Arama

Popüler aramalar

‘’Beşiktaş, Beşiktaş, Beşiktaş!‘’

Çarşamba akşamı Monaco karşısında ortaya konan oyundan, taktik dizilişten ve son dönemlerde Beşiktaş’ta görülen, kalabalık orta sahalara karşı hücuma çıkarken birden geriye dönüp rakibin kendi taktiğinde sıkışmasını sağlamasından (Talisca’nın böyle anlık iki-üç geri pası var; birincisinde Talisca mı sıkıştı acaba diye düşünüldü, ama yine yapınca planlı bir hamle olduğu anlaşıldı) sayfalarca bahsetmek mümkün. Babel’in ortaya koyduğu iki kişilik oyunu, Cenk Tosun’un gelişen ve değişen oyunu, ileri dörtlünün artık ezber halini almış saha yerleşimi ve bu sahayı kullanımı (klasik Beşiktaş golü diye bir şey var artık), orta sahanın blok halinde kalışı ve kendi arasındaki pas trafiği ile Quaresma’yı demarke halde topla buluşturması, sahadaki duruşu ile çok da tempolu oynamayan Monacolu gençleri oyundan düşürmesi, bir şiirin mısraları gibiydi. Adriano- Tolgay-Talisca üçlüsü de dün Beşiktaş’ın istediğinde yeni ikili ve üçlü çıkarabileceğini gösterdi.

Devler ligi’nde 3’te 3!

Rakiplerin bugünkü durumuna bakıp geçiştirenler, Beşiktaş’ın oyununu Süper Lig ile karşılaştırıp öküzün altında buzağı arayanlar (maç seçme falan), bir de dün dediklerinden ötürü bugün sevinçlerini gizleyenler bir kenara Beşiktaş, yapmış olduğu planlamanın sonuçlarını alıyor aslında. Bazıları şaka zannedebilir ama Beşiktaş biri Porto biri Monaco deplasmanı olmak üzere tüm maçlarını kazanmış ve Vodafone Park’taki Leipzig maçının ikinci yarısı dışında rakiplerine genel bir üstünlük kurmuştur. Çarşamba akşamı 1-0 geriye düşülmesine rağmen bu maçı kaybedeceğini düşünen Beşiktaşlı ya da futbolsever var mıydı merak ediyorum?

Aslında burada Beşiktaş’ın rakiplerine karşı oyun üstünlüğünü eline almasından daha önemli bir şey var; bu üstünlüğü rakiplerinin kabul etmesi. Laf aramızda Beşiktaş’ı Şampiyonlar Ligi takımı yapan önemli nedenlerden biri de bu. Beşiktaş, rakiplerine karşı (planlama gereği olanlar dışında) özel önlemler alan bir takım olmaktan çıkmış; bir oyunu olan, ısrarla oyununu oynamak isteyen, bu oyunu saha içinde geliştiren ve değiştiren, daha da önemlisi rakibini kendi oyununun içine çekmeye çalışan bir takım hüviyetini kazanmıştır ve bunu daha da güçlendirmeye çalışmaktadır.

Oyun oynayalım...

Beşiktaş’ın artık başka bir klasmanda top oynadığı ve Avrupa’da göz ardı edilemeyecek takımlardan biri olduğu, bazıları tarafından belki yarım ağız da olsa, hemen hemen herkesçe kabul görmeye başladı. Oyunu oynamaktan, oyundan zevk almaktan ve bunu amaçlarının temeli haline getirmekten vazgeçmediği müddetçe de istikrarı yakalayacak ve daha nice zaferlerle emeğini taçlandıracaktır. Beşiktaş Şampiyonlar Ligi’ni sevdi, bu çok açık. Artık söylemek lazım; Beşiktaş Şampiyonlar Ligi takımı oluyor ama iş bununla kalmıyor, Şampiyonlar Ligi de Beşiktaş’ı kucaklıyor.




20 Ekim 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Masayı kim devirdi!‘’

Kadrosu ve oyun sistemi oturmuş bir takımla halen arayış içinde olan bir takım arasında oynanan maçın çok durması muhtemeldir. Hele bu takımlar kendi liglerinin büyük takımlarıysa başka psikolojik etkenlerden ötürü oyunun çok durması zorunlu hale gelir. Sadece bu bile, oyunu oynamak isteyen takımın maça 1- 0 yenik başladığı anlamına gelir. Ki bu anlamda daha maç başlamadan, hafta başından itibaren, Beşiktaş 1-0 gerideydi. Öte yandan bu sonucu değiştirecek tecrübeye sahip olduğundan bunun psikolojik etkisini kırması gerekiyordu. Teknik becerisi yüksek ve yaşlı bir takım olan Beşiktaş, bunun altından kalkmak için oldukça uğraş da verdi. “Beşiktaş, her set oyunu yapmaya hareketlendiğinde Fenerbahçe’nin hamleleri geldi” demeyi çok isterdim ama pek de öyle olmadı. Evet, bir oyun oynandı ama Mehmet Demirkol’un dediği gibi oldu: Masa devrildi.

Caner’in cevapları

Masayı birkaç şey devirdi. Öncelikle Caner Erkin’in maçtan önce Beşiktaş taraftarı kendisini çağırdığında verdiği cevap, aslında Fenerbahçeliler’e verilen cevaptı. Caner, daha maçtan önce aklının sahadan çok seyircide olduğunu gösterdi. Maç başladığında da kendini tam olarak oyuna veremediğini, klasik Caner ortalarını göremediğimizde anladık. Birkaç kere de korner atışında seyircinin tepkisini doğrudan hakeme iletince, kafa olarak nerede olduğunu göstermiş oldu. Böylece masanın bir ayağı kırılmış oldu. Masanın diğer ayağını kıran iki takım arasındaki fizik güçtü. Beşiktaş’ın fizik gücünün dayanıklılık anlamında Fenerbahçe’den daha iyi olduğu tüm maç boyunca görüldü. En ufak müdahalede düşecek bir fizik güce sahipsen, bu düşmeler hakeme, sert müdahale edilmiş gibi görünür. Yoksa geri geri giderken Pepe’ye çarpıp düşen Valbuena nasıl olur da hakeme faule maruz kalmış gibi görünür ki? Bu pozisyonda Pepe’nin gülüşü bile aslında tüm maçı özetliyordu. Masanın üçüncü ayağını kıran, psikolojik savaş karşısında Beşiktaş’ın “oyuna dönelim” planının yeterince kıymet görmemesiydi. Aykut Kocaman bir plan dahilinde oyunun engellenmesini istememiştir (herhalde). Ancak hakemi etkilemeye yönelik kullanılabilecek her şey, Fenerbahçe’nin sıklıkla başvurduğu kaynaklar oldu. Maçın ardından da Fenerbahçe’nin yarışta kaldığına dair yorumlar yapıldı; ki puan olarak doğru olsa da oyun olarak bu yarışın oldukça uzağındalar.

Hakem maçı katletmedi

Masanın son ayağı, hakemin masaya oturmasıyla kırıldı. Hakemin gösterdiği kartların pek çoğu, kuralların yorumu olduğundan kişiye göre değişebilir ama hakemin gözünün önünde olan iki pozisyon; yani, Ozan’ın eline vuran top ve Cenk’in ayağına basılması cezayı gerektirir. Bu pozisyonlar ceza sahasının içinde olduğu için penaltıdır. Negredo’nun golünün verilmemesini ise kelimelerle tarif etmek mümkün değil. Hakem kırmızı kartları öyle bir çıkardı ki, sanki “ona verdim sana da veririm” der gibiydi. Bu tür maçlarda hakemlerin sahada otorite kuracağım diye “çıldırmasına” anlam vermek zor; tabii hakemlerin bir lobi faaliyetinin sonucu belirlendiğine inanmıyorsanız... Aykut Kocaman, hakemin takdir haklarını Beşiktaş’tan yana daha fazla kullandığını inanarak söylemişse bu maçı bir değil en az beş kere daha izlemeli ki Fenerbahçe’nin daha güzel günler görmesine yardımcı olsun. Hakem maçı katletti mi? Hayır! Katletmek için oynanmasına izin vermesi lazımdı.

Olmuyorsa zorlamamak lazım

Türkiye’de hakemler, genel futbol kültürüne uygun olarak oyunun oynanmasına değil, takımlara göre karar veriyor maalesef. Takımların futbol karakterlerinden ziyade bulundukları konum, yönetici eğilimleri, alıştıkları ezber kararlarında etkili oluyor. Halbuki yönetmek; bir şeyin nizam dahilinde çalışmasını sağlamak anlamına gelir. Yani bir şeyi yönetmek onun işlemesine izin vermekle olur. Futbol maçını yönetmek istiyorsanız, oyunun oynanmasına izin vermek zorundasınız. Böyle bir yeteneğiniz yoksa da başka bir meslek tercih etmelisiniz. Ali Palabıyık’ın -ki mesleği yöneticilikmiş- Malesef yönetme yeteneği yok. Yaşı henüz genç. İlla ki ona uygun meslekler vardır.

26 Eylül 2017, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hoş geldin Beşiktaş!‘’

Beşiktaş, Çarşamba akşamı Estadio do Dragao Stadı’nda önemli bir zafer kazandı, sanırım seven sevmeyen herkes bu konuda hemfikir. Feda döneminden Vefa dönemine uzanan süreçte, aslında neyin hedeflendiğini de gösterdi takım. Lig maçlarını mutlaka ayrı değerlendirmek gerekecektir zira Süper Lig, oyunu yavaşlatma ve durdurma üzerine kurulu bir anlayışa sahip. Kazanmak isteyen takım az, kaybetmek istemeyen çok. Her ne kadar iki yıldır genel kaidenin dışında oynamak isteyen takımlar çıksa da, henüz Süper Lig’in oyun anlayışı değişmiş değil. Topun oyunda kalma süreleri de bunun açık göstergesi maalesef. Ama Avrupa farklı ve Beşiktaş’ın istediği oyun anlayışı için “ait olduğu yer” bile denebilir. Beşiktaş, yaptığı planlamanın neyi hedeflediğini Porto maçında gösterdi: Hükmetmek. Porto karşısında ilk yarı oyunun tek hâkimiydi Beşiktaş. Geçmişin aksine bunu da sahip olduğu uluslararası tecrübesi olan oyuncularıyla değil, oyun planıyla yaptı. Porto, 3-5 dakika dışında Beşiktaş’ı baskı altına alamadı. O sırada da gol geldi zaten. Beşiktaş bu hâkimiyeti, dönen toplarla hızlı hücum yapma anlayışıyla da kurmadı; ilk yarı oyuncuların seçtiği tüm opsiyonlar ve yaptığı hamleler, belli bir planın parçası olduklarını açık açık gösteriyordu. Bu durum, Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi takımı olma sürecinde önemli bir yol kat ettiğinin de göstergesi olsa gerek.

