‘’Mattia Ahmet Minguzzi‘’
RTÜK akıllı işaretlerinden biri de, ‘Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir’ uyarısıdır. Burada genellikle kendilerine rol model arayışında olan taze zihinlerin, gördüklerinin gerçek ya da doğru olanın o olduğuna inanmasını engellemek temel gayedir. Bir film, bir dizi, bir program içindir bu ikazlar.
Gerçek hayatta bu tür bir önleyici bariyer yoktur maalesef! Babayı, amcayı, dayıyı, ağabeyi kimi zaman sevdiği bir sporcuyu canlı gözlerle izler genç dimağlar. Onun doğrularını(!) kabullenir ve ona özenirler. Mafya dizisinde herkesi kurşuna dizip, finalde cezaevine girdiğinde tek sıra herkese elini öptüren bir kahramandır o! İzleyen, ‘cani’ ile ‘kahraman’ arasındaki ayrımı yapamamaktadır zira. Aile büyükleri, akrabalar, mahallesinde sözü geçen ağır abileri kural koyucu olarak görürler ve öyle olmak isterler. Ve maalesef bir müddet sonra, tam da o kişiler olurlar!
Bedenen gelişmemiş, reşit olmamış olsalar da eli silahlı o büyüğün ruhu bedene girmiştir bir kere. Küçük kriminal suçlara bulaşmaya başladıktan bir süre sonra artık insan canı alabilecek cesareti de kendilerinde bulmuş ve ‘adam’ olmaya hazır hale gelmişlerdir! Aileleri es geçer, çevrelerindeki birçok insan fark etmez çocukluktan çıkıp cani bir yetişkine dönüştüklerini. Nüfus cüzdanı saplantılı olmanın kötü tarafı budur.
Ebeveynleri de kendileri de iyi bir eğitim almadıkları için, bireysel gelişim yaşamaları gereken yılları ıslahevinde geçirirler. İçeride, “Yiğenim anlat bakalım, senin hikayen ne?” dendiğinde, o küçücük omuzları genişler, hikayenin sonunda sırtları sıvazlanır. O andan itibaren de kullanılmaya müsait bir suç aleti haline gelir bedenleri. Daha 30’lu yaşlarına gelmeden, dört duvarın dışına geri döndüklerinde öncelikle gayeleri ıskaladıkları lise / üniversite yıllarını telafi etmek değildir haliyle..
Onlar için fırsatlar vardır! Mekan basmak, birilerini şiddetle terbiye etmek, yeri geldiğinde bazı alacakları tahsil etmek ve hatta gerekiyorsa tekrar öldürmek! Mevcut sistem ve bu döngü, reşit olmayanların ıslah olmak bir yana, içeride yeni suçlar için yetiştirilip(!) daha da genişlemiş suç çemberinde daha fazla alanı doldurabildiğini gösteriyor. Kasıtlı şekilde insan hayatı sonlandıran bireyler yaşı kaç olursa olsun, yarınların potansiyel suç aparatlarıdır. Toplum bunca acı arasında bu döngüyü izleyebilecek duygusal dayanaklılığa sahip değil şu sıralar. Lütfen... Ahmet Minguzzi davası milat olsun...
‘’Morinho her şeyi değiştirdi‘’
"Fatih Tekke, güçlü kasının hücum hattı olduğunu bilerek başladı oyuna. Mevsimin bu zamanında ilk kez yan yana dizilen bir geri dörtlüyle mücadeleyi seçti zira. Muhtemelen üçlü beklediği Fenerbahçe savunmasında stoperler ile kanat beklerinin arasına Zubkov’u sokmayı planladı. Fenerbahçe dörtlü başlasa da planından şaşmadı. Djiku - Mert arasında elini kolunu sallayarak dolaştı Zubkov. Sarı kart aldırdı, şut buldu, orta yapabildi. Nitekim degajdan gelen topu indirdi. Osayi de 30 saniye önce attığı depardan olsa gerek, alanını dolduramayınca Trabzonspor’un golü geldi.
Kupadaki Galatasaray maçı gibi Trabzonspor’u da ilk 45 dakika izleyen Mourinho, ikinci yarıda hikâyeyi değiştirdi. Merkezde Amrabat’tan feragat etmesine rağmen; Fred, Szymanski, Tadic, Maximin, Talisca ve Dzeko ile rakip yarı alanda kaldı. Topla çok iyi 6 oyuncuyla. Elbette riskti ama Trabzonspor’un da ilk yarıdaki enerjisi yoktu. Maximin sonrası Oğuz’u sol çizgide kullanıp. Mert Müldür’le arasındaki mesafeyi kısalttı. Zubkov’la birlikte tüm Trabzon hücumcuları devre dışı kaldı. Oyuna sonradan girenlerle birlikte Trabzon yarı alanına yakın kalıp, en az 5-6 isimle dönenleri de toplayan Fenerbahçe geri koşmamanın lüksünü yaşadı.
Gecenin kahramanı Mourinho'ydu
Bu şartlarda Talisca’nın gösterisi için tüm şartlar oluştu doğal olarak. Brezilyalının şovuyla farka gitti Fenerbahçe ama tribün desteğini gözardı etmeden olanları anlamlandırmalı. Kadıköylüler bu sezon şampiyon olacaksa, en büyük pay teslim olmak üzereyken geri dönen taraftarın. Teknik anlamda ise kesinlikle Mourinho’ya yazan bir geri dönüş dün geceki. Kupada ‘net bir kulübe zaferi’ diyerek Okan Buruk’u işaret etmiştim. Dün gecenin kahramanı da Jose Mourinho’ydu."
‘’Çok net kulübe zaferi‘’
Okan Buruk, son birkaç aydır Galatasaray kariyerinin en sancılı dönemini yaşıyor olabilir. Puan farkıyla zirvede olmasına rağmen. Diğer yandan Beşiktaş maçındaki dibe vuruş da bir gerçek. Lakin, bir teknik adam takımına 4 günde ne kadar tesir edebilirse onu yapabilmiş. Sınırları zorlayan bir müdahale yaptığı.
Dolmabahçe'den Kadıköy'e dönüşüm inanılmaz. Mourinho'nun, savunma kurgusunu üst düzeye çektiği, takımını standart üstü bir performansla oynattığı bir dönemde özellikle.Bir şok Okan Buruk'un yaptığı. Sahaya sürdüğü 11'i önemsiz kılan bir plan. Taktiğin baskın kaldığı bir gösteri. Kadıköy'ü geren, gerginliğe sokan ve Fenerbahçe'nin son haftalardaki tüm ezberlerini bozan bir başkaldırı. Bununla beraber, Okan Buruk'un Kadıköy'deki yakın tarihli zaferlerini anımsayınca sürpriz de değil aslında.
En önemlisi, oyuncu grubunu bu şiddetli baskıya inandırmak ve yaptırabilmek en önemlisi. Galatasaray, önde kalıp sürekli topa basar hale gelince Fener'in iki kanat beki, ki son ayların en formda ikilisi, Oğuz ve Kostiç'i de oyundan düşüren bir saldırıya başvurdu. Topu Fenerbahçe aldığında baskıya izin dahi vermeden Lemina, Torreira ve Sara merkeziyle hemen pas istasyonları oluşturup Fred, Amrabat ve Szymanski'yi adam kovalar hale getirdi.
Çıkışlarında Barış Alper'i daha ileri atıp, sol ayakla üçlüde sağ stoper oynayan Çağlar'ı eşleştirdi. Zekice düşünülmüştü. Oğuz Aydın'ı da Eren Elmalı'yı sürekli kovalar hale getirdi.
Fenerbahçe'nin ikinci yarıda hiçbir değişiklik yapmadan oyunu alması ve Galatasaray'ı geri itmesi de panikletmedi konuk ekibi. Oyuncu hamlelerinin Fenerbahçe açısından daha olumlu sonuç verdiğini kabullenmek lazım. Ama bu üstünlüğün pozisyonlara dönmediğini de göz ardı etmemeli. Okan Buruk biraz durumu kabullenerek, Barış Alper, Yunus ve Osimhen'e alan bırakarak oynamak istemiş olmalı.
Gerilimin artmasıyla birlikte enerjisini koruyan ve soğukkanlı kalan da maçın başından bu yana sahanın hakimi olan Galatasaray'dı.
Mourinho oyuncu değişiklikleriyle kısmen oyunun kontrolünü alsa da maçı çevirebilecek hamleleri yapamadı. Okan Buruk ise Kadıköy zaferlerine çok net üstün kaldığı bir yenisini daha ekledi.
Galatasaray adına net bir kulübe zaferidir dün geceki galibiyet. Okan Buruk'un, Jose Mourinho'yu imha ettiği bir mücadeleydi izlediğimiz.
‘’Aslan payı Solskjaer’in‘’
Beşiktaş’ın ilk planı Rashica ile Eren - Abdülkerim tarafını yıpratmaktı. Paslaşmalar sonrası hep o tarafa döndüler. Eren hem alanını koruyup, hem de Rashica’nın süratine karşılık verince Beşiktaş pozisyon üretemedi.
Solskjaer’in asıl silahının Rafa Silva olduğunu golde gördük. Hızlı atakta Davinson’la Rafa’yı başbaşa bırakıp, çabukluğunu avantaja çevirdi. Muslera’nın finaldeki hatasıyla gol geldi.
Dengeyi bozan doğal olarak Frankowski’nin kırmızı kartı oldu.
Galatasaray eksik kalsa da set hücumuna dönebildiğinde ya da duran top bulduğunda tehlikeli olabileceğinin sinyalini verdi. Ama Beşiktaş savunması Toreira’nın golü dışında kusursuzdu.
Büyük maçlarda konsantrasyon kaybının nelere mal olabileceğini Gedson’un golü gözümüze sokar gibiydi. Toreira’nın vuruşunda kendini öne atmayan Portekizli, duran topta kendini unutturup, galibiyet golünü attı.
Beşiktaş, Solskjaer’in taktik olarak üstün kaldığı bir maçı hak ederek kazandı. Statik bir santrforu olmadan, Semih girdikten sonra dahi 4 hızlı ve hareketli hücumcuyla çok yıpratıcı oldular.
Galatasaray, bir eksik kalmanın yanı sıra sürekli hareket halindeki Beşiktaş hücumcuları nedeniyle oyunun kontrolünü bir türlü eline alamadı.
Solskjaer’in planını uygulayıp istediğini aldığı bir derbi oldu. Aslan payı hiç tartışmasız Norveçli teknik adamın..
‘’Hala çok şey vadediyor‘’
Macarlar doğal olarak baskılı başlayıp, hemen skor almak istedi. 2 farklı handikapı bir an önce daha az dezavantajlı hale getirebilmek için skora ihtiyaçları vardı. İstanbul'daki maçın son bölümünün devamı gibi oynayıp, fırsat vermedik. Hem soğukkanlı kaldık hem topu çok iyi çevirdik.
Çalhanoğlu ve İsmail, sırtı dönük top aldıklarında hiç paniklemediler. Zaman zaman Arda Güler dahi stoperlere kadar yaklaşıp, oyun kurulumu ve baskıyı bertaraf edici sorumluluklar aldı. İlk maçta Orkun Kökçü - Hakan Çalhanoğlu gibi iki pas ustasının varlığının milli takıma kattığı zenginliği işaret etmeye çalışmıştım. Dün gece de Çalhanoğlu-Arda Güler ve ilk yarıda İsmail, ikinci 45'te Salih oyunun merkezini, haliyle sahanın genelini rahatlattı bizim adımıza.
Özellikle Çalhanoğlu'ndan bahsetmek lazım. Milli takım kariyerinin büyük bölümünde, gerçek potansiyelini buraya taşıyamamasından şikayetçiydik. Montella idaresinde, kulüp performansı standartlarına ulaşmış durumda. Dünya Kupası elemeleri öncesi en büyük zenginliğimiz Çalhanoğlu'nun bu çizgisi.
Montella ile devam edelim. İlk günden bu yana yapmak istediğinin sahaya yansıyan halini gördük dün gece. Orta saha çizgisinin ilerisinde 4 hareketli ve hızlı oyuncu ile oynama isteğinin nedeni bu. İlk golde rakip savunma yerleşemeden penaltıyı bulduk. İkincide kontratak finalinde yine savunma dengesi bozulmuş Macarlar'ı çaresiz bıraktık.
İtalyan hoca eldeki oyuncu grubuyla geniş alanlar bulmanın avantaj olacağına inanıyor. Kenan Yıldız'a, Barış Alper'e, Kerem'e formsuz dönemlerinde bile sarılması bundan. Hem İstanbul'da hem de Budapeşte'de geçiş oyununun meyvelerini aldık.
Hedeflenenin yanı sıra soğukkanlı kalmak ve bu pas trafiğini sağlayabilmek çok artı değerler. Eldeki oyuncu grubu, Avrupa'nın kaliteli liglerinde taktik olgunluğa erişmiş olarak milli takıma geliyor. Montella için işler biraz daha kolaylaşıyor haliyle. Kaldı ki, doğrudan 11'de oynayabilecek en az 7-8 oyuncumuz daha dışarıda. Rakibin iki buçuk yıldır evinde Avrupalı devler de dahil yenilmediğini unutmadan okumalı bunları.
Uluslar A Ligi'ndeki zorlu periyot ve dünya kupası elemeleri öncesi milli takım olabilecek en iyi seviyeye ulaşmış durumda. EURO 2024'te önce yazmıştım, tekrarlamalıyım: Bu takım çok şey vadediyor.
‘’Montella ve kalite‘’
Montella ilk günden bu yana ikinci bölgede 4 hızlı adamla oynamak istiyor. Tüm eleştirilere rağmen Barış Alper'in uzun zamandır en uçtaki adamımız olması bu tercihin sonucu. Dün gece Barış'ın arkasını yine Kerem ve Kenan'la takviye ederken, kanatta Oğuz'a güvenmesi onun formuna olan inancından. Tercihinin karşılık bulduğunu söylemeli. Merkezdeki seçimi de de cesurcaydı. Hem çok formda hem de sahayı dikine gidip gelen iki pas ustası ile oynamak akıllıcaydı. Şu sıralar Avrupa'da Orkun Kökçü-Hakan Çalhanoğlu merkez ikilisiyle oynama lüksü olan takım sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu tercihin bir de olumsuz tarafı oldu elbette.
Macarlar, Szoboszlai'nin tam ortada yer aldığı bir pas ağı oluşturup, çok hızlı ve kalabalık şekilde ceza sahamıza indiler. Bu tehdit, Kökçü ve Çalhanoğlu'nun çok fazla adam kovalayarak, çok fazla geri koşmasına neden oldu. Hücumdaki hızlı dörtlümüz için uygun koşullar oluşsa da fırsat yaratamadık. Orkun ve Çalhanoğlu, rakip ataklar sonrası kalabalık gelen Macarlar'ın baskısıyla hızlı oyuncularımızı koşturamadı, topu onlarla buluşturamadı. Bu durum özellikle Kenan ve Kerem'i etkisizliğe itti. Montella her ne kadar iş başı yaptığı günden bu yana eleştirilse de bazen sürpriz hamleleriyle ibreyi lehimize çevirmeyi başarabiliyor. Dün akşamki ikinci 45 bunun örneklerinden biriydi.
Deniz Gül hamlesi şapkadan tavşan çıkartırcasına bir iş oldu. Elbette Marco Rossi'nin tercihi de. İtalyan hoca "İstanbul'da beraberliğe hayır demem" diyerek, 2 yıldır yenilmedikleri Budapeşte'yi işaret ediyordu. Biraz daha geride kalıp, boş alan kovalamayı tercih ettiler. Bu tercih daha fazla ileride kalmamızı ve yetenekli ayaklarımızın potansiyelinin ortaya çıkmasını sağladı. Kerem'le de İrfan Can'la da bulduğumuz goller böyle geldi. Sonrasında çokça yapamadığımız bir şeyi yapıp, soğukkanlı kaldık. Nadiren tehdit yaşadık kalemizde. İki ayaklı bir Play-Off maçının ilkinde iki farkı korumak akıllıcaydı. 90+1'den sonra topu rakibe hiç vermeden soğukkanlı bir şekilde çevirmek 'olgun bir takım' olmanın gereğiydi. Öyle de yaptık. Budapeşte'ye 2 farkla gidiyoruz. Bir Play-Off sınavı için çok önemli bir avantaj. Soğukkanlı kalıp, kalitemizi sahaya yansıtalım yeter.
‘’Fenerbahçe hala masada‘’
Mourinho'nun, üçlü savunma dizilişiyle kurguladığı savunmanın son versiyonu olarak en iyisiydi dün geceki.
Okan Buruk, Lemina-Toreira önüne konumlandırdığı Sara'yı, rakip üçlü stoperle kanat bekleri arasında topla buluşturmayı planladı. Savunmadan dikine atılan toplarla. Fenerbahçe'nin merkez orta saha oyuncuları, kanat bekleri ve üç stoperinin kayarak daralttığı alanlar, Galatasaray'ın bu planını taca attı. Rakip hücumu kilitlediler. Bu plan Frankowski ile Eren Elmalı'nın ceza alanına kadar gelebilmesini ancak orta yapmak dışında bir seçeneklerinin de oluşmamasını sağladı.
Fenerbahçe savunmasında / Galatasaray hücumunda durum aşağı yukarı maçın son bölümüne kadar böyle devam etti. Yunus Akgün hamlesi, Fenerbahçe savunmasında adam eksiltmek adına Okan Buruk'un doğru bir dokunuşuydu ancak olmadı. Fenerbahçe'nin kusursuza yakın savunması, 90 dakika boyunca Galatasaray kanatlarını dışarı ittiği gibi Yunus'u da ceza alanına yaklaştırmadı.
Mourinho adına eksik kalan taraf skor hamlesini yapamayışı oldu. Kaleyi bulanlarda 3-1 üstün olmalarına rağmen çok net bir hedef şuttan bahsetmek onlar adına mümkün olmadı. Dzeko, En Nesyri, Tadiç ve finaldeki kısa bölümde Talisca çok statik kaldı. Galatasaray savunmasının dengesini bozabilecek, bir enerji gerekiyordu Fenerbahçe'ye.
Mourinho muhtemelen, "Kazanamıyorsam, kaybetmemeliyim" diye düşünmüş olmalı. 6 puanlık fark bu dönemde, iki derbi de geride kalmışken çok önemli. Ancak mental dayanıklılık bu sezon zafere giden takımı belirleyecek önemli unsurlardan.
Galatasaray, kendini güvenceye aldı. Gerilimi geride bıraktı.
Kadıköylüler içinse farkın eritilebileceği önemli bir fırsat tepilmiş oldu, o kadar.
Fenerbahçe hala masada..
‘’İbrahim Hacıosmanoğlu‘’
İbrahim Hacıosmanoğlu’nun, Habertürk / HTSpor ortak yayınındaki açıklamaları, hala yeterince bilgilendirilmediğinin ispatı oldu.
Hacıosmanoğlu, UEFA Başkanı Ceferin’le yaptığı görüşmede UEFA hakem komitesi başkanı Rosetti’nin hazırladığı istatistikler üzerine yapılan konuşmayı aktardı. Rosetti’ye göre, Türkiye’de Avrupa’nın 5 büyük ligine göre daha az hakem hatası oluyor. Bakın bunu bizzat UEFA Başkanı ile UEFA hakem komitesi başkanı, TFF başkanına aktarmış.
Riva’daki veri analisti personel
Peki MHK Başkanı Ferhat Gündoğdu bugüne kadar böyle bir çalışma yaptı mı? Hemen cevabını vereyim. Gündoğdu bilimsel verilere inanan, teknolojiden çok fazla yararlanan, istatistiklere, rakamlara güvenen bir yönetici. Ülkenin en köklü kurumlarından olan TED’de üst düzey idareci. Bunu becerebilecek yeterlilikte. Birkaç aydır Riva’da veri analisti bir personel ile çalışıyor. Veri analisti bu personel, kendisine sürekli raporlama yapıyor. Türk hakemler ile Avrupalıları kıyaslayıp, belli verilere ulaşmak onun için çocuk oyuncağı olurdu. Yapıldı mı? Bilmiyoruz..
O hakem hala maç alıyor
İbrahim Hacıosmanoğlu’nun, hakemlerle ilgili ithamları ve eylemlerinde tezatlık olduğunu da yine dün geceki yayından anlıyoruz. Ligin ilk haftasında “Bunlar zaten birkaç aya gider” dediğini iddia ettiği hakem, halen düzenli olarak maç alıyor. Neden bu hakemle ilgili bir yaptırım uygulamadınız? Ya da bu anlattığınız bir dedikodu ise gerçekmiş gibi kamuoyu ile neden paylaşıyorsunuz?
Bu hakem sizin başınızı eğer!
Bazı hakemlerin sizin korumanız altında olduğu iddiaları karşısında hep suskun kalıyorsunuz. Topların havasını indirip, çantasına sığdırabilmek için maçlara top iğnesi ile giden, topları çantasına atıp, yardımcılarını, 4. hakemi, temsilcileri, gözlemcileri de zan altında bırakan hakem var! Bir maçta tespit de edildi. Güvenlik kameralarına kadar bakıldı. Üstelik bu hakemin adli sicil kaydı da sorunlu. Trabzonlu bu hakemin bizzat sizin korumanız altında olduğu doğru mu?
MHK Başkanı Ferhat Gündoğdu’nun bu iddialardan haberi yok mu? Bizim öğrendiğimizi o öğrenemedi mi?
Hakemleri koruyacak olan sizsiniz
Hacıosmanoğlu’nun yayında çok doğru tespitleri de olmadı değil. “Bu kadar baskı, bu kadar yüklenme, hakemlere yönelik eylemler” gibi sözler sarf etti. Başkan haklısınız. Temel sorun bu aslında. Buradan yola çıkmalıydınız.
Türk hakemleri uzun zamandır sağlıklı bir atmosferde maç yönetemiyor. Daha atamalar olur olmaz sosyal medya linçi başlıyor. Ardından dijital kanallarda ‘yorumcu’ sıfatlı holigan tipler yalan yanlış bilgilerle kitleleri olmayana inandırıyor. Maç oynanırken, kenarda kulübeler, saha içinde futbolcular hakem otoritesini sarsacak eylemlerden çekinmiyor. Maç bitiyor, yine dijital yayınlar, sosyal medya saldırıları… Ve hatta kulüp başkanları ve yöneticileri sıcağı sıcağına MHK Başkanı Ferhat Gündoğdu’yu arıyor!
İstedikleri kadar inkar etsinler. Arama kayıtları orada duruyor.
Artık istikametinizi değiştirmelisiniz
Hakemlere sağlıklı maç yönetme iklimi sağlamadan, adaletin kusursuz şekilde işlemesinin önüne geçemezsiniz. Son günlerde sıkça dile getiriyorsunuz, Türk futbolunun amiri sizsiniz. Yaptırımlara kulüpler ve kulüp yöneticilerinden başlayın. Hakemler her maça “Bu son maçım mı acaba?” sorusuyla çıkmasın.
Masaya yumruğunuzu vurdunuz, kabul.. Ama istikametinizi de değiştirmelisiniz.