Arama

Popüler aramalar

‘’Kurt hocaya bir parça sabır‘’

Mircea Lucescu, kırlaşmış saçları ve 72 yaşını devirmenin saygınlığı ile hedefleri olan, başarılı bir futbol adamıdır. Milli takımı krizin ortasından çekip çıkaracak, daha çok futbol konuşturup, forma adaletini sağlayacak en olası teknik adamdır. Tarafsız, önyargısız ve tertemiz bir başlangıç için bir şans Mircea Lucescu. Fenerbahçe idmanına gidip futbolcularla sohbet edebilen, oradan çıkıp Galatasaray kampında da ayni misafirperverlikle karşılanan şanslı insan... Hangi Milli Takım teknik direktöründe bu samimi karşılamayı gördük?

En kısır dönem

Biliyor muydunuz Hagi’yi, Lucescu’nun keşfettiğini ve adeta dünya futboluna armağan ettiğini? Shakhtar Donetsk’in başındayken bir dolu yetenek keşfedip, Avrupa’nın pek çok kulübüne bu yetenekleri pazarlamış bir isim ayni zamanda Lucescu. Şimdi aynı heyecanla, sanki yeni yetenekler ararcasına maçtan maça gidip heyecanla futbol izleyen bir teknik adam görüntüsü çiziyor. En son bıraktığı noktadan, iyisiyle kötüsüyle çok farklı bir yerde Türk futbolu ve hızla anlamak zorunda tüm dinamikleri. Peki biz kendisine ne kadar bu imkanı sağlıyoruz? Öyle ki, ligin ilk haftasına baktığımızda, ilk 11 çıkan toplam 136 futbolcunun sadece 62 tanesi yerli! Yani her 3 futbolcudan sadece 1 tanesi milli takım adayı. Süper Lig, tarihi boyunca en kısır yerli futbolcu dönemini yaşıyor desek yanlış olmaz. İşte bu sebeptendir ki, sadece Süper Lig’de kalmayıp, daha çok kaynağa gitmek gerekiyor. Öyle ki, alt liglerde keşfedilmeyi bekleyen onlarca yetenekli futbolcularımız için bu kısırlık bir şanstır. Türk futbolunu bir bütün olarak değerlendirebilecek deneyimli bir teknik adamın, Türk futbolundan sorumlu olması, hepimiz için peşinden gidilmesi gereken bir umuttur.

Kurtuluş olabilir

Ukrayna ve Hırvatistan maçları için açıklanan kadro, şu an için bekleneni bu anlamda vermiş değil. Yeni bir şey yok söylenen... Fakat bu yeni başlangıçta, Lucescu’ya şans vermek ve destek olmak mevcut koşulların en doğrusu görünüyor. Zira ülke futbol krizi onun eseri değil ama kurtuluş belki de onunla olacak. Sadece bir parça sabır, destek ve inanç lütfen.

01 Eylül 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Türk futbolunun modeli Altınordu!‘’

Ülkemizde futbol adına yapılan doğruları görmek isterseniz, İzmir’e gitmenizi tavsiye ederim. Altınordu tesislerinin 3 değişik lokasyonunda, toplamda 15 adet FİFA ölçülerinde sahada idman yapan, futbolun altyapısını öğrenen yüzlerce çocuk bulabilirsiniz. Çocukların 6 yaşında adım attıkları bu muazzam tesislerde, Cengiz abileri gibi kendilerini Roma’da futbol oynarken bulmaları çok olası. Ya da Çağlar abileri gibi Freiburg’da... Her bir çocuğa özel ilgi, herkesin içindeki futbol yeteneğini ortaya çıkarma gayreti ve olaya sadece futbol değil, kişilik gelişimi olarak bakma metodolojisi. İşte Türk Futbolu’nun ilerleme reçetesi tam olarak burası. Sadece Türk futbolu için değil, Avrupa için de örnek Altınordu.

Adam olmak önemli

İyi insan, iyi vatandaş ve iyi futbolcu... Sadece futbol oynamak değil dert, adam olmak da önemli. Futbolcunun iyi insan olarak yetiştirildiği yer Altınordu. Futbol bir yaşam şekli olduğu zaman, asıl başarı geliyor. Zira fiziksel yetkinlik, yetenek, altyapı ne kadar önemliyse, ruhsal gelişim de o kadar önemli. Ruh, beden ve akıl bütünlüğünü sağlamak, sadece futbolda değil tüm spor branşlarında bizi geleceğe taşıyacak. Peki tüm bu bütünlüğü kim sağlıyor? Her yıl transfere milyonlar harcayan güzide klüplerimizin hangisi bu mantıkla gelişime destek oluyor?

Tesadüf değil emek

Sadece bir tane var... Tekrar ediyorum, Altınordu Türk futbolunun gelişim modelidir ve desteklenmelidir. Sanmayın ki, Çağlar Söyüncü, Cengiz Ünder tesadüfen ortaya çıktı. Hepsi Altınordu modelinin eseridir, hepsinin çocukluğundan başlayan gelişimi kayıt altındadır. Bu çocuklardan saldırgan bir tavır görmezsiniz, büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi, bulundukları konumu hazmetme olgunluğu ve içlerinde kocaman futbol aşkı bulursunuz. Zaten aslolan, iyi insan, gerçekten iyi insan olmaktır.

Emeklileri bırakın

Tüm Süper Lig kulüpleri, başarıyı Afrika sıcağında, Brezilya kumsallarında ya da emekliliği yaklaşmış Avrupa kulüplerinde top koşturan popüler futbolcularda aramamalı. Gözümüzün önünde, hemen Ege kıyısında, Altınordu’da yetenek havuzunu izlesinler. Hem temiz bir kordon havası alırlar hem de Türk futbolunun örnek modelini kendi gözleriyle görürler. Sevgili Abdullah Avcı’yı, bu modeli ilk farkeden olduğu için ve Cengiz Ünder seçiminden dolayı ellerinden öpmek gerekir.

Kullanmayı bilelim!

Konu Türk futbolunun gelişimi ve layık olduğu yere gelmesidir. Lucescu ile ülke futbolumuz yeni bir başlangıç yapacak, yeni bir umut arayacak. Bizim de tam bu noktada yeni umutlara ihtiyacımız var. Gözümüzün önündeki örnek modeller ıskalanmamalı... Bizim çok büyük bir yetenek havuzumuz var, marifet kullanmayı bilmede.

16 Ağustos 2017, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon'dan zor olmaz!‘’

Futbol sevdalısı bir şehir... Bu şehre yakışan, Karadeniz’in sesinin duyulduğu 40 binden fazla kapasiteli müthiş bir stat... Trabzon artık daha coşkulu, futbola daha aşık. Ve 29 Ocak’taki açılışından beri yeni stadında yenilgi yüzü görmeyen, oynadığı tüm maçları kazanarak fırtına gibi esen bir Trabzonspor... Beşiktaş’ın en zor maçlarından biriydi Trabzon deplasmanı. Üstelik Beşiktaş’ın hocasının, Şenol Güneş’in adını taşıyan bu stadın varlığı, ayrı bir manevi baskıydı şüphesiz.

Alkışlardan belliydi

Tüm bu duygusal çalkantıyı bir kenara bırakmak ve profesyonelliği her zaman önde tutup takımına müthiş bir futbol oynatmak, bir teknik adam başarısıdır. Şenol hoca, kendi adını taşıyan bu statta, çok iyi bir futbolla ve memleketine müthiş saygı da göstererek Trabzonspor’u yendi. Hatta Trabzonspor taraftarının bile bu başarıda kendisinden de bir şeyler görüp teselli bulduğu, maç sonu alkışlamalarından belliydi.

Tarih yazma zamanı

Bunun gibi zor atmosferlerden hep bir futbol resitali ile çıkan Beşiktaş, kuşkusuz Türkiye Ligi’nin en iyi takımı. Hatta Avrupa klasmanına çıktığında, Avrupa’nın da en iyi takımlarından birisidir. Bu akşam oynanacak Lyon maçı, tarihinin en iyi dönemlerinden birini yaşayan Beşiktaş için yeni bir tarih yazma şansıdır. Çünkü bu maçın alınması, UEFA Kupası şampiyonluğunun kapısını ardına kadar açacak.

Büyük şanssızlık!

Lyon ve Beşiktaş bu seneki UEFA Kupası’nın en iyi iki takımıdır ve bana göre çeyrek finalde karşılaşmaları büyük bir şanssızlık oldu. Bu maçta, Beşiktaş için Trabzon deplasmanından daha ağır bir ortam olmayacak. Zira Beşiktaş, geçtiğimiz hafta sonu Trabzon’un fırtınalı havasında fazlasıyla bu maça hazırlanmış oldu. Karadeniz havasından sonra Fransız havası o kadar da Beşiktaş’ı bozamaz diye düşünüyorum ve avantajlı bir skor geliyor gözümün önüne.

Her yerde favori

Sadece Türkiye Ligi’nde değil, Avrupa arenasında da şampiyonluğun en büyük favorisi Beşiktaş’tır. Şenol Güneş’in futbol adamlığı, taktik zekası, insan yönetimindeki başarısı ve sadece futbol dünyası ile sınırlı olmayan asaleti, iki şampiyonluk madalyasını da almasına yetecektir. Kalpler ve dualar, Lyon’da Beşiktaş’la beraber... Biz bu sene sizinle çok gururlandık, belli ki daha da gururlanacağız ülke olarak.

13 Nisan 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sizinle gurur duyuyoruz‘’

Belli ki bahar tüm Beşiktaşlılar’a daha başka geliyor. Bu aralar, pek çok güzellik sunuyor... Bir yandan şampiyonluğun şarkıları, diğer yandan Avrupa’da sağlam yürüyüşün ayak sesleri... Beşiktaş adına ne kadar müjde ararsanız bulursunuz bu baharda. Yılların beklentisi, başarı özlemi, futbol aşkı, kulüp sevdası bu sene karşılık buluyor. Siyahın, beyaza döndüğü zaman bu zaman... Belki de hayat çok daha beyaz kalacak Beşiktaşlılar için.

Yüreğiyle oynuyorlar

Bu sene Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi kupasının en büyük favorisidir ve bu kupayı alacak motivasyona fazlasıyla sahiptir. Futbolcusundan teknik heyetine, taraftarından yönetimine tüm camia büyük bir kenetlenme içerisinde. Futbolcuların oyun hırsından, Şenol hocanın sakin tavrından, taraftarların daha kısa süren stres durumlarından ve malzemeci Süreyya’nın taraftarlara yaptığı yumruk şovun inancından bu senenin çok başka olacağı belli. Her maçın ayrı bir kahramanı var artık... Her futbolcu ortaya koyduğu inançla, yüreğinin gücüyle oynuyor tüm maçları.

Türkiye’nin başarısı

Olympiakos maçının başında taraftarın büyük bir gövde gösterisine dönüşen koreografi çalışması ve bu çalışmada adeta Avrupa’ya meydan okuyan “fight for us” (bizim için savaş) söylemi, millet olarak yüreğimizdeki isyanın en iyi dışa vurumuydu. Özellikle Cenk’in golü attıktan sonra, göğsünün tam ortasında bulunan Ay-Yıldız’ı büyük bir aşkla öpmesi, tribünlerden yükselen İzmir marşı, atılan her golden sonra insanların birbirine büyük bir sevgiyle sarılması sadece futbol sevgisi değildir. Maç gecesi yaşanan tüm olaylar, içerisinde o kadar çok mesaj barındırıyor ki, bunları iyi okumak ve iyi anlamak bir toplumsal gerekliliktir. Tüm ülke bir ateş çemberinin içindeyken, umudun ve sevincin adıdır Beşiktaş. İçinde bulunduğumuz bu dönemde etrafında kenetlenilen, başarılarıyla gurur duyulan, Avrupa ve dünyaya verdiğimiz mesaja vesile olan bir Türkiye başarısıdır Beşiktaş.

Teşekkürler Şenol Güneş

Daha önce söylediğim bir görüşümü tekrar etmek isterim. Şenol Güneş bu ülkenin en büyük hocasıdır. Sadece bir futbol bilgini olarak değil, insanlığı ve duyarlılığı ile de çok öne çıkmaktadır. Hem camiasıyla hem de futbolcularıyla bütünleşmiş ve başarı için sonsuz bir desteği arkasına almıştır. Doğrularınızı yapmaya devam ediniz hocam... Biz de sizinle gurur duymaya hep devam edeceğiz. Hem yarattığınız takım hem oynattığınız futbol hem de çocuklarımıza anlatacağımız pek çok Beşiktaş hikayesini bize verdiğiniz için bir kez daha minnettarız. Teşekkürler Şenol Güneş, teşekkürler Beşiktaş.

18 Mart 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir Şenol Güneş yazısı...‘’

Her daim yedek kulübesinin önünde... Takımıyla atağa kalkan, takımıyla savunmaya dönen aktif bir futbolcu gibi heyecanlı. Takım oyunu, bu olsa gerek! Şıklığıyla da mevcudiyetini saha kenarında ifade eden bir hoca Şenol Güneş. Gerçi bir zamanlar Milli Takım’la başarıdan başarıya koşarken sırf eleştirilebileceği bir nokta olsun diye kılık kıyafet konusu gündeme getirilmişti; hatırlayın! Çoğu kez futbol dışı konularla çekiştirilen bir teknik direktör oldu Şenol Güneş. Türk futbolunda zihinsel değişiminin başlangıcına denk gelen yıllarda, bir futbol bilgesinin mesleki performansının değil de daha çok magazin detayların eleştirilmesi garipti. Güneş’in üstüne başına bakarken ruhunu hissedememek, Türk futboluna verdiklerini görememek, vizyonunu ve ideallerini anlayamamak da bir futbol noksanlığı olsa gerek.

Saygı duymak gerekir

Lafı dolandırmaya lüzum yok. Şenol Güneş, bana göre Türkiye’nin en büyük ve Avrupa’nın sayılı hocalarından biri. Bu iddianın ardına matematiksel veriler koymak zor değil. Beşiktaş’ın lig şampiyonluğu ve Milli Takım’ımızın dünya üçüncülüğü malum. Ama Beşiktaş dahil, yönettiği tüm takımlarda ortaya çıkardığı yıldız futbolcular biraz gözden kaçıyor galiba. Selçuk İnan, Burak Yılmaz, Fernandao, Volkan Şen, Ozan Tufan, Cenk Tosun ve hatta yeniden doğan Quaresma, bu değerlerden bazıları. Bu da onu futbolun başöğretmenleri arasına sokar. Hem futbol bilgisinin derinliğine hem de insan psikolojisini anlamaktaki başarısına saygı duymak gerekir. Güneş’in insani nezaketi, sosyal sorumluk duygusu ve toplumsal hassasiyeti de önemli. Sadece futbol odaklı değerlendirme yapıp insani vasıfları ve vizyonu ıskaladığımızda, çok fazla sahte kahraman yaratabiliyoruz. Ve hep beraber görüyoruz ki, o sahte kahramanlar zamanla hem davranış erozyonuna uğruyor hem de suya yazılan yazılar misali kaybolup gidiyor hafızalarımızdan.

Devam edin lütfen

Sonuçta, doğru yoldasınız hocam. Doğrularınızı gördükçe umutlanıyorum ve yıllar sonra da olsa kıymetinizin bilinmesinden mutlu oluyorum. Beşiktaş taraftarı sizi her geçen gün daha çok bağrına basıyor, son maçlarda hep adınızı haykırıyor. Elbette başarılarınızı kıskananlar ve bazı alanlarda (UEFA Avrupa Ligi kupasını kaldırmak gibi) sonuca ulaşmanızı istemeyenler olacaktır. Her ne kadar bu dillendirilmese de başarıların istisna olarak kendilerinde kalmasını isteyenler çıkacaktır. Ama siz işinizi yaptığınız, doğrularınızı uyguladığınız sürece yolunuz açıktır. Biz sizi izlerken keyiflenmeye devam edeceğiz, siz de bize futbolun her boyutundaki güzelliği yaşatmaya devam edin lütfen...

16 Mart 2017, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Haydi derbide buluşalım‘’

Galatasaray ve Beşiktaş, Türk futbol tarihinin en büyük maçlarından birisini daha yaşatacaklar bize. Ezeli rekabette, koca çınarların tekrar randevulaştığı ve senede iki belki de üç olan ender buluşmanın yaşanacağı bir gece olacak. Metropol insanının sendrom diye nitelediği ama taşraya indikçe sendrom bunun neresinde diye akıl erdirilemediği bir Pazartesi gününün akşamında hem de bu randevu. Pazartesi günleri ortak heyecan oluyor bu tür büyük buluşmalar sayesinde. Ve sanırım, ülke olarak futbolun bütünleştirici etkisini koca çınarlar sayesinde daha iyi yaşayabiliyoruz ülke olarak. Muhabbetimiz ortak, espiriler hazır, maç sonu olası caps’ler bile yayına sürülebilir durumda. Yüzyılı devirmiş bu iki büyük klubun maçında arkamıza yaslanıp, maçın keyfini sürmek ve heyecanımızı tüm saflığı ile yaşamak insan olarak bizim güzelliğimiz olsa gerek. Bu güzellik ayni zamanda bir Türkiye mozaiği, ne mutlu sahip olduğumuz güzelliklere...

Tudor’un tarzı bilic gibi

Galatasaray’ın yeni ama bir o kadar da heyecanlı hocası Tudor’un kendisini ispat için bu maç tam biçilmiş kaftan. Oldukça genç ama bu gençliğin enerjisini sonuna kadar kullanan bir hoca var artık Galatasaray’da. İgor Tudor’un tarzı ve maç içerisinde yaşadığı heyecan, sanırım Beşiktaşlı taraftarların Slaven Bilic deneyiminden tanıdık. Her ne kadar emekçi kentimiz Karabük’ten ayrılışı çok şık görülmese de, Galatasaray tarafından önerilen böylesine bir kariyer fırsatının cazibesine hangimiz kapılmayıp, yok ben almayayım diye sırtımızı dönebiliriz. Pek azımız bu cazibeye karşı koyabiliriz ama Tudor bu azınlık içerisinde olamadı. Belli ki Galatasaray yönetiminin, taraftar baskısından kurtulmak adına yaptığı en çabuk ve can kurtarıcı hamlesi oldu Tudor. Şimdilerde taraftar mutlu, yönetim mutlu... Hele bir de, bu sene tartışmasız ligin en iyi futbol oynayan takımı Beşiktaş’ı yenebilirse, kredinin en güçlüsünü alacağından kimsenin şüphesi olmasın. Galatasaray’ın alacağı galibiyetin getirisi o kadar çok noktada olacak ki. Alınacak bir galibiyet, Galatasaray ve İgor Tudor için sadece bir galibiyet olmayacak... Şampiyonluğa ortaklık, taraftarla barış, futbolcusuna özgüven ve yönetimine ferahlama işte bu galibiyetle gelecek. Peki daha dün bir, bugün iki... Bu kadar kısa zamanda ne değiştirebilecek Tudor? Cevabı için haydi Pazartesi buluşalım.

Kaptan dümene geçiyor

Belki fark etmişsinizdir, Beşiktaş’ın bir huzur ayarı var. Takımın sakinliği, futbol akışkanlığı, futbolcular arasındaki uyumu hep bu huzur üzerinde gidiyor. Eğer birileri bu huzuru bozar, Beşiktaş’ın fabrika ayarlarını karıştırırsa işte o zaman takım kendi kendini yemeğe başlıyor. Olmadık yerlere paslar atılıyor, olmadık pozisyon hataları yapılıyor, futbolcular bile kendilerini tanıyamaz duruma geliyor. Adeta fırtınada savrulan bir gemi misali, azgın dalgalar arasında hızla kayalara sürüklenen bir duruma geliyor takım. Bunu toparlayacak olan kaptan da, eğer bu fırtına karşısında geminin dümenine hakim olmak yerine, kendisi dalgalarla boğuşmayı seçerse işte asıl felaket o zaman geliyor. Beşiktaş’ın futbolcu değeri ortada, kadro derinliği hiç olmadığı kadar geniş. Takımda Avrupa şampiyonası apoleti ile dolaşan ve en yüksek formu ile oynayan bir Quaresma, yine ayni şekilde göğsünde Afrika şampiyonu madalyası taşıyan ve üstelik yedek golcü durumunda olan Aboubakar var. Türk milli takımının golcüsü Cenk ve futbolcu olmasa yine de her işi inanılmaz bir disiplinle yapabilecek bir Atiba. Bu maç için Beşiktaşlı futbolcular değil kritik konu. Asıl konu kaptanın, olabilecek en soğuk kanlı haliyle gemisinin dümenine geçmesi ve yılların tecrübesiyle fırtınadan çıkabilmesidir. İşte taraftar bunu görüyor ve bir deniz feneri edasıyla karanlığı aydınlatması gibi, son iki üç maçtır haykırıyor... Şenol Güneş, Şenol Güneş...

26 Şubat 2017, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gidecek çok yolumuz var‘’

Hayatta bazen, karşılaştığımız olaylar karşısında biraz sabır göstermek faydalı oluyor. Hani derler ya, “içinden yüze kadar say”... Hakikaten çok faydalı bir şey bu yaklaşım. Olayları daha net görüyorsunuz ve daha sağlıklı değerlendirme şansınız oluyor. Daha tarafsız, daha objektif ve daha sağduyulu yorum yapmak bence gelişim için çok önemli. Maçın üzerine yatıp kalkarak yorum yaptığımda, öne çıkan bazı noktaları görebiliyorum.

Bu maçın 3 aktörü bulunuyor

Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yenmesi olay olur dedik hep. Sonuçta büyük takım ve yüzyıldan daha eski bir tarihi var. Hepimiz biliyoruz ki, büyük takımlar için yenilir lafını ağıza kolayca almak hiç mantıklı değil. Derbilerin bence kesin favorisi olmaz... Buraya kadar hiç bir sorun yok. Ancak sahada oynanan futboldan ziyade, maçın aktörleri olarak futbolcuların, oyunlarından çok saha içindeki topsuz aktiviteleri ortaya çıkınca durum başka bir hal alıyor. Bence bu maçın bir kaç aktörü vardı... Ortada Van Persie, etrafında Oğuzhan ve Tosiç. Van Persie Türkiye’ye geldiğinde, kariyerli bir futbolcuyu izlemenin heyecanı taraflı tarafsız herkesi sarmıştı. Çok üst düzey takımlarda top oynayan ve uluslararası bir müsabakada uçarak attığı bir kafa golü sonrası adı ‘Uçan Hollandalı’ya çıkan bir futbolcuyu Türkiye Ligi’nde seyretmekten daha keyifli ne olabilir ki? Ama maalesef, ülkemize geldiği andan itibaren, Van Persie ile ilgili aklımızda futbol adına hiç bir şey kalmadı.

Bu hüneri tercih etmem

Fenerbahçe’de ilk onbiri bile göremedi çok zaman. Beşiktaş ile oynanan kupa mücadelesinde, ender olarak ilk 11 çıktığı bir maç oynadı. Ama ne yazık ki, futbolu ile değil, saha içindeki aktiviteleri ile çok ön plana çıktı. Bence yine de çok profesyoneldi ve rakip takımı tahrik etme noktasında amacına ulaştı. 11’e 11 oynansa, Beşiktaş’ın mutlak galibiyetinin hemfikir olunduğu bir ortamda, oyuna bu anlamda bir denge getirdi... Birinin profesyonelliği, diğerinin gayri profesyonelliği oldu. Bir futbolcunun toplu oyunu dışında, diğer hünerlerini ne kadar görmek isteriz bilmiyorum. Ama benim, bir futbolsever olarak, tercih ettiğim bir hüner olmadı hiç bir zaman.

Sinir boşalması yaşadı

Tosiç bence maça çok iyi başlamıştı. Yaptığı iki tane çıkış var ki, Fenerbahçe kalesinde ciddi tehlike yarattı. Cenk ile rakip ceza sahasında girdiği verkaç başarılı olsa, ilk golü atan isim bile olabilirdi. Ama belli ki, Van Persie’yi uzaktan uzağa izlemiş ve yaptığı hareketlere ciddi sinir olmuş. Daha sonra, maçın ilerleyen bölümlerinde, kendisine hiç de hoş olmayan bir müdahaleden sonra bir sinir boşalması yaşadı ve yine Van Persie’nin çok kurnazca yaptığı tahrike cevap vermeden yapamadı. Özellikle kırmızı karttan sonra, yapılan hareket Tosiç’in sinir katsayısını 3’e, 5’e katladı.

Akıllara Pascal Nouma geldi

Bu hareket, geçmiş dönemde Pascal Nouma’nın tarihi bir ceza almasına sebep olmuştu. Şimdi ise buna karşılık ne olacak diye bekliyor futbolseverler. Sadece kasları değil, sinirleri ve psikolojiyi de iyi kontrol etmek gerekiyor futbolda. Ne olursa olsun, Tosiç’ten daha profesyonel bir reaksiyon beklenirdi. Ancak bizim ülkemiz futbolcularının, psikolojik kontrol noktasında ne kadar başarılı olduğu kocaman bir soru işareti... Bu başarısızlığın, geçmiş dönemlerde çok ağır sonuçlarını hep beraber gördük.

Dostluklar zarar gördü

Van Persie Türkiye’ye geldiği zaman, Oğuzhan’ın bir röportajını okumuştum. Van Persie ile Arsenal’de birlikte oynadığını, kendisinden çok şey öğrendiğini belirtiyor ve hatta zaman zaman sırf Van Persie’yi görmek için İngiltere ’ye gittiğini bile söylüyordu o röportajda. Belli ki Oğuzhan çok saygı duyuyordu ve beslediği hayranlık duygularını çok net dile getirebiliyordu. Bu tür dostlukların, gergin geçmesi çok olası maçlarda bir sigorta olması bence çok önemli. Öyle ki, farklı takımlarda olsa da dost olan futbolculardaki sağduyu, empati, sakinlik ve sempati rekabeti tatlı bir hale getirebilir.

Sahada olan sahada kalıyor ama...

Ve bu dostluklar, futbolun güzelliğine güzellik katar. Neticede sahada olan sahada kalıyor ve farklı takımlarda oynayan kardeşlerimizin, saha dışındaki dostlukları baki oluyor. Ama ne oldu bilinmez, Oğuzhan’ın hem de kaptan çıktığı bir maçta, Gökhan Gönül’e yapılan bir harekette galeyana gelip Van Persie’ye sataşması beni çok şaşırttı. Üstelik bizim hiç anlamadığımız ama belli ki Van Persie’nin kültüründe ağır bir anlamı olan, burun silme hareketi sanırım işin dozunu iyice kaçırdı. Tüm bu itiş kakışlar maç sonuna kadar devam etti neredeyse. Bunun arkasında bizim bilmediğimiz bir hikaye mi var acaba sorusu gündeme geliyor ister istemez. Böyle bir dostluğu, hayranlığı ve bununla birlikte ortaya çıkan saygıyı kim bozmak ister ki?

Gönül isterdi ki...

Neticede bu psikolojik oyundan Fenerbahçe galip çıktı ve Beşiktaş’a resmi maçlardaki ilk Vodafone Arena mağlubiyetini yaşattı. Gönül isterdi ki daha çok futbolun güzelliğini konuşalım... Bir gün sadece futbol konuşacağımız derbileri de göreceğiz diye umuyorum. Ama ne yazık ki, gidecek daha çok yolumuz var.

07 Şubat 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Haydi beraber keyiflenelim‘’

Yediden yetmişe, kadını erkeği, bu coğrafyada yaşayan herkesin, ömrü hayatında mutlaka bir topa ayakla vurmuşluğu vardır. Ve işte tam da bu sebeple, herkes futbolda neyin ne olduğunu, futbolun ruh halini çok iyi bilir. Türkiye’de futbolcuların, teknik adamların ve futbola dair her ne iş yaparsa yapsın herkesin işi zordur... Hiç kimse kusura bakmasın, iliklerine kadar futbol işlemiş bir toplumun, bu güzel oyuna seviyeli bir şekilde her zaman görüş bildirme hakkı bakidir.

Futbol her yerde futbol

İnsan, hayatında çok seçici olabiliyor zaman zaman. Bazen işe bile giderken ayaklarınız geri geri gidiyor, bazen de işyerinde vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Bazı insanlarla konuşmak size çok iyi geliyor ama bazılarını gördüğünüzde yolunuzu değiştirdiğimiz çok oluyor. Hayatta her zaman herşeye eşit ağırlığı veremiyoruz ne yazık ki. İnanın futbolda da olan bir şey bu seçicilik. Mahallede oynanan maçları hatırlarsınız. Benim o zamanlardan kalma en büyük hafızam, bazı maçlarda bazı arkadaşların çok iyi oynamasıydı. Özellikle tüm mahallenin gözü üzerindeyse, tüm spotlar kendisine dönükse, oynadığı futbola kendisi de inanamazdı bu arkadaşlar. İster kocaman bir arenada olsun, ister mahalle arasında minyatür kale olsun... Futbol, her yerde futbol.

Hikaye baştan yazılır

Son zamanlarda Fenerbahçe’ye dair yapılan en büyük eleştiri ise işte tam bu nokta. Fenerbahçe’nin büyük takımları hem Türkiye hem de Avrupa’da dize getirip, -ki bu harika futbolun sonucundan Manchester United bile nasiplendi- nispeten alt sıralarda olan, daha zayıf takımlara karşı taraftarını hayal kırıklığına uğrattığına çok şahit olduk. Evet doğru, belki futbolcular maç seçiyor, belki de iştahlanma sorunu yaşıyorlar zaman zaman... Tıpkı mahalle aralarında top koşturan çocuklar gibi. Ama ne olursa olsun, Boğaz’ın kıyısında, hafif bir deniz esintisinin insanın içini gıdıkladığı bir havada, dünyanın belki de en iyi konumuna sahip, tarihte Dolmabahçe Stadı’ndan, Mithatpaşa Stadı’na, İnönü’den, Vodafone Arena’ya kadar pek çok isme evrilen bu muazzam stadyumda, herhalde Fenerbahçeli futbolcular spotların kendi üzerilerinde olduğunun fazlasıyla farkında olacaklar. Ve inanın bana, işte tam bu noktada hikaye baştan yazılır. Sadece futbolcusu değil, camiası ile beraber bir inanmışlık ve takımlarına duyulan inanılmaz destek devreye girer. Boğaz’ın Asya yakasının ışığı, Dolmabahçe’den çok rahat görülür...

Beşiktaş’ı yenmek olay olur

Bir takım düşünün, oynadığı muhteşem futbolla taraflı tarafsız herkesin Şampiyonlar Ligi’nden elenmesine kahrolduğu. Yine bir takım düşünün, belki de tarihinde ilk defa bu kadar büyük bir kadro derinliğine sahip olan. Ve yine bu takım, adeta Türkiye’deki futbolun başöğretmeni olmasına en büyük adayı olan bir futbol adamına sahip. Sadece verdiği taktiklerin değeri değil, gittiği her takımda, göğsüne kırmızı kurdela taktığı bir sürü öğrencisi olan bir eğitim sevdalısı. Ve bu hoca öncülüğünde, Avrupa’nın en iştahlı futbol oynayıcıları. Yeni yapılan stadında gövde gösterisine çok alışkın bir Beşiktaş. Ve tüm dünyanın kabul ettiği, en yaratıcı, en hırslı, en duygusal, ülkenin derdini en fazla kendine dert edinen taraftarına sahip bir Beşiktaş. Bu taraftar ne Van’da üşüyen çocukları, ne de baraj altında kalan Hasankeyfi hiç unutmadı. Ve bu taraftar, senelerce bu oyunun özlemi ile yandı tutuştu. Şimdilerde, tüm camia büyük bir keyifle arkasına yaslanmış takımın keyfini sürüyor haklı olarak. Pazar akşamı, bu taraftarın arkasında olduğu bir takımı yenmek büyük olay olur sanırım.

Dostluk rüzgarları essin

Bu ülkeyi kıskanılır yapan, herkesin gıpta ile baktığı bir coğrafyada olması değil sadece. Kendisine ait o kadar büyük değerleri ve kültürü içinde barıdırıyor ki, saymakla bitiremeyiz. Kebap severseniz Adana’ya bekleriz, balık derseniz meşhur Ege kıyılarında keyiflenirsiniz. Bir yandan karda kayak yaparken, bir yandan da kendinizi sıcacık sulara bırakabilirsiniz. Çanakkale’ye gider tüylerinizi diken diken edersiniz, Konya’ya gider maneviyatın doruğuna çıkarsınız. Beşiktaşlı olur Baba Hakkı, Süleyman Seba ile göğsünüz kabarır, Fenerbahçeli olur Lefter ile gurur duyarsınız. Çok şanslıyız biz... Anlatacak çok hikayemiz, yaşayacak kocaman bir kültürümüz var. Fenerbahçeli arkadaş, Beşiktaşlı dostunun omuzuna elini atacak ve beraber gururlanacaklar. Ve bu kupa maçında netice ne olursa olsun, kazanan hep Türkiye olacak. Haydi beraber keyiflenelim, umuda ve keyifli yarınlara çok ihtiyacımız var.

03 Şubat 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI