Arama

Popüler aramalar

‘’Burak Yılmaz satılmalı‘’

Süper Lig'de son iki sezonu forse eden Burak Yılmaz, kırılmadık rekor bırakmadı. Kendini de aşan bir performans sergiledi. Gelgelelim bazı eksiklerini hala gideremediği aşikar. Çağdaş bir forvette olması gereken tüm özelliklere sahip değil. Bunun başında da top kontrolü ve koordinasyon geliyor. Bugün birinci sınıf forvetlere baktığınız zaman en önemli meziyetlerinin koordinasyon, top kontrolü, topu ayağında tutma, gerektiği yerde rakibi ekarte etme ve maç içinde devamlılık geliyor. Burak Yılmaz, bir maça çok iyi motive olduğu zaman zihinsel melekelerinin öne çıkması nedeniyle yüzde yüze yakın bir üretkenlik sergiliyor. Lakin, motivasyon konusunda sıkıntı yaşadığı takdirde saç baş yolduracak acemilikler sergileyebiliyor. Geçmişte Arif Erdem'in yaşattıkları gibi!

En zirvede olduğu zaman bile hakkındaki transfer söylentileri eksik olmayan Burak, bu sezonun başından itibaren her gün bir yerlere gidiyor, geliyor. Bu da doğal olarak yıldız futbolcunun maçlara tam olarak konsantre olamamasına neden oluyor. Galatasaray'ın geçen hafta Bursa'da puan kaybettiği maçla, dün gece Eskişehir'de iki puan bıraktığı maç arasındaki tek fark, Burak Yılmaz'ın Bursa'da yakaladığı tek pozisyonu gole çevirmesiydi. Eskişehir'de ise Drogba'nın ikram ettiği bir pozisyonda topu eline ayağına dolaştırdı. Oysa her iki maçta da yüzde 25'le oynamıştı! Bursa'da attığı gol onu 90 dakika sahada tuttu, Eskişehir'de ise ikinci 45'de kulübenin yolunu tuttu. Şu bir gerçek ki, Burak Yılmaz Galatasaray'da kalıp kalmayacağını bilmiyor. Belirsiz bir gelecek de onu ruhen takımından uzaklaştırıyor. Dün sahada olduğu 45 dakikada ayağına gelen 10 topun 9'unu kaybetmesinin başka bir izahı yok! En basit pasları bile kontrol edemedi. Ona giden her top Galatasaray kalesine kontratak olarak geri döndü. Onun bu inanılmaz top kayıpları Drogba'yı da olumsuz etkiledi. Zaten top kontrolü ve koordinasyon konusunda eksik olan Burak Yılmaz kendini kafaca maça veremediği zaman da çekilmez bir hal alıyor. Tamam, futbolun meyvesi goldür ve Burak bunu fazlasıyla yapıyor ama kendine sınıf atlatacak gelişimi bir türlü gösteremiyor. Ne anlatmak istediğimi hala merak edenlere Lovandoski örneğiyle cevap vereyim. Sözün özü şu: Burak Yılmaz derhal satılmalı, yerine de Gaziantep'ten Muhammet Demir transfer edilmeli. Üstelik üçte bir fiyatına alınır ve en az 10 yıl Galatasaray'ın gol sorununu çözer. İnanın, Gerd Müller gibi forvet! Geçelim diğer problemre...

Sakatlığından dolayı ilk 11'de yer alamayan Hamit Altıntop'un yokluğu sanırım hiç bir Galatasaraylı'yı mutsuz etmemiştir! Ama Engin'in futbolu da... Hadi dünkü oyununu maç eksiğine bağlayalım ama Engin artık Galatasaray'ın futbolcusu olduğunu unutmamalı ve daha efektif futbol oynamalı. İlk yarıda hücumda çoğalamayan Galatasaray'da en büyük günah onundu. İkincisi de Selçuk İnan'ın! Selçuk'un geç form tutan bir yapıya sahip olduğunu biliyoruz. Ancak ne var ki, Selçuk'da Burak Yılmaz gibi motivasyon problemi yaşıyor. Duran topların paylaşımında geri plana itilmesi onun maç içindeki performansını da düşürüyor. Selçuk İnan, ilk geldiği sezondaki maçlarını seyretsin, bir de şimdiki Selçuk'a baksın. Fark, geceyle gündüz gibi. Geçen hafta Emre Çolak'la Galatasaray taraftarını kahreden Fatih Terim, dün gece de aynı şeyi Ambarabat'la yaptı. Faslı oyuncu, Galatasaray'da '2.Pinto vakası' olacak gibi görünüyor! Terim, Emre ve Ambramat ısrarından vaz geçip başka alternatifler düşünmeli. Örneğin; dün gece Eboue ve Engin'i kafa kafaya vuran genç Tarık Çamdal gibi. Ya kendi içinden ya da tarama ekibinin tavsiyeleriyle! Tabi böyle bir ekip varsa ve işlevsel ise!..

Her şeye rağmen iki deplasmanda gelen 4 puanlık kayıp Galatasaraylıları endişeye sevk etmemeli. Oynanan takımların, Bursa ve Eskişehir gibi ligimizin üst düzey iki ekibi olduğu unutulmamalı. Galatasaray'ın şu anki temposunun bile ligin üstünde olduğu; Drogba, Sneijder ve Muslera'nın varlığı da... Ayrıca takıma yeni yıldızların transfer edileceği de...

Yani enseyi karartmayın. Mevcut kadronun ligi götürebileceğini ama Şampiyonlar Ligi'nde ise Kopenhag ile üçüncülük mücadelesi vereceğini aklınızdan çıkarmayın. Şampiyonlar Ligi Kupası'nı hedefleyen bir takım bundan en az iki gömlek üstün olmalı!

31 Ağustos 2013, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Trabzon cehennemi!‘’

Realite de... Bunun sağlıklı bir durum olup olmadığı elbette tartışılır. Tartışılmalıdır da... Ülkenin sosyo-ekonomik yapısında, kültürel dokusunda, siyasetinde, tarihinde bu kadar önemli bir yeri olan kentte Trabzonspor'dan başka bir değer üretilemiyorsa ortada bir yanlışlık var demektir. Bir şeylere aidiyet hissetmek insanın doğal gereksinimlerinden biridir. Ama bu aidiyetin marazi boyutlara ulaşması pek de normal karşılanacak bir durum olmamalı. Futbola bugün bütün dünyada 'bussines show' olmasından dolayı gereğinden fazla önem atfedildiği bir gerçektir. Lakin futbolla yatıp futbolla kalkmak, futbolu bir ölüm kalım meselesi olarak görmek ne derece doğrudur? Futbolun hayatın önüne geçmesini nasıl anlamlandırmalıyız?

Konuyu elbette Volkan Şen'in yaşadığı travmaya getireceğim. Volkan Şen tribünlerden küfür yiyen ilk futbolcu değildir, sonuncusu da olmayacaktır. Belki Volkan Şen olayını münferit görenler de olabilir; bütün tribünlere, hatta kente mal edilmemesi gerektiği de dile getirilebilir. Böyle düşünenler haklı da olabilirler. Tribünlerdeki sağduyulu çoğunluğun küfürbazlara tepki gösterdiğinden filan da bahsedilebilir. Fakat bu gibi hadiselerin Trabzon'da çok sık yaşanmasını ne şekilde izah edeceğiz? Geçmişte Trabzon'dan arkasına bakmadan kaçan futbolcular sır değil. Bir futbolcu için en zor kentlerden biri olduğu da herkes tarafından biliniyor.

Trabzon'a ayak basan bir futbolcunun her anının binlerce göz tarafından izlendiğini, kentin her yerinde kontrol altına alındığını bizzat futbolcuların kendileri defalarca deklere ettiler. Trabzon adeta devasa bir BBG evi gibi! Fubolcu orada asla kendi gibi olamıyor, kendi gibi davranamıyor, kendi hayatını yaşayamıyor. Trabzon formasını giyen futbolcu kendinden vazgeçiyor! Bu baskı da doğal olarak futbolcularda aşırı strese ve duygusal bir yoğunluğa sebep oluyor. Volkan Şen'in tribünlere gösterdiği reaksiyon da bu ruh halinin sonucudur. Başkan Hacıosmanoğlu'nun düşündüğü gibi profesyonel davranmamış da olabilir. Ama bu, onların da hepimiz gibi insan olduğu ve o kentte ekmek parası kazanmak için bulundukları gerçeğini değiştirmez. Futbolu bir savaş olarak gördüğümüz, statları da cehennem metaforuyla tanımladığımız müddetçe daha çok Volkan Şen gibi gençleri ağlatırız, kaçırtırız. Futbol basit bir oyundur, o kadar. Trabzon da bile!..

29 Ağustos 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hamit Altıngol!‘’

Geçirdiği ağır sakatlıktan sonra Real'de bir daha dikiş tutturamayan Hamit Altıntop'un Galatasaray'a transferini de büyük bir memnuniyetle karşılamıştım. Gerek tecrübesiyle, gerek klasıyla, gerekse oyun mantalitesiyle Sarı-Kırmızılı takıma çok şey katacağına inanmıştım. Gelgelelim, bugün karşımızda futbolu iflas etmek üzere olan bir Hamit Altıntop var. Futbolu her geçen gün geriye giden, mavna gibi ağırlaşan, kendi ekseni etrafında dönene kadar üç rakip tarafından çevresi sarılan, adam geçemeyen, sprint atamayan, orta yapamayan, rakip kaleye şut çekemeyen çağdışı bir futbolcu izliyoruz geçen sezondan beri. Adeta Galatasaray kalesine atılmış 'altıngol' gibi! Bir futbolcu kötü oynayabilir, formdan düşebilir, hatalar yapabilir, takımını 10 kişi oynatabilir... Bütün bunlar futbolun içinde olan olağan durumlardır. Ama bir futbolcu ısrarla, inatla haftalardır kötü oynuyorsa; yaptığı hatalarla, kaptırdığı toplarla tribünlere saç baş yolduruyorsa bu olağandışı bir durumdur. Ayrıca Galatasaray'ın maliyeti en yüksek futbolcularından biri olduğunu da unutmayalım. Her şeyden önce aldığı paranın hakkını vermekle yükümlüdür. İş ahlakı bunu gerektirir. Lakin bütün bunlar sanki Hamit Altıntop'un umurunda değilmiş gibi. Öylesine gamsız, öylesine vurdumduymaz, öylesine ruhsuz! Bu kadar kötü oynarken her maç ilk 11'de sahaya çıkması da Fatih Terim'in adaletini sorgulamamıza neden oluyor ister istemez. Dün gece Burak'a yaptığı asist ise bozuk saatin günde iki kez doğruyu göstermesinden başka bir şey değildir.

Galatasaray'ın Bursa'da puan kaybetmesinin elbette tek sorumlusu Hamit Altıntop değildir. Hatta Galatasaray'a dünkü futbolundan sonra puan kaybetti gözüyle bakmamız da doğru değil. Bence Bursa'nın kaybettiği iki puan var ortada. Galatasaray'da çağdışı futbol oynayan bir tek Hamit Altıntop olsa belki sorunlar çözülecek. İkinci yarı oyuna giren Emre Çolak'ı da aynı kategoride değerlendirebiliriz. Keza sezona hiç de iyi başlamayan Selçuk İnan'ı da... Takımın pres gücünü zaafa uğratan Burak Yılmaz'ı da, ileri attığı bütün toplar rakibe giden Melo'yu da, hatta dün gece çok top kaybeden Sneijder'ı da... Bir takımda bu kadar kötü oynayan futbolcu varsa maç kazanması zaten mümkün değildir. Kaybetmediğine şükretmeli.

Futbolda istatistikler her zaman doğru söylemez ama Galatasaray'ın dün geceki performansını çok iyi anlatacak bir rakam vereceğim. Dakikalar 75'i gösterdiğinde Galatasaray'ın rakip cezaalanına yaptığı orta sayısı 5'ti! İkisi isabetli olmuş! Kullandığı korner ise sıfır (0)! Buna karşın Bursa'nın 25 ortası, 7 korneri vardı. Takım Drogba gibi dünyanın en iyi forvetlerinden birine, Burak gibi son iki sezonun gol kralına sahip ama cezaalanına orta yapacak futbolcu yok! Ya da cezaalanına orta yapılabilecek bir futbolu oynayamıyor. Topu ileriye taşıyabilecek bir virtüöze, kanatlardan akabilecek hızlı bekler mevcut değil takımda. Galatasaray'ın en büyük problemi budur. Dün gece ikinci yarının büyük bölümünde Bursaspor'dan baskı yiyen Galatasaray'ın bir tek etkili kontratağı yok. Geriye ve yana paslarla al gülüm-ver gülüm futbolu. Tabi bu durumda top kaptırmak da kaçınılmaz oluyor. Bereket kalede çok formda bir Muslera ve her geçen gün takıma adapte olan bir Chedjou var.

Son bir söz de kulübeye... Eğer bir sakatlığı yoksa Drogba'yı çıkarıp Emre Çolak'ı oyuna sokmanın nasıl bir mantığı olabilir ben çözemedim. Top gelmediği zaman gelip top alan, rakibin duran toplarında bir stoper gibi fayda sağlayan -ki o çıktıktan sonra Bursa'nın stoperi kornerden az kalsın ikinci golü buluyordu- her an maçın kaderini değişterebilecek, takımın saha içi liderliğini yapan bir ismi manasız bir şekilde çıkarmak ve yerine oyuna hiç bir pozitif katkı sağlayamayan birini almak büyük bir teknik adam yanlışlığıdır. Galatasaray'da sadece bazı futbolcular değil, kulübe de çok formsuz! Düşünülmesi gereken bir durum da budur.
Galatasaray açısından tatsız geçen maçın en güzel olayı ise genç Enes'in gol atması ve maç sonunda Burak Yılmaz tarafından tebrik edilmesiydi.

26 Ağustos 2013, Pazartesi 00:50
YAZININ DEVAMI

‘’Çare Gekas!‘’

Yıldızlara dayalı sistemden ziyade takım oyununa önem veren Metin Diyadin'in kendi klasiğini yavaş yavaş takımına monte ettiğine tanık olduk dün geceki karşılaşmada. Gençlerbirliği oyunun belli bölümlerinde rakibine karşı bariz üstünlük kurdu. Etkili presle Akhisar'a oyun kurma imkanı vermedi, iyi paslaştı, sahayı iyi parselledi ve iki farklı öne geçtikten sonra da çok adamla tehlikeli kontrataklar geliştirdi. Orta alanda Gosso'nun çalışkan ve enerjik futboluna Nizamettin klasıyla, Jimmy Durmaz da oyun zekasıyla eşlik etti. Akhisar'ın üzerlerine geldiği bölümde de takım savunmasından iyi örnekler verdiler ve haklı bir galibiyete imza attılar.

Ligin ilk haftasında aldığı 3-1'lik Elazığ galibiyetiyle liderlik koltuğuna oturan Akhisar Belediyaspor ise kırılgan orta sahası ve savunmasıyla rakibine kolay pozisyonlar verdi. Aslında en az Gençlerbirliği kadar atak yapan, rakip kaleye şut çeken Yeşil-Siyahlılar'ın maçı kaybetmesinin en büyük nedeni yakaladığı pozisyonlarda üretken olamamasıydı. Hücumda Gekas'ın yokluğunu önemli ölçüde hissettiler. Maçın kırılma anlarında bir gol bulabilseler oyuna tekrar ortak olabilirlerdi. Ama bunu yapamadılar. Ege temsilcisi Yunan golcüyle anlaşmanın yolunu mutlaka bulmalı. Eğer Gekas olmasa bile en az onun kalitesinde bir forveti kesinlikle kadrolarına katmalılar. Aksi takdirde dün geceki gibi farklı skorlarla ilerleyen haftalarda da karşılaşabilirler.

23 Ağustos 2013, Cuma 22:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu kadar çatlak su tutmazdı!‘’

Terzi, uzun süre inkar etti. Ama gerçek ortaya çıkınca sürecin devam ettiğini açıklamak zorunda kaldı. Ardından gençlere ve yıldızlara kadar sirayet eden doping kâbusu bir karabasan gibi Türk atletizminin üzerine çöktü. Terzi bu dönemde de doğru bir kriz yönetimi sergileyemedi. Ekibini korumak, kollamak gibi bir cihete gitti. Oysa bu konuda görev kusuru olanları derhal uzaklaştırmalıydı. Dopinge karşı sıfır töleransla hareket etmeli ve sorumlu kimlerse hepsinin cezasını kesmeliydi. Usun süre süreci savsakladı. Mızrak çuvala sığmayınca da masaya yumruğunu vurmaya hazırlandı. Lakin artık çok geçti. Canavar onun da başını yedi. İstanbul’un 2020 adaylığına zarar vermemek için belki bir takım kararları sürüncemeye bıraktı ama bu iyi niyeti dahi onu kurtarmaya yetmedi. Tabii elde edilen başarılar da... Yapması gereken dirayetli olmasıydı. Ama o kadife eldivenin içindeki demir yumruk olamadı. Olmaya karar verdiğinde de iş işten geçti. Kendisine bundan sonraki yaşamında başarılar dilemekten başka bir şey elimizden gelmez. Yeni gelecek ekibin de bütün bu olanlardan dersini çıkararak Türk atletizmini bu illetten kurtarmayı birinci vazifeleri olarak görmeleri gerek. Aksi takdirde canavar yedi başlı ejderhaya döner ki, bir başını kessen yerine yedisi daha çıkar.

02 Ağustos 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Türk sporu göçük altında!‘’

Bu ülkenin kuytu köşelerinde binlerce Murat Karabaş olduğudan emin olabilirsiniz. Bizim onların farkına varabilmemiz için ne yazık ki zamansız bir şekilde bu dünyaya veda etmeleri gerekiyor. Varlıklarından ancak böyle haberdar olabiliyoruz. Kürsüye çıktıklarında, madalyalarla ülkelerine döndüklerinde yanlarında bir fotoğraf çektirmek için tepinenler, akşamın alaca karanlığı çöktüğünde bir sis bulutu gibi ortadan kayboluyorlar. Murat Karabaş gibi gençlerimiz ise yaşam gaileleriyle baş başa kalıyor. Kaderlerine meydan okuyorlar, hayatla baş etmeye çalışıyorlar. Kimi zaman galip geliyorlar, çoğunlukla da kaybediyorlar. Muğla’da göçük altında kalan sadece Murat Karabaş değildir, Türk Sporu’dur aslında toprağın altında kalan...

Hala babadan kalma yöntemlerle Türk Sporu’nu yönetmeye çalışanlar, bilime, medeniyete, uygarlığa sırt çevirenlerdir aslında göçükle göçenler. Görkemli, şatafatlı, limuzinli, mercedesli, bol sıfırlı paralarla spor organizasyonları düzenlemek marifet değildir. Marifet Metin Karabaş gibi sahipsiz sporcularına gelecek kaygısı taşımadan spor yaptırabilmektir. Marifet insana yatırım yapmaktır. Marifet insanı yaşatabilmektir. Ama nerede o izan, o sağduyu, o akıl, o vicdan? Spor bürokrasisinin soğuk duvarlarına çarpıp toprağa düşen Murat Karabaş ne ilktir, ne de sonuncu olacaktır. Sporumuzda insanı baz alacak bir yönetim modeli, çağdaş bir sistem oluşturamadığımız müddetçe böylesi trajedilerden kaçış yoktur. Bize de Murat Karabaş’a Allah’tan rahmet, ailesine baş sağlığı dilemekten başka bir söz düşmüyor, ne yazık ki...

Lanet olsun!

23 Temmuz 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Akdeniz'in öteki yüzü (2)‘’

Sayının 30’lu rakamlara kadar çıkacağı dillendiriliyor. Atletizmde ve halterde yaşanan doping skandalları yeni değil. Son bir yıldır bu iki branşımızın yasaklı ilaçlarla başı dertte. Ancak Akdeniz Oyunları sürecine girilince dopingli çıkan sporcu sayısında bir patlama yaşandı. Peki neden? Nedeni gayet basit. Akdeniz Oyunları’nda altın madalya kazanan porcuya verilecek ödülün 500 altına çıkarılması. Yaklaşık olarak 350 bin Lira gibi bir rakama tekabül eden bu akıllara ziyan ödül, sporcuların başını döndürmeye yetti de arttı bile. Türkiye’nin dışında hiç bir ülkenin iplemediği, -iplemediklerini de getirdikleri üçüncü-beşinci sınıf sporcularla gösterdiler- Akdeniz Oyunları’na bu kadar büyük miktarda para ödülü vermek, hayatı boyunca bir daha böyle bir parayı kazanma şansı bulunmayan sporcuları gayrı meşru işlere teşvik etmekten başka bir işe yaramazdı, yaramadı da zaten. Bizden sonra en büyük para ödülünü 15 altına tekabül eden bir miktarla İtalya’nın verdiğini, 11 ülkenin ise hiç ödül vermediğini hesaba katarsak, nasıl bir savurganlığın içine girdiğimiz daha iyi anlaşılır. Bu ödül işinin bir başka boyutu da bazı branşlara sadece iki ya da üç sporcunun katılması nedeniyle, müsabakaya çıkan Türk sporcularının otomatikman para ödülüne hak kazanması oldu. Yani orada ben de çıksam, ikinci ya da üçüncü olarak para ödülü alırdım! Ödülle ilgili şunu da eklemeliyim: Altın madalyaya 500 altın, gümüşe 75, bronza 50! Bu nasıl matematik, bu nasıl mantık, biri bana izah etsin.

Ambulansın önünü kapayan konvoy!

Dünkü yazımızda Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın Oyunlar’a tam anlamıyla damga (!) vurduğundan söz etmiştik. Devam edelim: Bakan Kılıç’ın müsabakalara gidiş gelişleri sırasında yaşananlar tam bir Üçüncü Dünya ülkesine ait görüntülerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bakan’ın 8-10 araçlık, bir o kadar da motorize ekiple tesislere teşrifi sırasında yolların kesilmesi, tesis otoparklarına başka araçların sokulmaması, onlarca insanın ellerinde telsizlerle ve kulaklıklarla bağıra çağıra konuşmaları, koşuşturmaları, ortalığı dizayn etmeye çalışmaları, etrafta kuş uçurtmamaları insana sürrealist bir coğrafyada yaşadığı hissini veriyordu. Aynı telaş ve koşuşturmaların Bakan protokol tribinüne otururken de devam ettiğini eklemeliyim. Bakan’ın postmodern bir padişah gibi hareket etmesi sonucu fenalaşan bir sporcuyu taşıyan ambulansın da yaklaşık 6-7 dakika konvoya ait bir aracın çekilmesini beklediğini belirtmeden geçemeyeceğim. Nevin Yanıt Atletizm Sahası’nın protokol tribününün önünde yaklaşık 100 metrelik bir yol mevcut. Bu yolun bir şeridini bakan konvoyu işgal etmiş. Açık olan şeride de yine konvoydan bir araç park etmiş ve yolu tamamen kapatmış. Şöforü de tribüne çıkmış. Cezayirli bir sporcu yarış sonrası fenalaştı. İlk müdahelenin ardından göğsünde sıkışma olduğu gerekçesiyle ambulansla hastaneye doğru yola çıktılar. Gelgelelim, ambülans bakan konvoyunun yolu kapatması nedeniyle devam edemedi! Ambulansın içindeki sporcunun antrenörleri bağırıp çağırıyor, tepiniyor, aracın camlarını yumrukluyor ama nafile! Ben dışarı çıktığımda ambulans her nedense sirenlerini kesmişti! Görevlilerden bilgi aldıktan sonra ben aracın yanında durdum ve 5 dakika saydım. Bir süre sonra şöför bulundu da ambulans tekrar hareket etti. İçerideki hasta için saliselerin bile büyük önemi varken, bu ilkellik nedeniyle hasta 6-7 dakika ambulansla beklemek zorunda kaldı. Allah müstehaklarını versin diyorum ve geçiyorum bir başka ayıba.

Sultanlar’a yapılan büyük ayıp!

Kadın Voleybol Milli Takımımız İtalya ile final oynadı ve kaybetti. Bakan Suat Kılıç ile Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan da tribündeydi. İlk üçe giren takımlar için seremoni hazırlıkları yapılırken, iki Bakan da salonu terk edip gitti. İkinci oldu diye Sultanlar’ı tebrik etme gereği bile duymadılar. Kızlarımız birinci olsaydı ödüllerini takdim edip, birlikte de basına poz vereceklerdi elbette. Ama ikinci olarak Sayın Bakanlarımızı yedi düvele utandırdıkları için cezalarını çektiler! Bakan Kılıç’ın damgasını vurduğu bir olay da, günlük olarak hazırlanan Oyunlar Gazetesi’nin her sayısında en az 8-10 fotoğrafının yer almasıydı. Onunla ilgili bir ya da bir kaç haber mutlaka oluyordu; onunla ilgili olmayan başka haberlerde de bir formül bulunup fotoğraflarına yer veriliyordu. Bunun, hepsi değerli meslektaşım olan editoryal kadronun tercihi ya da işgüzarlığı olduğunu sanmıyorum. Onlara yapılan baskı sonucu böyle olduğunu düşünüyorum. Olan, Bakan Kılıç’ın Oyunlar’ın önüne geçme çabasından başka bir şey değildi. Son olarak ciritte altın madalya alan Fatih Avam’ın madalya töreninin Bakan Kılıç orada olmadığı için ertelendiğini ve bunun da krize neden olduğunu bir kez daha hatırlatayım ve Bakan bahsini burada kapatayım.

Jeneratör dumanı soluyan atletler!

Tesislerin mükemmeliğinden dünkü yazımda söz etmiştim. Bu tesisleri Türk Sporu’na kazandırdıkları için Spor bakanlığı’na ve Spor Genel Müdürlüğü’ne de teşekkür ettim. Ama Mersin Büyükşehir Belediyesi’ni atlamışım. Tesislerde onların da büyük bir emeği ve bütçesi olduğu aşikar. Onlara da bir teşekkür borçluyuz. Temennim, bu tesislerin sürekli çalşıtırılarak atıl hale gelmemesi. Ayrıca Oyunlar boyunca tesislerin bakımının ve temizliğinin çok iyi yapıldığını da eklemeliyim. Tek gözüme takılan Nevin Yanıt Atletizm Sahası’ndaki jeneratör oldu. Şehir şebekesinin kesilme ihtimaline karşılık atletizm sahasının jeneratörle aydınlatılması doğru bir yaklaşım gibi görülebilir. Ancak jeneratörün çıkardığı gürültü hiç hesaba katılmamıştı. Atletizm yarışları, özellikle start esnasında büyük sessizlik ister. Tribünler sessizliğe davet edildiğinde bu sağlandı ama jeneratörü susturmak mümkün olmadı! Jeneratörün yeri konusunda da büyük bir hata yapıldığını söylemeliyim. Çünkü tam ısınma sahasının yanıbaşına kurulmuştu. Orada ısınarak müsabakalara hazırlanan sporcular mecburen jeneratörün çıkardığı dumanı solumak zorunda kaldılar ve buna haklı olarak da isyan ettiler. Ama seslerini duyurabilecekleri bir merci yoktu.

04 Temmuz 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Akdeniz'in öteki yüzü! (1)‘’

Bu sınavdan alnımızın akıyla çıkabildik mi? Eğer her şey gösterişten ve şatafattan ibaret olsaydı, en iyi Akdeniz Oyunları düzenleyen ülke sıralamasında açık ara birinci olmuştuk! Belki şu an 2020’yi bile cebimize koymuştuk! Ama maalesef bu parametreler Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap şeyhliklerinde veya Kuzey Kore, Belarus gibi diktatörlüklerde geçerli oluyor. Modern dünya senin ne kadar gösterişli, ne kadar pahalı organizasyon yaptığına bakmıyor. Onların kriterlerinin tamamı insana yapılan yatırımlar üzerinedir. Burada bir parantez açayım. Devletin ve spor teşkilatının hakkını yememem gereken bir konu var. Tesisler gerçekten mükemmeldi. Bu tesisleri 18 ay gibi kısa zamanda Mersin’e, Mersinliler’e kazandırdıkları için emeği geçen herkese teşekkür etmek bir borçtur. Ben de bu modern tesisler için Bakanlığa ve Spor Teşkilatı’na teşekkür ediyorum. Madalyonun diğer yüzüne gelince...

Bakan’dan siyasi şov, SGM’den özel uçak!

Her şeyden önce bir spor organizasyonunun sportif değerler üzerine inşa edilmesi gerekiyor. Ki, biz bu konuda baştan sınıfta kaldık. Mersin’de göze çarpan tek şey vardı: Başrolünde Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın yer aldığı siyasi şov! Her şey Bakan Kılıç’ın müsabakalara gelişi, gidişi, konuşmaları, madalya vermesi, tribünleri selamlaması, resim çektirmesi, medyaya çıkması üzerine inşa edilmişti. Burada siyaset sporu kelimenin tam anlamıyla tuş etti. Bunun sinyallerini oyunlar başlamadan önce zaten almıştık. İnternet üzerinden satışa sunulan açılış ve kapanış törenleri biletlerinin 15 dakika içinde tükenmesi, açılışa katılacak Başbakan Erdoğan’ın yuhalanma ihtimaline karşılık biletlerin tamamının bilinmeyen eller tarafından alınıp AKP teşkilatlarına dağıtıldığı haberlerinin ayyuka çıkması daha oyunlar başlamadan mideleri bulandırmaya yetti bile. Açılış günü bu haberleri teyid eder gelişmelerin yaşanması da gecikmedi tabi. Spor Genel Müdürlüğü personeli için Ankara’dan özel uçak kaldırıldığı, yaklaşık 80-90 kişinin açılışa getirildiği, törenlerden hemen sonra da aynı uçakla geri gönderildiği Mersin’de en çok konuşulan konulardan biriydi. Bunun maliyetinin ise en iyimser rakamla 250-300 bin Lira civarında olduğunu belirtmeliyim. Böylece 15 dakikada tükenen biletlerin bir kısmının nereye gittiği de ortaya çıkmış oluyor! Tabi, federasyonların bütçesinden Akdeniz Oyunları için yapılan yüzde 20’lik kesintinin bir bölümünün de!..

Belediye Başkanı konuşturulmadı


‘Açılış töreni’ demişken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Bu türden spor organizasyonlarının sahibi şehirlerdir; dolayısıyla belediye başkanlarıdır. Açılışı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın onurlandırması elbette takdire şayan bir durum. Lakin, Başbakan’ın, Spor Bakanı’nın konuşma yaptığı törende asıl ev sahibi Belediye Başkanı Macit Özcan’ın konuşturulmamasını nasıl izah edeceğiz? Eloğlu bu duruma ne der acaba? Onlara Macit Bey’in CHP’li olması nedeniyle konuşturulmadığını hangi dille anlatacağız? Kafilelerin geçit töreninde ırkçı bir sporcuya bayrağımızın taşıttırılması çok konuşuldu, tartışıldı. Bu konuya ve bütün biletlerin tükenmesine karşın açılışta tribünlerin bir kısmının boş kalmasına, bunu hiç bir televizyonunun göstermemesine birer cümleyle değinmiş olayım ve geçeyim gönüllü meselesine...

GBT engeline takıldılar

Gönüllüler bu türden organizasyonların gizli kahramanlarıdır. Mersin için de bundan 10 ay önceden binlerce gönüllü tespit edildi. Bu gönüllü ordusu aylardır oyunlar için eğitim aldı, provalar yaptılar. Ancak oyunların başlamasına kısa bir süre kala binlerce gönüllü GBT’yi (Genel Bilgi Tarama) geçemedi ve görevlerine son verildi. Yerine alınan gönüllüler de gerekli eğitimden geçmediği için bütün iyi niyetlerine rağmen yetersiz kaldılar. Hatta çoğu Mersin’de gönüllü kalmadığı için civar illerden getirilmişti. Şimdi bunda ne var diyeceksiniz? Ben de beşlangıçta GBT’den geçemeyen birinin gönüllü yapılmamasını makul karşıladım. Öyle ya, ne yapacağı belli olmayan sabıkalı birinin başta Başbakan ve Spor Bakanı olmak üzere önemli kişilerin etrafında olması büyük sakıncalar doğurabilir. Ayrıca Türkiye’yi zor durumda bırakmak için Oyunları sabote edecek girişimlerde de bulunulabilir.

Gönüllülere Gezi Parkı fişlemesi!

Ancak, 10 aydır çalışan ve oyunların başlamasına bir kaç gün kala devre dışı bırakılan gönüllülerin GBT’den geçememelerinin sebebi twitter ve facebook üzerinden Gezi Parkı olaylarına destek vermeleri olunca işler karışıyor. Bu, neredeyse tamamı üniversite öğrencisi olan gençlerin düşünceleri ve fikirleri nedeniyle fişlendiği anlamına geliyor. Oysa GBT, herhangi bir suçtan dolayı sabıkası, hakkında yakalama, tutuklama yahut yurt dışına çıkma yasağı kararı çıkartılmış olanlar hakkında tutulan bir kayıttır. Herhangi bir şekilde gözaltına alınmış bulunan kimseler ile disiplin cezası almış bulunanların kayıtları GBT’de yer almaz. Hele sosyal medyada fikir beyan edenler hiç yer almaz. Alırsa bunun adı Faşizm’dir. Bu, sıradan insanların fikirleri nedeniyle fişlendiği anlamına gelir. Bu fişleme olayını en son 12 Eylül öncesi sıkıyönetim zamanları ile 12 Eylül Darbesi döneminde yaşamıştık. Bunu yapanlar, Türkiye’yi 35 yıl öncesine geri götürmenin utancını gelecekte kaldırabileceklerse fişlemeye devam etsinler! Tarih en iyi yargıçtır ve elbet herkesi layık olduğu şekilde yazar.

Hamit Turhan

03 Temmuz 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI