‘’Trabzon'un Onur'u‘’
Trabzonspor için ekstra motivasyon kaynağı oluşturabilecek yönü ise geçtiğimiz sezon kendi sahasında farklı yenildiği rakibi karşısında rövanşı ve dolayısyla taraftarının gönlünü alabilme şansını yakalamasıydı. Gelgelelim ev sahibi ekip tribünleri memnun edebilecek yırtıcılıktan uzak bir görüntü içindeydi. Colman, Zokora ve Adrian'dan oluşan orta saha Eskişehirspor'un klas ayaklarının pas alışverişini seyretmekle yetindi. Pres yetersizlikleri zaten bilinen bu üçlüden beklenen takıma hücum zenginliği kazandırmaktı ama bunu da başaramadılar. Zaman zaman Eskişehir kalesi önüne geldiklerinde ise Henrique ve Malouda'yı pozisyona sokacak final paslarını Eskişehirli oyunculara teslim ettiler. Son haftaların formda ismi Olcan ise saman alevi gibiydi. Bunda hiç kuşkusuz pek de alışık olmadığı sağ kanatta oynamasının rolü büyüktü. Tecrübeli futbolcunun yerini yadırgadığı her halinden belliydi. Buna karşın Trabzonspor'un ilk yarıdaki en önemli pozisyonunda onun imzası vardı. Ancak direk gole izin vermedi. Eskişehirspor ise özellikle 30. dakikadan sonra oyunun tek hakimiydi. 35 ile 45 arasında Trabzon kalesini adeta ablukaya aldılar. Bir çok pozisyon buldular; birinde direğe, diğerlerinde ise Onur'a takıldılar. Es Es adına Tello, Kamara, Erkan ve Tarık ilk 45 dakikanın en başarılı isimleri olarak dikkati çekti. Trabzon'da ise her zaman olduğu gibi kaleci Onur...
Bu, ilk yarının görüntüsüydü. İkinci yarıda ise müthiş bir tempo vardı. Özellikle 46 ile 60. dakikalar arasında top iki kale arasında mekik dokudu. Bunda hiç kuşkusuz hakem Yunus Yıldırım'ın kusursuz yönetiminin de payı vardı. Tercübeli hakem, ucuz pozisyonlara düdük çalmadı, avantaj kurallarını çok iyi kullandı ve oyunun hız kazanmasında etken oldu. Topa daha fazla sahip olan, daha iyi pas yapan, daha fazla hücum geliştiren, daha fazla pozisyona giren, daha çok şut çeken taraf yine konuk takımdı. Ancak bu kez Trabzonspor da rakibine karşılık verebilecek beceriyi sergilemekten geri kalmadı. Bunda Colman'ın oyuna ağırlığının koymasının ve Olcan'ın sol kanada geçmesinin rolü büyüktü. Trabzonspor önce Adrian'la net bir pozisyondan yararlanamadı, ardından yakaladığı ikinci önemli pozisyonda golü buldu. Bu kez alışık olduğu sol kanattan hücuma çıkan Olcan, pozisyonun kaybolduğu düşünülen bir anda topu Henrique'nin kafasına ortaladı. İlk vuruşu kaleciden dönen Sambacı ikincide affetmedi. Bu maç bir kez daha gösterdi ki, futbolda istatistik hiç bir şey değil! Ve futbolun gerçekten adaleti yok! Ve iyi bir kalecin varsa sahaya 1-0 galip çıkıyorsun! Dünkü randevunun futbol adına verdiği mesaj buydu. Eskişehir bütün istatistiki değerlerde Trazonspor'un önündeydi ama tabelada 1-0 yazıyordu. Futbolu güzel kılan da bu olsa gerek!
‘’Batallasız zor‘’
Batalla ile Daum arasında ne gibi sorunlar olduğunu elbette bilmiyoruz ama hemen her kulüpte bu tür krizler yaşanır. Önemli olan bu krizi iyi yönetebilmek ve camiaya zarar vermeden atlatabilmektir. Şu ana kadar yaşananlar, ne yazık ki Bursaspor'un pek de lehine cereyan etmiyor. Umarız en kısa zamanda problem çözülür de Bursaspor'u zirve yarışının içinde görürüz.
Son 5 maçını da kazanarak Fenerbahçe'yi yakından takip ederek ligin en formda ekiplerinden biri olduğunu gösteren Kasımpaşa karşısında maça çıkmadan önce yukarıda bahsettiğimiz Batalla kriziyle uğraşan Bursaspor'un ne yapacağı merak konusuydu. Takımın en önemli futbolcusu ve teknik adamı etrafında gelişen böylesi bir krizle boğuşmanın gerek futbolcuları, gerekse teknik heyeti olumsuz etkilemesi kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu. Kasımpaşa özellikle de ilk yarı rakibine oranla daha çok topa basan, daha bilinçli atak yapan, sahayı daha iyi parselleyen ve daha iyi paslaşan takımdı. Gelişen her atakları gol kokuyordu. Scarione, Babel ve Adem gibi klas ayaklarıyla Bursa kalesini tehtid ettiler. Konuk takım buna karşın net pozisyon yakalamaktan uzaktı. Bunda Bursa defansının yerinde ve zamanında mühalelelerinin payı büyüktü. Ev sahibi ekip ise sağdan Kazım, soldan da Ferhat ile etkili olmaya çalıştı. Batalla'nın ve kart cezalısı Bellushi'nin yokluğunda orta alanda organizasyon sıkıntısı yaşadılar. Tuncay'ın iyi niyetli çabası vardı. Ama o da kaybolan yıllarını arıyor gibiydi. Uzun zamandır formasından uzak kalan Pinto ise eski günlerinin aratır bir görüntüdeydi. Attığı gol ise tamamen tesadüfiydi. Şilili'nin Tuncay'ın şutunda düzeltip vurmak istediği top ayağından sekerek ileri çıkan kalecinin üzerinden ağlara gitti. Lakin bu gol bile maçı Bursa'nın kazanacağı yönünde kimseye pek ümit vermedi. Nitekim konuk takım da Scarione'nin şans golüyle maça tekrar ortak oldu.
İlk yarıdaki tempo ikinci yarıda zaman zaman düştü. Bunda sık sık yapılan faullerin etkisi büyüktü. Bu bölümde Bursaspor daha hırslı, daha istekli ve daha arzuluydu. İkili mücadelelerde diri olan ve ayakta kalan taraftı. Gelgelelim Yeşil-Beyazlılar hücumda bir türlü üretken olamadı. Pinto'nun maç eksiği ile Batalla ve Bellushi'nin yokluğu maç boyunca Timsah'ın en büyük dezavantajı olarak göze çarptı. Şu bir gerçek, Bursaspor Batalla'sız sıradan bir takım görüntüsüne bürünüyor. Ev sahibi takımın ikinci yarıda takım ruhunu devreye sokması, verdiği fiziki mücadele ve yardımlaşması sahada bir beyin olmayınca maç kazanmaya yetmiyor.
Kasımpaşa ise ikinci yarıda ilk yarıdaki etkinliğinden biraz uzaktı. Buna karşın konuk takım daha net pozisyonlar yakaladı. Mavi-Beyazlılar, Babel ve Scarione ile bulduğu net fırsatları harcayınca 5 maçlık galibiyet serisine son vermek zorunda kaldı.
‘’Sivas'tan Samba!‘’
Sebebi ise takımın başına teknik direktörlük deneyimi, hatta lisansı bile olmayan Roberto Carlos'un getirilmesiydi. Futbol dünyamızın ön yargılarından biri daha devreye girmişti: Büyük futbolcudan büyük antrenör olmaz! Bunun en bariz örneği ise Hagi'ydi! Böyle bir genelleme yapmak elbette futbolun doğasına aykırıdır. Büyük futbolcudan da büyük antrenör olabilir, vasat futbolcudan da... İşin sırrı egoyu törpüleyebilmektir. Liderlik ile kibri birbirine karıştırmamaktır. Bu uzun girizgahı yapmamın sebebi ise Carlos'un ilk teknik direktörlük deneyiminde takımına oynattığı göze hoş gelen futboldur. Doğrusunu söylemek gerekirse Sivasspor ligimizin en kompakt takımlarından biri. Zaman zaman takım savunmasında zaafiyetler yaşasa da, pas bağlantıları ligin standartlarının üzerinde. Özellikle hücum varyasyonları görülmeye değer. Gerek kanat akınları, gerekse göbekten yapılan ataklarda son derece etkili olabiliyorlar. Bilhassa Aydın, Chahechouhe ve Cicinho çok formdalar. Orta alanda kaptıkları toplarla çok çabuk hücuma çıkıyorlar ve güzel paslaşmalarla pozisyon buluyorlar. Karşılarında bir de ileride ve orta alanda baskı kuramayan Erciyes gibi takımlar bulurlarsa, bir anda rakip cezaalanında pıtrak gibi bitiyorlar. İlk 20 dakikası kontrollü geçen dün geceki mücadelede de olan buydu. Sivas, golü bulduğu 20. dakikadan sonra vitesi bir artırdı, pir artırdı. Üç net pozisyon buldu. Bunları değerlendirebilseydi, maçı ilk yarıda koparabilirdi. Bunda en büyük etken Djebbour'un takım arkadaşlarına ayak uyduramamasıydı. Erciyesspor için ise ilk yarı itibariyle söylenecek pek fazla bir şey yoktu. Maçın başlarında rakibiyle başa baş mücadele eder gibi gözüktüler ama daha sonra genel pres rahatsızlığı nedeniyle oyun kontrolünü tamamen Sivasspor'a kaptırdılar.
Sivasspor ikinci yarıya da hızlı başladı. Aynı oyun anlayışını devam ettirdiler. Sahanın her yerini etkili kullandılar. Bir dakika içinde farkı ikiye çıkaracak iki pozisyon da buldular ama yine yararlanamadılar. Kaçan bu iki pozisyondan sonra Sivasspor'un oyunu rölantiye aldığı görüldü. Üstelik rakibi maçın bitimine 30 dakika kala ikisi zorunlu üç değişikliği de yaptığı halde... Bunun bedelini de az kalsın ağır ödeyeceklerdi. 60'dan sonra biraz kıpırdayan ve rakibinin üstüne giden Erciyesspor önce Fazlı, ardından da Emre Öztürk ile net pozisyonlardan faydalanamadı. Ardından da ani ve hızlı gelişen bir Sivasspor atağında sahneye bir kez daha günün yıldızı Chahechouhe çıktı ve takımını rahatlatan golü kaydetti. Kalan dakikalarda ise Erciyesspor'un umutsuzca çabaları, Sivasspor'un ise şova dönük futbolu vardı. Sambacı Carlos komutasındaki Yiğidolar samba yaptı, 4 Eylül Stadı'nı dolduran Kırmızı-Beyazlı taraftarlar ise keyifli gecenin tadını çıkardı.
‘’Avrupalı Trabzon‘’
Ligde inişli çıkışlı bir grafik çizebiliyor, zaman zaman vasatın altında futbol oynayabiliyor, tribünleri sıkıntıya boğabiliyor ama Avrupa'ya çıktığında bambaşka bir kimlikle sahada yer alabiliyor. Rakip kim olursa olsun; mücadeleci, disiplinli, özgüveni yüksek, yardımlaşması üst düzeyde, koşan, ısıran bir Trabzonspor seyrediyoruz. Her şeyden önce yüksek konsantrasyonla oynuyorlar. Öyle olduğu içindir ki, rakip kalede bulunan pozisyonların yarısı golle sonuçlanabiliyor. Rakibin bulduğu pozisyonlarda da defans ve kalecinin inanılmaz derecede dikkatli ve konsantre olması nedeniyle gole izin vermiyorlar. Dün geceki Legia Varşova maçı da Trabzonspor'un bu sezon ki Avrupa klasiklerinden biri oldu. Maça hızlı başlayıp erken dakikalarda skor avantajını da ele geçiren Trabzonspor, kendi yarı alanına fazla çekilmeden, savunma prensiplerinden ödün vermeden kontrollü bir futbol oynadı. Kazandığı toplarda da Olcan, Henrique ve Adrian gibi sprinter oyuncularla baskın hücumlar gerçekleştirdi. Bu pozisyonlardaki final paslarında tercih yanlışlarına düşmeseler, maçı daha ilk yarıda koparabilirlerdi.
İkinci yarıda ise daha hırslı, daha istekli bir Varşova vardı. Aslında bu da beklenen bir durumdu. Grupta henüz galibiyeti olmayan Polonya temsilcisi için Trabzon'dan alınacak puan ya da puanlar son şansıydı. Bunun getirdiği motivasyonla 70. dakikadan sonra baskısını iyice artırdı. Ancak bu kez karşısında kaleci Onur'u buldu. Tecrübeli eldiven yaptığı kritik kurtarışlarla rakibine gol imkanı vermezken, kazanılan bir serbest vuruşta da sahanın en iyilerinden Olcan'ın ortasında top direkt kaleye girince Legia Varşova'nın umutları sona erdi. Bu galibiyetle Trabzonspor, Lazio'nun da puan kaybetmesiyle liderliğini iyice perçinledi ve ikinci turu hemen hemen garantiledi. Bundan sonra da yapılması gereken, aynı inanç, aynı özgüven, aynı ciddiyetle kalan maçları da tamamlayıp yoluna devam etmesidir. Ve asla Kupa hedefinden şaşmamasıdır. Amaç sadece gruptan çıkmak değil, Kupa'ya uzanmak olmalıdır. Çeyrek finaller, yarı finaller ise sadece ara istasyonlardır. Devre arası yapılacak muhtemel takviyeleri düşünüdüğümüzde Trabzonspor'un bunu yapacak gücü vardır. Favori olarak gösterilen diğer takımlardan da hiç bir eksiği yoktur. Yeter ki, kendine, kendi gücüne olan inancını kaybetmesin. Dünkü maçta kimin iyi oynadığının, kimin kötü oynadığının hiç bir önemi yoktur. Önemli olan Trabzonspor'un Avrupalı olmak gibi bir kimliğe bürünmesidir. Ki, asıl kazanç, asıl motivasyon kaynağı da budur. Yolun açık olsun Trabzon!
‘’Bursaspor kazandı ama...‘’
Ligin en az gol atan üç takımdan ikisinin Bursaspor ile Kayserispor olduğunu söylersek aslında mesele daha iyi anlaşılır.
Maç öncesi istatistikler ise Bursaspor lehineydi. Son 5 sezondur sahasında rakibine yenilmeyen, son 4 maçını da kazanan yeşil-beyazlılar coşkulu taraftarı önünde seriyi devam ettirmek amacındaydı. Ligin ilk haftasında Sivasspor karşısında aldığı galibiyetten bu yana üç puana hasret kalan konuk takım ise makus talihini yenmek istiyordu. Kaybedilmesi halinde kaybecek çok şeyi olan iki takım için de sırat köprüsü niteliğinde olan maç beklendiği gibi orta alan mücadelesi şeklinde geçti. Kayserispor'un oyunu kendi yarı alanında kabul ettiği, Bursaspor'un kontrolü elinde tuttuğu, daha çok rakip kalede gözüktüğü karşılaşmada ev sahibi ekibin girdiği bütün pozisyonlarda Batalla'nın imzası vardı. Kazım'ın direkten dönen topunda ara pasını veren Arjantinli'nin bir vuruşunu defans çizgiden çıkarırken, bir diğer şutunu ise kaleci kurtardı.
Bursaspor'da Batalla'nın yanısıra Kazım etkili bir futbol sergilerken, konuk takımda Salih ve Mouche rakibi zorlayan isimlerdi. İlk yarının sonlarına doğru Bursaspor kalesini tehdit eden Kayserispor'un da bir şutu çizgiden çıkarılırken, Mouche'nin karşı karşıya kaldığı pozisyonda taleci Frey topu rakibinin ayaklarından alarak takımını mutlak bir golden kurtardı. Kayserispor'da ilk yarı itibariyle göze çarpan en önemli husus organize olamamaları ve Mouche, Cleyton gibi oyuncuların takım oyunundan uzak, bireysel futbolu tercih etmeleriydi.
İkinci yarıda ise Kayserispor oyunda dengeyi sağladı. Bunda, Bursaspor orta alanının yaptığı top kayıplarının ve kanatlardaki Murat ile Ferhat'ın oyundan düşmesinin rolü büyüktü. Kayserispor defansının Batalla ile Kazım'ı iyi marke etmesiyle de Bursaspor ilk yarıdaki etkinliğini kaybetti. Maçın sık sık faullerle durması oyun kalitesini bir hayli düşürürken, ikinci yarının ortalarından itibaren sinirler gerildi, tansiyon yükseldi. Bu durum tribünlere de yansıdı. Bursa taraftarı zaman zaman hakem ve federasyon aleyhine tezahürat yaptı, bazen de sahaya yabancı madde yağdırdı. Bunlardan bir tanesi yerde yatan Alper'in suratına gelince gerilim iyice tırmandı. İki takım futbolcularının iyi niyetli olmamaları da bunda önemli etkendi. Maçın ağırlığını kaldıramayan ve Bursa lehine vermediği penaltı ile ilk gol öncesi Kayserili futbolcuya atılan dirsek dahil kritik hatalar yapan hakem Ali Palabıyık, oyunu kontrol etmekte zorlanınca sık sık kartlarına başvurdu.
11 sarı ve 2 kırmızı kartla tamamlanan maçın 90+4. dakikasında sahanın en iyisi Batalla'nın ağlara gönderdiği top öncesi boğazına darbe alan Simiç'in yerde yatıyor olması Kayserili futbolcuların uzun süre itiraz etmelerine neden oldu. Bu golde taraftar baskısı altında kalan hakemin büyük yanlışının yanısıra Bursasporlu futbolcuların Fair Play'e uygun davranmayarak oyunu devam ettirip golle sonuçlandırmaları da yadırganması gereken bir durumdu. O golle maç kazanıldı ama kaybedilen değerleri de bir kenara yazmak gerek. Bursaspor'a yakışmadı.
‘’Santraforsuz Trabzonspor!‘’
Ayağa isabetli paslarla rakip kaleye çok adamla yükleniyorlar. Oyunun temposunu zaman zaman yükseltiyorlar. Aydın, Chahechouhe ve Burhan gibi dikine giden, adam eksilten, sprinter oyuncularla rakip kalede pozisyon yaratıyorlar. Bundan dolayıdır ki, son yılların en çok gol atan Sivasspor'unu bu sezon izliyoruz. Gelgelelim aynı şeyi takım savunması açısından söyleyemeyiz. Genel bir pres zaafiyeti olduğu aşikar. Buna defansın göbeğinde oynayan Navratil ve Da Costa gibi oyuncuların ağır kalışlarını da eklersek, buldukları kadar da pozisyon veriyorlar. Dünkü maçın ilk 45 dakikasında da olan buydu. Her geçen gün takım olma hüviyetini kazanan Trabzonspor, Sivasspor'un bu zaafiyetinden fazlasıyla faydalandı. Defansın arkasına atılan toplarda Malouda ve Henrique ile 4 tane net pozisyon yakaladılar. Ancak bundan yararlanamadılar. Burada kaleci Korcan'ın başarısının da hakkını vermemiz gerek. Yakalanan ilk pozisyonda Maoluda'nın ağır kalması, ikinci pozisyonda da Henrique'nin Olcan'a pas verip boş kaleye attırmak yerine bencil davranması Trabzonspor'un soyunma odasına önde girmesini engelleyen faktörlerdi. İlk yarının en göze çarpan oyuncusu Trabzonspor'dan Olcan, Sivasspor'dan da Aydın olurken, iki takım açısından da dikkat çeken en önemli ayrıntı santraforsuz oynamalarıydı.
İkinci yarı da ilk yarının devamı gibiydi. İki takım açısından da alan daraltan bir oyun kurgusu, orta alanda kıran kırana bir mücadele, beklerin de dahil olduğu kanat varyasyonları ve defansın arkasına atılan toplarla pozisyon bulma anlayışına tanık olduk. Bu görüntü 62. dakikaya kadar devam etti. Mustafa Yumlu'nun Ziya'yla girdiği ikili mücadelede rakibine dirsek atarak kırmızı kart görmesi bir anda dengeyi Sivasspor'un lehine bozdu. Roberto Carlos'un kenarda tuttuğu gol kralı ünvanlı santraforu Djebbour'u sahaya sürmesiyle oyun Trabzonspor kalesine yıkıldı. Üst üste yakalanan gol pozisyonlarında bu kez sahneye kaleci Onur çıktı. Özellikle Da Costa'nın kafa vuruşunda yaptığı kurtarış inanılmazdı. 10 kişi kaldıktan sonra gol umudunu kontrataklara ve duran toplara bağlayan Trabzonspor, Malouda'yla bir kez bu şansı bulmasına karşın Fransız yıldız tıpkı ilk yarıdaki gibi ağır kalınca aradığı sayıyı bulamadı. Eksik kaldıktan sonra Sivasspor'dan baskı yemesine karşın rakibine çok fazla gol pozisyon vermeyen Trabzonsporun takım halinde canla başla yaptığı savunma takdire şayandı. Trabzonspor'da bu sezon için kazanılmış en önemli meziyet de bu olsa gerek. Bütün oyuncuların takım savunması prensibine sadık kalarak savaşması, yardımlaşması Bordo-Mavili ekibi kolay gol yemeyen, zor mağlup edilen bir takım haline getirmiş gözüküyor. Oyunun geneline bakılacak olursa maçın hakkı beraberlikti ve öyle de bitti. İki takımdan biri kaybetseydi yazık olacaktı. Futbolun adaleti bu kez tecelli etti.
‘’Galatasaray asaleti!‘’
Galibiyet halinde şımarmamak, yenilgi halinde ise diz çökmemektir. Başı dik yürümektir. Asalet kişiye bahşedilmez. Sonradan da elde edilmez. Asil doğulur! Kişilerin olduğu gibi kurumların da asaleti vardır. Ancak kurumlar kendi asaletlerini kendileri oluşturur. Birtakım kurallar, manzumeler, teamüllerle yıllar içinde kendine özgü bir duruşu olur kurumların. Bir kurumun asaletini oluşturan faktörlerden biri de bireylerinin tutum ve davranışlarıdır. Toplum içinde edindikleri saygın mertebelerdir. Bu konuda en hassas kulübümüz ise bilindiği gibi Galatasaray'dır. Galatasaray adı neredeyse asalet kelimesiyle özdeş olmuştur.
Terminolojide 'Galatasaray asaleti' diye bir kavram vardır. Yöneticisinden başkanına, sporcusundan teknik adamına, malzemecisinden tesis sorumlusuna kadar Galatasaray'ın kapısından içeri adımını atan herkes buna dikkat etmek mecburiyetindedir. Galatasaraylı olan, Galatasaray asaletine uygun davranışlar sergilemeye çalışır. Buna özen göstermeyenler ise ya bünyeye uygun hale getirilir ya da bünyeden dışarı atılır.
Galatasaray'da son zamanlarda yaşananlara bakılırsa bu konuda hayli yara aldığı aşikar. Kulüp tarihinin en önemli üç beş figüründen biri olan Fatih Terim'in arkasından çevrilen kumpaslara, iki kişi arasında geçen mesajların basına sızdırılmasına, o gider gitmez takım otobüsünün ön koltuğuna serilip poz vermelere, arkasından sarf edilen yakışıksız sözlere bakıldığı zaman Galatasaray'ı yönetenlerin "asalet" kelimesinin nasıl içini boşalttığı apaçık görülmektedir. Yaptıklarıyla sadece kendilerini ucuzlatmıyorlar, Galatasaray ruhuna ve imajına da zarar veriyorlar. Bu kişiler Galatasaray'a yakışmıyor. Galatasaray camiasının yapması gereken belli: Ya Galatasaray'a yakışacak hale getirilecekler ya da...
‘’Bizans hep kazanır!‘’
Kurbağa ise, "Sen beni sokarsın!" diyerek, kabul etmemiş.
Akrep, kurbağaya söz vermiş onu sokmayacağına dair.
Kurbağa da "O halde çık sırtıma seni karşıya geçireyim" demiş.
Akrep kurbağanın sırtına çıkmış ve birlikte karşı geçmeye başlamışlar. Tam nehrin orta yerine geldiklerinde akrep dayanamayıp iğnesini doğrultmuş ve kurbağayı sokmuş.
Acı içinde kıvranan kurbağa son anlarında akrebe sormuş:
- Hani beni sokmayacağına dair söz vermiştin! Şimdi ben ölüyorum, ben ölünce sen de boğularak öleceksin!
Akrep de mahçup bir şekilde karşılık vermiş:
- Kurbağa kardeş doğru söylüyorsun da, ne yapayım benim huyum böyle! Sokmadan duramam ki!
* * *
Yukarıdaki fabl mesnevi hikayelerinde yer alır. Başka versiyonları da vardır ama hikayenin özü değişmez! Her canlının kendine özgü bir doğası vardır. Akrep akrepliğini yapar, kurbağa kurbağalığını, aslan aslanlığını, eşek eşekliğini, insan da insanlığını!
İnsan demişken...
İnsan diğer canlıların yeryüzündeki izdüşümü gibidir. İnsanın kendi doğası yoktur! Tüm canlıların doğasını barındırır bünyesinde! Hangi insanın hangi canlının suretine bürüneceğini zaman, zemin ve koşullar belirler!
Eski başkan Faruk Süren'in 'Bizans' benzetmesi yaptığı Galatasaray'da da kimin ne zaman hangi surette görüneceği, hangi canlının doğasıyla hareket edeceği asla kestirilemez! Kestirilebilir olan tek gerçek vardır: Saray'da entrika bitmez! Çünkü entrikacılar gece gündüz çalışır! Asla uyumazlar! Ve asla kaybetmezler! Fatih Terim bu realiteyi bile bile üçüncü kez asla yan yana gelmeyeceği bir ekiple yola çıktı ve...
Olan bitenin özü budur. Maalesef.
Metin Oktay'ın gazete küpürlerindeki buğulu bakışlarına baka baka 7-8 yaşlarımda Galatasaraylı olmuştum. Şimdi ise keşke demeye başladım.
Şimdiki aklım olsaydı...