Arama

Popüler aramalar

‘’Taraftar ne yapsın!‘’

Futbolun garip olduğu kadar, hesap işi olduğunu diğer önemli karşılaşmalarda da izledik. Son grup karşılaşmalarına gelirken, bazı takımların yedeklerle sahaya çıkacağını normal karşılayabiliriz. Ama lütfen futbolseverlere güzel futbol izlettirin. Önceki gün bir Arjantin-Hollanda maçı izledik ki, futbola ihanetti doğrusu. İki ülkenin futbol tarihine ihanetti!Anlatmaya çalıştığım, galiba böylesine büyük turnuvalarda pozitif futboldan daha çok, sonucun önemli olduğu bir devire giriyoruz. Bunun en iyi örneğini Yunanistan 2004’te kanıtlarken, Samba beklenen Brezilya’nın da oynadığı maçlarda izleyicileri büyülediği söylenemez. Zaten teknik adamlar da başarıya giden yolu bu şekilde tanımlıyor, futbolun gün geçtikçe bir sonuç oyunu olduğunu belirtiyor (Tıpkı Parreira’nın dediği gibi; Kazanmak şovdur!).Neyse, iyi ki bazı gruplarda da ince hesap dönemi gerçekleşiyor ve mesela İtalya’nın başı çektiği grupta, 4 takımın da son maçlarına çıkmadan önce ikinci tur şansı devam ediyor...İnanın iyi futbol izlemek için umutlanmıştık, İtalya-Çek Cumhuriyeti maçı öncesi. İki takım maça zaten hızlı başladı. Çeklerin emektarı (Hala gençlere taş çıkartıyor) Nedved, rakibi en iyi tanıyan bir olarak Juventus’tan takım arkadaşı Buffon’u uzaktan 2 kez avlamaya çalıştı. Bu füzelerin dışında, Koller ve Lokvenc’siz bu takımı ben çaresiz gördüm ilk yarı boyunca. Rosicky, sağlam İtalyan defansının arasında boğuluyorken, yeni sakatlıktan kurtulan Baros ise çırpındı durdu. Nesta’nın yerine oyuna giren Materazzi’nin ve Inzaghi’nin golü dışında kayda değer bir aksiyonun olmaması ise futbolseverlerin keyfini yine kaçırdı. İlk yarının uzatmalarında Polak’ın ikinci sarı kart görerek oyundan atılması, sanki bu grubun şifresini çözer gibiydi. Çünkü, Appiahlı Gana, kaptanın penaltı vuruşu sayesinde ABD önünde maçı 2-1galip kapadı.Yalnız bu skora aldanan Ganali futbolseverleri hemen uyandıralım. Gana, grubu İtalya’nın ardından ikinci bitirdi ve Brezilya ile karşılaşacak. Kadere bakın!Neyse biz maçımıza dönelim. Tabii ki Çekler’in işi artık bir hayli zordu. Rakip, tıpkı ABD karşısında 1 adam fazlayla mücadele edercesine yine geri dörtlüyü bozmuyordu. Abartmıyorum, kornerlerde bile bu dörtlü Lippi’ye bakıp “Kızma, biz bir yere gitmiyoruz” dercesine ileri adım atmıyordu. Catenaccio tamam da rakip Almanya, Arjantin veya Brezilya değil ki. Biraz da bizi düşünsenize!

23 Haziran 2006, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Alem Almanlar‘’

Bir tek Alman meslektaşlarımız karamsar. Nedendir bilinmez. Türkiye usülü acımasızca eleştirilen Jürgen Klinsmann’ın öğrencileri önce Kosta Rika’yı devirmiş, son dakikada Neuville ile Polonya’yı evlerine göndermiş, dün de grubun sürpriz ve takım oyununu mükemmel uygulayan Ekvador’u 3 “Tor”la (Tor, golün Almancası) ikinciliğe mahkum etmiş. Kısacası muhtemelen ikinci turda İngilizler’in önüne atmış.İnanın günlerdir bir rüzgar, bir rüzgar. Tabiri caizse öyle bir gaz veriliyor ki Almanya’ya (Bu gaz bana enjekte edilse vallahi 10 kilo birden veririm!). İnsanlar aynı fikirde. Almanya Dünya Şampiyonu olacak. Bu gaz o kadar yüklü ki, hemen aklıma Gary Lineker’in tarihe geçen demeci geliyor: “Futbol 90 dakikadır. Top yuvarlaktır ancak Almanlar her zaman kazanır.Dün de öylesine bir maç oldu zaten. Panzerler yorulmadan, yürüyerek ancak kendinden emin bir şekilde sonuca gitti. Zaten istatistikler de yalan söylemez. Topa sahip olmada, gariban Ekvador yüzde 57’yle maça hakim gibi gözükse de Klose’nin 2, ve günlerdir medya tarafından palyaçoya benzetilen Podolski’nin golleri ile Almanya grubunda 1’nci oldu. Şimdi bu şu demek; İngiltere B Grubu’nda lider olursa ikili ikinci turda karşılaşmayacak.Turnuvaya yavaş yavaş ısınmaya başladık. Hava serinledi, organizasyondaki olumsuzluklar azaldı. Kısacası havamızı bulmak üzereyiz. Şampiyonada günler ilerledikçe karşılaşmaların kalitesi de doğal olarak artıyor. Ancak dedim ya bu Almanlar bir alem; Bir kesim futbola o kadar kendini vermiş ki, dünya alem umrumda değil, ama bir kesim de var ki, inanın ben çok ayıpladım;Köln’deki İngiltere-İsveç maçını izlemek üzere Düsseldorf tren garına geldim. Son durağı Münih olan ICE’ye (Hızlı tren) bindim. Yolculuk yaklaşık 25 dakika sürüyor. Daha önce belirtmiştim, organizasyon sayesinde tren yolculuğumuz ücretsiz, hem de birinci sınıf! Neyse konuya dönelim. Köln’e varmak üzereydik, gayet iyi giyimli, konuşmasından da belli kültürlü bir Alman arkadaşımızın telefon görüşmesine şahit oldum. İşten, evden, ordan buradan bahseden bu şahıs sonra şunları demesin mi! “Buralar çok kalabalık. Yoksa Köln’de fuar mı var? Ne, futbol mu? Maç mı? Kimin maçı? Bugün mü? İnanmıyorum, gerçekten mi? Biz oynuyoruz yani. Hay Allah hiç farkına varmadım. Size iyi günler diliyorum, görüşmek üzere.

21 Haziran 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hiddink işini bilir‘’

Futbolseverler bol gollü bir futbol şovu istiyor. Haklılar, çünkü bu takım Ronaldinho, Adriano, Kaka, Ronaldo, Cafu, Emerson ve Robarto Carlos gibi yıldızlarla sahaya çıkıyorsa, başka ne beklenebilir ki?Bu ilginç karşılaşmadan çok Ronaldo konuşuldu. Avustralya’ya karşı ilk 11’de oynaması şüpheliydi. Herkes onu eleştiriyordu. Tıpkı bizim Hakan Şükür olayına benzer türden tartışmalar yaşandı. Gerçi, Hakan’ı o dönemde hiçbir takım arkadaşı desteklemezken, Brezilya takım top yekün “şişko” Ronaldo’nun arkasındaydı. Bu nedenle yine as takımda sahaya çıktı.Brezilya maça tıpkı, Hırvastistan karşısındaki gibi başladı. Kendinden emin, agresif, atak ve dikine futbol anlayışı ile rakibinin üzerine gitti ilk dakikalarda. İlk şut Kaka’dan gelmesine rağmen, ilk korneri Avustralya’nın kullanması, Hiddink’in öğrencilerinin Japonya maçında olduğu gibi cesur oyun tarzını kanıtlar gibiydi. Zaten herkes şaşkındı. İlk yarım saatte Brezilya geliyordu ama sanki bir kuru sıkı silah gibiydi, etkisiz, stresli ve kaygılı. Ronaldinho çırpınıp duruyordu, forvetteki arkadaşlarını beslemeye çalışıyordu ancak Adriano ve Ronaldo bir türlü son vuruşu yapamıyordu. Belki de anlaşamıyorlardı. Zaten Avustralya ilk yarının sonlarına doğru kontrollü ve soğukkanlı ataklarıyla adeta oyuna ortak olur gibiydi.İkinci yarıda Brezilya’da bilinmeyenli denklemler nihayet çözülmeye başladı. Hatta golde, ilk yarıda anlaşamıyor gibi gözüken süperstarlar başroldeydi. Ronaldo cezasahasının hemen dışında topla buluştu, Adriano’yu gördü ve Interli sol ayağının altın değerde olduğunu yine bütün dünyaya gösterdi. Avustralya, ikinci yarıya Kewell ile başlamış, yıldız futbolcunun zaman zaman yakaladığı önemli fırsatlarla bu sonucu kesinlikle kabullenmiş gözükyordu. Ancak her şeye rağmen Brezilya golden sonra tribündeki müthiş seyircisinin desteğiyle ilk yarıya nazaran daha pozitif bir performans ortaya koydu. Robinho’nun sahaya girmesiyle orta sahaya ve forvete biraz daha canlılık geldi. Ama gerçekçi olmak gerekirse bütün dünyanın beklediği “SAMBA”dan hala bir eser yoktu.Herkes bilir, bu futbol anlayışına yakın bir strateji ile yine Carlos Alberto Parreira yönetiminde Brezilya, 1994 Dünya Kupası’nda finale kadar gelmeyi başarmış, İtalya’yı penaltılarla geçerek mutla sona ulaşmıştı. Evet, Parreira bir Scolari değil, bunu Fenerbahçeli’ler daha iyi bilir ancak ilk golü atan Adriano’yu oyundan alıp milli takımda sadece 3 kez forma giyip 2 golü bulunan Fred’i oyuna alan ve farkın 2’ye çıkmasını sağlayan kurt hocanın bu hamlesini de alkışlamamız gerektiğini düşünüyorum.Son olarak “Socceroos” diye adlandırılan Avustralya Milli Takımı’ndan çok kısa bahsetmek istiyorum. Yıl 1770 Kaptan Cook ve Sir Joseph Banks, İngiltere’den çıkıp gemileriyle Avustralya’ya ulaşmışlar. Rivayetlere göre ilk gördükleri ise bizim bildiğimiz Kanguru’larmış. Bakmış, şaşırmışlar. Hayatlarında böyle bir hayvanı görmemişler ve merak etmişler. Yerli Aborjinlerle buluştuklarında bu hayvanın ismini sormuşlar ancak yerliler onların dilinde “Sizi anlamıyorum” anlamına gelen “Kangaroo” sözüyle cevap verince İngilizler hayvana bu ismi takıvermiş. O zamanki İngilizler, yerlilerle, yani Aborjinlerle iyi anlaşamamış ancak şimdiki Avustralyalılar’ın, Adalılar’ın icat ettiğine inanılan futboldan çok iyi anladıkları bir gerçek. 2-0’lık sonuç kimseyi yanıltmasın, Hiddink’in talebeleri bir avuç dolusu gol pozisyonuna girdi. İlk maçta aldıkları 3 puan çok önemliydi, zira ben Hollandalı hocanın takımının ikinci tura çıkacağına inanıyorum. Neden olmasın... İyi bir eşleşmeyle Hiddink, Güney Kore ile gerçekleştirdiği patlamayı Socceroos ile de gerçekleştirebilir.

19 Haziran 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Benden söylemesi‘’

Bu maçı izledikten sonra arabamızla Düsseldorf merkeze geldik ancak polisler, şehir içine araç alınmayacağını söyleyince geç saatte park yeri aramaya koyulduk. Merkezin hemen dışında kapalı bir otopark yerine, otelimize daha yakın bir açık otoparkı tercih ettik. Etmez olsaydık!..Sabah aracın yanına geldiğimizde, bir Alman “Wass ist loss” diyordu ancak biz olayın farkına henüz varmamıştık; Sol ön ve arka lastiklerin havası tamamen indirilmişti. Biz öyle zannettik, yakın incemelerimiz sonunda lastiklerde 2 bıçak izi gördük. Muhtemelen sarhoşun teki olayı gerçekleştirmiştir ancak insanın aklına her şey geliyor. Yoksa bu olayda da mı FIFA’nın parmağı vardı!Şaka bir yana, aracı değiştirdikten sonra günün karşılaşması Arjantin-Sırbıstan Karadağ için Gelsenkirchen’e vardığımızda durum 1-0’dı, biletlerimizi alıp, tribünlerdeki yerimizi alana dek ise fark 2’ye çıkmıştı. Herşeye rağmen muhteşem bir maça ve 2-0’dan sonra tribündeki yerimizi aldık, inanılmaz 4 gole daha tanık olduk. Sırbıstan Karadağ rakibine hiç karşı koyamıyordu ancak Arjantin’in rahat oyunu, soğukkanlı tavırları, paslaşmaları ve organize ataklardan gelişen yarım düzine gol tribünlerdeki futbolseverleri coşturdu. Zaten Sırplar, Avrupa’da harikalar yaratan futbolcularından oluşan orkestrasıyla hiçbir turnuvada aynı şarkıyı çalamıyor. Miloseviç, Stankoviç, Djorjeviç, KezmanÖHepsi ayrı telden çalıyor. Bizim Sasa İliç, ilk maçta olduğu gibi Velten Arena’da yine yedek kulübesinde yerini almıştı. Galiba Galatasaray, bu devam ettikçe yıldız oyuncusunu daha iyi bir fiyata satamayacak.Arjantin’e gelince. Tangocular bilindiği gibi her şampiyonada Brezilya’nın gölgesinde kalıyor. Ama bir bakın; Abondanzieri, Ayala, Sorin, Heinze, Saviola, Mascherano, Crespo, Riquelme, Rodriguez, Burdisso ve Gonzalez. (Sonradan giren Tevez ve Messi’yi ne demeli) Lütfen söyleyin. Bu takıma kim karşı koyabilir. “Brezilya veya İtalya” dediğinizi duyar gibiyim ancak Sambacılar’ın ilk sınavını izledikten sonra aynı fikri savunamayacağım.Veltens Arena’da hakemin bitiş düdüğünden sonra yaklaşık 52 seyirci Arjantinli futbolcularla sevinç gösterilerini paylaşırken, bu grupta da aşağı yukarı ikinci tura çıkacak ülkeler belli olmuştu.Bizler yarın (Bugün) Kaiserslautern’deyiz efendim. İtalyan İşi-2’yi seyretmeye. Görüşmek üzere...

17 Haziran 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Romalı Totti‘’

Ekvator-Kosta Rika maçını izlerken iki ülke takımının Türk insanına ve milli takımımıza o kadar da yabancı olmadığını fark ettim. Ekvator ile Almanya’da bir hazırlık maçı yapmış, 1-1 biten karşılaşma sonrası üzülmüştük. Kosta Rika’yı ise 2002 Dünya Kupası’nda Emre’nin attığı gol sonrası gruptan elemiştik. Ancak yine de Amerika Kıtası’ndan gelen 2 ekip hakkında sizleri kısaca bilgilendirmek istiyorum.Bakmayın Ekvator’un burada 2 maçı kazanarak kolayca ikinci tura çıktığına. Adamlar 1970 yılına dek Güney Amerika dışında hiçbir ülkeyle maç yapmamış. İlk kez bir Dünya Kupası’na 2002 yılında dahil olmuş. Buna rağmen futbol bu ülkede bir numaralı spor. Hala köle ticareti yapılan bu ülke, başarı için kesenin ağzını açmış! her galibiyet için futbolcu başına 12 bin dolar ödeyeceğini açıklamış. FIFA sıralamasında 38. sırada bulunan Ekvatorlu futbolcuların şimdiden ceplerini doldurduklarını rahatça söyleyebiliriz.Kosta Rika’ya gelince. Onlar Dünya Futbolu arenasında biraz daha tecrübeli. 90 Finalleri’nde İskoçya ve İsveç’i yenerek ikinci tura çıkıp futbol otoritelerini şaşkına çeviren Kosta Rika son yıllarda altyapıya müthiş önem vermekte. İstatistikler yalan söylemez; 17 ve 20 yaşaltı milli takımlarda görev yapan tam 10 futbolcu 2002 Dünya Kupası Finalleri’nde forma giymiş.Şimdi herkes A Grubu’nu kimin lider, kimin 2’nci tamamlayacağını merak ediyor. Çünkü ikinci turda olası rakibi İngiltere olacak. Allah, bütün ülkelere kolaylık versin.Şampiyonada görev yapan teknik direktörleri biraz inceledikten sonra ilginç bir ayrıntı dikkatimi çekti. Brezilya (5) finallerde hoca ithal eden ülke olarak zirvede yer alırken, Hollanda (4) hemen Sambacıların ardından 2. sırada. Ama o kadar başarılar ki bir bakın; Marco van Basten (Hollanda), Dick Advocaat (Güney Kore), Guus Hiddink (Avustralya) ve Leo Beenhakker (Trinidad Tobago) takımlarıyla tam 10 numaralık performans gösterdiler. 3 galibiyet 1 beraberlik: 10 puan.Gelelim günün olayına; Köln’deki can dostumuz Algın Atar bizi Düsseldorf’a ziyarete geldi. Altstad’daki iyi İtalyan lokantalarından birinde öğle yemeği yiyoruz. Bir baktık, 2-0’lık Gana galibiyetinin keyfini çıkaran Çizme’nin yıldızları bizim sokakta gezintide. Tesadüfen yanımızda ufak fotoğraf makinemız. Totti’nin yanına geldik, bir bayan elimize cep telefonunu uzatarak “Bitte eine foto” deyince hanımefendiyi kırmadık. Ardından biz bir hatıra resmi için yakışıklı oyuncunun yanına geçtik ve makinamızı aynı kadının eline sıkıştırdık. Ve sonuç üstteki resim. Unutmadan, İtalyan golcünün sağ tarafında sadece kulağı ve sarı tişörtüyle kadraja maalesef giremeyen Yazıİşleri Müdürümüz Yalçın Uygun.Totti’den bahsetmişken yaşanmış bir şehir hikayesini sizlere aktarmak istiyorum. Bir Türk gazeteci, Totti’yle röportaj yapmak üzere Roma’ya gitmiş. Soruları ardarda sormaya başlamış ardından konu Galatasaray’a gelmiş. Totti “Galatasaray son yıllarda Türk Futbolu için gerçekten önemli başarılar elde etti ve Avrupa’da tanındı. UEFA Kupası’nı kazanması, ardından Süper Kupası’nı müzesine götürmesi bu takımın kalitesininin altını çizdi” sözlerini sarfetmiş. Türk gazeteci hemen araya girmiş “Peki Fenerbahçe’yi tanıyor musunuz” demiş. Romalı cevap vermiş “Galatasaray’da mı oynuyor”!...

16 Haziran 2006, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Almanya söktü aldı‘’

Buraya adam gibi maç izlemeye, dolu dolu yorumlarımızla sizleri bilgilendirmeye, canlı olarak izlediğimiz karşılaşmalar hakkında detayları, muhteşem atmosferi aktarmaya gelmiştik. Ancak nafile!Türkiye’deki eş ve dostlardan gelen, “Bırakın artık ağlamayı da maç yazın, maç!” mesajları beni doğruyu yazmaktan alıkoymayacak. Çünkü dün yine iğrenç bir şekilde refuse edildik; Almanya-Polonya maç biletlerimizi almak için Basın Merkezi’ne geldiğimizde usta objektif Yaşar Saygı’yı gördük. Bu önemli maçta stada giremeyeceğini öğrenmiş. Yetkililerle tartışsak da, “Türkiye turnuvada yok” cevabını aldık. 250 bilet dağıtılmış, ev sahibi Almanya oynuyor ve sahaya 1 Türk fotomuhabiri giremiyor! Bu olayın peşini bırakacağımı zannedenler yanılıyor.Neyse, Yazı İşleri müdürümüz Yalçın Uygun ile tribündeki yerimizi aldıktan sonra nihayet maça konsantre olabildik. Evsahibi Almanya’da Balack 1 maçlık aradan sonra yine formasına kavuştu. Rakip Polonya, ilk maçtaki 2-0’lık Ekvador hüsranından sonra son kozlarını oynuyor. Arkasında 20-25 binlik bir taraftar ordusu var. Tabii bu mücadelenin ayrı bir de önemi var. Tarihe baktığımızda Almanlar “Deutschland, Deutschland über alles” diye haykırırken 10 milyon insana kıymış. Bu soykırım gerçekleşirken, en büyük kayıbı da Polonyalılar vermiş.İşte bu nedendendir ki, konuk takım ev sahibi karşısında direndi, “Polska, Polska” diye tribünden gelen destekle Panzerler karşısında dimdik durdu, hatta şeref tribündeki Beckenbauer’in sinirli bakışı sırasında zaman zaman gol fırsatları da yakaladı ilk yarıda.Almanya’daki Polonya asıllı futbolculara gelince. Podolski, ilk yarının son dakikasında öyle gol pozisyonunu harcadi ki, inanılır gibi değildi. Tam maç bitiyor derken önce Klose ardından Ballack’ın vuruşları direkte patladı. Ancak Neuville altı pas üzerinde yakaladığı pozisyonu affetmedi ve Almanya’ya 2. tur yolunda büyük avantaj sağlayan galibiyeti getirdi. Almanya dün gece söke söke bir zafer kazandı.

15 Haziran 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne futbol ne de gol...‘’

Bugünkü şikayetimize gelince, ilk günlerdekinden pek farkı yok. Sambacılar’ın ilk maçına çoook önceden bilet başvurumuzu yaptık. Maalesef onay gelmedi. Gazetemizi Berlin’de Genel Yayın Yönetmenimiz Necil Ülgen temsil edecek ve bir müthiş eserini daha siz değerli okuyucularımızla paylaşacak. Bize ise günün diğer ilginç kapışmasını izlemek yorumlamak kaldı; Fransa-İsviçre.Bakmayın “bizimkilerin” İsviçre’yi abartarak hafife almasına, hatta aşağılamasına. Adamlar Dünya Şampiyonası’na tam 7 kez katılmışlar. Bunların üçünde öyle ya da böyle çeyrek final oynamışlar. Maç öncesi maalesef katılmadığımız bu turnuvada yine ön! plana çıkıveriyoruz. İsviçre’den bahsedilirken, İstanbul cehenneminden nasıl çıktıkları o ünlü tünel görüntülerin eşliğinde dünyaya aktarılıyor. Bu utanç hepimizin ancak gerçek sorumlular hiç oralı değilÖ Tüm bu yaşananlara rağmen İsviçreliler’in yer aldığı tribündeki büyük bir Türk bayrağı dikkat çekti.Fransa tabii ki favori, finallerin en tecrübeli takımlarından. Ribery ilk kez 11’de. Zidane kariyerinin son maçlarına çıkıyor. Karşı tarafta ise çok koşan, çok basan ve çok mücadele eden bir İsviçre var. Olmalı da çünkü İsviçre kupanın yaş ortalaması en düşük takımına sahip. Fransa ile İsviçre arasındaki maç yine zevksiz bir gündüz karşılaşmasıydı. Ne futbol adına güzel bir hareket ne de gol görebildik. Arada bir saman alevi gibi parlayan Ribery biraz kalitesini ortaya koydu. Eleme grubundaki iki maçta berabere kalan iki takım bir kez daha yenişemedi.İşte Dünya Kupası günlerimiz böyle devam ediyor. Yavaş yavaş güzel futbol da izlemeye başladık.. Yarın İspanya, Ukrayna, Tunus ve Suudi Arabistan ilk maçlarına çıkacak. Biz ise evsahibi Almanya’nın Polonya ile yapacağı mücadeleyi izleyeceğiz. İyi günler.

14 Haziran 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sağolasın Paco!‘’

1- Her bilet kuyruğuna girdiğimizde bütün statlarda görüntü aynı.. Bir kuyruk özel olarak Almanlar için, diğeri ise (Stadın dışına kadar varan) yabancı gazeteciler için. İspanya’nın en saygın gazetelerinde görev yapan yakın dostum Paco Aguilar bizler gibi bu olayı çok ciddiye almış ve FIFA’ya bir yazı yazmış. Bir baktık ki bugün bu uygulamadan vazgeçilmiş... Teşekkürler Paco...2-Türkiyemiz finallerde yok ya, vurun garibana! Karşılaşmalardan sonra oyunculardan veya teknik direktörlerden 2 çft söz veya kısa sorularımıza yanıt bulmak amacıyla mixed zone’a ineriz. Portekiz-Angola maçından sonra Scolari’yi göreyim, hal hatır sorayım dedim. Mixed biletim yok, yetkililerden bir tane istediğimde yanıt ürküdücüydü: Only for German journalists! (Sadece Alman gazetecilere...)Galiba burada irademizi zorlayacaklar... İnsanın içinden “Keşke şu Almanlar bir an önce elense!” düşüncesi gelmiyor değil...Dusseldorff Alstad’da bir gece daha geçirdikten sonra gazetemizin Dış Haberler Editörü Kaan Bora aradı ve hangi maça gideceğimizi sordu. Durum biraz karışık. Bir günde sadece bir maça akredite olabiliyorsunuz, doğal olarak da bir karşılaşma canlı izleme şansına sahipsiniz. Genel Yayın Yönetmenimiz Necil Ülgen ve Yazıişleri Müdürümüz Yalçın Uygun ile bu kez Gelsenkirchen’deki ABD-Çek Cumhuriyeti mücadelesinde karar kılmıştık Ancak Necil Ülgen bu maç hakkında muhteşem bir ‘eser’ hazırladığını hatırlatınca bana Avustralya-Japonya maçını yorumlamak kaldı.İnanın günler biraz stresli geçiyor. Erken kalkmak, kahvaltı yapmak, internete bağlanmak, gideceğimiz stadın adresini navigasyona yazdırmak gibi önemli (!) konulardan sonra insanın öğlen 3’te başlayan maçı izleme fırsatı olmuyor herzaman... Gelsenkirchen yolculuğu öncesi açıkça belirtmeliyim ki bütün bu saydığım görevleri başarıyla tamamladıktan sonra Hiddink’in talebelelerinin başarılı 90 dakikasını tamamen takip edemedim. Son satırlarımı yazarken ise Velten’s Arena’da Çek Cumhuriyeti Koller ile 1-0 öne geçmişti. Özür diliyorum. Yarın yine sizlerle birlikte olacak ve yine çok önemli konulara değineceğim...

13 Haziran 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI