugünkü Türkiye Milli Paralimpik Komitesi Başkanı Yavuz Kocaömer önderliğinde rahmetli Özhan Canaydın tarafından kurulmuştu. Canaydın’ın en büyük gurur kaynağıydı Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı. Eminim, bugün de her Galatasaraylının gurur kaynağı. Ama şimdi bazı yöneticiler tarafından kulübün sırtında bir kambur gibi görülüyor. Üstelik Başkan Mustafa Cengiz’in son zamanlardaki iyi niyetli çabalarına rağmen... Hatta, “Galatasaray rehabilitasyon merkezi mi, gitsinler başka yerde rehabilite olsunlar” şeklinde çarpık bir düşünceye sahip olanların bile var olduğunu duyuyorum! O kadar cahiller ki, bilmiyorlar bu sporun rehabilitasyonla alakası olmadığını, aksine ağır bir performans sporu olduğunu! Aslında korkmasalar kapısına kilit vuracaklar! Ama cesaret edemiyorlar. Zaman içinde kendi kendisini lağvedecek bir pozisyona sokmaya çalışıyorlar. Özhan Canaydın’ın da kemiklerini sızlatıyorlar. Bunlara sadece yazıklar olsun diyorum ve hepsini önce Allah’a, sonra da Galatasaray taraftarına havale ediyorum!
‘’Teknokrat Bakan!‘’
Türkiye bir seçim sathı mailinden daha çıktı ve yeni bir sisteme geçiş yaptı. Tüm yetkilerin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da toplandığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde görev alacak yeni Bakanlar Kurulu da hafta başında açıklandı. Tabi, adet olduğu üzere kabine açıklanmadan önce tüm bakanlıklar için ‘Bakan Toto’ oynandı Başkent’e yakın gazeteciler ve siyasi otoriteler tarafından. Çeşitli kulis bilgileri kamuoyu ile paylaşıldı. Hatta bir takım iddialı listeler bile hazırlandı. Ancak beklendiği gibi bu konularda oldukça ketum olan ve sürpriz yapmayı seven Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha herkesi ters köşeye yatırdı! Kulislerde hiç dile getirilmeyen sürpriz isimler bakan oldu.
Kasapoğlu sürprizi
Bunlardan biri de biz spor medyasının iştigal alanına giren Gençlik ve Spor Bakanlığı’ydı. Eski Bakan Osman Aşkın Bak’ın yeni kabinede olmayacağı kesindi, ancak yerine gelecek isimler konusunda çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Yoğunluk dört aday üzerineydi. Bunlar; Göksel Gümüşdağ, Hamza Yerlikaya, Hidayet Türkoğlu ve Faruk Özçelik’di. Son 24 saatte Faruk Özçelik adı ön plana çıkmıştı. Bense, gazetemde de kaleme aldığım yazımda belirttiğim gibi Hamza Yerlikaya’nın Bakan olması taraftarıydım. Olsaydı, Türkiye’nin Olimpiyat Şampiyonu bir sporcusu ilk kez bakanlık koltuğuna oturmuş olacaktı.
Sebastian Coe, Sergey Bubka, Aleksandr Karelin gibi olimpiyat şampiyonlarının üstlendikleri önemli görevleri göz önüne alırsak, aynı kalibrede olan bizim bir sporcumuz da Türk sporunun başına geçebilirdi. İlk bakışta bu popülist bir yaklaşım gibi görülebilir, ancak Yerlikaya’nın spor yöneticiliği ve siyasetteki tecrübesi göz önüne alındığında o koltuğu rahatlıkla doldurabileceğini söyleyebiliriz. Gelgelelim, Sayın Cumhurbaşkanı’nın teveccühü bu yönde olmadı. Popüler ve tecrübeli bir ismin yerine çalışkan ve başarılı bir bürokrat olan Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nu tercih etti. Yani tercihini teknokrat bir bakandan yana kullandı. Zaten kabinenin diğer bakanlıklarında da teknokratlar ağırlıkta. Sayın Kasapoğlu’na başarılar diliyoruz.
Dürüst ve çalışkan
Yeni Bakan Kasapoğlu’nun çağ atlattığı Spor Toto Teşkilatı’nda yaptıkları ortada. Bugün başta futbol olmak üzere Türk sporunun en önemli maddi kaynağı hiç kuşkusuz Spor Toto Teşkilatı. Trilyonluk bir kurumun başında olmasına rağmen temiz bir sicili olan Sayın Kasapoğlu’nun aynı başarısını Gençlik ve Spor Bakanlığı’nda da sürdürmesini ümit ediyoruz. Türk sporunun çok derin yapısal sorunları var.
Burada sıralamaya kalksak sayfalarımız yetmez. Eminim Bakan Kasapoğlu da konuya hakimdir. Bu anlamda kendisinin işi hiç de kolay değil. Benim yeni göreviyle ilgili ilk temennim, uzun süre koltukta kalması ve bu konuda bir istikrarın sağlanmasıdır. Zira, son 10 yılda Spor Bakanlığı koltuğuna oturan 6. isimdir Mehmet Muharrem Kasapoğlu!.. Akif Çağatay Kılıç haricinde bundan öncekilerin hiç biri iki yıldan fazla görevde kalamadı. Bu da Türk sporunun sorunlarının çözümünü zorlaştıran en önemli etkenlerden biridir. Kalıcı çözümler için yönetimsel istikrar şart! Tabi alt kademelerdeki görevlendirmelerde de liyakata önem vermek koşuluyla...
‘’Hamza Yerlikaya neden olmasın?‘’
Her zaman savunduğum meclisten seçilebilir bir prensip vardır. Türk sporunu sporun içinden gelenler yönetmelidir. Bu, federasyonlar için de geçerlidir, Spor Genel Müdürlüğü bürokratları için de, kulüpler için de, Spor Bakanlığı için de... Uzun yıllar, özellikle kulüplerde ve federasyonlarda sporun içinden gelmeyenlerin iş başına geldiği-getirildiği bir düzene tanık olduk. Her ne kadar bu konuda son yıllarda bir hassasiyet oluşsa da yine de yeterli olgunluğa sahip olduğumuz söylenemez. Geçmişte aynı adamların değişik dönemlerde 4-5 federasyonda başkanlık yaptığına dahi şahit olduk! Üstelik seçilerek! Sanırsınız IOC Başkanlığı yapmış öyle gelmişler! Yani öylesine marifetliydiler!
Aday olarak 3 isim önplanda
Şimdi önümüzde yeni bir süreç başlıyor. Türkiye yeni bir siyasi sisteme geçiş yaptı. Önümüzdeki hafta başında ülkeyi yönetecek Hükümet Kabinesi açıklanacak. Bir spor gazetecisi olarak elbette en çok merak ettiğim Gençlik ve Spor Bakanlığı’na kimin getireleceğidir. Kulislerde mevcut Bakan Osman Aşkın Bak’ın yeni dönemde sporun başında olmayacağı, yerine Göksel Gümüşdağ, Hamza Yerlikaya ve Hidayet Türkoğlu’ndan birinin getirileceği konuşuluyor. Belki de kimsenin tahmin etmeyeceği sürpriz bir isim olacak. Eminim, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu kafasında çoktan belirlemiştir. Buradan kendisine etki edecek ne gücümüz, ne de niyetimiz var. Ancak yine de bu konudaki görüşümü yazmak istedim.
Olimpiyat şampiyonu bir bakan!
Ben Hamza Yerlikaya’nın Bakanlığa getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Her şeyden önce geçmişi başarılarla dolu bir şampiyon. Eğer Yerlikaya bu göreve getirilirse Cumhuriyet tarihinin Olimpiyat Şampiyonu ilk bakanı olacak. Kısa bir süre de olsa federasyon başkanlığı yapmış olması, ardından bir dönem milletvekilliği yaparak siyasi tecrübe edinmesi, bir kaç yıldır Cumhurbaşkanı’nın sporla ilgili başdanışmanlığı görevini yürütmesi, başta güreş olmak üzere olimpik sporlara olan hakimiyeti Hamza Yerlikaya’nın bu göreve hazır olduğunun önemli parametrelerinden sadece bir kaçı. Ayrıca IOC ve FILA başta olmak üzere uluslararası spor camiasında tanınırlığını da bunlara eklemek gerekir. Kendisini uzun süredir böylesine önemli bir göreve hazırladığını da biliyorum. Ama takdir elbette Sayın Cumhurbaşkanı’nın. Umarım kendisine başdanışman yapacak kadar yakın gördüğü ve güvendiği bir ismi Gençlik ve Spor Bakanlığı’na da layık görür. Çünkü, Hamza Yerlikaya bunu hak ediyor. Türkiye de şampiyon bir bakanı...
‘’Hakkı yenen spor adamı!‘’
2002 Dünya Kupası’nda Türkiye üçüncülüğü elde ettikten sonra başarıdan herkese paye çıkarıldığını, ancak bir kişinin hakkının verilmediğini belirttiğim bir yazı kaleme almıştım. Bu spor adamı Mehmet Ali Yılmaz’dı. Dokuz ay gibi kısa sayılacak Spor Bakanlığı döneminde Mehmet Ali Yılmaz çok önemli iki devrime imza atmıştı. Biri futbolun özerkleşmesi, diğeri de Olimpiyat Yasası’ydı.
İşte, 2002’deki Dünya üçüncülüğümüze, onun öncesinde de Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanmasına yol açacak süreç bu özerkleşme hamlesiyle başlamıştı.
Mehmet Ali Yılmaz’ın dışında futbolda elde edilen uluslararası başarılarda payı olan bir gizli kahraman daha vardı. Onun adı da Şenes Erzik’di. Erzik, özerk Futbol Federasyonu’nun ilk başkanıydı.
Hepsini yazsak sayfalar yetmez
Federasyonun kurumsallaşmasında ve bugün trilyonluk bütçeye sahip devasa bir organizasyona dönüşmesinde Erzik’in o dönem yaptığı reformların payı büyüktü. Ve Sayın Erzik bütün bunları sessiz sedasız gerçekleştirmişti.
1986’da Derwall’in Türkiye’ye gelmesini sağlayan Erzik, Piontek’i de başkanlığı döneminde Milli Takım’ın başına, Fatih Terim’i de yardımcılığına getirerek Türk futbolunun yeni ufuklara yelken açmasına vesile olmuştu. Bu iki Alman Futbol Adamı’nın Türk futboluna katkıları hepimizin malumu.
Şenes Erzik’in yaptıkları elbette sadece Derwall ve Piontek’le sınırlı değil. Hepsini sıralamaya kalksak, sayfalarca yazı yazmamız gerekir!
Ahde vefa sicilimiz bozuk
Yaptıkları sayfalara sığmaz ama hakkının teslim edilmesi gerektiği durumlarda da ondan hiç bahsetmeyiz! Her şeyden önce her başımız sıkıştığında onun kapısını çalmamız, lehimize sonuç çıktığında adını anmamamız, aleyhimizde bir durum oluştuğunda ise faturayı Erzik’e kesmemiz yıllardır sürdürdüğümüz riyakârlıklar zinciridir.
Bana bu yazıyı yazdıran son örnek ise bir eski federasyon başkanından, Kemal Ulusu’dan geldi. 1984-1985 yıllarında yaklaşık 13 ay başkanlık yapan Sayın Ulusu, kendine ait facebook sayfasında bütün reformları kendisinin yaptığını ileri süren bir yazı kaleme almış. Bunlar arasında Derwall’in ve Piontek’in getirilmesi de var! Doğru, Derwall onun zamanında geldi Galatasaray’a. Ama onu getiren Şenes Erzik’ti! Piontek’i de öyle...
Sayın Ulusu, her şeyi kendine mal etmiş ama bunu yaparken de Erzik’in adını dahi anmayarak bu büyük spor adamına haksızlık yapmış. Ne yazık ki millet olarak ahde vefa konusunda sicilimiz bozuk. Kemal Ulusu’nun yaptığı da bu bozuk sicilin tezahüründen başka bir şey değil! Ancak doğruların er geç su yüzüne çıkması gibi bir realite de vardır. Ve zamanı geldiğinde toprak altında kalan bir bitki kökü gibi filiz verir!