İkinci yarı 20 dakika ne oldu?

Maç sırasında Oğuzhan’ın neden çıktığını çoğu kimse uzun süre anlamadı. Beşiktaş’ın ilk yarıdaki teknik üstünlüğü, ikinci yarı Sergio Conceiçao’nun yaptığı değişikliklerle Porto’ya geçti. Bu bölgede teknik üstünlüğün, pas organizasyonunun temeli olan Oğuzhan, Porto’nun bu müdahalesine yanıt veremedi. O kadar ki bir pozisyonda, kornerden gelen topu çizgiden çıkaran da Oğuzhan’dı. Futbol ulemasının beğenmediği Şenol Güneş, bizi şaşırtan oyuncu tercihleriyle yine haklı çıktı. Ve galibiyetin mimarı oldu. Hoca, teknik üstünlüğe karşı fizik gücü öne çıkarmak istemiş olacak ki Medel değişikliğiyle Conceiçao’nun hamlesine (cevap vermedi) karşı hamlesini yapınca sonucunu aldı. Oyun yeniden Beşiktaş’a dönünce de, topun oynandığı bölge orta sahaya kaydı, Beşiktaş dönen topları almaya ve organizasyon kurmaya başladı. 86. dakikadaki golün organizasyonu; pas alışverişi, Negredo’nun Babel’in etrafından dönmesi ve paslaşmayı tamamlaması, son olarak Babel’in gol vuruşuÖ Bunda Porto’nun ikinci yarının ilk dakikalarında oyunu hızlandırmasının da payı var tabii; lakin organizasyon anlayışını bırakmamak, yani “hükmetmek” istemek, bu göz ardı edilemez. Beşiktaş, oyun oynamak isteyen bir takım. Oyun oynandığı sürece, yenmek ve yenilmek bir yana, hükmetmek arzusundan da vazgeçmeyecektir. Bu anlamda yeni olduğu bir lige giriş yapmıştır. Plandan vazgeçmemeli ve adım adım ilerlemeli.

***

Normalde bizler bir an önce maç bitsin isteyen, diken üstünde son düdüğü bekleyen taraftarlarız (takım fark etmez). Çünkü geçmişimiz çokça son dakika hayal kırıklıklarıyla doludur. Skordan bağımsız ilk defa bir maç bitmesin, devam etsin istedik. Oynanan oyun, ortaya konulan karakter muazzamdı. Porto tribünlerinin maçtan önce de, oyundan çıkarken de Quaresma’yı alkışlaması muhteşemdi. Sanki Estadio do Dragao değil de Beşiktaş Vodafone Park’tı. Tüm stat tarafından alkışlanmak ne gurur verici. Benim bile gözlerim doldu. Yabancı sınırı, Cenk Tosun gibi her sene önüne forvet alınmasına rağmen vazgeçmeyip çalışan, kendini sürekli geliştiren futbolcuya bir şey yapmaz. Cenk, Demba Ba, Gomez, Aboubakar, Negredo ile rekabet etmek zorunda kalmasa kendini bu kadar geliştirir miydi? Hala ilk geldiği zamanki halinde kalırdı. Yabancı futbolcuların çalışkan, rekabete açık futbolcuya zararı yok yararı vardır. Yabancı futbolcularla rekabetten korkanlar tembel, mesleğine saygısız futbolculardır. O sebeple bir kere daha yabancı sınırlamasına hayır!

Yanal’ın dikkatine!

Abdülkadir’in oyuna girmeden konuştuğu isim Volkan Şen. Ben Volkan Şen’le Abdülkadir’i aynı kulübede oturtmam. (Mehmet Demirkol)

Zenginin derdi:

Şu anda güzel bir problemimiz var; satılacak formamız kalmadı. (Paris Saint Germain Başkanı Nasser Al- Khelaifi)

Topunu oyna yeter!

Jose Mourinho için duvarın içinden geçebilirim! (Romelu Lukaku)

Düğündeki düşman:

Neymar, Messi’nin düğününde PSG’ye transfer olmaya karar verdi. Dani Alves, düğünde onu ikna etti. (Gerard Pique)

Küçüğüm

PSG, bana bir şoför ayarladı, bu yüzden mutluyum. Annemin artık beni bir yerlere bırakmasına gerek kalmadı. (Kylian Mbappe)

Ama o “special man”

Zizou soyunma odasındaki ortamı daha iyi anlıyor. Mourinho çalıştığım teknik direktörlerden sadece bir tanesiydi. (Sergio Ramos)

Bak şu konuşana:

Neymar 222 milyon Euro ediyorsa, ben 1 milyar Euro ederim. (Eden Hazard)

Dedi, çok bilen!

Beşiktaş 3 senedir geriye gidiyor. Pepe’yi almak ile olmuyor. Quaresma ve Babel ruh gibiler. (Erman Toroğlu)

16 Eylül 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Milli oyuncak‘’

Arda Turan, gazeteci Bilal Meşe’ye Milli Takım uçağında ağır küfürler edip, saldırdıktan sonra düzenlediği basın toplantısında üstüne basa basa yaptıklarından pişman olmadığını, kendisini kuş gibi hissettiğini, aynı tepkiyi her zaman vereceğini, önemli olanın adamlık(!) olduğunu vurgulayarak Milli Takım kariyerini sonlandırdığını açıklamıştı. Sonrasında da “Fatih Terim Milli Takım’dan ayrılsa bile Milli Takım’a dönmeyeceğim” demişti. Aradan iki ay geçip de Terim’in görevine son verilip Mircea Lucescu’nun işbaşı yapmasının ardından Arda, Milli Takım’a döneceğini açıkladı, yaptıklarından dolayı hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeden, özür dilemeden.Sanki hatalı o değil de, bizmişiz gibi. Sanki lütfeder gibi...

