Arama

Popüler aramalar

‘’Çimlere basmak yasak! Gardaşım‘’

Ülkemiz Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde başlatılan spor alanındaki gelişim hamlesinden sonra birçok tesise ve yeni stadyuma kavuştu. Bu süreçte özlemle beklenen ve her gün yenileri eklenen yatırımların çoğalması ve son sistem teknolojinin kullanılması profesyonel sporcularımız ve umut beslediğimiz geleceğin şampiyon gençleri açısından tabi ki sevindirici gelişmeler...

Çimde koşmak neden yasak?

Ancak değişen ve gelişen tesislerin yanında değişmeyen zihniyetlerde, sporumuzun dünya çapında hak ettiği yeri bulmasının önünde büyük bir sorun olarak hala karşımıza çıkmaktadır. Geçen gün yaşadığım konuya ilişkin en basit örneği sizlerle hemen paylaşıyım. Mesai saati sonrasında Ankara Anıttepe’de bulunan Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı spor kompleksine koşu yapmaya gittim. Her yaştan insanın orada yürümesi, koşması kısacası spor yapması beni çok ama çok sevindirdi. Bu keyifle ısınma hareketlerimi bitirdikten sonra çim zeminde koşmaya başladım peşimden kenarda ısınan dört genç arkadaşda koşmaya başladı, aradan 5 dakika geçmeden yanıma bir güvenlik görevlisi geldi ve acil olarak çim zeminden inmemizi, koşuya tartan zeminde devam etmemizi söyledi. Gençler sanki çok kötü birşey yapmışcasına önce korktular sonra koşuyu bıraktılar. Ben dayanamayıp neden çimde koşmamızın yasak olduğunu sordum, görevli üst yönetimin talimatı olduğunu söyleyerek kesinlikle çim zeminde koşmama izin veremeyeceğini söyledi, şaşırdım kaldım. Burası halka açık ve herkesin istediği ve dilediği şekilde spor yapması gereken bir tesis, yılların meşhur spor kompleksi, Ankara’nın Anıttepesi...

Buna cevap verilsin

Sporun içinden gelen, yıllarını bu camiada geçiren, hayat felsefesini Türkiye’nin sporda başarılı olması, çocukların gençlerin spor yapmayı sevmesi ve onların kazandırılması üzerine kurgulayan eski profesyonel bir sporcu olarak tabiri caizse bu olay sonrası olduğum yere çakıldım kaldım, bir adım dahi atasım gelmedi.Her yıl çim zeminin bakımı için milyonlar harcanan onlarca ton su ile sulaması yapılan bu tesisler kimin malı, kimin tekelinde buraları kim ne zaman kullanacak bizler bu zihniyetle mi çocukları gençleri, geleceğin rekortmenlerini kazanacağız çok merak ediyorum lütfen birileri cevap versin...

Sadece Ankara değil...

Ankara da yaşadığım olaya benzer bir durumu farklı bir ilde de yaşadım. Serin bir İstanbul sabahında koşu yapmak için çoğunuzun bildiği Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından kullanım hakkının Eyüp Belediyesi’ne devredildiği tarihi Eyüp Stadı’ndayım. Burada da personel koşarak yanıma geldi ve gayet nazik bir şekilde! “Beyefendi çimden koşmak yasak lütfen aşağıya inip oradan koşun” dedi. Evet her şehrimizde tesislerimiz çoğalıp halkımızın hizmetine sunulurken hemen hemen herkesin yaşadığı ancak bir türlü dile getiremediği bir sorundur ÇİMLERE BASMAK YASAK! gardaşım...

Değişim kaçınılmaz

Cumhurbaşkanımızın sporla ilgili yaptığı her konuşmasında dile getirdiği ve tüm spor yöneticilerine talimat niteliğindeki ‘Sporu gençlere sevdirmeliyiz’ sözünün dikkate alınarak, sporu sevdirme ve tabana yayma hamlesine tezat bir durum oluşturan bu ve bunun gibi sorunların ortadan kaldırılması için tesis hamlesiyle birlikte sporu yönetenler tarafından zihinlerde ve beyinlerde de DEĞİŞİM HAMLESİ başlatılması kaçınılmazdır.

Bize ait olanı kullanamıyoruz

Şimdi şöyle bir geçmişe uzanmak istiyorum, yıllar önce evlerde salon kapıları kilitli olurdu içeri bir türlü giremezdik annemizden izin almadan... Belki ayda iki kez misafir gelince açılırdı ve bizler küçük oturma odasında üstüste oturup ödev yapar, televizyon izlerdik.Koca salon dururken neden küçücük bir odaya sıkıştığımıza anlam veremezdik. Yıllar geçti şimdi evlerin salonları misafirden ziyade günlük yaşantımızda bizim geniş, ferah keyifle oturduğumuz alanlar oldu ve geçmişe dönüp o günleri keyifle yâd ederken salon kapılarının neden kilitli olduğunu hala anlamadığımızı düşünüyorum.(Şu anda o günleri düşünüp gülüyorum) Gerçekten benzer biçimde düzenli bakımı yapılan senede sadece 2-3 kez kullanılacağı için bu çim alanlar, eski dönemdeki salonlar gibi misafirin gelmesini bekliyor biz de ev sahipleri olarak bize ait olanı kullanamıyor kenarda kiracı gibi bize zoraki iletilen ne varsa onu uygulamaya çalışıyoruz.

Vatandaşın sesini duyuyor musunuz?

Geçen gün bir amca bana seslendi: “Buralar peyzaj çalışması yapılmış evlerin güzel etkili yeşil bahçeleri değil buralar sadece açılışlar da görüp ne güzel yemyeşil sahalar diyeceğimiz değil 7’den 70’e hep birlikte kullanacağımız alanlar olsun istiyorum” ve sonrasında bir çocuk seslendi, “Ben çimde koşmak, o duyguyu yaşamak istiyorum ben bugünün çocuğuyum belki de yıllar sonra geleceğin çok başarılı Ay-Yıldızlı bayrağı göndere çektiren, İstiklal Marşı’mızı dünyaya söyleten sporcusu... Bana zorlaştıran değil kolaylaştıran, yasak diyen değil bu çim sahalar senin koş rüzgâra karşı koş, büyük hedeflere karşı koş diyen bir ses duymak istiyorum”. Ben de ilgililere sesleniyorum, vatandaşın sesini duyuyor musunuz?

26 Mart 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İşin psikolojisi‘’

Biz millet olarak çok hassasızdır. Hemen hemen her alamette işimize duygularımızı mutlaka karıştırırız. Olaylardan çok çabuk etkilenir, bunu da günlük yaşantımıza yansıtırız. Bu değişmez kuralla sporda da karşılaşırız. Sonuç odaklı yaklaşım duygusu direkt insan psikolojisini etkilemekte, başarı ve başarısızlık sizin bir sonraki adımınızın hızını ve motivasyonunuzu belirlemektedir.

‘Ben deli miyim’ demeyin!

Bu süreçlerde bir uzmandan destek almak, hem ruh hem de beden sağlığımız için çok önemlidir. Eski profesyonel bir sporcu olarak, özellikle spor müsabakalarında psikolojik desteğin çok önemli olduğuna inananlardanım. Ülkemizde psikoloji kelimesi çoğu kişide nasıl bir etki uyandırıyorsa, bu kelimeyi duyan hemen “Ben deli miyim, ne işim olur psikologla” demeye başlıyor. İşin aslı öyle değil; her sağlıklı insanın da desteğe ihtiyacı olabilir. Bu başarılı veya başarılı olmaya çalışan sporcular için de geçerli aslında.

Sporcuların ruh sağlığı önemli...

Bu süreçte spor psikolojisi de başlı başına ele alınması gereken bir konu... Sporcularımıza döndüğümüzde; ülkemizi Avrupa, Dünya Şampiyonaları ve Olimpiyatlar’da en iyi biçimde temsil etmek için çaba sarf ettiklerini görüyoruz. Bu şampiyonalarda yer alabilmek için eleme müsabakaları oynuyorlar, bu mücadelede sadece bedensel olarak güçlü olmanın yeterli olmadığı durumlar mutlaka oluyor. Çünkü spor sadece bedenen yapılan bir olay olarak görülse de, işin temelinde ruh sağlığı da büyük önem arz ediyor. İşte böyle durumlarda karşımıza ihtiyaç duyduğumuz, ama kabullenmekte zorlandığımız biri çıkıyor; bu işin psikolojisi ile ilgilenen spor psikoloğu...

Antrenör yerine eş, dost!

Spor psikolojisi konusunu biraz açalım... Bu sporcuların psikolojik yeteneklerinin gelişimine odaklanan ve onların potansiyel performanslarını ortaya çıkarmayı ve artırmayı hedefleyen uygulamalı bir çalışma alanıdır. Sporda psikolojik destek, sporculara profesyonel bir yaklaşımla katkı vererek hedefe ulaşmalarını sağlamaktır. Yazımın başında belirttiğim gibi biz millet olarak manevi değerlere yürekten bağlı duygusal insanlarız; haliyle olumsuzluk ve başarısızlık kavramları yaşanmadan bile bizleri çok çabuk etkileyebilmektedir. Bu yüzden sporcularımızın önemli müsabakalar öncesinde motivasyonlarını yükseltmeleri, kazanma inançlarını ve konsantrasyonlarını kaybetmemeleri için psikolojik destek almaları gerekir.
Ama bizim federasyonlarımızda durum biraz farklı... Yurt dışında düzenlenen şampiyonalar gezi amaçlı düşünülüyor. Çoğunlukla eş, dost ve akrabalar seyahatlere katılıyor. Hatta bir fazla antrenör götürüleceğine, bir fazla yönetici gidiyor ki, onların da kalbi kırılmasın diye düşünülüyor. Kimlerin hangi amaçla yurt dışına çıktıkları ve bu şampiyonalara gittiği tek tek araştırılmalı. Aslında önemli şampiyonalara bir spor psikoloğu gitse, orada sporcularımızla yakından ilgilense; inanın bana ülke olarak sporda başarımızın daha da artacağını yakından göreceksiniz.

‘Haydi oğlum, haydi kızım’

Lafı şuraya getirmek istiyorum. Gençlik ve Spor Bakanlığımız’ın, sporumuzun gelişmesi için bazı çalışmalar içinde olduğunu Sayın Bakanımız Akif Çağatay Kılıç’ın yazılı ve görsel basında yapmış olduğu açıklamalardan takip ediyoruz. Bu, çok önemli. Sporcularımızın arkasında devlet desteğini görmeleri, onları daha da motive ediyor. Ancak psikolojik destek farklı bir olay. Artık sporda başarı, “Haydi oğlum, haydi kızım”la olmuyor. Sayın Bakanımız’ın bu konuyu yakından takip etmesi ve her federasyonumuza bu konuda gerekli çalışmaları yapması için talimat vermesi gerektiğine inanıyorum.

İnanmadan koşan kazanamaz

Federasyonlarımıza bağlı pırıl pırıl sporcularımızın katılacağı önemli Avrupa, Dünya Şampiyonaları veya Olimpiyat kota müsabakaları öncesinde sporculara uzman psikologların destek vermesi sağlanmalı. Bakanlığımız bünyesinde bir çok spor uzmanı görev yapıyor, bu konuda çalışma yapmaları sağlanabilir. Yazdıklarım, çoğunuzun bildiği, ‘nasıl olsa düzelir’ dediği başlıklar olabilir; ancak bir gerçek var o da şu: Sayın Cumhurbaşkanımız’ın himayelerinde spor tesislerine bu kadar yatırım yapılırken, beraberinde rekorlar kıracak sporculara da yatırım yapmak zorundayız. Bunu da her birini tek tek ele alıp, başarı ve hedef odaklı psikolojik destek vererek sağlayabiliriz. Motive olmadan, inanmadan koşan birinin beyni, inanmadığı için geri geri giderken, ileriye koşan bacakların bir anlamı olmayacaktır. Koşacaksak hedefe, hep birlikte koşacağız. Sonuçta kazanan; sporcuların adı söylendiğinde, onlarla birlikte asıl kazananın canım memleketimiz Türkiye olacağını unutmamalıyız. Küçük dokunuşların sporcularımızı büyük başarılara ulaştıracağına olan inancımızla, Ay Yıldızlı bayrağımızın gölgesinde mutluluğunu hep birlikte yaşayıp-yaşatacağımız nice yeni rekorların kırılması temennisi ile sağlık dolu bir ömür diliyorum...

09 Mart 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hesap vakti geldi‘’

Avrupa’nın önemli kış spor merkezlerinden olan Erzurum’un ev sahipliği yaptığı 13. Avrupa Gençlik Olimpik Kış Festivali (EYOF 2017) acısıyla tatlısıyla sona erdi. 11-18 Şubat tarihlerinde gerçekleşen organizasyonda 34 ülkeden 700’e yakın sporcu mücadele verdi. 14-18 yaş aralığındaki sporcular, beş gün süren müsabakalarda; Alp disiplini, snowboard, kayaklı koşu, biatlon, kayakla atlama, artistik patinaj, sürat pateni, curling ve buz hokeyi branşlarında kıyasıya yarıştı.

Artık Türkiye’nin büyük organizasyonlara ev sahipliğini hakkıyla yapan ülkeler arasında ilk sıralarda olduğunu görmek büyük bir onur... Bunun en büyük nedenlerinden biri, sporun içinden gelen Sayın Cumhurbaşkanımız’ın önderliğinde, Gençlik ve Spor Bakanlığımız’ın çalışmalarıyla gerçekleşen tesisleşme hamlesi. Bu kadar yatırımın yapıldığı ülkemiz artık organizasyonlarda da dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer almaya başladı. Kaldı ki, eskiden organizasyona ev sahipliği yapmak için uzun soluklu kulisler yapılırken, şimdilerde organizasyonları biz seçer olduk. Trabzon’daki EYOF 2011, Mersin’deki 2013 Akdeniz Oyunları gibi dev organizasyonlardan hep yüzümüzün akıyla çıktık.

İlk madalyalar göğsümüzü kabarttı

Şöyle geçmişe doğru dönecek olursak; EYOF 2011 Trabzon’a... Bu organizasyonda Türkiye, 2 altın ve 7 bronz madalya kazanmış, madalya sıralamasında 20. sırada yer almıştı. Trabzon’daki oyunlar ülkemizin olimpiyat niteliğinde düzenlediği ilk büyük organizasyon olurken, 49 ülkeden 3 bin 300 sporcu mücadele etmişti. Ayrıca Türkiye, bu organizasyona 140 sporcu ile katılarak, en çok sporcu ile katılan ülke olmuştu. Bugün yine mutluyuz, çünkü Türkiye’nin ilk kez ev sahipliği yaptığı Avrupa Gençlik Olimpik Kış Festivali’nde de Türk sporcular tarihi başarılara imza attı.

1991 yılından bu yana yapılan EYOF’un kış organizasyonunda madalyası bulunmayan Türkiye, sürat pateni 1000 metre yarışlarında Hazar Karagöl; Mihriban Polat, Kader Macit, Zeynep Öztemir ve Hilal Nevruz’dan oluşan curling bayan milli takımıyla gümüş madalya kazandı. Aydan Karakulak ise snowboard paralel büyük slalomda bronz madalya elde ederek Türkiye’nin ilk madalyalarını kazandıran isimler oldu.

Tarihi başarılara gölge düşürdüler

Tabii bu kadar tarihi başarılar elde edilen organizasyondaki bazı olaylar can sıkıcı boyutta. Yazımın başında belirtmiştim, Erzurum’daki oyunlar acısıyla tatlısıyla sona erdi diye. Bu kadar heyecan verici ve ilklerin yaşandığı, herkesin mutlu ayrılmak istediği, yeni dostlukların kazanıldığı organizasyon ile ilgili bir kaç kötü olay kulağıma geldi. Son dönemdeki organizasyon başarımıza gölge düşürecek cinsten haberleri duyunca üzüldüm. Gençlik ve Spor Bakanlığımız’ın Erzurum’daki oyunlar için ne kadar titizlendiğini en iyi bilenlerden biriyim. Ama birkaç vurdumduymaz kişinin yaptıkları, organizasyona gölge düşürdü. Hatta yerel medyadaki haberleri okuyunca üzüntüm bir kat daha arttı. Organizasyonun içinde yer alan arkadaşlarımdan da edindiğim bilgiler doğrultusunda yaşatılan sıkıntıların oldukça ciddi sonuçlar doğurduğunu gördüm.

Oyunlar devam ederken, Spor Genel Müdürlüğü Uluslararası Organizasyonlar Daire Başkanı’nın görevden alınmasına kadar uzanan olayların perde arkasına baktığımızda, kolaylıkla çözümlenebilecek işlerin ihmal edilmesi ağır eleştirilere neden oldu. Oyunların açılışında başlayan sıkıntılı süreç, gala yemeğinde Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı’na yer verilmemesi ve EOC üyelerine Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç tarafından verilecek hediyelerin temin edilmesinin unutulmasına kadar uzanıyor. Ayrıca gelen misafirlerin konaklayacakları yer konusunda sıkıntı yaşaması, akreditasyon işlemlerindeki aksamalar, verilen yemeklerin beğenilmemesi, ülkemiz adına yakışmayan eleştirileri beraberinde getirdi ve her birimizi üzen hadiseler olarak hafızalara kazındı.

Menfaatler ve ihmaller unutulmamalı

Oyunlar sona erdi, misafirleri yürekten gelen sıcak duygularla uğurladık. Artık ‘hesaplaşma vakti’nin geldiğini düşünüyorum. Misafirperverlik denildiğinde dünyada eşi benzeri olmayan ülkemizin adını kendi menfaatleri ve ihmalleri uğruna kirletenlerin koltuklarında oturmasına izin verilmemeli. Kimlerin bu işlerde payı varsa, derhal hesabı sorulmalı. Çünkü olimpiyatlara tekrar aday olduğumuzda bu hoş olmayan aksamalar bir bir önümüze konulacaktır. Kimsenin bir çuval inciri rezil edip sorumluluk almaması ve bu kişilere hesabının sorulmaması, diğer organizasyonlarda ‘aman nasıl olsa hata yapılsa da hesap soran yok’ algısını beraberinde getirmemeli. Büyük gayretlerle yapılan tesisleri ön plana çıkarmak yerine, utanılacak aksamaların ön plana çıkarılmasına müsaade edemeyiz birkaç kişinin vurdum duymaz tavrından dolayı...

Avrupa Olimpiyat Komiteleri (EOC) tarafından iki yılda bir düzenlenen EYOF’un bir sonraki kış organizasyonu, Bosna Hersek’te yapılacak. Başka ülkelerdeki organizasyonları izleyip iç geçirmek yerine tüm dünyaya örnek işler çıkaracak alt yapısı olan Türkiye’nin adını her anlamda gururla taşıyacak ekiplere ve bu ruhu yaşayıp yaşatacak yöneticilere ihtiyacı var. Umarım bu düşünceleri içinden geçirenlere tercüman olmuşumdur.

24 Şubat 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hakem hakkı‘’

Ülkemizde en kolay şeydir, suçu başkasının üstüne atarak, aradan sıyrılmak... Her alanda öyle değil mi? Bunun en bariz örneğini de futbolda görüyoruz. Her zaman yenilgi sonrası suçlanan tek kişi vardır; o da hakemdir. Hangi maçın sonunda yenilen takımın teknik direktörünü, futbolcusunu veya yöneticisini dinleseniz, hemen ilk cümlesi ‘hakem’le başlar. Çünkü başarısızlıkta onların hiç suçu yoktur sanki! Kurban hep bellidir. Tabii ki, hakemlerimizin performansının şu anda çok iyi olduğu söylenemez. Hakemlerimizin de zaman zaman formsuz olduğu maçlar oluyor. Ama onlar ağızlarıyla kuş tutsalar bile, her zaman günah keçisi ilan edilirler. Yıllardır bu böyle. Bence bu, takımların taraftarlarını bir aldatma stratejisi. Aslında kendileri de aldanıyorlar, ama farkında olmuyorlar.

Artık hakemleri bir kenara bırakmalı, ligimizin değerini artırmalıyız...

Biz millet olarak hatayı kendimizde aramaktan ziyade, başkasına suçu atıp, hedef gösterip olaylardan sıyrılmasını çok severiz. Yöneticilerimiz başta olmak üzere, teknik direktörlerimiz ve futbolcu kardeşlerimiz de nerelerde hata yaptıklarını iç dünyalarında değerlendirirlerse sonuç daha farklı olacaktır. Sonrasında tek suçlunun MHK ve hakemlerimiz olmadığı daha net anlaşılacaktır.

Artık hakemlerimizi eleştirmeyi bırakarak, ligimizin değerinin artması için elimizden geleni yapmalı ve altyapıdan gelen nesillere iyi örnek olmalıyız. Böyle giderse beklediğimiz kalite ve seviyeyi yakalamamız hayalden öteye gitmeyecektir.

Bakalım ‘video hakem uygulaması’ devreye girdiğinde spor yorumcularımızın hakemlere yönelik eleştirileri nasıl şekillenecek; hep birlikte göreceğiz.

Kaliteli futbol ve gerçekçi eleştiri beklentisiyle keyifle izleyeceğimiz ve mutluluğuna ortak olacağımız nice maçlara...

Milyonları saçıyorlar, kendilerini yere atıyorlar, sonra hakemi suçluyorlar

Transfer döneminde milyonları saçan yöneticiler, maç öncesi hazırlıklarda ve maç içinde taktiksel anlamda yetersiz kalan teknik direktörler ve maçta kendini yalandan yere atıp penaltı kazanmaya çalışan futbolcular...

Bunlar hep suçsuz. Her yenilgi sonrası mazeret hakem. Ama her zaman en zayıf halka bulunup, kurban seçilir ya, futbolda da hakemlerimiz maalesef bu kötü kaderi yaşıyor.

Yurt dışında bir çok müsabaka izledim, sürekli Avrupa maçlarını da televizyondan takip ediyorum. Maç sonu röportajlarını da izliyorum. Sadece maçı değerlendirip, yenilgiye bir bahane bulmaya çalışmıyorlar ve rakibini de galibiyetten dolayı tebrik etmesini biliyorlar. Bazı maçlarda, yurt dışında da hakem performanslarında düşüklük olabiliyor. Ama bizdeki kadar kimse olayları büyütmüyor.

O kadar art niyetli oyuncu varken hakem nasıl hatasız olabilir ki...

Maçların ardından farklı kanallarda izlediğimiz spor programlarının neredeyse tamamında eski duayen hakemlerimizi görüyoruz. Saatlerce yapılan tartışmaların çoğundaki ana konu hakemlerimiz. Günah keçisi seçilen hakemlere ilişkin; yapıcı, doğru düzgün bir cümle göremiyoruz. Duayen isimler, eski meslektaşlarına karşı daha iyimser olup, olaylara biraz daha yapıcı ve yol gösterici olarak bakabilse, durum farklı noktalara gidebilir.

Bu sezon oynanan bir çok müsabakadan örnek verebiliriz. Ama son oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe kupa maçında yaşanan olaylar hepsinin önüne geçti. Futbolcular saha içerisinde o kadar art niyetliydi ki, hakemin işini zorlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar, birbirlerine de yapmadıkları kalmadı. Bu kadar art niyetli futbolcuların olduğu maçta, baskı altındaki hakem de hata yapacaktır elbette. Her eleştiriden sonra ‘yabancı hakem uygulamasını devreye sokalım’ gibi istek ve talepler; Türk hakemlerine olan güveni sarsmakta, ayrıca Sayın Cumhurbaşkanımız’ın her alanda gerçekleşmesini istediği ‘Millileşme’ hamlesine de ters düşmektedir.

11 Şubat 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kıymetini bil, 81 il...‘’

Ülkemizin son dönemdeki büyük gelişiminin kazancı spora da yansıdı. Türkiye’nin her alanda yaşadığı büyüme, spora bugüne kadar sağlanan en büyük katkıyı beraberinde getirdi. Özellikle son 5 yıldır büyük bir tesisleşme atağı içinde olan hükümetimiz, spora ve sporculara her anlamda çok büyük destek veriyor. Tabii ki en büyük destek sporun içinden gelen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Türkiye’nin 81 iline ve imkanlar dahilinde ilçelerine spor tesisleri yapılmakta. Geçtiğimiz günlerde Gençlik ve Spor Bakanlığı yetkililerinin yaptığı açıklamada sadece geçtiğimiz yıl spora 540 milyon TL’lik yatırım yapıldığı dile getirildi. Gerçekten azımsanmayacak bir rakam...

Önemli olan bundan sonrası

Türkiye, son 12 yılda 2023 vizyonu doğrultusunda, belirlenen hedeflere ulaşmak için büyük ilerleme sağladı. Ülkemizin her yanı yüzme havuzları, futbol sahaları, spor salonları ile donatılıyor. Yıllardır ülkemizde tesis yok söylemi artık son buldu. Tabii ki tesis yapmakla iş bitmiyor. Önemli olan bundan sonrası. Tesisleşme çalışmaları spor için bir sonuç değil, bence başlangıç olmalı. Haliyle sporcu kardeşlerimize ve antrenörlerimize büyük görev düşüyor. Bu tesislerden doğru şekilde faydalanıp, ülkemize büyük başarılar kazandırılması tabii ki en büyük arzumuz! Bu yatırımların en güzel örneklerden biri Konya Stadyumu. Yapımı tamamlandıktan sonra, A Milli Futbol Takımımız’ın tercihi olan stat, dolup taşması ile Konya halkının da spora olan sevgisini bir kez daha görmemizi sağladı.

Şiddeti önlemeliyiz...

Bu süreçte ülkemiz terör belasıyla uğraşıyor. Aileler çocuklarını kötü arkadaş çevresinden ve zararlı alışkanlıklardan korumak için büyük çaba harcıyor. İşte tüm bu yatırımlar çocuklarımızı, gençlerimizi korumak ve gerekirse kurtarmak için yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Bizlerin en önemli hedefi bedenen ve ruhen sağlıklı bir toplumun temel taşı olan sporun geniş kitlelerce yapılmasını teşvik etmek olmalı. Gençlerin zararlı alışkanlıklara ve şiddete yönelmelerini önlemek üzere spor, kültür ve sanatın önemini unutmamalı ve bu alanlara geleceğimiz, canlarımızı daha çocukluktan itibaren koruyup kollamalıyız.

Nüfusa göre yetersiz

Şu an ülkemizde sporcu ve kulüp sayıları nüfusumuza göre yetersiz... 6 milyon 800 bin civarında lisanslı sporcumuz bulunuyor ama bunların sadece 3 milyon 600 bini faal olarak spor yapmaya devam ediyor. Neredeyse 80 milyon nüfuslu bir ülkede bu rakam gerçekten çok az. Eskiden aileler çocuklarına spor yaptırmazdı, çünkü sporda bir gelecek görmezlerdi. Hatta bir çoğumuzun başına gelmiştir ve bugün gülerek hatırlarız mahalle arasında top oynayıp ayakkabılarımızı patlattığımızda anne babamızdan yediğimiz fırçayı. O devir çok geride kaldı. Artık spora gönül veren 7’den 70’e tüm vatandaşlarımızın ve profesyonel sporcularımızın yanında devletimizin desteği var.

Salonlara transfer olduk

Başarılı sporcular daha yolun başındayken maaşa bağlanıyor. Bu söylediğim sadece futbol için değil, tüm olimpik branşlar için geçerli. Hatta engelli sporcularımız da buna dahil. Bir çok ilimizde açılan Türkiye Olimpik Hazırlık Merkezleri’ne (TOHM) giden çocuklarımıza önemli destekler veriliyor. Geçmişten bugüne hayal dünyamızda şöyle bir yolculuk yaptığımızda nereden nereye diyoruz öyle değil mi değerli okuyucular... Gerçekten toprak inşaat alanlarında top koşturduğumuz günlerden son teknoloji ile donatılmış ayağımızın dibindeki spor salonlarına transfer olduk, aman eskimesin denilen yıllarca giymek zorunda kaldığımız bir çift spor ayakkabıdan, renk renk farklı markalara ait hergün yeni birini giydiğimiz günlere geldik.

Haksızlık etmemeliyiz

Basit gibi görülebilir ancak bakmak ve görmek arasındaki farkı ayırt edenler için anlattıklarım daha özel bir anlam ifade edecektir sanırım. Evet, işte o günlerden bizlere her türlü imkanı sunarak bugünleri hediye eden ve hayallerimizi gerçekleştirmemize katkı sağlayanlara haksızlık etmememiz gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanımız’ın himayelerinde Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği bu kadar özel yatırımın karşılığında beklenen tek şey aktif sporcu sayısının çoğalması, ulusal ve uluslararası arenada tüm branşlarda başarının yakalanması... Dünya çapında yaşayacağımız başarıları hep birlikte kutlayacağımız nice günlere...

20 Ocak 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Oyun içinde oyun var‘’

Türkiyemiz son zamanlarda büyük bir sınavdan geçiyor. Ülkemizin gelişim içinde olması, bazı odakları rahatsız ediyor. Huzur ve istikrarlı gidişi bozmak adına kalleş teröristleri devreye sokan güçler, masum vatandaşlarımıza ve kahraman güvenlik güçlerimize zarar vererek amaçlarına ulaşacaklarını sanıyor. İnsanlıktan nasibini almamış bu pislikler canımızı yakmak için yer ve zaman ayırt etmeden her yerde arkamızdan vurmaya çalışıyor. Artık buna spor da dahil.

Bir ölür, bin diriliriz

Son örneğini geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da Vodafone Arena Stadı’nın hemen yanında Beşiktaş-Bursaspor maçı sonrası gördük. Yine ciğerimiz yandı ve 44 vatan evladımızı kaybettik. Ama biz öyle bir ülkeyiz ki, -hani hep derler ya- “Bir ölür, bin diriliriz”. Zor günlerimizde hep kenetlenmişizdir. Terör olayları sonrası birbirimize daha da sıkı sarıldık. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan beyefendinin himayelerinde gerçekleştirilen ve 5 milyona yakın kişinin katıldığı Kazlıçeşme mitingi dünyaya Türk’ün gücünü bir kez daha göstermişti. Anlamayanlara, bizi tanımayanlara en güzel mesajı böyle günlerde el ele yürek yüreğe verdik, vermeye de devam edeceğiz.

Takımlarımızdan dostluk örneği

Benzer birliktelik 7’den 70’e her yaşta ve her alanda kendini hissettiriyor. Beşiktaş-Bursaspor maçı çıkışında yaşanan terör saldırısı sonrası tüm kulüplerimizin gösterdiği birliktelik gibi. “Biz biriz, her zaman el eleyiz” diyerek yine Sayın Cumhurbaşkanımız’ın talimatlarıyla gerçekleştirilen ve geliri şehit ailelerine bağışlanan “Şehitlere Saygı Yıldızlar Futbol Maçı”nı da unutmamak lazım. Tüm Süper Lig kulüplerimizin yerli ve yabancı yıldızları sahaya çıkarak, güzel bir dostluk örneği gösterdiler. Artık “Spor, dostluk, barış ve kardeşliktir” cümlesinin hakkını tam manasıyla verme zamanı.

Her şey bizim elimizde

İçeriden ve dışarıdan ülkemize zarar vermeye çalışanların amaçlarına ulaşması mümkün olmayacak. Bu süreçte dost gözüken düşmaların dolduruşuna gelmeden sporun birleştirici gücünü kullanarak istikrar ve huzurumuzu eskisinden daha da güçlü hale getirmek bizim elimizde.

Husumete son verelim

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en çok sevilen spor branşlarından biri de futbol. Spor kulüplerimizin taraftarlarına buradan sesleniyorum. Artık aramızdaki husumetlere bir son verelim. Beraberliğimizin birleştirici gücünü yeni acıların yaşanmaması için hep birlikte devreye sokalım. Bunun ilk adımını Süper Lig’in ikinci yarısında hep beraber atmaya var mısınız?

Birlikte maç izlenebilir

Mesela Gençlik ve Spor Bakanlığımız’ın şekillendireceği bir projeyle Türkiye Futbol Federasyonu ve Kulüpler Birliği’nin desteğini alarak farklı kulüp taraftarlarının birlikte yanyana maçları izlemeleri sağlanabilir. Bir kez olsun, bin kez olsun hiç önemli değil, bu adımı atma cesareti, bölmeye çalışanlara en büyük cevap olacak aslında. Sporun insana yaşattığı duygusallıkla “BİZ” kavramını, farklı takımları tutsak da mesele vatan olunca milli bir duyguyla tek bir ağızdan haykırabilirsek karanlık güçlerle daha kolay başa çıkabiliriz.

Dostluğun kazandığı bir ikinci yarı olsun

Nitekim spor branşları bugün A’nın, yarın B’nin kazandığı bir oyun ancak bu oyunu oynarken sonuçları çok ağır, bizi geri dönüşü olmayan yollara sürükleyecek, düşmancasına birbirimize zarar verdirecek, başkalarının kurguladığı ve şimdi farkına varamadığımız oyunları bozmak zorundayız. Kaybedenin kazananı tebrik ettiği, kazananın kaybedeni sarılıp teselli ettiği, birlik ve beraberliğin daim olduğu ve hep dostluğun kazandığı bir ikinci yarı dilerken, 2017 yılının da hepinize sağlık, huzur, başarı ve helal bol kazanç getirmesini temenni ediyorum.

01 Ocak 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Geç olmadan eyvah demeden!‘’

Dünyada spor camiasının en büyük sorunu doping olarak gösterilse de ondan çok daha öncelikli bir tehdit var: Cinsel istismar.

Bu önemli konu ülkemizde de canımızı sıkan ve acil çözüm bekleyen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çoğu zaman halının altına süpürülen veya görmezden gelinen bu üzücü hadiseler, sadece ülkemizde değil, tüm dünyada da büyük sorun. Birçok ülke bu konuyla ilgili siyasi ve hukuki anlamda önlemler almışken, hâlâ ülkemizde konuya ilişkin çözüm odaklı adım atılmaması ne kadar üzücü... En büyük bomba İngiltere’de yaşanan ve çocuk yaşta futbol dünyasına adım atan 4 eski futbolcunun antrenörleri tarafından cinsel tacize maruz kaldıklarının açıklanmasıydı.

Ülkemizde benzer olayların yaşanıp yaşanmadığı konusunda duyarlı olan isimler de var. Bu isimlerden biri Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim. Hassasiyetlerini bildiğimiz Terim, Türkiye’de spor camiasında yaşanan cinsel istismar ve tecavüzün boyutlarının ortaya çıkarılması adına federasyon nezdinde bir birim oluşturduklarını ve çalışmalara başladıklarını belirtti. Hocamıza yürekten teşekkürler...

Taciz oranları çok yüksek

Görsel ve basılı medyada izlediğimizde korkuya kapıldığımız, Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu öğretim görevlilerinden oluşan heyetin yaptığı bir araştırmada Türkiye’de değişik spor branşlarında faaliyet gösteren bayan sporcuların, spor yaşamları boyunca bazı antrenör, yönetici ve seyirciler tarafından uğradıkları cinsel taciz oranının yüzde 56.2 olduğu ortaya çıkmıştı. Sporcular açıklamalarında cinsel tacize en fazla uğradıkları yerin spor salonları olduğunu belirtmişlerdi. Bu oran yüzde 45.5. Gerçekten azımsanmayacak bir rakam. Yapılan sporun giysisi ile taciz edilme arasındaki ilişkininse yüzde 29.2 olduğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca araştırmada soruları yanıtlayan bayan sporcular en çok yüzde 40 ile seyirciler daha sonra yüzde 33.1 ile erkek takım arkadaşları ve yüzde 24.8 ile antrenörleri tarafından cinsel tacize uğradıklarını belirttiler.

Kimbilir ne çok var​

Aslında şöyle bir geçmişe dönüp, gazete sayfalarını karıştırdığımızda sporda; antrenörü, takım arkadaşı, yöneticisi, federasyon yöneticisi veya seyirci tarafından tacize uğramış çok sayıda sporcu haberlerini görebiliriz. Bunlar bilinen, duyulan veya görülenler... Türkiye de tacize uğrayıp tehditle sindirilen, korkutulup susturulan çok sayıda sporcunun olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz aylarda bu konu nedeniyle görevden alınan federasyon başkanını unutmadık! Hatta 65 yaşındaki antrenörün 15 yaşından küçük 11 erkek sporcusuna tecavüz ve cinsel istismar nedeniyle hapis istemiyle yargılandığı da gündemdeki sıcaklığını koruyor. Kimbilir bilinmeyen ne kadar çok istismar var...

Önleyici politikaya ihtiyaç var

Sporda cinsel taciz konusunda yapılan bir çok bilimsel araştırmada, tacize neden olabilecek risk faktörleri arasında antrenörün bir aile büyüğü, baba gibi görülmesi ve ailelerin çocuklarını antrenöre emanet etmesi gösterilmektedir. Evet, şu söz klasikleşmiştir ama bir o kadar da gerçektir, anneler-babalar çoğu zaman çocuğunun antrenörüne “Eti senin, kemiği bizim” demektedir. Ve sonrasında yaşanan hayal kırıklıkları bizi sözün bittiği yere götürmektedir. Türk Ceza Kanunu’ndaki cinsel taciz ile ilgili yasalardan da öte spor camiasında acil olarak cinsel tacizi ve tecavüzü önleyici kurumsal politikalara ihtiyaç duyulmaktadır. Hükümetimizin son yıllarda spora verdiği katkının ne kadar büyük olduğunu herkes bilmektedir. Ülkemizin dört bir köşesinde hızlı bir tesisleşme hamlesi dikkat çekmektedir. Spora bu kadar yatırım yapılırken, böylesine önemli bir konunun ötelenmesi yapılan tüm hizmetleri anlamsızlaştırmaktadır.

Yarın çok geç olabilir

Bunun için Gençlik ve Spor Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere ilgili bakanlık ve bağlı kuruluşlarının ortak çalışmalar yapması, etkin ve çözüm odaklı bir koordinasyon birimi kurması ve sistemli bir takip altyapısı oluşturması olmazsa olmaz şarttır. Tüm okuyuculardan ricam, illa bizim veya bir yakınımızın çocuğunun başına böyle bir olay geldiğinde bu konunun ürkütücü boyutunu konuşup çözüm aramaları yerine bugünden harekete geçerek gencecik pırıl pırıl sporcuların hayatlarını kimsenin karartmalarına izin vermemeleri... Bizim başımıza gelmez demeyin, yarın çok geç olabilir.

16 Aralık 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Türkiye neden 2024'ü hiç düşünmedi?‘’

Başlığa bakınca, ‘Heralde 2023 yazılacaktı ama yanlış olmuş’ diye düşünmeyin. Kastettiğim Cumhuriyetimiz’in 100.yılını kutlayacağımız 2023 değil, 2024 yılında düzenlenecek olan yaz olimpiyat oyunlarıdır. Neden mi, gelin hep birlikte irdeleyelim. Hatırlayacağınız üzere; olimpiyatlar için aday kentimiz İstanbul, 2020’ye de aday olmuş ancak, 2013 yılında IOC genel kurulundaki oylamada Tokyo’ya karşı kaybetmişti. Tokyo’nun kazandığı final oylamasının detaylarına inildiğinde, pek çok Avrupa ülkesinin kendisine yakın olan İstanbul’dansa, binlerce kilometre uzaklıktaki Japon başkentini desteklediği ortaya çıkmıştı. Bunun elbette ki bir nedeni vardı.

Bizim lobimiz eksik mi kaldı?

Başını Fransa, İtalya ve Macaristan’ın çektiği Avrupa ülkeleri büyük ölçüde birlik olmanın verdiği avantajı da kullanarak, Japonya lehine oy verdi. Buradaki amaç, son olarak Londra ile 2012’de olimpiyatlara ev sahipliği yapan yaşlı kıtanın, 2024’te oyunları tekrar düzenlemesini sağlama almak ve bu doğrultuda hazırlanmaktı. Çünkü Paris, Roma ve Budapeşte, üçü de Avrupa’daki ekonomik kriz nedeniyle 2020’yi pas geçmek durumunda kalmıştı. Hedefleri 2024’te kendi aralarında hesaplaşmaktı. Dolayısıyla 2013’teki oylamada Avrupa ülkeleri, Japonya’yı destekleyerek, kendi açılarından ileriye dönük bir stratejiyle yaklaştı. Biz ise bütün gücümüzle 2020’ye asıldık ama yukarıdaki kuvvetli etken nedeniyle olmadı. Peki Türkiye olarak biz bu stratejiyi sezemedik mi? Avrupa’da lobimiz eksik mi kaldı?

Roma neden vazgeçti?

Geçen hafta İtalyan futbolunun efsane ismi Dino Zoff ile randevum için Roma’daydım. Hafta başında bu keyifli sohbeti Fanatik okuyucuları okudu. Röportaj için gittiğim Roma’daki temaslarımda, Roma’nın daha önce resmen ev sahibi olabilmek için adaylık başvurusunda bulunduğu 2024 Olimpiyatları’ndan çekilmesinin detaylarını öğrenme fırsatı buldum. Roma, logosunu dahi açıkladığı 2024 adaylığından, geçtiğimiz Eylül ayı sonunda bozguna uğrarcasına çekilmek durumunda kaldı. Başkentte Haziran ayında yapılan yerel seçimleri olimpiyatlara karşı çıkan 5 Yıldız Hareketi isimli partinin kadın adayı Virginia Raggi kazandı. Raggi’nin sandıktan galip çıkmasının ana nedeni, aslında olimpiyatlara karşı oluşu değil, iktidarın uygulamalarına tepkisiydi. Raggi, seçim kampanyası döneminde her ne kadar adaylık için referandum yapacağını söylese de bunu yapmadı ve partisini de arkasını alarak adaylığa “hayır” dedi. Bunu da son derece eline yüzüne bulaştırarak yaptı. Virginia Raggi, olimpiyatlara “hayır” diyeceğini daha önce belli etti ancak, bunu çıkıp benim de tanımaktan mutluluk duyduğum değerli dostum olan İtalya Ulusal Olimpiyat Komitesi (CONI) Başkanı Giovanni Malago’ya doğrudan söyleme cesaretini gösteremedi. Raggi, Malago ile görüşmesine randevu verdiği saatten yarım saat geç giderek adaylığı ülkede adeta siyasi krize dönüştürdü. Bu durum, İtalya’yı olimpiyat adaylığında kendi içinde krize düşmüş şekilde gösterdi. Spor camiasında, (IOC’yi bilenler bilir) ülkelerin adaylık öncesinde neyse ama adaylığa başvurduktan sonra böyle ikileme düşmesi, başvurduğu yılın yanı sıra sonraki yılların adaylıklarını da tehlikeye atması anlamına gelir.

Uzun lafın kısası...

Görüldüğü üzere; 2024 için Roma bu şekilde saf dışı kalmışken, Paris, Budapeşte ve Los Angeles yoluna devam ediyor gibi. Bunların arasında adaylığı en güçlü olan Paris. Onu zorlayacak Roma vardı ama o da artık yok. Son bir yılı terör saldırılarıyla geçiren ve aynı zamanda ekonomik bakımdan da olimpiyatları kaldırıp, kaldırmayacağına şüpheyle bakılan Paris’i, İstanbul zorlayamaz mıydı? Diyecekseniz ki, Paris’in geçtiği zor koşulları aynı zamanda İstanbul da atlattı. Ama ben şuna inanıyorum; şartlar eşitken İstanbul, “Dünyanın tarihi kentlerinden birinin ilk kez olimpiyat düzenleme heyecanıyla” hazırlayacağı iyi bir proje ile bu yarışı zorlardı.

Biraz geç kaldık

Acaba biz de 2020 yerine Avrupalılar gibi baştan 2024’ü mü hedeflemeliydik? Acaba 2020’yi kaybedince dünyaya küstük mü? Sahi, neden İstanbul, Türkiye, 2024’ü hiç düşünmedi? Şimdi mi düşündünüz, biraz geç kaldık. Gençlik ve Spor Bakanlığı, TMOK ve ilgili kuruluşların belirleyeceği yeni stratejiyle artık önümüzdeki maçlara bakacağız!

25 Kasım 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI