Arama

Popüler aramalar

‘’Bu oyunu ekşittik artık!..‘’

Kabul, futbol bir hatalar oyunu... Ama bu deyiş, oyuncuların masumane bir biçimde müdahil olduğunun altını çizen, eskide kalmış bir kalıp...

Şimdilerde yanlışlar tek bir birime ait değil artık. Neredeyse eşit düzeyde topluca bir katılım söz konusu. Tek başına bir hakem veya kaleci ya da teknik direktör, maç sonunda günah keçisi ilan edilemiyor. Teknik direktör, oyuncu ve hakemlerin hata yapmak için kıyasıya yarıştığı bir ortamdayız. Maç sonunda da odak noktalarını belirlerken, doğal olarak üçe bölünüyoruz. “Kaderi hakem tayin etti”, “O kırmızı kartla, takımını yaktı”, “Yanlış oyuncu seçimleriyle intihar etti” türünden yorumlarla...

Zerre kadar kimsenin kendini savunacak hali yok. Ama suçu bir diğerinin üstüne yıkma ortamı genişlediği için, hepsi birden yırtıyor. Sebep-sonuç ilişkisinin bu denli çeşitlenmesi, tek bir örtbasın yeni kamufle edilme biçimi mi acaba? Yoksa, teknik direktör, oyuncu ve hakemlerin lisans varlığını sorgulatacak, birlikte sergilenen bu ölümcül yanlışlar, insani tesadüfler mi?
Beşiktaş - Fenerbahçe ve Beşiktaş - Trabzonspor maçlarından sonra milyonlarca futbolseverin vicdanında, bu sezon kimin şampiyon olacağından çok, bizce bu sorunun cevabı aranıyor...

08 Mart 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çok ucuzca‘’

Maç içinde eline geçirdiği büyük avantajları bu kadar mı kötü kullanır bir takım? Fenerbahçe maçında oyunu ve skoru lehine çevirdikten sonra, Ferrari’nin ucuz hareketi bir çuval inciri berbat etmişti. Trabzon maçında da Beşiktaş’ın başına gelenler hemen hemen Fenerbahçe maçının benzeriydi. Maç, Siyah-Beyazlılar’a döndükten sonra önemli bir avantajı daha har vurup harman savurdu Kartal. Sivok’un sorumsuzluğu da affedilir cinsten değil elbette. Ancak esas sorun Schuster’in disiplin anlayışında galiba. Bu kadar kırmızı kartlar bu denli ucuz mu olmalı?

Trabzon eksilmemişken, hatta oyunda gol yokken, futbol aslında daha hareketliydi. Karşılıklı ataklar, formsuz forvetleri son vuruş engeline takıyordu. Yenen gollere de bakalım. Hatta kaçan pozisyonları da buna ekleyelim. Hepsinin altında basit savunma hataları var. Schuster, Trabzon eksildikten sonra ikinci 45’e Nobre’yi dahil ederek, artı bir santrforla daha yüklenmek istedi. Ama Fernandes’in çıkışı orta alanı etkiledi. Trabzon, yediği gol de dahil 10 kişi kalmanın sıkıntısını pek çekmedi. Beşiktaş ise 10 kişi kaldıktan sonra yapılmış olan değişikliğin etkisiyle orta alan ve savunmada bocaladı.

Bobo sadece golde vardı. Onun dışında onlarca top ezdi. Simao da sıradan bir oyuncu kimliğindeydi dün gece. Bu sebeple de Beşiktaş ataklarının sınırları ceza alanı önüne kadar uzayabildi. Dün geceki karşılaşmanın Fenerbahçe maçını anımsatan bir diğer unsuru; yine kötü bir hakem yönetimiydi. Kart standardındaki tutarsızlıklar çok göze çarptı. Burak Yılmaz en çok tartışılacak pozisyonda Rüştü’den küçük bir darbe yedi ama düşüş şekline hakem inanmadı. Bunda da onun bu pozisyonlardaki mimliliği rol oynadı. Yoksa Beşiktaş 9 kişi kalıp, daha farklı bir mağlubiyetle de sahadan ayrılabilirdi.

07 Mart 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Teselli...‘’

Güldürüyorlar insanı. İliği kemiği çekilmiş oyuncuların dikkatini çeksen ne olur çekmesen ne olur... Özellikle de Quaresma ve Bobo’yu seyrettikten sonra dikkati çekilmiş oyuncular buysa, ‘bu dikkat çekilmeseydi halleri nice olabilirdi’ diye düşündük. Rüştü’nün iki net kurtarışı, Bülent Yıldırım’ın penaltıyı atlaması ile uzun süredir bir ilk 45 dakikayı gol yemeden anca bitirebildi Siyah-Beyazlılar.

Beşiktaş’tan işi bitti diye gönderilen oyuncu Uğur İnceman, Antalyaspor forması altında eski takımını en çok tehdit edendi. Uğur’un kapasitesi mi anlaşılamamış? Hayır. Beşiktaş’ın takım olarak içi fazla boşalmış.

Bobo’nun sayısız top kayıplarına, lapa vücudunu taşıyamamasına kenardan ses çıkaran yok. Üstelik Quaresma’nın sakatlığı ile yine bir müddet daha şansı sahada kalmak adına yanında... Guti herhangi bir arkadaşına tek isabetli pası olmamasına rağmen Kartal’ın lideri. Ama Beşiktaş’ı öne geçirme şansı takımın en iyi niyetli oyuncusuna denk geliyor. Gol de, pozisyonun ofsaytlığı da sinsice... İkinci Beşiktaş golünde Guti’nin cinliğiyle Ömer’in tecrübesi örtüşmüyor. Tecrübeli eldiven boşluyor.

Aslında bu bitik Beşiktaş’ı başından beri boşlayan Mehmet Özdilek’in tavrı ve tercihleri... Biraz yüksek tempo, kısmen önde basma başlarda düşünülse ve ilk 11’de hücumda Ali Zitouni ile Djiehoua düşünülse, 3 puana yakınlık belki ev sahibine ait olacaktı. Sonuçta Beşiktaş bu 3 puanla teselli buldu. Necip’in oyundan atılması için kenardan gelen talimat fair-play ve çok konuşulan Beşiktaş duruşu adına yüz kızartıcıydı.

01 Mart 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’SUSter‘’

Savunmada hazırlık pası, orta alanda yine gayesiz onlarcası. Hatta hücum bölgesinde bile sözüm ona, gole yönelik paslara dahi hazırlık yapıyorlar. Neye hazırlanıyorlar, kendileri de bilmiyor aslında. Aralarında al-ver yapıyorlar. Çünkü rakip yemiyor. Adam eksiltmeye yönelik her pas rakipte. Arkası da kontratak.

Schuster’in orta alan kurgusuna bakarsanız, sanki ilk maç 1-4 değil de 2-0 bitmiş. Rövanş karşılaşması için iş işten geçmiş. Ama ilk maç için aklı neredeydi diye sormak geçiyor insanın aklından. Ama soramıyoruz. Olur ya belki bize de ‘beğenmiyorsanız yorumlamayın’ falan der diye. Beşiktaş’ta sadece iki gencin çırpınışı göze batıyor. Necip ve İsmail bir şeyler yapmaya çalışıyor. Guti için bu kez rakip kadar saha koşulları da elverişsiz. Beyninin istediğine ayakları cevap veremiyor.

Bobo durup durup da sadece Kiev maçlarının nasıl vazgeçilmez ismi oluyor? Arena, Avrupa olduğu için satılsın diye mi? Şu son iki maçta Bobo’yu gören, bunu yemez. Samanlara saklayıp tutsaydınız daha iyi pazarlanırdı. Ama tabii bunu da Schuster’e soramıyoruz. ‘Niye oynatıyorsun’ desek, ‘dönüp çok biliyorsan çık sen oyna’ falan der diye.

Bize de sadece şu ara istatistiklere bakmak kalıyor. Son üç maçta 12 gol yiyip 3 gol atmış bir Beşiktaş var. İki Kiev karşılaşmasında 1 gol var ama bana göre pozisyon yok. Üstüne, ilk Kiev maçı ile arkasından gelen Fenerbahçe karşılaşmasında yenen 8 golün 6’sını serbest vuruşlar oluşturuyor (Buna iki penaltı da dahil). Varın siz de topyekün hücum felsefesini benimseyen Schuster’in pozitif futbol niyetine buradan bakın ve alkışlayın.

Dinamo Kiev’in de uzun süre resmi maç oynamayışının dezavantajını Beşiktaş sildi. Onlar muhtemelen Manchester City’nin karşısında çok iyi bir hazırlık evresinden çıkmış olarak yer alacaklar. Lucescu’nun Ukrayna’da liste başından indirdiği Kiev ekibi, disiplin ve profesyonel duruş açısından ders verir nitelikteydi. İki maçı da çok sade ama yardımlaşmaya dayalı olarak mükemmel götürdüler.

25 Şubat 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kırmızı töre‘’

Futbolun ruhunda müthiş bir isyan vardır. Zaten bu büyülü oyunun olmazsa olmaz duygularından biridir bu... Ne var ki karıştırmamak gerekir.

Dinamo Kiev maçında Quaresma’nın kırmızı kartı çaresizliğe bir haykırış da olsa, tribünlerin isyanına tercüman oldu diye kutsanamaz. Futbolda alkışlanacak isyan, derbide ilk yarım saat rakibi Fenerbahçe’ye karşı ezildikten sonra oyunu çevirip, ezmeye başlayan Beşiktaş’ın ruh ayaklanmasıdır.

İşte siz Quaresma’nın gördüğü kırmızı kartı yenilgiyi hazmedememişinize ait bir bayrak olarak açarsanız, bu kez zafere giden yürüyüşünüz esnasında o bayrak Ferrari’nin elinden böyle düşebilir. Kırmızı kart kutsanacaksa, Ferrari’ninki de alkışlanmalı. Lanetlenecekse, Quaresma’nınki de tepki görmeli.

Kısaca özetlersek, Pascal Nouma töresi Beşiktaş tribünlerinde sona ermeli. Yok, böyle devam edecekse daha cebinizden ve yüreğinizden çalınacak çok şey var demektir...

Ne Bobo’su!

Bir oyuncu sadece gol atıyor diye vazgeçilmez olsaydı, Jardel Galatasaray kariyerinden sonra, Sporting Lizbon’a değil, Real Madrid, İnter ya da Chelsea’ye giderdi. Ya da Jose Mourinho, elinde gerçek bir gol makinesi Raul Gonzales varken, bırakın onu kadroda ismememeyi, takımını Raul merkezli dizerdi.

Bizim medyada benzer bir Bobo takıntısı aldı başını gidiyor. Oynamadığında ‘olsaydı’ ile başlayan cümleler alabildiğine fazla... Tam tersi, takıma konduğunda topu ayağına değmeden maçı bitirse bile -son Dinamo Kiev karşılaşması gibi- çıt yok. Almeida, Fenerbahçe’yi bitirecek golü kaçırıyor, ‘Vay Bobo olsaydı’...

Peki Bobo, yakalanmadan 40 metre dripling yapacak bir özellikte mi? Geçelim bunları... Günün futbolundan konuşulacaksa, çifte standart yok. Parametreleri de karıştırmayalım. Artık çağdaş ekiplerin kurgularındaki santrfor figüründe sadece skorerlik özelliği zurnanın son deliği. Hele ki bu ekipler, tek santrforlu bir düzeni seçmişlerse... O tipte bir oyuncu barındırsanız bile, atletik kabiliyeti fazla, ön direk ve arka direk koşuları etkin, kısa mesafede sprinter olanı geçerli. Daha geniş kabul gören santrfor tipi ise rakip savunmanın önünde sırtı dönük oynayabilecek, ön topları çok kolay defans müdahaleleriyle kaybetmeyecek, hava hakimiyeti güçlü, fizik olarak da yıpratıcı olacak. Peki Bobo bu kriterlerin hangisine dahil. Beşiktaş forması altında bir çok gol atmış olabilir. Rakip savunmadan kaç hava topu almış, cezaalanı içine gelen yüksek topların hangisine kafa vurmuş, fiziki yönü ile hangi savunmaların dengesini bozmuş, ya da hangi defans oyuncusunu sürate dayalı driplingle geçip gol atmış... Keşke tüm istatistikleri doğru bir biçimde aktarılsa da, attığı gollerin yaptığı asistlere oranına da bir baksak. Bobo’nun golleri sadece kendi hanesine. Oyundaki duruşu ise, takım ekonomisinin hayli zararına...

Almeida varolan özelliklerini şu ana kadar ortaya koymuş değil. Belki alışma safhasında olduğu için erken. Ha, belki tutmayabilir de... Ama Beşiktaş’ın gerek bu kadro ve bu teknik direktörle devamında, gerekse daha farklı gelişecek yapılanmasında Bobo asla ideal uç oyuncusu olmaz. Hele ki, sözleşme yenilemeye yakın döneminde denk getirdiği formunu koz olarak kullanan, fiyatını arttırmak için de ilk yarının bitimine 1 ay kala ülkesine tüyen, blöfü görülünce de kürkçü dükkanına geri dönen bir karakterle hiç olmaz...

22 Şubat 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Almeida niyetlendi Ferrari bitirdi!‘’

Son yılların en çok oyuna ve skora göre değişkenlik gösteren derbisine tanık olduk. Beşiktaş adına üzücü olanı, maçın Siyah-Beyazlılar’a döndükten sonraki bölümünde Ferrari’nin ihanetiydi elbette. Öncesinde Almeida o golü kaçırmasa, skoru Beşiktaş adına perçinleyecekti. Olmadı, Ferrari takımını sabote etti. 90 dakikalık bütünün gerçeğinde ise Fenerbahçe adına kaydedilen 4 golün, aslında ilk yarım saatte gerçekleşebileceğiydi. İlk bölümde erken bulduğu golün üstüne Sarı-Lacivertliler’in kurduğu baskı, Niang ve Dia ile sol kanattan geliştirdiği ataklar, öldürücüydü. Bunların sonucunda bulunan pozisyonların gole çevirilememesi, Kartal’ın büyük şansıydı. Ekrem, o amansız baskıda en çaresiz isimdi. Ama O acıların çocuğu Ekrem, maçı Beşiktaş lehine döndürdü; attığı gol de muhteşemdi. Son Dört günde 4 serbest vuruştan 4 gol gördü kalesinde Siyah-Beyazlılar. Rakiplerin ceza alanın çevresindeki serbest vuruşları ve kornerleri, artık Beşiktaş kalesi için neredeyse penaltıyla eşanlamlı oldu.

Hedefleri olan bir takımın bu savunma istatistikleri ile elbette yaşaması zor. Fenerbahçe savunması hiç mi açık vermedi? Fenerbahçe defansı da açıklar verdi. Ekrem Beşiktaş’ın kanatında ne ise, Quaresma’nın karşısındaki Andre Dos Santos da kevgire döndü çoğu kez. Ama hücum organizasyonlarındaki eksiklik, Beşiktaş’ı istediği sayılardan uzak tuttu. Schuster’in 10 kişi kaldıktan sonra Auerilo’yu alması ne kadar doğru ise, yerine çıkardığı oyuncunun 3 forvetle kalmak pahasına Necip olması da, garipti. Tabii ki Ferrari’nin takımı adına suçu büyük. Ama bir kişi eksilmek, 15 dakikada Beşiktaş’ı darmadağın ediyorsa, bunun da sebebi önemli bir takımsal yetersizliktir. Ayrıca hakem Cüneyt Çakır da bilinen formundan uzaktı, ancak Beşiktaş’ın kaderine etki edecek boyutta değildi.

21 Şubat 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Avrupa Beşiktaş'ı konuşuyor!‘’

Beşiktaş arkasında bıraktığı iki lig maçında haddinden fazla yıpranmıştı zaten. Bu durumu gizleyecek becerisi yoktu. Hatta fizik olarak daha geriye gitmiş bir Guti, ondan aşağı kalmayan Ernst’le sözümona takviye edilen orta alan kurgunun en zayıf halkasıydı. Kiev’in gözünü korkutacak düzeyde olmadığını çok çabuk açık etti Siyah-Beyazlılar. Oysa Ukrayna ekibi kornerden bulduğu ilk gole kadar kontratak amaçlı bile değildi. Yine de ilk yarının sonunda skor eşitliğine ulaşılmış olması Schuster’e plan değişikliği ve yanlışlarını bertaraf etmek için bir seçenek sundu. Ancak oralı bile olmadı Alman teknik adam. Aurelio’nun dökülüşüne, Bobo’nun oyunda olmayışına aldırmadan, Nobre’nin hiç alışık olmadığı görevinde zorlanışına kulak asmadan başladı ikinci yarıya. Yine basit bir savunma hatası konuk ekibin kornerden kazanılan ikinci golünü getirdi. Bu sayı da Kartal’ın işini bitirdi. Schuster’in UEFA listesine Almeida’yı seçip oyuna Bobo’yla başlaması, Necip’i bir üçten sonra hatırlaması kadar skandaldı. Hiç de niyeti istifa olan bir teknik direktör edası yoktu. Aksine kovulmak için aşırı çabası daha çok göze çarptı Alman hocanın. Dinamo Kiev son derece sakin, kendini bilen ve basit bir takım duruşu ile turu garantiledi. Uzun süre resmi maçtan yoksun Kiev’in takım organizasyonu bu seviyede ise Beşiktaş’ın ekip kimliği nasıl tarif edilebilirdi acaba! Bunları geçelim... Sloganların takımı Beşiktaş’ta bugünden itibaren yeni oluşturulacak gündem ne olacak ona bakalım. Zira Avrupa Beşiktaş’ı konuşmaya başladı bile...

18 Şubat 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Schuster daha yolun yarısında‘’

Sonunda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Bu yaylım ateşi Beşiktaş’a hiçbir şey kazandırmayacak. Çünkü sunulan gerekçelerde anormal bir haksızlığa uğramışlığın akla yatkın delilleri yok. Ne var ki bu durumdan son derece kazançlı çıkan biri var; o da Schuster. En azından önümüzdeki sezon başı da, koltuğu sağlam. Beşiktaş Yönetimi’nin en istikrarlı eylemlerinin başında gelen ‘teknik direktör postalama’ işinden Alman hoca yırttı.

İstatistikler bugünkü Beşiktaş’ı, son 30 yılın ligdeki en kötüsü olarak gösteriyor. Oysa Schuster’in potansiyelde Beşiktaş’la yitirecekleri henüz bitmiş değil. İki gün sonra Avrupa Arenası’nda önemli bir Dinamo Kiev sınavı var. Kartal’ın Avrupa Kupaları’na veda etme olasılığı bu futbolla az değil. Hadi bunu geçtik, üzerine bir de sezon sonundaki sıralamadaki yeri. Siyah-Beyazlı ekip Avrupa’ya çıkma şansını kaybederse ne olacak? Daha Ziraat Türkiye Kupası var diyeceksiniz. Peki o garanti mi? Yani Schuster yitirileceklerin daha yarısına bile ulaşamadı. Peki Beşiktaş bu hedeflerin tümünden mahrum kalırsa, Schuster nasıl göreve devam edecek? Basit... Beşiktaş Yönetimi’nin federasyona açtığı savaş yüzünden.

Ligde oynadığı 21 maçın yarısını bile kazanamamış Kartal. Ama yönetim, 7 mağlubiyetin hiçbirinde hakem mağduriyetine uğramadığı halde Schuster ve oyuncuları sütten çıkmış ak kaşık, tek günah keçisi de federasyonu ilan etmişse, Schuster’i kovamaz. Kovarsa, Mahmut Özgener demokratlığa terfi eder. Kovarsa, Oğuz Sarvan’ın Beşiktaş’a değil, Beşiktaş’ın Oğuz Sarvan’a özür borçlu olduğu ortaya çıkar. Hatta Schuster kovulursa, şimdi Avrupa’nın övgüyle konuştuğu Beşiktaş, bu kez aynı Avrupa’nın tiye alacağı Beşiktaş’a dönüşür.

15 Şubat 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI