‘’Sistem değişikliği şart (mı?)‘’
Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Çağatay Kılıç’ın tüm yapıcı uyarı ve önerilerine rağmen anlamak istemeyenlerin sayısı az da değil şöyle bir bakınca... Tekrarlamaktan sıkıntı duymamıza rağmen bir kez daha dile getireceğimiz husus; başkanlığa aday olanların, seçime girenlerin ve kazananların çoğu ile ilgili sıkıntıların var olduğu... Bu kişilerin ‘biz’den çok ‘ben’ yaklaşımı kaygı verici noktada, malum şahısların dünya çapında rekorlara imza atacak, her branşta başarıdan başarıya koşacak sporcular yetiştirmeleri sizce mümkün mü? Cevap vermekte zorlanıyorum.
Seçimlerin amaç haline gelmesi...
Rio Olimpiyat Oyunları’ndan sonra başlayan genel kurullar ve seçim sürecinde ortaya çıkan endişe verici manzara, her şeye rağmen seçilmiş olmanın, beklenen sportif başarıların önüne geçtiğini bir kez daha gösterdi. Spor yatırımlarını artırma, efsane sporcular yetiştirme ve başarı elde etme duygusu temel amaç iken, bir araç olan seçimlerin asıl amaç haline getirildiğine üzülerek tanık olduk.
Federasyonlarda özerklik
Spor federasyonlarında sihirli bir değnek olarak kabul edilen ve yıllar önce uygulanmaya başlanan özerklik konusunu da paylaşmadan geçemeyeceğim. Spor federasyonlarındaki özerklik; kulüplerin oluşturduğu üst çatı olan federasyonların yönetimlerini kulüplerin kendilerinin belirlemesi, işbaşına gelen yönetimlerin de idari ve mali açıdan kararlarını yetkili organlarında bağımsız olarak alması ve yürütmesi anlamına geldi. Aslında sporda özerklik Ak Parti hükümetlerinin spora sağladığı en büyük destek olmuştur. Ancak gelinen son süreçte federasyonların başına işin uzmanı olan yönetimleri getirme iradesini gösterecek isimlerin olduğu sağlıklı bir sistem ihtiyacı başarının anahtarı olarak kendini bir kez daha hissettirmiştir.
Belli başlı sorunlar ne?
Kulüp temsilcilerinin, kulüp yetkililerine baskı yapılarak federasyon yönetimi tarafından belirlenmesi en belirgin sıkıntılardan biri. Ayrıca genel müdürlük, istediği aday için sahip olduğu yaklaşık yüzde 10’luk oya ilişkin hakkını bazen blok olarak kullanabilmekte, buna ilave olarak varsa illerdeki gençlik spor kulüp temsilcilerini de bu orana katarak seçimlerde belirleyici rol oynayabilmektedir. Bir başka sorun da başkan adayı olabilmek için kanunda hüküm bulunmamasına karşın, yönetmelikle adayı destekleyen en az yüzde 15 delegenin, genel kuruldan önce federasyona imza vermesi zorunluluğudur. Bir delege ancak bir aday için imza verebildiğinden, mükerrer imza verilmesi halinde ikisi de iptal edilmektedir. Söz konusu imza verme durumu uygulamada oldukça büyük sorunlara yol açmaktadır. Oylama gizli olmasına karşın, delegeler önceden oylarını belli etmek zorunda bırakılmaktadır.
Başkanlar hep aynı
Bahsettiklerimin ardından ‘Türkiye’deki sistem nerede kilitleniyor?’ sorusunun cevabını hemen buluyoruz öyle değil mi? Federasyon başkanı olabilmek için bakanlıkla iyi geçinmek ve başkanı seçecek genel kurul delegasyonunu sadık isimlerden oluşturmak işin püf noktası, gerisi hikaye sanırım. Evet yanlış okumadınız, oluşturulan mevcut sistemde iş başındaki başkan, genel kurulun çoğunluk üyelerini kendisi belirliyor, önemli bir hata veya yol kazasına uğramaz ise bu genel kurul üyeleri de seçimlerde kendisini tekrar başkan yapıyor. Bakın federasyonlara, hakkında soruşturma yapılmış ve ceza almış, büyük çalkantılara neden olmuş veya kendi istifa edip gitmiş olanlar hariç, genellikle hep aynı başkanların tekrar seçildiğini göreceksiniz.
Üyelik sistemi sıkıntılı
Çünkü spor federasyonlarında 4 yılda bir kulüplerin kendilerinin belirlediği sabit genel kurul üyelik sistemi yok. Federasyon ana statülerine göre, kulüplerin genel kurula delege verebilmesi için, son iki yılda federasyonun tüm faaliyetlerine katılmış olmaları gerekiyor. Belli koşullara bağlı olarak bu kulüplere birden fazla delege hakkı da verilebiliyor. Kulüp muhalif ise, bin bir zorluk çıkartılarak sporcularının faaliyetlere katılımı engelleniyor. Zaten çoğunun mali sıkıntıları var. Faaliyetlere katılım için mali desteklerin kesilmesi yeter. Ancak kulüp, federasyon yönetiminin yanında ise, tüm yollar açıktır. El altından her türlü maddi destek sağlanır. Yetmedi illerde fason kulüpler kurdurulur ve faaliyetlere iştirakleri sağlanır. Kulüp delegelerinin genellikle mevcut yönetimin belirlediği kimselerden oluşmasına dikkat edilir. Bu ve buna benzer yöntemlerle istenirse, önceki genel kurulun yüzde 80’inden fazlası değiştirilebilir. Böylece seçim önceden garantilenmiş olur. Bu federasyon yönetimi, hele spor teşkilatı ile de iyi geçiniyorsa, yıllarca işbaşında kalabilir.
İşte çözüm önerileri
Öyleyse ne yapmalı? Evet bu soruyu duyar duymaz nefes almadan aklıma gelen çözüm önerilerinin bazılarını hızlıca yazmaya başladım bile;Uluslararası federasyonların yapısı ve yönetim biçimine uyulması zorunlu görülmektedir. Bu doğrultuda federasyonlar kanunla tekrar düzenlenmeli; Spor yasası, spor kulüpleri, spor federasyonları ve paydaş kurumları da kapsayacak şekilde acilen çıkarılmalı; Federasyonların kendilerine özgü başarı kriterleri getirilmeli ve bu kriterlere göre federasyonlar sorgulanmalı; Başarı ve başarısızlığa göre ödül ve ceza kriteri getirilmeli; Herkesin spor ve federasyon yöneticisi olmaması için belirli kriterler getirilmeli; Federasyon başkanlığı ömür boyu değil 2 ya da 3 dönemle sınırlı olmalı; Federasyon bütçeleri belirlenirken, federasyonların uluslararası başarıları, faal kulüp sayıları, aktif lisanslı sporcu sayıları göz önünde bulundurulmalı; Federasyon mali genel kurulları, federasyonların verimliliğine bir katkı sağlamadığı gibi mali yük getirmektedir. Bu yapı kaldırılmalı ve yerine işlevsel bir mali denetim sistemi getirilmeli; Federasyon başkan adayları için yeterlik kriterleri belirlenmeli ve bunlar Bakanlık/Genel Müdürlük tarafından titizlikle incelenmeli; Başkan adayları için kanunda öngörülmeyen yüzde 15 adayın önceden imza verme koşulu kaldırılmalı; Seçimlerde yönetim kurulu, disiplin kurulu ve denetim kurulu üyelikleri ayrı ayrı oylanmalı, gerektiğinde delegelere isim ekleme/çıkarma hakkı verilmeli; Genel Müdürlük bünyesinde kurulmuş olan ve federasyonların sportif başarılarını ölçüp değerlendirmesi için görev verilen Sportif Değerlendirme ve Geliştirme Kurulu daha aktif olarak çalıştırılmalı ve federasyonların üzerindeki etkinliği artırılmalı;Bu süreçte kurul üyelerinin seçiminde Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesi dışında alanında uzmanlaşmış kişiler tercih edilerek tarafsızlık ilkesinin işletilmesi vazgeçilmez bir unsur olmalıdır.
Sızmaların önüne geçilmeli
Yukarıda saydığımız özellikleri ölçen ve değerlendiren, başka bir deyişle federasyon başkanına ve yönetimine karne veren bir sistem geliştirilmeli. Önemli olan, seçimlerde sporu ve başarıyı ön plana alacak tedbirleri bir an önce uygulamak, bu arada illegal örgütlerin de spora sızmasını engellemek. Aksi takdirde bu seçim sistemiyle özerklik, bir tür keyfilik haline gelebilir, yapılan tüm katkılara ve iyi niyetli çabalara rağmen sporu batağın içine sokabilir. Gerçekten yüreğimizdeki iman, vatana duyulan aşk ve sığındığımız onca manevi değer bizi biz yaparak adımızı tarihe kazıyor. Duyarsız olamayız, inancımızı kaybedemeyiz, bildiğimiz doğruları gözardı edemeyiz. Lütfen sadece bakmayın artık görün ve herkes dahil kimin üzerine ne düşüyorsa gerekeni yapsın.. Eskilerin deyimiyle ‘Şeker var, un var, yağ var ama, bir türlü helvayı gören yok’ demeyi bırakalım. Hem ağzımızın tadı hem de başarılar yeni sistem ile birlikte yerine gelsin... Herkese duyurulur...
‘’Sabır ve istikrar‘’
Geçtiğimiz günlerde Terim-Arda meselesine ilişkin farklı onlarca yorum içerisinde içimden geçen tek şey haklı haksız ayrımından ziyade ‘genel huzursuzluk bitsin önümüze bakalım’ düşüncesiydi. Kimin haklı olduğuna ilişkin tartışmalardan bir sonuç da çıkaramadık aslında. O süreçte mesele teknik mi, taktik mi, ego mu yoksa arkasında başka işler mi var soruları paylaşıldı farklı sayfalarda. ‘Peki bundan sonra ne olacak’ dedik, net bir şeyler göremedik. Bu konunun gündemdeki sıcaklığı azalmışken içime sinmedi ve bir kez daha dile getirme ihtiyacı hissettim. Nedeni Kasım ayındaki Kosova karşılaşması... Şimdiden gereken mesajları, içimden geçen doğruluğuna inandığım düşünceleri, bugüne kadar çevremdeki işin profesyonellerinin yorumlarını ve kamuoyunun sesini iş işten geçmeden bir kez daha duyması gerekenlere ulaştırmak aslında... Kosova karşılaşması ile ilgili yorumlar başladığında ilk soru malum Arda çağrılır mı çağrılmaz mı noktasına düğümlenecek.
20 yıldır görevde
Kadronun açıklandığı gün tavan yapacak tartışmalar ve bizler yine işi kaleme vurup yorum getirmeye devam edeceğiz. Oysa bunlarla mı uğraşmalıyız? Benim önümde Arsenal Teknik Direktörü Arsene Wenger ile ilgili bir çalışma var. 20 yıldır görev başında. Premier Lig’de en uzun süre teknik adamlık yaparak İngiltere’ye damgasını vurmuş teknik adamların başında geliyor. 1 Ekim 1996’da göreve başlayan Wenger, 1130 maça çıkmış, 656 galibiyet almış. Onunla futbolcuları 2087 gol atmayı başarmışlar. 20 yıl boyunca Premier Lig’i hep ilk 4 te bitirmiş bir teknik adam, tıpkı Alex Ferguson gibi efsane artık. 20 yıla 3 Premier Lig, 6 Federasyon Kupası şampiyonluğu sığdırmış. Kaybettiği Şampiyonlar Ligi finali de var. Bizim aklımızda kalan unutulmaz anı Galatasaray’la oynadığı UEFA Kupa finali. Kazanmıştık. Fatih Terim’in yönettiği Sarı-Kırmızılı takımımız finalde penaltı atışları sonrası bu İngiliz devini ve hocasını mağlup etmişti.
Nereden nereye?
Wenger’i sadece bizim değil, Avrupa’nın ve hatta dünyanın bu kadar hayranlıkla dillendirmesinin nedenine bakmamız gerekiyor herhalde. Takımına kazandırdığı prestij, ulaştırdığı seviye, bunu gerçekleştirirken ortaya koyduğu transfer politikası ve bunlarla birlikte vazgeçmediği beraber oyun felsefesi ortaya çok farklı sonuçlar çıkartıyor. Dünyanın ekolleri tarafından futbolcu fabrikası kabul edilen ülkelerde merkezleri, scout ekipleri var. Sürekli tarıyorlar. Fildişi Sahilleri, Gana fark etmiyor yetenekli futbolcuların bulunabileceği Afrika’da da arayışlarını sürdürüyorlar bıkmadan usanmadan ... Alıp İngiltere’ye getiriyorlar. Eğitimleri dahil her şeylerini üstlenerek yetiştirmeye çalışıyorlar. Çaba, istikrar, sonuç dengesindeki rolüne bakınca örnek alınması gereken pek çok yanı olduğunu söylemeden geçemiyor insan Wenger’in... İngiltere’de tek bir takımda ve 20 yıl boyunca görev yapmak dile kolay; sabır ve istikrar işin sırrı... Birkaç açıdan “bizimle” karşılaştırabiliriz durumu. Dedim ya en önemlisi şüphesiz istikrar! Bu kavram herhalde bize en çok uzak olanların başında geliyor. Ne kulüplerimizde ne de milli takımda yaşanıyor istikrar... Sorun sadece Arsenal gibi gelir üretememekle açıklanabilir mi? Paran varsa iyi oyuncuları toplar alırsın, işine bakarsın denilerek istikrarı açıklayabilir miyiz? Şüphesiz doğru bir yaklaşım olmaz. İngiltere’nin de sonuç odaklı bir ülke olmadığını kim söyleyebilir?
Şampiyon olabilir
Doğru ama güvenmek, sabır pek çok şeyin üstüne çıkmıyor mu? Arsenal tüm kombinelerini satmış ve yeni kombine almak için 10 yıl sıra beklemek gerekiyor. En pahalı bilet satışı yapan takım, kasasında 150 milyon Pound nakit parası olan ender kulüplerden biri ve en önemli özelliği herkese adil davranan bir teknik adam var arkasında... Ünlü İngiliz Gazetesi Evening Standart’ın istatistiklerine göre bu yıl Arsenal şampiyon olabilir! Wenger’in yönetiminde ortaya çıkan resmi biz nasıl göreceğiz ve görmeliyiz bu çok önemli! Arsene Wenger’den bahsetmemizin nedeni istikrar, taktik, adiliyet ve sonuç olarak inandığınızda nerelere ulaşabileceğiniz. Bizdeki duruma bakacak olursak ne yazık ki çoğu takımımız dahil, “Milli Takımımız’ın” da belli bir oyun şablonu yok. Bu işin sistemini çözen olmadı. Her maça göre ayrı taktik. Günübirlik yaşıyoruz. Bir gerçek var ki Milli Takım başta olmak üzere belli bir oyun standardımızın olması gerekliliği. Dile getirmek, ‘biliyorum’ demek yerine uygulamak gerekiyor. ‘Gerekeni yapıyorum’ diyen mutlaka çıkacak karşımıza ancak sonuçlar öyle demiyor. Olması gereken sistem oturursa emin olun sonucunda başarı kaçınılmaz olacaktır, bizim aslında bunu konuşmamız gerekiyor...
Tekrar dönelim başarının anahtarına, Arsene Wenger’e. O oyuncuları ile arkadaş, patron ilişkisini iyi dengeler ve tüm takımdaki oyuncuları ayrı ayrı önemser.
Ayrı bir yeri var
Mesut Özil gibi oyunculara gösterdiği ilgi diğer oyuncuları düşündürür ve içten yaklaşım herkesin motivasyonunu artırır. Bir söyleyişisinde, “Özil antremanlarda istediği zaman gol atıyor”der. Önemli olan isteyecek ruhu yaşatmak ve tabii ki takımın yıldızlarına az önce de dile getirdiğim gibi ayrı hassasiyet gösterir ki diğer oyuncular da aynı saygıyı göstersin birbirlerine. Hayatımızın her anında büyük önem arz eden saygının sporda da ayrı bir yeri var. Sporcu, teknik adam saygıyı hakkedecek ve kendi aralarında bu çizgiyi koruyacak. Sonuçta başarılı olmamak mümkün değil. Üzücü olan bizim bu işte zorlanmamız. Çizgilerimiz dalgalı belirgin olmadı bir türlü. Ondan dolayıdır ki Arda, Burak, Fatih Terim örneğinde olduğu gibi sıkıntılar peşi sıra geldi. Başka bir soru Selçuk bu oyuncuların arkadaşı olduğu için mi çağrılmıyor? Bu bir cezalandırma yöntemi mi? Cevaplanması gereken bir soru. Peki diğer taraftan sadece teknik adam gözüyle bakılabilir mi sonuç arayışına?
O da değil elbette. Daha kestirmeden bakarsak bu bir zincir ve halkaları birbirine bağlı. İstikrarlı teknik adam, istikrarlı yönetim ve ötesi. Bu anlamda yeterli miyiz? Yetersiz tanımlaması haksızlık olur. Ama yeterli görünenlerin icraatları konusunda sıkıntı yaşamıyor muyuz?
Farkına varmalıyız
İstikrarı sorgularken bakmamız gereken ne kadar çok nokta var. İngiltere Premier Lig’in verileri biz ve bizim gibi onlarca ülke için ütopik olabilir. Ama teslim mi olacağız? Şimdiden tarihe damgasını vurmuş olan Fatih Terim ve Arda Turan.
Nihayetinde dikkatli incelemeli, anlamalı ve farkına varmalıyız. İnsan değerlendirmek, yok etmek, vazgeçmek, bırakmak kolay. Yıkmak çok daha kolay. Önemli olan yapıcı olmak. Bu, çok sabır isteyen bir süreç. Kimse kolayca Fatih Terim ve Arda Turan olmuyor. Büyük emekler, çabalar gerektiren bir konudan bahsediyoruz. Yağmuru var, çamuru var, uykusuz geceleri var, yorgunluğu, sakatlığı var.. Ve bir o kadar da milyonlarca insanın hayatındaki her türlü acıyı, sıkıntıyı bir golle kenara itebilmek için gözünüzün içine bakması var. Bunun gururu var. Sizin yaptığınız, becerdiğiniz işlere bakarak bulutların üzerine kolayca çıkabilecek, mutluluktan ağlayacak binler, milyonlar var. Kısaca büyük sorumluluğunuz var. Hiçbir işi kişiselleştiremeyecek durumdayız. Hiçbir konuyu Ay-Yıldızlı formanın üstüne taşıyamayız. Şurada çok kısa bir süre kaldı. Tahammül sınırları geçilmek üzere. Aksi duruma artık kimse izin vermez. Ne yapılması gerekiyorsa, kişiselleştirmekten çıkarıp memleketselleştirmeliyiz! Ötesi yok! İstikrar istiyorsak sabırla birlikte fedakarlık yapmalıyız.
‘’Spor federasyonlarında FETÖ ile mücadele‘’
15 Temmuz gecesi ülkemiz çok büyük bir tehlikeyi inanç dolu kahramanca duruşuyla dünyaya örnek olan vatandaşlarımız sayesinde amacına ulaşmadan sonlandırdı. Sonrasında hem kamu kurum ve kuruluşlarında hem de özel sektörde temizlik hareketi başladı ve şükürler olsun ki Fetö yapılanmasının beli büyük oranda kırıldı ve bu süreçte Fetö mensuplarını temizleme çalışmalarına devam ediliyor. Ancak zamanlama açısından daha hızlı ve radikal müdahale edilmesi gereken birçok kurum var. Bunlardan biri de başkan ve üyelerinin yeniden belirleneceği seçimlerine çok az bir zaman kalan spor federasyonları...
Üzerine alınan olmadı!
Geçtiğimiz günlerde Futbol Federasyonu önemli adımlar attı. MHK başta olmak üzere birçok kurul neredeyse yeniden dizayn edildi. Bir anda çok sayıda istifa gündeme geldi. Bunların çoğunun Fetö ile bağlantısı olduğu biliniyor.
Adalette, emniyette, Silahlı Kuvvetler’de, eğitimde, özel teşebbüslerde ve daha nice alanlarda yapılanan Fetö’nün, futbol dışındaki diğer spor federasyonlarını pas geçtiğini söylemek mümkün mü? Bu konuda türlü türlü iddialar havada uçuşuyor.
Konuyu Rio Olimpiyatları’ndaki başarı durumunu da dikkate alarak değerlendirdiğimizde federasyonlarla ilgili yapılacak çok iş olduğu ortaya çıkıyor. Zaten Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Akif Çağatay Kılıç, bu hususta yaptığı açıklamada, federasyon başkanlarının kendi muhasebelerini yaparak başarısız olanların herhangi bir işleme gerek kalmaksızın istifa etmeleri gerektiği sinyalini vermişti. Ancak bugüne kadar üstüne alınan hiç olmadı!
Neden rahat bırakmıyorlar?
Federasyonlar Yasası’na göre olimpiyatların bitiminden itibaren 90 gün içerisinde Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı basketbol, voleybol, hentbol, satranç, atletizm, güreş, halter ve tenis gibi ellinin üzerinde spor federasyonunun genel kurulları toplanacak ve bu süreçte federasyon başkanı ve yönetim kurullarının seçimleri yapılacak. Şunun şurasında yaklaşık 2 ay süre kaldı. Fetö yapılanmasının maske takmış iki yüzlü hainleri olimpiyatlarda alınan madalyaların arkasına saklanmış olabilirler. Başarı durumu dikkate alınsa bile genel kurullar Fetöcüler’i teşhis edip oyun dışı bırakabilecek mi? Bunun için Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın veya Spor Genel Müdürlüğü’nün geliştirdiği bir kontrol ve eleme mekanizması var mı? Bu konuda akla gelen onlarca soru var. Konuya ilişkin gerekli mesajları Bakan bey sık sık dile getirmekte. Yine kısa bir süre önce kurduğu, “Potansiyelimize, nüfusumuza bakıldığında alınan madalyalar yeterli değil” cümlesini tam olarak idrak eden herkes Sayın Gençlik ve Spor Bakanımız’ın ne kadar net mesaj verdiğini bir kez daha gördü. Ama yaşananlara bakıyoruz, herkes kendi aleminde! Açık bir ifadeyle federasyon başkanlığı için aday olma süreci neden bu kadar kaotik, rahatsız edici, sorumsuz yürüyor diyenlerin sayısı da bir hayli fazla. Geçen yazımda bir ölçüde dile getirmiştim; neden kimse Sayın Bakan’ı rahat bırakmıyor? Başarısız oldukları artık çok açık belli ve aylardır hatta yıllardır patinaj yapan branşları yönettiğini sanan kişiler neden hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam ediyor?
Neye güveniyorlar?
Ve bu süreç, o kadar rahatsız edici bir hale geliyor ki, kısa bir süre önce kamuoyuna yansıyan genelgeyle federasyonlar uyarılmak zorunda kalınıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere Sayın Başbakanımız ve Sayın Gençlik ve Spor Bakanımız’ın bu konuya gösterdiği hassasiyet ve mücadeleye rağmen anlamakta zorlananlar neye güveniyor..!
Hayat tüm hızıyla akarken bazılarının (!) bu dünyada bilerek unuttukları, geride bıraktıkları isimlerini bir daha silinmeyecek biçimde kötülerin arasına ekliyor. Gerçeklerden kaçarak yaşayanlara aklımdaki şu üç cümleyi hatırlatmak isterim.
1- Bir gün hepimiz kesin öleceğiz...
2- Ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz...
3- Yaşadığımız en genç saniyenin şimdi yaşandığı ve şu an bir saniye daha yaşlandığımız... Gidilecek yer belli oraya nasıl bir sıfatla gideceğimiz kendi elimizde... Ne yazık bitimli dünyada bitimsiz isteklerle yaşayan sadece bugünü düşünüp yarını düşünmeyenlere... Bırakması gerekeni bırakması gerektiği anda bırakmayanlara... Kalıcı eserler yerine başarısızlıklarla dolu bir dönem bırakanlara... Herkesin farkına vardığı olumsuz yanlarına rağmen hiç bir şey olmamış gibi davrananlara...
‘’DAHA NE BEKLİYORSUNUZ!!!!‘’
Geçen yazımda, yeni bir sistem kurgusuna duyulan ihtiyacı ve acil olarak hangi adımların atılması gerektiğine ilişkin başlıkları özet olarak aktarmıştım. Gençlik ve Spor Bakanımızın himayesinde Antalya da gerçekleştirilen ‘Federasyonlar Boyutuyla Türk Sporunun Geleceği Çalıştayı’nda ortaya çıkan çarpıcı sonuçların, Sayın Bakanın Paralimpik sporcuları uğurlama yemeğinde yaptığı konuşmada hangi boyuta ulaştığını daha net anlama imkanı bulduk.
‘Ne yapsak olmuyor’ cümlesine sığınmak!
Olimpiyat oyunları şüphesiz sporun doruk noktası. Ülke olarak bu oyunlara resmi olarak katıldığınız ilk günden bugüne hangi aşamaları geçtiğiniz, eksik gördüğünüz tarafları nasıl tamamladığınız ve sonrasında aldığınız madalyalarla dünya sıralamasında tablonun neresinde olduğunuz her şeyi ortaya koyuyor. Başarılı sonuçları çok ilgisi olmasa da hemen sahiplenenlerle, ‘ne yapsak olmuyor’ cümlesine sığınarak elde edilen başarısızlıkları basit ve kaçamak bir açıklama ile geçiştiren isimleri ve hiç üstüne alınmadan işini yürütmeye devam edenlerin ayrımını size bırakıyorum alınan sonuçlardan sonra... Sonuçta tabiri caizse dökülmüş, tek madalya kazanmamışsınız, sizin spor temelinizi, sporda ne olduğunuzu, nereden gelip nereye gittiğinizi herkes çok net görüyor dünya çapında... Her yıl Avrupa, Dünya şampiyonaları, özel turnuvalar yapılıyor. Birinde sıkıntınız olsa diğerinde toparlarsanız durumu belki de... Ama olimpiyat farklı. Çok önemli ve özel(!) anlayanlar için...
Bakan Kılıç’ın çağrısı
Biraz geçmişe dönelim... Olimpiyat oyunlarına 92 yıldır katılıyoruz. Bugüne kadar 1.081 sporcu ile katılmışız. 92 yılda toplam 94 madalya alabilmişiz. Çok önemli kısmınıda güreşten kazanmışız malum. Hepsine müteşekkiriz, sağolsunlar. Ancak değişen, gelişen dünya spor camiasında süreç farklı işliyor. Bugün yüzme, atletizm, cimnastik başta olmak üzere birçok yeni branşta elde edilen sonuçlar o ülkede spora ne kadar önem ve destek verildiğini yansıtıyor. Mesela Taha Akgül... Bizim canımız, tıpkı diğerleri gibi. Onun başarısını elde ettiği madalyayı büyük gururla bağrımıza bastık, mutlu olduk. Ama hala diğer alanlar için de yoğun bir arayış içinde değil miyiz? Büyük sponsorlar marifetiyle yüzme, atletizm branşlarından yeni bir jenerasyon yakalama çabasına girmedik mi? Demek bir sıkıntı var. İşte tam bu noktada Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın o yemekteki çok önemli çağrısı dikkat çekiyor. Medya konuyu “istifa edin” diye yorumladı ve yansıttı ama gerçekten sadece böyle mi anlamalıyız? Konu dönüp dolaşıp herkesin anladığı ve dile getirdiği bir kelimede düğümleniyor ‘Sistem’... Bugün itibari ile elde edilen sonuçlar ortada müdahaleyi gerektirecek bir durumun olduğunu göstermiyor mu? Yetmedi mi artık sabırla beklemek? Türk sporunun gelişmesi, başarılı olması ve hak ettiği yere gelmesi için gece gündüz demeden çoğu zaman tek başına koşturan Gençlik ve Spor Bakanı Kılıç söyledi. “Yorulan, bizimle aynı enerjiyi yakalayamayan...” gerisi malum, bu ne demek sizce...
Sporda başarıyı yakalamak istiyorsak çok yol ve yöntem sayılabilir, yazılabilir, üretilebilir. Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesindeki Sportif Değerlendirme Kurulu, geçtiğimiz günlerde toplandı ve yapılabilecek işleri sıraladı, basına da sızdı bunlar. Arayış noktasında çabalar devam ediyor. Çeşitli kesimlerden eleştiri de gelebilir, eksikler öne çıkartılabilir, ilave öneriler ortaya atılabilir. Hepsi daha iyiyi yakalama adınadır.
İş sistemden çok insan unsurunda
Peki o zaman sormazlar mı? Devletin Bakanı bütün kamuoyuna bir sıkıntıdan ve o sıkıntının çözümü için beklenen “tavır”dan bahsediyor. Devletin içinde yer alan bir kurum, bu süreçte hangi federasyonların “sınıfta kaldığını” tespit ediyor. İşin muhatapları nasıl yerlerinde bu kadar sessiz kalmayı başarıyor ve üstlerine bir şey alınmıyorlar. Ne demek istiyorlar? Yorulduğu ve enerjisi bittiği artık ayan beyan ortaya çıkan birçok insan nasıl oluyor da hiçbir sıkıntı hissetmeden adaylık turlarına çıkıyor? Galiba iş sistemden çok insan unsurunda. Olanı, biteni, söyleneni anlayamama gibi bir durumları yok! Israr ediyorlar. Buna haddini bilmeme de denebilir! Hayatın gerçekleri adına şu cümleler geliyor aklıma “Dün doğduk bugün yaşıyoruz yarın öleceğiz ... Hikayenin planı bu.. Ne başlamak elimizde ne de bitirmek dilediğimiz an... Bari gönlümüzce yaşayalım ara yerde bir zaman.. İşte o ara yerdeki zaman doğum ve ölüm arasında göz açıp kapayıncaya kadar nasıl geçtiğini anlayamadığımız zaman... İster bu yolculukta yaptıklarınızla takdirle anılın, ister onca başarısızlığa rağmen o koltuk sevdasına sessiz kalıp yeni koltuklar için yol alın... Tarih her şeyi kaydeder ve hiçbir şey unutulmaz siz ne kadar unutturmaya çalışsanızda... Verilen mesajlar umarım yerlerine ulaşır... Evet unutmak istenen onca şeyin yanında unutulmaması gerekenlerde var. Bizi biz yapan değerler...
***
Bu vesile ile mübarek Kurban Bayramı’nızı tebrik ediyor herşeyin gönlünüzce olmasını temenni ediyorum. Kalın sağlıcakla...
‘’Geleceğe bakış‘’
Türk sporu Rio ’da yeni bir “sınavdan” daha geçti. Henüz yola çıkmadan, yarışmalar başlamadan, mücadele etmeden “bizden bir şey olmaz” bakış açısı önce de olduğu gibi “standart hale gelmiş” bir yaklaşımın yansımasıydı. Karamsarlık ruhumuza işlemiş olmakla birlikte bazı uygulamaların verdiği yılgınlıklar da bilinçaltında farklı olumsuz düşünceler yaratmış olabilir. Bu durum temel bakışımızdaki “nasıl olsa yapamayız” fikrini aklımızdan silmeye yetmiyor.
Bu tespitle birlikte kazandığımız 8 madalyanın ardından artık farklı değerlendirmelerin yapılacağını inkar edemeyiz. Aslında “değişen ne ” sorusunu cevapsız bırakmayacak bir yönetim anlayışına sahibiz. Gençlik ve Spor Bakanlığı kamuoyuyla derinlemesine paylaşılmamış olmasına karşın uzunca bir süredir önemli toplantılar, araştırmalar ve uygulamaları hayata geçirerek geleceğe dair önemli planlamalar yaptı, yapmaya da devam ediyor. İsteyen 8 madalyayı “güreş, halter, taekwondo ” branşlarından geldi diye eleştirebilir. Ama ilk kez katıldığımız 21 farklı branşta yer alabilme başarısı sıradan mı sizce? Peki 20 yaş altı sporcularımızdan Tutya’yı, Emre’yi, Yasemin’i, Nida’yı, Mete’yi ve Zeynep’i yok mu sayacağız?
Konuyu farklı bir taraftan incelediğimizde ortaya çıkan bazı dikkat çekici tespitleri sizlerle paylaşmak istiyorum;
Spor bilimlerinde “bilimsel destek” olmadan başarı elde edilebilmesi ve bu başarının sürdürülmesi imkansızdır. Burada sporcuya özgü yaklaşımlar ortaya koyacak özel bir bilimsel destek olmazsa olmaz koşuldur. Japonya, Avustralya, Amerika örneklerinde olduğu gibi, farklı disiplinlerdeki bilim insanlarının birlikte çalışarak sporcuya özgü özel analiz ve değerlendirmeler yapabilecek üniversite ile işbirliği içerisine girmesi ve bu bağlamda “Spor Bilimleri Enstitüleri’nin’’ kurulması kaçınılmazdır.
Söz konusu enstitülerinin yanı sıra üniversitelerle etkin işbirliği içerisinde değişik illerde merkezler kurulması, kamp ve antrenman yapılabilecek ortamların sağlanması gerekmektedir. Bu yapı farklı bölgeler ve farklı spor branşları için özelleşebilir. Bir örnek vermek gerekirse bisiklet için üst düzey analizler rüzgar tünelinin olduğu Spor Bilimleri Enstitüsü’nde yapılabilirken, veledromun bulunacağı antrenman merkezi bisiklet sporunun daha yaygın bulunduğu bir ilde kurulabilir ve buradaki üniversitenin desteği alınabilir.
Sporcunun eksikliklerini saptayacak, özel antrenman yöntemleri geliştirilecek böyle enstitülerin yanı sıra, sporcu ve ilgili branştaki sporcu grubunun birlikte çalışacağı ve bu enstitü ile iletişim halinde olacağı bir destek ekibinin (antrenör, hekim, spor psikoloğu, diyetisyen, fizyoterapist) bulunması gerekmektedir.
Yetenek seçiminde bilimsel yöntemler uygulanmalıdır. Her ne kadar genetik testler çekici görünse de farklı yöntemlerle de yetenekli çocukların saptanması mümkün olabilir. Spor Bilimleri Enstitüleri’nden bu konuda da yararlanılabilir.
Japonya örneğinde olduğu gibi her spor branşının ilgili üniversite ile işbirliği içerisinde kaynaşması sağlanarak başarı için yeni yöntemler geliştirilebilir.
Kulüpler sporun en önemli paydaşlarındandır. Sporcu yetiştirilmesinde ciddi görevler üstlenmektedirler. Ancak bu kulüpler antrenman sahası ve mali kaynak bulmakta sıkıntı yaşamaktadırlar. Devletin bu kulüplere yardımcı olması gerekir. Bu nedenle Gençlik ve Spor Bakanlığı, Spor Genel Müdürlüğü, federasyonlar ve kulüpler arasında koordinasyon birimi kurulmalıdır.
Okul sporları desteklenmelidir. İlkokulda beden eğitimi öğretmenlerinin derslere girmesi sağlanmalıdır.
Beden Eğitimi derslerinin spor kültürünün yaygınlaştırılmasından yetenekli sporcunun saptanmasına kadar önemli bir rolü vardır. Bu derslere gereken önemin verilmesi bir devlet politikası olmalıdır.
Doping bir halk sağlığı sorunudur. Bu konuda toplum bilinçlendirilmelidir. Özellikle küçük yaştaki sporcularda saptanan doping vakaları ciddi bir sağlık ve etik sorununu da beraberinde getirmektedir. Bu konuda yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Doping maddelerini üretenler ve ticaretini yapanlarla ilgili yasal düzenlemeler gerekmektedir.
Spor yasası, spor kulüpleri, spor federasyonları ve paydaş kurumları da kapsayacak şekilde acilen çıkarılmalı, federasyonlar kanunla tekrar düzenlenmelidir.
Devlet kurumları ve yerel yönetimler profesyonel spor kulüpleri kurmamalı ve üst yöneticileri kulüp yönetiminde yer almamalıdır.
Antrenörlük eğitimi programları standart hale getirilmeli, bütün yapı gözden geçirilerek yeni bir model oluşturulmalıdır. Antrenörlük eğitimi için merkezi eğitim ve merkezi sınav sistemine geçilmeli, antrenörlük eğitiminde teorik derslerin uzaktan eğitim modeliyle yapılmalıdır.
Federasyon mali genel kurulları, federasyonların verimliliğine katkı sağlamadığı gibi mali yük getirdiği düşünülmektedir. Bu yapının kaldırılması ve yerine işlevsel bir mali denetim sisteminin getirilmesi uygun olacaktır.
Bu başlıkların hepsi başlı başına veri ve tartışma konusudur şüphesiz. Ve mutlaka değerlendirilmelidir. 8 madalyayı “unutarak” yakın hedef 2020 Tokyo, ana hedef 2024 Olimpiyat oyunları diyerek yola çıkılmalıdır. Bu noktadan geri dönme şansımız yoktur. Devletimiz spora ve sporcusuna uzattığı eli daha sıkı tutarak meşakkatli ve zor yolda desteğini Cumhurbaşkanımız’ın himayelerinde artırarak sürdürmektedir. Bu uzun ve oldukça masraflı bir yoldur. Başarı için hep birlikte yürekten özveriyle çalışarak belirlenen hedeflere ulaşılacağına olan inancım tamdır. Önemli olan tek yürek olmaktır. O da bizim asil kanımızda mevcuttur.
Belirlenen hedeflere en kısa sürede ulaşmak, nice başarıların mutluluğunu birlikte yaşamak dileğiyle...
‘’Malago görüşmesi‘’
Her şeyden önce Malago, İtalya’da sporun bir numarası. En yetkili isim. Kendisiyle daha önce spor alanında İtalya ve Türkiye’yi karşılaştıran tezim dolayısıyla tanışmıştık. Bu kez az bir zaman
kala Rio 2016’yı ve Roma’nın 2024 Olimpiyatları’na adaylığını özel olarak ele alan bir fikir alışverişi gerçekleştirdik. Örneğin, İtalya’nın Rio için hedefi 300 sporcuymuş. Halihazırda 200 rakamını neredeyse bulmuşlar. Sayı artabilir, beklentiyi yakalayabilirlermiş. Bizimle kıyaslarsak, İtalya’nın nüfusu 65 milyon. Olimpiyata götürecekleri sporcu sayısıyla ilgili beklentileri ortada. Biz 78 milyonuz. 70’i geçtik. Biraz daha artabilir sayı ama 100 olmayacak! Elbette ki, olması ve artması için yapılması gerekenler belli. Özellikle bu hususta, Giovanni Malago, bizdeki özellikle yerel
yönetimlerin katkıları da dahil, sistemimizi yorumlarken, CONI tarzı bir çalışmanın etkili ve aktif spor örgütlenmesi sağlayabileceğini anlattı. Ama Malago özellikle sporu iyi bilen ve her zaman doğru yaklaşımları ve kararları olan bir Cumhurbaşkanı’na sahip olmamızın da büyük şans olduğunun özellikle altını çizdi.
Dopinge karşı sağlık bakanı da devrede
Olimpiyatları konuşurken doping konusuna da girdik. Şu kesin ki, mücadeleyi çok ciddiye alıyorlar. Bu arada, Malago’nun benimle sohbetinden kısa bir süre sonra kamuoyuna ülkesinin doping
vakalarında dünyada ikinci sırada olduğunu açıklayarak, Rio 2016 öncesi alarm verdiğini de dipnot olarak düşelim. Ama bu konuyla üst düzeyde ilgileniyorlarmış. Başbakan Matteo Renzi, Sağlık Bakanı Beatrice Lorenzin ve kendisinin doğrudan bu konunun üstüne gittiklerini ifade etti. Malago’ya ‘bizim’ Gençlik ve Spor Bakanlığımız’ın ‘sıfır tolerans’ sloganıyla büyük bir mücadele içinde olduğunun da bizzat ben altını çizdim.
Olimpiyatı büyüme fırsatı görüyorlar
2024 için ise Malagho’nun inancı yüksek. İtalya da yeni mali borç krizinden çıkmaya çalışıyor. Ve herkesin olimpiyatlar için ‘astarı yüzünden pahalıya geliyor’ eleştirisi yaptığı dönemde, İtalya bunu son yıllarda hantal kalan ekonomisi için büyüme fırsatı olarak görüyor. Malago’ya, 2024 yolunda Roma’nın Paris gibi ciddi bir adayı olduğunu hatırlattığımızda, zorlu bir mücadelenin kendilerini beklediğinin bilincinde olduklarını söyledi. CONI Başkanı’nın bunu ifade ederken, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Uğur Erdener’in kendisinin dostu olduğunu belirtmesini, İtalya’nın Türkiye’nin desteğini beklediğine dair önemli bir not olarak kaydettik.
Spor geleneği olan İtalya’nın yaklaşımları, kendisiyle aynı coğrafyada bulunan Türkiye için yapıcı örnek olabilir. Yeter ki, sporumuzu yüceltecek kaliteli isimlerle kaliteli çalışmaları gerçekleştirebilecek iradeyi gösterelim...