Balık hafızalı futbol kamuoyu da, hoca değişince Bilal Meşe’ye yapılan terbiyesizliği unuttu ve alkış tuttu Arda’nın Milli Takım’a dönmesine. “Çalsın davullar, sazlar! Arda Turan, Milli Takım’ı affetmiş!”

***

Arda’nın Milli Takım’a döndüğü günlerde Tolunay Kafkas, TFF tarafından Futbol Gelişim Direktörü ve Genç Milli Takımlar Sorumlusu görevlerine getirildi. Kafkas, futbol gelişim direktörlüğü bünyesinde yer alan eğitim, elit oyuncu gelişimi, kadın futbolu, okul ve çocuk futbolu, futsal ile plaj futbolu birimlerinin yanı sıra Genç Milli Takımlar’dan da sorumlu olacakmış.

Kafkas, önceden de benzer bir görevde 460 gün çalışıp Trabzonspor’dan teklif alınca bırakmıştı görevini. Demek ki bu dönem lig takımlarından teklif gelmemiş ki, bir sonraki teklife kadar Milli Takım’da çalışacakmış.

Kafkas’ın getirildiği görev, en az 10 yıllık planlama gerektiren bir görev. Onun kariyer döngüsü ise şöyle:
1- TFF’de alt yaş milli takımlarından sorumlu olarak göreve başlaması,
2- “Kurtuluşumuz altyapılar. O yüzden altyapılara gereken önemi vermek gerekiyor, kısa vadeli değil uzun vadeli çalışmak gerekiyor” gibi açıklamalar yapması,
3- Süper Lig’den teklif gelirse görevinden ayrılması,
4- Kötü sonuçlardan sonra Süper Lig takımlarından istifa etmesi veya görevine son verilmesi,
5- En başa dönmesi.

Tahıl ambarı Türkiye buğday dahi yetiştiremiyorken, yeterli bilgi sahibi olmadığımız, bilgisi olanlara da görev vermediğimiz altyapılardan oyuncu çıkacağını aklınız alıyor mu? O yüzden de üst yapıdan daha önemli olan altyapılar eş, dost işsiz kaldığında görev verilen yerler oldu maalesef. Laf olsun, torba dolsun, orada biri olsun. Bu çarpık düzen de böyle sürüp gitsin...
***
A Milli Takım’ın Ukrayna ve Hırvatistan ile oynayacağı karşılaşmaların aday kadrosu açıklandı. Kıyamet de ondan sonra koptu.

Milli Takım’da etik değerlerin söz konusu olmadığını, gazeteci dövenlerin hiçbir sorun teşkil etmeden kadroya dahil edildiğini kanıksadık artık, ancak Selçuk İnan ve Ozan Tufan’ın çağrıldığı kadroya Oğuzhan Özyakup’un çağrılmaması üzerine tartışmalar başladı.

Oğuzhan’ın şu anki performansının pek de parlak olmadığını herkes kabul eder, Ozan ve Selçuk alınmasaydı mantıklı da bulunurdu bu karar. Ancak yedek oturan Selçuk ve vücudundaki yağ oranıyla antrenmana dahi çıkamaması gereken Ozan alınırken Oğuzhan’ın alınmaması tepkilere neden oldu. Kimilerimenajerlerin, kimileri Arda’nın Milli Takımı olduğunu iddia etti.

Taktik değişmiş

Lucescu’nun yardımcısı Tayfur Havutçu gelen tepkiler üzerine Oğuzhan’ı taktik gereği almadıklarını açıkladı, ki açıklamanın dumanı üzerindeyken Oğuzhan Özyakup Milli Takım kadrosuna dahil edildi. Kamuoyu baskısıyla Milli Takım’ın taktiği değişti demek ki. Rezilliğe bakın! Oğuzhan’ı Milli Takım’a çağrılmaması skandaldı, sonradan çağrılması daha büyük skandal. Eskiden yoktu zaten, Lucescu ile anlamlı hale geleceğini düşündüğüm otorite, saygınlık, inandırıcılık ve daha nice kavramlar yine yerle bir oldu... Sadece bu üç konu bile TFF’nin ve Milli Takım’ın halini gözler önüne seriyor. Maalesef ki elele verip Milli Takımları çiftlikleri haline getirdiler ve en sonunda bize de kabul ettirdiler: Bu takım bizim Milli Takımımız değil, onların Milli Oyuncağı!

02 Eylül 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bindik bir alamate...‘’

2017-2018 sezonu bugün başlıyor. Yaz döneminde transferden çok, futbolcusundan teknik direktörüne başkanından taraftarına kadar futbolun tüm unsurlarının şiddet olaylarını konuştuk. Henüz ligler devam ederken Başakşehirli futbolcuların Rize maçı sonrası A Spor muhabiri Selman Kutlu ve kameraman Ahmet Çağlar Yıldırım’a saldırmasıyla başlayan şiddet, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın Kadınlar Basketbol Ligi Play-Off final serisinde Yakın Doğu Üniversitesi Kulübü Başkanı Işık Eyigüngör’e tokat atması sonrasında protokol tribününde çıkan kavgayla da maalesef son bulmadı. Futbolcularının gazeteci dövdüğü Başakşehir’in bu defa taraftarları Konyaspor ile oynanan kupa finalinde Eskişehirli taraftarların üzerine meşale attı, Konya taraftarları karşılaşma sonunda sahaya indi. Sezon bu kadar olayla kapanacak diye umarken Eskişehirspor ile Göztepe’nin karşılaştığı 1. Lig Play-Off final maçına futbolculardan çok yine meşaleler damga vurdu.

Sorun sadece taraftar değil

Henüz bu olayları konuşuyorduk ki, sadece bir gün sonra bu defa şiddetin mağduru gazeteci Bilal Meşe oldu. A Milli Takım kaptanı Arda Turan, Makedonya maçı sonrasında, takım uçağında Bilal Abi’ye saldırdı. Arda Turan’dan adamlık(!) dersleri almamızın üzerinden bir ay geçti geçmedi, bu defa Türkiye Futbol Direktörü ders almaz ders verir Fatih Terim, Çeşme’de iki damadı ve bir korumasıyla birlikte damadının restoranının yanındaki Selahattin Aydoğdu’ya ait kebapçıyı bastı. İki restaurant arasındaki anlaşmazlığı çözmek için adli yollara başvurmak yerine kendi yöntemleriyle halletme yolunu seçen Terim; vatan, millet, bayrak, aile ve Galatasaray soslu basın toplantısıyla durumu toparlamaya çalıştı, ancak tepkiler dinmek bilmeyince milli takımdaki görevine son verildi. Birkaç aylık zaman diliminde yaşanan tüm bu sporda şiddet olaylarını yazarken bile ruhum karardı. Sporun en tepeden en aşağıya kadar şiddet sarmalına kapıldığı bugünlerde, sorunu sadece taraftarlarda görmek ve şiddet virüsünün her yanımızı sardığını kabul etmemek, çözümsüzlüğün de en önemli sebebi maalesef.

Pankart yasak, bıçak serbest

Birkaç hafta önce Konyaspor Başkanı Ahmet Şan’ın, “Bugün Türkiye’de maalesef tüm statlar İzmir Marşı’nı söylüyor. Konya hariç” diye başlayan, ayrıştırıcı sözleri Süper Kupa Finalinde yaşanan olayların habercisi gibiydi. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” pankartının giremediği tribüne bıçaklarla giren taraftarı da başkanlarına destek verircesine düşman belledikleri İzmir Marşı’nı yuhaladı, tribünden bıçak attı, maç bitince sahaya girdi, Beşiktaşlı futbolculara saldırmaya kalktı. Utanç verici, rezil görüntüler; futbolcuların, takım personelinin ucuz kurtulduğu bir ortam... PFDK, Konyaspor’a 5, Beşiktaş’a 1 maç ceza vermiş. Şaka gibi gerçekten. Sahaya kendileri dahil her şeyi atan Konyasporlular yüzünden, maça dahi gitmediğim halde ben niye 1 maç izleyemeyeceğim? TFF ve kurulları dalga mı geçiyor bizimle? “Einstein’ın (Benjamin Franklin ve Mark Twain’e de atfedilir) “Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek ahmaklıktır” diye bir sözü var. Maalesef futbolu yönetenler de, aynı yöntemlerle farklı sonuçlar almayı umuyor. Her sezon benzer olaylar oluyor. Yaşananlar üzerine birçok söz söylüyoruz. Birkaç gün sonra da unutup, önümüzdeki maçlara bakmaya devam ediyoruz. Normal bir ülkede sırf bu yüzden federasyon “biz bu işi yapamıyoruz” der ve istifa eder, ama normal bir ülkede. Bizimkiler ise yaşananlardan ders almama konusunda ısrar ediyor ve şiddetle mücadele ediyormuş gibi yapıp koltuklarına daha bir kuruluyor. İlla birilerinin ölmesi, yaralanması mı gerekiyor gerçek çözümler üretip, önlem almak için?

Alkışlar Beşiktaş’a

NOT: Finalin tek güzel olayı Beşiktaşlı futbolcuların kupayı almak için platforma gelen Konyaspor taraftarını alkışlaması oldu. Maçı kaybetmelerine, bazıları olayların ortasında kalmasına rağmen törende Konyaspor’u alkışlamak çok şık ve örnek bir davranış. Aslında olması gereken bu. Ancak kaybettikleri finalden sonra törene dahi çıkmayanları gördüğümüz için mutlu oluyoruz işte. Teşekkürler hepsine...

11 Ağustos 2017, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hadi gülümse (2)‘’

Transferler, duyumlar hız kesmeden devam ederken geçen sezondan geriye kalan gülümseten, düşündüren sözlerinin ilk kısmı önceki gün yayımlandı. Bu da 2. kısım. Gülümseyelim biraz...

Volkan Şen: Ben milli oyuncuyum, oyundan alınınca rencide oldum.
Mehmet Demirkol: Burada tek gariplik Volkan’ın milli olması.

★ ★ ★

Kedi öldü ama eski eşimden korktuğum için “hayvan öldü, nafakayı da bitirelim” diyemedim. (Eski eşinin kedisine nafaka ödeyen Lemi Çelik)

★ ★ ★

Muhabir: Malaga’nın son hafta Real Madrid’i yeneceğini düşünüyor musunuz?
Luis Enrique: Büyükannemin tekerlekleri olsaydı bisiklet olurdu.

★ ★ ★

En unutamadığım anım; Fenerbahçe-Trabzon maçından sonra şampiyonluk turu attık ve daha sonra şampiyon olmadığımızı öğrendik. (Gökçek Wederson)

★ ★ ★

Fenerbahçe’nin Ozan Tufan’a ihtiyacı mı vardı? Beşiktaş almasın diye gidip transfer ettiler. (Emre Bol)

★ ★ ★

Gerard Pique: Real Madrid’in değerlerini sevmiyorum.
Luis Enrique: Bu konuda Pique’den daha radikalim. Bu yüzden konuşmak istemiyorum.

★ ★ ★

Real’le sözleşmemi uzatmak istiyordum ama babam, Florentino Perez’in odasının kapısını yumruklayınca bu durum ortadan kalktı. (Mesut Özil)

★ ★ ★

İki oğlum var. Biri Fenerbahçeli, biri Galatasaraylı. Galatasaraylı olana hocası “Tarih nedir” diye sormuş. Bizimki “Gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray” demiş. (Fuat Akdağ)

Hayaldi gerçek oldu

Messi’nin teknik direktörü olmak benim hayalim. Dünyanın en iyisini izlemenin ve onu çalıştırmanın hayalini kuruyorum. (Sevilla’nın eski, Arjantin’in yeni Teknik Direktörü Jorge Sampaoli)

★ ★ ★

Dürüst olmak gerekirse kendimi gerçek bir teknik adam olarak göremiyorum. 16 yıl boyunca bana uymayan bir şeyi yaptım. (Frank Rijkaard)

★ ★ ★

Tolga Ciğerci’ye zeka testi yapsınlar. Bırakın 60-70’i, 20 alsın adımı değiştiririm. (Serhat Ulueren)

★ ★ ★

Messi gelse, “Bir sezon Altınordu’da bedava oynayacağım” dese, kesinlikle “olmaz” diyeceğim. (Altınordu Başkanı Seyit Mehmet Özkan)

★ ★ ★

Bayılırken şampiyonduk, ayıldım herkes ağlıyor. Sağımda Guiza ağlıyor, solumda Aziz Başkan çok kötü. (Emre Belözoğlu)

★ ★ ★

Hayalim şu; Beyoğlu’nda bir kızla çarpışıyorsun, kitapları yere düşüyor. Ona aşık oluyorsun. İşte böyle bir aşk bekliyorum. Ve buna inanıyorum. (Arda Turan)

10 Temmuz 2017, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hadi gülümse‘’

Sarjı bitmiştir!

Hasan Şaş ile görüştük, şartları konuştuk. Saat 17.00 arayacağını söyleyerek kulüpten ayrıldı.” Biz Hasan Şaş’dan telefon bekliyorduk. Ancak aramadı. Daha sonra 1-2 kez ben aradım, fakat telefonu kapalıydı. (Adana Demirspor Başkanı Mehmet Gökoğlu)

*Dani Alves takıma katıldığında ona bir mesaj attım ve bize Şampiyonlar Ligi’nin nasıl kazanıldığını öğretmesini istedim. ((Buffon))

*Gökhan Töre dönüyor. Takımda kalsın istiyorum. Yetenekli ama çok da havalara girmesin, olağanüstü bir oyuncu değil. (Beşiktaş Başkanı Fikret Orman)

*Antrenörlük kariyerimde ilk defa bu kadar karakterli oyuncularla oynuyoruz. (Yılmaz Vural)

*Frikikler için topun başına geldiğimde, telefon ışıkları yanmaya başlıyor. Fark etmiyor değilim. (Anderson Talisca)

*Yemin ediyorum Karavayev’den iyiyim. İyi değilsem futbolu bırakırım. Ben her şeyden önce Fenerbahçeli’yim. (Beykan Şimşek)

***************************************************

*2017-2018 sezonu için kulüplerin sağda, solda, aynı zamanda santrforda oynayabilecek futbolcular aradığı transfer döneminde nice yıldızlar geldi, görünen o ki gelmeye de devam edecek.
*Transferler, duyumlar hız kesmeden devam ederken geçen sezondan geriye kalan gülümseten, düşündüren sözlerini derledim. Gülümseyelim biraz... Vitor Pereira bu kadroyla benden daha iyi iş yapmış. (Dick Advocaat)

*Muhabir: Barcelona ve Real Madrid’den eksiğimiz ne? Şenol Güneş: Hangisini sayayım?

*Ronaldo, beni en çok uğraştıran futbolcuydu... 96 kg’dan 88’e düş dedim, en ufak özveride bulunmadı ancak 94 olabildi. (Fabio Capello)

*Gidecek Galatasaraylı oyunculardan bir ricam var. Giderken Igor Tudor’u da Florya’daki halıya sarıp götürsünler. (Fatih Altaylı)

*Fenerbahçe hala Türkiye’nin en iyi beklerine sahip. İsmail Köybaşı ve Hasan Ali gibi bek kaç takımda var? (İsmail Kartal)

*Muhabir: Avrupa’dan idolünün Ronaldo olduğunu biliyoruz. Bir dönem Sneijder sana öyle sesleniyordu.

Yasin Öztekin: Evet ilk sene öyle seslendi, ama sonradan bıraktı.

*5. yıldızı ilk biz takacağız. (Beşiktaş yöneticisi Ahmet Nur Çebi)

*İnsanlar forvet olduğumu söylüyor. Asla forvet olmayacağım. Sadece yaklaşık 600 gol attım. (Cristiano Ronaldo)

Muhabir: Premier Lig’nin en iyi golcüsü? Ibrahimovic: Lukaku ve Aguero. Muhabir: Sen değil misin? Ibrahimovic: Aslanlar kendilerini insanlarla kıyaslamaz.

*****************************************

Ennn mütevazı!!!

*Bu ülkede 3 mütevazı insan gösterilecekse üçüncü değil birincisiyim. (Ümit Özat)

*Söz veriyorum kulübün transfer için ayırdığı 115 milyon Euro’nun hepsini harcayacağım. (Arsene Wenger)

*Muhabir: Hocam yıldızlar... Şenol Güneş: Yıldızlar yok olup gider. Önemli olan Güneş Sistemi’ni bozmamak lazım.

* Bazı transfer haberleri resmen bize ağır küfür edilsin diye yapılıyor. (Galatasaray Başkanı Dursun Özbek)

* Beklenen patlamayı gerçekleştirememem sadece bireysel değil. Bakın Beşiktaş’a herkes değerlendi. Takım performansı da önemli. (Salih Uçan)

* Ballon d’Or’u kazanmam için önce Messi ve Ronaldo’yu öldürmem gerekir. (Mario Balotelli)

* Rıdvan Dilmen: Burada güven yok. İtalya’da kendini attı diye ceza alıyorlar. Güntekin Onay: İtalya’da şike yapan Juventus da olsa küme düşüyor ama!..

* Bana göre bu takımla 3. sırada olmak iyi bir şey. Onları çalışmamakla suçlamıyorum, kalite eksiği var. Çok fazla aynısından var. (Dick Advocaat)

08 Temmuz 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şeref'inle oyna Hakkı'nla kazan!‘’

Tarih 25 Ağustos 2006. Beşiktaş- Konyaspor maçı. Maçın henüz 2. dakikası. Yeni Beşiktaşlı Burak, önüne gelen topu indirip golünü attı, ardından da koşup formasını öptü. Biz basın tribününde, “el var galiba” diye konuşurken, haber geldi: Elle düzeltti. Maçtan sonra, “Top elime çarptı. Elimle almadım. Hakem de gol verdi. Sonuçta goldür yani” diyen Burak’ın alaycı gülümsemesi uzun zaman aklımdan çıkmadı. “Galibiyet için her yol mubah değil” diye düşünen kaç Beşiktaşlı bu golü içine sindirmişti bilmiyorum, ben onlardan biri değildim. O zamanlar Milliyet Gazetesi’ndeydim ve 2 yazı yazdım konu üzerine. Ama etkisi olmadı. Burak Yılmaz’la ilgili aklımdan çıkmayan bir anı daha var. Ocak 2007’de Beşiktaş dergisi ve televizyonu için röportaj yapmıştık onunla. O golü de sormuştum. Çok eleştirildiğini ve üzerine gelindiğini, o an hiçbir futbolcunun gidip hakeme gerçeği söyleyemeyeceğini dile getirip, “Bir daha böyle durumda kalırsam hakeme söylerim, ama ben takımımın kazanması için her şeyi yaparım” demişti.

Gülesin ve Burak yılmaz...

Verilen arada ona Şükrü Gülesin’in hikayesini anlatmıştım: “1930 Mart’ı, Karagümrük sahası. Beşiktaş-Vefa, İstanbul Şildi’nin yarı final maçını oynuyor. Maç 1-1 sürerken, Şükrü Gülesin bir gol atıyor ve karışıyor ortalık. Hakemler aralarında istişare edip golü veriyorlar. Beşiktaşlılar sevinirken, Şükrü Gülesin hakeme gidiyor ve golü eliyle attığını söyleyip iptal ettiriyor. Ve Beşiktaş, Fenerbahçe’yle oynayacağı final hakkını, Şükrü’nün golünün iptal edilmesiyle kaçırıyor. (Hakan Dilek-O Gol Kaçmazdı)”

Burak yılmaz ile olmaz!

Gülmüş ve “Şükrü Bey de çok safmış canım” diye karşılık vermişti. Ben bu yanıt karşısında afallayıp kalmıştım. Herhalde 5- 10 saniye kaldım öyle. Sonra kendimi toparlayıp “Ama Beşiktaş tarihinde onların adı yazıyor, senin adın yazmayacak” demiş ve “Göreceğiz” yanıtını almıştım. Sonra... ‘4 büyükler’de forma giyen nadir bir futbolcu’ oldu Burak... Kendini yere atmaları da onun kadar ünlü oldu elbet. Hatta bir keresinde, “Burak kendini yere atıyor mu? Evet atıyor. Ancak bundan sonra dikkatli olacağıma dair söz veriyorum” demiş, ancak daha ertesi günü bir hazırlık maçında kendisini yere atıp takımına penaltı kazandırmıştı... İşte o zaman ümidimi kesmiştim, bu ‘büyük’ futbolcudan. ***

Profesyonel taraftar olur mu?

Son günlerde Beşiktaş taraftarının, amiyane tabirle, gazının alınması için basında Burak’la ilgili güzellemeler yapılıyor. Taraftarla çok güzel bir uyum yakalayan Şenol hoca da bu güzellemelere dahil ediliyor ya da “bilerek” ortak oluyor. Hatta Beşiktaş taraftarının saygısını kazanmış bazı spor yazarları da bu süreci destekliyor. Burak’ın çok iyi bir çocuk olduğu, çok iyi bir Beşiktaşlı olduğu sıklıkla dile getiriliyor ve “profesyonel” hayat içerisinde yaşananların geride bırakılması gerektiği vurgulanıyor. Burak’ın iyi bir çocuk olması ya da iyi bir Beşiktaşlı olması, transfer sürecinin konusu değildir. Profesyonel hayat meselesine gelince... Hayatın kendisi profesyonel olmaz; profesyonel iş hayatı olur. Beşiktaş scout ekibinin Burak’ı formda bulması, teknik direktörün talep etmesi ve yönetimin transferi gerçekleştirmesi profesyonel bir süreçtir. Peki taraftarlık? Profesyonel taraftar olur mu?

Her şey mubah değil!

Burak’la Beşiktaş taraftarının arasının bu denli açılmasına sebep olan en önemli olay, 26 Ağustos 2012 tarihindeki Beşiktaş- Galatasaray maçı 3-2 Beşiktaş lehine devam ederken, Galatasaray’ın sonradan oyuna giren oyuncusu Burak’ın, kendisini yere atmasıdır. Peki, mesele Burak’ın kendisini yere atması mıdır? Kesinlikle hayır. Mesele, Burak’ın başarı için bunu sürekli yapmasıdır. Başarı için her yolu mubah sayma anlayışıdır. İşte Beşiktaş taraftarı, bunu kabul etmemektedir. İsyanı da bunadır. Beşiktaş transfer yaparken taraftarını da düşünür. Taraftarın her dediği olmaz elbette, ama taraftara rağmen transfer her zaman hüsranla sonuçlanır. Beşiktaş’ta tüm branşlarda hizmet edenler, idari ve teknik heyetten sporculara kadar herkes, taraftarın varlığını arkasında hisseder. Beşiktaş’ta taraftar, para kaynağı olarak değil, Beşiktaşlılık denilen değerin taşıyıcısı olarak görülür, görülmek zorundadır.

Maç kazanmak için...

Çarşı, köy okullarına yardım kampanyası yaptığında Beşiktaş Jimnastik Kulübü para ya da kupa kazansın diye yapmaz; Beşiktaşlılık değerlerinin ve erdeminin gereğini yapar. Teknik olarak ceza yiyeceğini bile bile (PFDK, sahaya yabancı madde atıldığı gerekçesiyle 20 bin TL ceza kesti) devam eden maçta Van’a gitmesi için atkılarını ve berelerini yürekleriyle Van’a gönderir (Beşiktaş- Fenerbahçe, 28.10.2011), Van depremine dikkat çekmek için Vanlılarla beraber üşür (Beşiktaş-Galatasaray, 20.11.2011). Tüm bu eylemler Beşiktaş bir maç kazansın, kupa kaldırsın ya da art arda şampiyon olsun diye yapılmamıştır.

Sevinmek için sevmedik

Burak’la ilgili haberler “profesyonellik” başlığı altında işlenmekte ve taraftardan da bu profesyonellik beklenmektedir. Şenol Güneş’in Burak’a daha önce attırdığından daha fazla gol attıracağı yönündeki ifadeler sıklıkla dillendirilmektedir. Hatta “taraftarın birkaç golden ve başarıdan sonra öfkesinin dineceği” gibi bir anlayışın da hakim olduğu duyulmaktadır. Eğer durum buysa Beşiktaş yönetiminin ve teknik heyetinin, Beşiktaş taraftarı olmanın ne demek olduğunu bir kez daha düşünmesini rica ederim. Bugün Beşiktaş İletişimden Sorumlu Yöneticisi olan Candaş Tolga Işık, ortaokuldayken Süleyman Seba ile yaşadığı anıyı aktardığı Posta gazetesindeki yazısında (Süleyman Seba Ölmez, 15 Ağustos 2014) konuyu çok güzel ifade etmiş:

Yönetimin unutmaması gerekli!

“Bana döndü, ‘Söyle bakalım sen niye Beşiktaşlısın?’ diye sordu. ‘Ulan ya yanlış bir şey söylersem?’ diye bir ödüm patlarken, diğer yandan koskoca Seba soru sormuş hemen cevap vermem gerekiyor korkusuyla can havliyle aklıma ilk gelen sebebi söyledim: ‘Büyük Metin’i (Metin Tekin) çok seviyorum o yüzden.’ Efsane başkan efsane bıyıklarının altından o efsane tebessümüyle ‘Bakın çocuklar’ diye başladı... ‘Beşiktaş şampiyon olsun, maç kazansın, kupa kaldırsın diye tutulmaz. Beşiktaşlılık bir değerler manzumesidir. Dürüstlüktür. Ahlaklı olmaktır. İyi insan olmaktır. Bir insan falanca futbolcuyu, filanca başkanı sevdiğinden değil, takım sürekli şampiyon olduğu için hiç değil öncelikle ve esasen bu değerlere inandığı için Beşiktaşlı olur’ dedi.” Tüm Beşiktaş yönetiminin ve teknik heyetinin bunu unutmamasını dilerim.

17 Haziran 2017, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI