Arama

Popüler aramalar

‘’Teniste ‘aks değişimi’ kadın eli ile olacak‘’

 Teniste son 20 yıldır matruşka gibi hep birbirinin içinden doğan federasyon başkanları döneminin sonuna geldik.

İlk bakışta ‘ne güzel istikrarlı bir yönetim ‘ kurulmuş gibi gözükse de aslında farklı bakış açısına , farklı yönetim anlayışına izin vermeyen, rutinin teslim aldığı ve statükonun çarklarını farklı başkanların çevirmeye devam ettiği ve asla aks değişikliğine izin vermeyen bir dönem olduğunun da altını çizerek geçmişte defalarca yazdım..

Bundan tam bir ay önce bu köşelerde ‘Teniste değişim zamanı, TFF’den TTF’ye sürpriz aday’ yazımda ilk kez kamuoyuna duyurduğum Şafak Müderrisgil 11 Kasım’da yapılacak seçime tek aday olarak giriyor..

‘Türk Tenis Hamlesi’ olarak adaylık çalışmalarını yürüten Müderrisgil yukarıda ifade ettiğim aks değişiminin mimarı olacaktır.

Bir düşünürün dediği gibi; değişen göz her şeyi değiştirecektir.

Sporcu odaklı, sporcuya elini uzatan ve sporcunun omuzuna dokunan ve de en önemlisi Türk tenisçisinin kendini değerli hissettiği bir yaklaşım ile tüm tenis aktörlerinin hücrelerine işlemiş ‘sevgisizlik ortamını’ gidermesi ile Türk tenisinin önünün açılacağını düşünüyorum..

Geçtiğimiz 1 aylık dönemde Diyarbakır, Erzincan, Adana, Ankara, İstanbul gibi bir çok ilde kulüplerle görüştü, tenisin diğer paydaşları ile bir araya geldi..

Hatta delegesi olmayan bir çok kulüp ve akademiyi de ziyaret etti..

Ve böylece bir çok kişiyi dinleme fırsatı oldu..

Elbette yol haritasını belirlemek için bu görüşmelerin de katkısı olacaktır..

Doğru pusula için zihinsel olarak beslenmesi gereken süreci hızlandırdığını düşünüyorum ama kendisine de ifade ettiğim gibi Tenis Federasyonu Başkanlığı diğer federasyonlara göre çok daha farklı zorluklarda içeriyor..

Müderrisgil döneminde; tenisin tüm paydaşları fısıltı gazetelerine ve kapalı kapılar arkasında konuşmaktan vazgeçerek duygu ve düşüncelerini rahatlıkla ifade edeceği bir ortamı sağlamasını umuyorum..

Ve yeni dönemde yeni başkandan bir dileğim var; çok genç yaşta tenisi bırakmış veya ara vermiş tenisçiler ile tenis bursuyla Amerika’ya gitmiş ( veya gitmek zorunda kalmış) tenisçilerimizi özel bir programla Türk tenisinin içine dahil etmesi..

kimisi sporcu olarak tekrar rekabete girebilir, kimisi ( her biri bir veya bir kaç yabancı dil biliyor) de antrenör olarak Türk tenisinin geleceğini şekillendirebilme imkanı bulurlar…

3 Ekim’de bu köşede ‘ aday Şafak Müderrisgil’ olarak yayınlanan yazımı bugün ‘Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı Şafak Müderrisgil’ olarak okunması için tekrar yayınlıyorum…

O zaman yazdıklarım bugün de geçerli..

Çünkü o yazım zaten bir başkan için yazılmıştı..

Federasyon Başkanları CEO gibi olmalı

Yine geçmişte de bir çok yazımda 2024’lerin dünyasında uluslararası rekabetin içinde bulunan federasyon başkanlarının bir CEO gibi donanımlı, vizyonel ve mesaisinin önemli bir bölümünü federasyona ayırması gerektiğini savunurum..

İletişim, sponsorluk, marka değeri yaratma sadece kamunun desteği ile yetinmeyen yeni gelir üretme becerisine sahip, uluslarası federasyonlarda da görev alabilecek donanımda ve branşın kamuoyunda tanınması konusunda yetenekli federasyon başkanlarına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Klasik eski dönem federasyon yöneticilerinin dönemi çoktan geçti..

Tam da bu aşamada, Türk tenisi için bir milad olabilecek bir adayın adı gündeme düştü..

Şafak Müderrisgil..

Bir önceki dönemde TFF’de Hukuk Kurulundan ve Kadın futbolundan sorumlu yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan Müderrisgil’in adaylığı tenis camiasında hem bir şaşkınlık hem de büyük bir heyecan yarattı.

Şaşkınlık yaratmasının sebebi tenis camiasının çok yakından tanımaması, heyecan yaratmasının nedeni ise de Türk tenisinin son 15-20 yılında kurulan aksın değişme ihtimalinin belirmesi..

Bunun için Müderrisgil çok güçlü bir aday olarak ortaya çıkıyor..

Türk tenisine ‘umut’ lazım…

Yakında resmi adaylığını ve projelerini kamuoyuyla paylaşacak Müderrisgil; Türk tenisi ile ilgilenen herkesin bildiği ama kapalı kapılar ardında ancak fısıltıyla söyleyebildikleri ‘Türk tenisi artık bitti, tünelin ucu karanlık’ ümitsizliğine son verebilecek mi?

TFF’de birlikte çalışma fırsatı bulduğum ve Kadın futbolunda fark yaratan çalışmalarıyla dikkat çeken, UNESCO ile spor alanında özel projeleri yürüten Müderrisgil’in devletin inanılmaz kamu destekleri ve tesisleşme hamlelerine rağmen uluslarası rekabette bir türlü istenilen seviyeye gel(e)meyen Türk tenisi için bu zorlu görevde başarılı olması için doğru kadro seçimi, doğru stratejiye ve de önünde uzun ve çalılarla dolu bir yol var..

Dünyanın en zor ama en çok izlenen ve takip edilen branşlarından Tenis de ülke tenisçilerinin dünya sahnesinde boy göstermesi için tüm birikimini ve donanımını bu işe ayıracağına eminim.

Şafak Müderrisgil’in başkan seçilmesi halinde ülkemizde yaklaşık 65 federasyon içerisinde bir veya ikinci kadın başkan olacak..( not : o tarihte Yelken Federasyonu Başkanlığı’na bir kadın aday daha vardı ve Özlem Akdurak henüz seçilmemişti)

Ve inanıyorum ki; Müderrisgil federasyonlarda da başkanlık çıtasını da yukarı çekecektir.

03 Kasım 2024, Pazar 09:32
YAZININ DEVAMI

‘’Tenis de değişim zamanı; TFF’den TTF’ye sürpriz aday‘’

Paris Olimpiyatları sonrası Federasyonlarda seçimler tüm hızıyla devam ediyor..

Bisiklet, Kano, Hentbol gibi federasyonlarda seçimler tamamlandı..

Gelecek hafta Basketbol Federasyonu’nda favorisi belli bir seçimle tüm federasyon seçimleri Kasım ayının üçüncü haftasına kadar devam edecek..

Voleybol, çekişmeli geçmesi beklenen Güreş ve yine büyük bir rekabete sahne olacak Atletizm federasyon seçimleri de önümüzde ki günlerde yapılacak…

Her şey önderin nefesi kadardır 

2028 Los Angeles Oyunları’nın kilometre taşlarının döşeneceği bu seçimler hayati önem taşırken ne yazık ki spor medyasının bir türlü radarına giremiyor federasyon seçimleri..

Halbuki her şey önderin nefesi kadardır..

Bu yüzden federasyon başkanları ve yönetim kurulları bir branşın gelişiminde hayati öneme sahiptir..

Paris Oyunları sonrası bu yüzden peş peşe 4 yazı kaleme aldım..

Bunlardan en çok ilgi gören ‘Başarısız federasyon başkanlarına mahkum muyuz’ diyerek sportif başarıdan daha çok uzun  yıllar görevde kalan federasyon başkanlarının bizzat kendilerinin oluşturdukları delege sistemi ile göreve devam ettiklerinin altını çizdim..

Bir türlü aks değişmiyor, her dönem statükonun çarkları aynı kişlerlerle döndürülmeye devam ediyor, başarısızlık neredeyse kaderimiz oluyordu..

Bu yüzden de ısrarla ‘testiye su taşıyanla, testiyi kıran’ı ayırmamız gerektiğini savunuyordum..

Federasyon Başkanları CEO gibi olmalı

Yine geçmişte  de bir çok yazımda 2024’lerin dünyasında uluslararası rekabetin içinde bulunan federasyon başkanlarının bir CEO gibi donanımlı, vizyonel ve mesaisinin önemli bir bölümünü federasyona ayırması gerektiğini savunurum..

İletişim, sponsorluk, marka değeri yaratma sadece kamunun desteği ile yetinmeyen yeni gelir üretme becerisine sahip, uluslarası federasyonlarda da görev alabilecek donanımda ve  branşın kamuoyunda tanınması konusunda yetenekli federasyon başkanlarına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Klasik eski dönem federasyon yöneticilerinin dönemi çoktan geçti..

Tam da bu aşamada, Türk tenisi için bir milad olabilecek bir adayın adı gündeme düştü..

Şafak Müderrisgil..

Bir önceki dönemde TFF’de Hukuk Kurulundan ve Kadın futbolundan sorumlu yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan Müderrisgil’in adaylığı tenis camiasında hem bir şaşkınlık hem de büyük bir heyecan yarattı.

Şaşkınlık yaratmasının sebebi tenis camiasının çok yakından tanımaması, heyecan yaratmasının nedeni ise de Türk tenisinin son 15-20 yılında kurulan aksın değişme ihtimalinin belirmesi..

Bunun için Müderrisgil çok güçlü bir aday olarak ortaya çıkıyor..

Türk tenisine ‘umut’ lazım…

Yakında resmi adaylığını ve projelerini kamuoyuyla paylaşacak Müderrisgil; Türk tenisi ile ilgilenen herkesin bildiği ama  kapalı kapılar ardında ancak fısıltıyla söyleyebildikleri ‘Türk tenisi artık bitti, tünelin ucu karanlık’ ümitsizliğine son verebilecek mi?

TFF’de birlikte çalışma fırsatı bulduğum ve Kadın futbolunda fark yaratan çalışmalarıyla dikkat çeken, UNESCO ile spor alanında özel projeleri yürüten Müderrisgil’in devletin inanılmaz kamu destekleri ve tesisleşme hamlelerine rağmen uluslarası rekabette bir türlü istenilen seviyeye gel(e)meyen Türk tenisi için bu zorlu görevde başarılı olması için doğru kadro seçimi, doğru stratejiye ve de önünde uzun ve çalılarla dolu bir yol var..

Dünyanın  en zor ama en çok izlenen ve takip edilen branşlarından Tenis de ülke tenisçilerinin dünya sahnesinde boy göstermesi için tüm birikimini ve donanımını bu işe ayıracağına eminim.

 

Şafak Müderrisgil’in başkan seçilmesi halinde ülkemizde yaklaşık 65 federasyon içerisinde bir veya ikinci kadın başkan olacak..

Ve inanıyorum ki; Müderrisgil federasyonlarda da başkanlık çıtasını da yukarı çekecektir.

03 Ekim 2024, Perşembe 12:42
YAZININ DEVAMI

‘’Federasyon seçimleri….‘’

Paralimpik Oyunlarından gelen madalyalar ile Olimpiyatlarda ki başarısız sonuçları makyajlamasına izin mi vereceğiz yoksa Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’ın dediği gibi ‘hesap mı sorulacak’..

Bak(an)’ın manşetlere çıkan röportajının ardından ‘Başarısız federasyon başkanlarına mahkum muyuz’ yazım bu sütunlarda yer aldı..

Bu yazıma geri dönüşlerden anladığım ‘testiyi kıran’ federasyonların görevlerinden ayrılmaları gerektiğinde büyük bir mutabakat olduğu şeklinde..

Yalnız yine de bir okurumun şu cümlesi de kayda değer..

‘Ömer bey, umarım Federasyon seçimleri bittiğinde ‘başarısız federasyon başkanlarına mahkum muşuz’ diye yazmak zorunda kalmazsınız..

Önümüzde ki 3 ay federasyon seçimleri Türk sporunun geleceğini şekillendireceği için hayati öneme sahip..

Bu yüzden bir kaç  yazıyla geçiştirilecek bir konu değil..

Peki bu süreçte neler yapılmalı..

Ölçemediğini yönetemezsin! 

“HENRY Kissinger meşhur ‘Diplomasi’ kitabında şöyle diyor: “Entellektüeller uluslararası sistemlerin çalışmasını analiz ederler; devlet adamları ise, bu sistemleri kuran kişilerdir. Analist hangi sorunu inceleyeceğini kendisi seçebilir; devlet adamı ise sorunları önünde bulur. Analist üzerine risk almaz. Devlet adamı ise, bir tek tahmin yapma hakkına sahiptir; yaptığı yanlışlardan geri dönüş yoktur.” 

Burada konu spor olduğu için entelektüellerin ve analistlerin yerine gazeteci-yazar, devlet adamı yerine de Spor Bakanı ve Spor Hizmetleri Genel Müdürü’nü koyunuz! 

“Sırtında yumurta küfesi taşımayan ve başkasının omzundaki davulu tokmaklamaya çok teşne olan spor yazarları güncele dair yorumunu yapar ama iş nedense ‘yapısal’a gelince ekseriyetle sus pus kalır. 

Halbuki sorumlu makamların her yerden azami ölçüde ‘zihinsel beslenmesi’ sayesinde isabetli kararlar vermesi gerekiyor.” 

Bu sözleri bir çok kereler köşeme taşıdım. Bir çok kereler de Spor Bakanları ve Spor Genel Müdürleri ile de paylaştım. Biz spor yazarları analizler yapar ve ‘şöyle olsun, böyle olsun’ diye yazarız. 

Kissinger’ın dediği gibi risk almayız. Ancak, yaptığımız analizlerle yaptığı yanlışlardan geri dönüş şansı olmayan karar verici makamların zihinsel beslenmelerine katkı yaparız. 

Sorumlu makamların yaşayacağı en büyük talihsizlik, birçok yerden değil de sadece kendi oluşturduğu bürokrasinin zihinsel beslenmelerinden yararlanmaya başlamasıdır. 

O zaman ‘rutin’ gelir kendisini de sistemi de teslim alır. Ama biz yazarlara düşen görev de bütün bunlardan bağımsız okuyucuya ulaşmak, düşüncelerini zenginleştirmektir. 

Bütün bu girişi ülke sporunun gelişmesinde en önemli lokomotif görevi üstlenen federasyonların performanslarının arttırılması için yaptım. Federasyonların performansların artması demek daha iyi antrenör, daha iyi organizasyon ve tabii ki daha iyi sporcuları ortaya çıkaracaktır. 

Bu süreçte bizi Olimpiyatlarda daha iddialı bir ülke konumuna getirecektir.

Peki federasyonların performansları nasıl geliştirilecek? Kimisinde bireysel branşların, kimisinde takım sporlarının olduğu ama her biri farklı örgütlenmiş 65 federasyonu tek bir çuvalın içine koyabilir miyiz? Bunlardan daha önemli federasyonların performansları nasıl ölçülecek? Her zaman savunduğum bir söz var: Ölçemediğinizi yönetemezsiniz. 

Federasyonlara 'sigorta maddesi' şart

Bir taraftan “özerk olması gereken federasyonlar” bir taraftan buralara sürekli kamu fonu aktaran devlet-siyaset.

Sportif başarı yerine kuyumcu hassasiyeti ile delege avcılığı yapan federasyon başkanlarını görevden alınabilecek mi?

Her seçimin demokratik olmadığının en güzel örneği bugün bir çok federasyon da yaşanıyor.

Hani yıllardır partilerde şikayetçi olduğumuz genel başkanlar delegeleri belirliyor, o delegelerde Federasyon Başkanı’nı seçiyor..

2016 yılında Sportif Değerlendirme Geliştirme Kurulu üyesi olarak Tenis Federasyonu’nun da bu durumu tespit etmiş genel kurul delege sayısının nerdeyse yarısını federasyon başkanının belirleyebildiği yapıya dikkat çekmiştim.

Şimdi bu seçimin ne kadar demokratik olduğunu sizlere bırakıyorum..

Bu konuyla ilgili şahsi kanaatimi bir tarafa bırakarak bu sorunun çözülmesi için yeterli bir yasal alt yapının olmadığının da altını çizeyim.

Bütün bu süreci görünce sistemin böylesine tıkanmasına ve adeta hukuk savaşına dönmesine izin vermeyecek bir düzenleme yapılmadığını bir kez daha acı bir şekilde test etmiş olduk. 2016’da tek aday olarak, 2021’de ki 2 adaylı  seçimde  mevcut başkan çok rahat bir şekilde tekrar seçilmişti.

Kasım ayı seçimlerinde de başarısız mevcut başkanın sandığa girdiği taktirde seçilmemesi imkansız. 

Nerede kaldı performans değerlendirmesi..

Ve nasıl oldu da bir federasyon başkanı delege sistemini bu şekilde kendi lehinde oluşturdu ve buna kim izin verdi?

Ne yazık ki bir çok federasyonda da durum bundan pek farklı değil..

Artık spora yol gösteren, yön veren ve denetleme işlevinde ki kamu tarafının  “sigorta maddesi”ne ihtiyacı olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Yeri gelmişken bu maddenin spor literatürüne nasıl girdiğini de anlatayım:

Rahmetli Turgut Özal, 1987 yılında Futbol Federasyonu’nun seçimli ilk Genel Kurulu’nu gerçekleştirmek için yasal düzenleme yapmıştı. Ancak yasaya kendi ifadesi ile sigorta maddesi koymuştu. Başbakan, genel kurul seçim sonuçları ne olursa olsun adaylardan birisini Federasyon Başkanı olarak atayabilecek veya genel kurulu iptal edecekti. Nitekim, Erdenay Oflaz büyük farkla seçimi kazanmasına karşın Özal, genel kurulu iptal etmişti.

Nasıl gerektiğinde BDDK kamu veya özel bankaların faaliyetlerini düzenleyebilecek, açığa işlem yapmalarını önleyecek bir çok yasal düzenlemeleri sahipse Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün federasyon ilişkilerinde yeni yasal düzenlemelere ihtiyacımız olduğu ortada.

Ben, “Devlet sporun ana sponsorudur” ve “devletten tamamen bağımsız spor organizasyonu olmaz” ilkelerinin altını çizerim.

Öte yandan “spor yaptırma” hiyerarşisinin yani federasyonların “sporun maddi ortamını hazırlama”hiyerarşisi yani devlet karşısındaki bağımsızlığını ilkece savunduktan sonra devlete “spor işlerine karışma ve spor örgütüne nüfuz etme” yetkisinin verilmesini savunurum.

Ancak, Kanunlara sigorta maddeleri koyulmayıp, federasyonların performanslarını da ölçemeyeceksek,’testiyi kıranla’, ‘testiye su taşıyan ‘ federasyonları nasıl tespit edip, Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’ın ifade ettiği gibi ‘nasıl hesap soracağız’.. 

Temenni: Umarım 3 ay sonra ‘başarısız federasyon başkanlarına mahkum muşuz’ diye yazmak zorunda kalmam.. 

07 Eylül 2024, Cumartesi 18:15
YAZININ DEVAMI

‘’Türk sporuna radar lazım‘’

KITAPLIĞIMDA müstesna bir yere sahip rahmetli Bülent Ecevit’in “Elele Büyüttük Sevgiyi” kitabında benim en çok dikkatimi çeken ‘radar’ ile ‘ışıldak’ arasındaki farkı anlatmasıydı. Zaman zaman bu farkı yazılarımda da kullanırım.

Türk sporunun Olimpiyat sürecini analiz ederken, sıklıkla federasyonların performanslarının gelişmesi konusunu ele alıyordum. Bu kez federasyonların performanslarının geliştirilmesi değil olimpiyatlara doğru sporcularımızın bu rekabete nasıl hazırlanması gerektiği konusunu ele alacağım.

Sporcu yetiştirme konusunda burada kullanacağımız yöntem radar ile ışıldak arasındaki farkı ve sporun tüm bileşenlerinin Spor Bakanlığı, Federasyonlar, Spor Bilimciler, Spor Medyasının vizyonunu ortaya koyacak. Işıldağın görebildiği, gösterebildiği çok azdır. Kör noktaları sonsuzdur. Radarın ise kör noktaları azdır. Işıldak arar durur. Radar ise aramadan bulur. Işıldak bir anda bir yana yönelebilir. Radarsa bir anda her yana açıktır.

Ya ışıldak gibi olacağız ya da radar gibi. Olimpiyatlarda elde ettiğimiz sonuçlara baktığımızda bugüne kadar ne yazık ki radar gibi bir anda her yana açılan projeksiyon çizemediğimiz ortada.

Bir yerlerde eksiklik olduğu ortada. Bize düşen görev bu eksiklikleri belirleyerek ülkemizin en azından 2020 ve 2024 Olimpiyatları’nda başarıya ulaşmasını sağlamak. Sporda dünyanın saygın ülkesi olmak istiyorsak hükümetin spor planı ile, tesislerimizle, federasyonumuzla, özellikle bilim ve teknolojiyi devreye sokarak üst düzey sporcular yetiştirmeliyiz. Yani bir bakıma Paulo Coelho’nun dediği gibi bahçıvanlık yapmalıyız. “Töre metinlerinden birine göre, her insan yaşamda iki yoldan birini seçebilir: İnşa etmek ya da toprağa ekmek. İnşa etmeyi seçenlerin işi yıllarca sürebilir, ama günün birinde yaptıkları inşaat biter. O zaman kendilerini kendi ördükleri duvarların içine hapsettiklerini görürler. İnşaat durunca yaşam anlamını yitirir. Diğerleri ise toprağı ekerler. Fırtınalara, mevsimlerin getirdiği bütün çetin koşullara göğüs gererler ve hemen hemen hiç dinlenmezler. Ama yapının tersine bahçenin gelişip büyümesi hiç bitmez. Bahçe, bahçıvanın sürekli ilgisini, dikkatini, bakımını gerektirirken, bir yandan da yaşamını büyük bir serüvene dönüştürür.”

Coelho’nun ‘inşa etmek’ sözünü ‘spor tesisi yapmak, ‘toprağı ekmek’ sözünü de ‘sporcu yetiştirmek’ olarak bir kez daha okuyalım! 

Ülkemiz son yıllarda tesis yapımına Avrupa’nın en çok para harcayan ülkesi. 

Yani inşaat işinde mükemmel işler çıkardık. 

Ancak gelinen noktada Türk sporu Avrupa’nın çok ama çok gerisinde. 

Üst düzey seviyede sporcumuz bir elin parmakları kadar az. Coelho’nun dediği gibi; sadece inşaata yoğunlaştığımız için kendi ördüğümüz duvarların içine hapsolduk.

Şimdi sıra, sporumuza bir radar gibi bir çok yöne çevirerek üst düzey sporcular yetiştirmekte.

Her türlü fırtınaya, çetin koşullara göğüs gererek, hiç dinlenmeden, tıpkı bir çiftçi gibi yol almalıyız. Bir düşünürün dediği gibi; “tohumlar yola düşerse, kuşlar onları yer. Tohumlar iyi toprağa düşerse ürün verirler. Tohumlar sadece iyi topraklarda verimlidir.”

En güzel tesisleri yaptık. Artık, tohumları iyi toprağa serpiştirmeliyiz.

Bakalım ışıldak gibi mi, yoksa radar gibi mi olacağız!

Yazarın notu: 

Olimpiyatların ardından geleceğe yönelik olarak ne yazabilirim diye düşünürken kalemim beni yıllar önce  kaleme aldığım bu yazıya götürdü..

Yaklaşık 10 yıl önce yayınlanan bu yazım üzerine yeni bir şey eklemek istemiyorum..

26 Ağustos 2024, Pazartesi 14:02
YAZININ DEVAMI

‘’Başarısız federasyon başkanlarına mahkum muyuz?‘’

Paris 2024’de yaşadığımız büyük hayal kırıklığının ardından Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak ‘*federasyonlardan hesap soracağız’* çıkışı geldi..

Tabii bu hesabın nasıl sorulacağı ve ‘*testiyi kıranla, testiye su taşıyan federasyonların* nasıl belirleneceği hakkında elimizde bir bilgi yok..

Yalnız Spor Bakanlığı’nda benim de bir dönem üye olarak görev yaptığım Sportif Değerlendirme ve Geliştirme Kurulu ( SDGK) bu işlevi görebilir.

SDGK Başkanı Hamza Yerlikaya ile Kurul Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Spor Genel Müdürü Veli Ozan Çakır’a burada büyük iş düşüyor. Federasyon seçimleri öncesinde başarılı/başarısız federasyonların tespiti Türk sporunun geleceğinin de anahtarıdır.

2016 Rio’da beklentilerin altında sonuçlar alınması üzere dönemin Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’da başarısız federasyonları istifaya davet etmişti. 

Yalnız istifalar gelmediği gibi başarısız federasyon başkanlarının hemen hemen hepsi bugün hala görevlerine devam etmektedirler..

2016 Rio Oyunları’ndan 5-6 ay önce  ‘Başarısız federasyon başkanlarına mahkum muyuz’ yazımı kaleme almıştım..

Sanki bu yazı bugün yine okunmaya değer görüyorum, en azından kendi açımdan..

 

Devlet ile federasyon ilişkilerini anlatmak için yıllardır “Alıştırma Tekerlekleri” metaforunu kullanırım...

Yeni bisiklet sürmeyi öğrenen çocuk ile onun düşmemesi için bir yandan endişe eden bir yandan da önlem alan baba arasındaki ilişkiye benzetirim.

Baba; iki tekerlekli bisikleti sürmeyi yeni yeni öğrenmeye çalışan çocuğun düşüp de bir yerini incitmemesi için arka tekerliğin iki yanında küçük alıştırma tekerlekleri kullanmasını isterken, çocuk ise bir an önce bunlardan kurtulmak istiyor.

Baba “hazır değilsin” diyor, o ısrar ediyor; bir inat, bir endişe sürüp gidiyor. Bir tarafta devlet baba diğer tarafta ise dizginlerine sığmayan “aceleci” genç girişimci. Ama çocuklardan kimisi alıştırma tekerleklerinden kurtulmayı hak edecek kadar başarılıyken kimisi hala alıştırma tekerleklerine rağmen hala bisikleti doğru dürüst süremiyor

Burada Baba’yı olarak   ‘Spor Teşkilatı’, çocuğu ise ‘ federasyonlar’olarak düşünün!

Biliyorsunuz ülkemizde 58 ( bugün 63)  federasyon var ve bunlar 2005 yılında özerk oldular. Buradaki amaç; federasyonların hızlı ve çabuk karar alabilmeleri, gereksiz bürokrasiden kurtulmaları, uluslar arası rekabette bu hızdan yararlanmaları, yeni gelirler özellikle de sponsorluk gelirlerini artıracak çalışmalar yapması idi.

Peki öyleyse devlet baba ne yapmalı?

Çocuklarım arasında ayırım yapamam” diyerek hiç birinin alıştırma tekerleklerini kaldırmaya izin vermez ve her bir çocuğunun kaderini birbirine mi bağlamalı yoksa “hayır, başarılı olan ve becerikli çocuklarımın daha ileriye gitmesi engelleyemem” mi demeli..

Gerçekten zor bir durum..Bir yandan ileriye doğru gitmek isteyen çocuğa yeni bir yaklaşım oluşturmanız gerekirken diğer yandan da diğer çocuklarınızın performansını arttırmak için çözümler bulmanız gerekiyor. Yoksa çocuk 20’li yaşlara bile hala alıştırma tekerleklerinden kurtulamamış olur.

Kendi çocuklarımız için dahi bu kararları almakta zorlanırken bir yandan ülke gençliğinin ve ülke sporunun geleceğini ilgilendiren konu da devletin kamu hareketi olan federasyonlar için nasıl davranmalı?

Devlet; bir tarafta “gözetim” diğer tarafta “denetim” tekerleğini kaldırdığında bisikletin devrileceği de ortada.

Ama öte yandan yatay gelişmesinde (lisanslı oyuncu sayısının yüksekliği) önemli aşamalar elde etmiş ve dikey performansında da (uluslar arası rekabette) başarılı olmuş ve gelirlerinin nerdeyse yüzde 80’ini kendisini sağlayan o da bir elin parmağından daha az sayıdaki federasyonlar ile diğer tarafta hiçbir kategori de başarılı olamamış federasyonları aynı çuvalın içine koyarak mı değerlendirmeliyiz ?

Testiyi kıranla, testiye su taşıyanları ayırmalıyız 

Bana kalırsa hepsini aynı çuvaldan çıkarmanın zamanı geldi. “Testiyi kıranla”, “testiye su taşıyanları” bir tutulmamalı. Başka problemler de yaşanıyor. “Başarısız federasyonlar başkanlarının tekrar göreve gelmeleri”, “kamu fonlarının yanlış kullanılması” gibi durumlarda devletin bir “sigorta maddesinin” olmayışı da yaşanan açmazlardan bazıları.. Freni boşalmış bir şekilde duvara toslamaya doğru hızla ilerleyen bir aracın kaza yapmaması için hem frene hem de sensöre ihtiyaç duyarız.

Ya federasyon duvara çarparsa? 

O zaman devlete düşen görev de; önleyici doktorlukta olduğu gibi hastalığı önlemek için tedbirler alması gibi federasyonların da duvara çarpmaması için çeşitli tedbirler alabilmeli.. Kaderimizi başarısız federasyon başkanlarının insafına bırakamayız! Bu aslında özerkliği de aykırı bir durum değildir. Aksine özerkliğin tanımı içerisinde devlete modern bir görev yükler. Yani modern devlet yol gösteren, yön veren ve denetleyen işlevini yapmak zorundadır. Her hangi bir federasyonun duvara toslamasında devlette sorumluluktan kaçamaz.Önümüzde bunu yapan Avrupa ülkeleri de var. Mesela, 1997 yılında İngiliz Atletizm Federasyonu’nun kötü mali yönetim nedeniyle feshedilmiş ve İngiliz Hükümeti’nin kontrolünde yapı oluşturulmuştu. Zamanla mali yapısı düzelen federasyon tekrar özerkliğini kavuşmuştu.İşte modern devletten örnek bir tutum..

Peki ülkemizde nasıl bir yöntem bulmalıyız? Bunun için Spor Bakanlığı bünyesinde Faruk Nafiz Özak zamanında yasalaşan Sportif Değerlendirme ve Geliştirme Kurul’u   var. 

Özak Bakan’ın danışmanı olarak metnini bizzat kaleme aldığım ve bir çok ülkeye de model olabilecek   "Türk Sporunda Önemli Bir Adım" olarak değerlendirdiğimiz Kurul'u gelecekte Olimpiyatlarda başarılı olmak istiyorsak görmezden gelemeyiz. Bu yapıyı değerlendirmek önemlidir çünkü en temel mesele olan siyaset-devlet-özel sektör ve spor arasındaki görev dağılımında, kurulacak dengenin ve güç birliğinin en somut enstrümanlarından biri SDGK'dır.


Spor Bakanlığı ile federasyonlar, federasyonlar ile kulüpler arasındaki ilişkilerin 'bireysel' değil kurumsal yapılarda, objektif kriterlere göre yeniden belirlenmesi gerektiğini yaşayarak görürüz.

. "Peki, buradaki ilişkinin ve etkin denetimin temel kavramı nedir?" diye sorarsak karşımıza performans çıkar.


AK Parti'nin seçim öncesi vaatlerinden biri 2023 yılında 10 milyon lisanslı sporcuya ulaşmaktı. Yeni yıla girerken önümüzdeki 7 yılda 10 milyona ulaşmak konusunda ne kadar yol alacağımızı yaşayarak göreceğiz. Ancak bu performansa ulaşmak için federasyonları etkin kılmaktan başka bir yol yoktur. Çünkü federasyonlar adeta devletin anayasal spor yaptırma görevini yerine getiren taşeronlar konumundadır.

Ancak 58 ( bugün 63) federasyonu aynı çuvala koymak ve testiyle su taşıyanlar ile testiyi kıranlar arasında ayrımı yapacak mekanizmaları kurmak da çok kolay değildir. Biz biliyoruz ki, ancak ölçülebilir olan yönetilebiliyor ve bu ölçümü yapabilmek için de farklılıkların ayrımını gözeten rasyonel performans kriterleri belirleyerek, ölçüm ve değerlendirme yapabilmek gerekmektedir.

Kurul’un hedefi de şu oldu: Üyeleri mali, idari, hukuki ve sportif yetkinliğe sahip, sportif başarılardan ziyade federasyonların vizyonlarını değerlendiren ve onlara belli alanlarda yön verecek bir yapı. Sporun tüm alanlarında tanıtımla, farkındalık yaratacak bir yapı. Ancak elbette sadece "süslü" sözlere dayanmadan, her branş için somut sportif hedeflerin belirlenmesi gibi iddialı, zor ancak bir o kadar da zorunlu bir yapı.Yani devlette artık ev ödevini yapacak ve her bir federasyon için stratejik hedefler belirleme de söz sahibi ve etkin olacaktır. Federasyonlara aktarılacak bütçelerde daha rekabetçi bir yapıya ihtiyaç duyulmakta ve kaynaklar somut projelere aktarılmalıdır.


Bu yapı başarılı olduğunda ülkemiz sporunu çok ilerilere taşıyacak hedefler belirlenecektir.

 Bu hedeflerin belirlenmesi ülke gerçeklerinin ve potansiyelinin, ayrıca dünyadaki gelişme eğilimlerinin çok iyi analiz edileceği bilimsel çalışmaların yapılmasını sağlayacaktır. 

Devlet böylece federasyonların özerkliğine müdahale etmeksizin nüfuz edebilecektir. Etkin bir SDGK işte tüm bu önemli işlevleri yerine getirecektir..

Özetle; 2028 Los Angeles’a başarısız federasyon başkanları ile gidemeyiz. 

Günün sözü: Spor medyamızın en değerli kalemlerinden Fatih Doğan’ın paylaşımını buraya ‘günün sözü’ olarak aldım..

Bence sporda beklenen hamle -devrim - yeni başkanların delegelere değil başarılara sırtına dayadığında gerçekleşecek..’

16 Ağustos 2024, Cuma 17:08
YAZININ DEVAMI

‘’Tenis ve futbolda zafere koşan İspanya‘’

Yıllardır sporun içinde olan ve  özellikle de futbol, basketbol ve tenise ilgisi yoğun birisi olarak 14 Temmuz 2024’de de İspanya’nın yerine Türkiye’nin olmasını çok isterdim..

İspanyollar belki geçmişte bunun gibi çok büyük başarılar elde etti ama aynı gün Nadal’ın tahtına konan Alcaraz’ın ezici bir üstünlükle tenisin taçsız kralı Djokoviç’i sahadan silerek Wimbeldon Şampiyonluğuna ulaşması ve akşam saatlerinde bu kez futbolun beşiği İngiltere’yi sahadan silen İspanyol futbolcular ile Avrupa Şampiyonluğunu kazanmaları…

Bir an gözünüzü kapatın ve düşünün Türkiye’nin bu seviyede bir başarıyı hem de aynı gün kazanmasını sanırım günlerce bunu kutlardık..

Peki İspanyollar bunu başardı.. sadece futbol, tenis değil basketbol, voleybol, formula , bisiklet gibi bir çok branşta dünyanın en başarılı ülkeleri arasında nasıl yer aldı?

Biz de ise yıllardır ağzından düşürmediği ‘dünyada bir numara olacak tenisçileri yetiştirmek için strateji oluşturdum, bu strateji benden sonra da devam edecek’ diyerek  20 yıldır Türk tenisini bir arpa boyu ileriye götüremeyen mevcut Tenis Federasyonu Başkanı’nın masallarını dinliyoruz. 

Bu arada işin ilginç yanı bu stratejinin ne olduğunu bilen tek bir kişi görmedim, Federasyon sitesinde de mercekle aradım ki böyle bir şeye de rastlamadım.

Şimdi erkeklerde İspanya’da ilk 100 içersinde dünya bir numarası Alcaraz ile 7 İspanyol tenisçi varken Türkiye’nin ilk 100 içersinde tek bir sporcusu bulunmadığı gibi 100-200 arasında bile tek erkek oyuncumuz yok.

Sıralamada en üstte tek bir oyuncumuz ( Ergi Kırkın/ 260) ve 400-500’lerde ise 3 tenisçimiz bulunmaktadır. Bunun dışında profesyonel tenis de mücadele eden 2-3 tenisçimiz ( ki bu sporcularımız turnuva masrafları için yazları tatil yerlerinde özel ders vermek zorunda kalıyorlar) daha var sıralama da çok geride olmalarına karşın patinaj yaparak  sistemde kalmaya çalışıyorlar. Ülkemizde çok büyük potansiyel olmasına karşın tenis de niçin başarılı olamadığımızı iyi tespit etmeliyiz.

Tüm tenis kulüpleri, tenis akademilerinin çok büyük ekonomik gelirleri varken, bugün tenis antrenörlerinin iyi seviyede kazandıkları, tenis malzemeleri satan tenis mağazalarının büyük kazançlar elde ettiği ülkemizde neden hala Türk tenisçilerinin para kazanacakları bir sistem olmadığını tartışmalıyız.

Herkesin büyük paralar kazandığı bu sistemde para kazanamayan tek kesim sporcuların olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Bugün 17-24 yaş arası tenis de profesyonel tenis yerine niçin tenisi bıraktıkları veya Amerika’ya gittiklerini iyi analiz etmeliyiz.

Bu sistem değişmezse gelecek 10 yılın bugünden daha başarısız olacağımız çok açık bir şekilde ortada gözükmektedir. Türk tenisinde bir kuşağın yok edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Dünyanın en çok turnuvasını yaptığını söyleyen Tenis Federasyonu Başkanı işini tenisin turizmine değil de bu soruların cevabına ayırması gerekir.

Bu sistemle Türkiye’nin uzaya gitmesinin tenis de dünya 1 numaralarını çıkarmaktan daha mümkün olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. 

Başarısız federasyon başkanlarına mahkum olduğumuz en iyi örnek tartışmasız Tenis Federasyonu’dur.

Geçmişte benim de görev yaptığım Sportif Değerlendirme ve Geliştirme Kurulu’nun amacı da işte testiye su getiren ile testiyi kıran federasyonları ayırabilmesidir.

Maalesef bu kadar büyük bir potansiyeli olan tenis de testi çoktan kırıldı.

Sporda İspanya Modeli

Geçmişte zaman zaman İspanya’nın sporda kurduğu sistemi anlatmaya çalışırım.

İspanya sporunun dönüm tarihini anlamak için 1992 Barcelona Oyunları bir anahtardır.

İspanyollar ev sahibi oldukları Barselona Oyunlarına hazırlanmak için 1988 yılında ‘ADO 92 Planı’nı hayata soktular..

Bu planın ana hatlarını paylaşmak istiyorum:

-1992 BARCELONA-
Barcelona'da 1992'de düzenlenen olimpiyatlar, ilk kez bu en büyük spor organizasyonuna evsahipliği yapan İspanya'nın sportif başarısı açısından dönüm noktası oldu.

İspanya, Barcelona'daki olimpiyatlar için yeni planlar ve programlar hazırladı. Bu programların en önemlisi olan ADO 92 programı İspanyol atletlerin tarihi bir başarıya imza atmasını sağladı. Olimpik Sporlar Birliği programı olan ADO 92, 1988'de hayata geçirildi.

Program çerçevesinde İspanyol spor tarihinde ilk kez özel sponsorlarla anlaşıldı ve olimpiyatlara katılımda maddi engellerin aşılması çok kolay hale getirildi. ADO 92, sponsorlardan gelen parayla her federasyon için ekonomik ek kaynak yarattı.

İspanya, 1992 Olimpiyatlarına 28 dalda katıldı ve 28 dal için ayrı sponsorlarla anlaşma imzalandı, ancak sponsorlara maddi destek verme fikrinin çekici hale getirilmesi gerekiyordu ve bu aşamada devreye İspanya Radyo ve Televizyon Kurumu (TVE) sokuldu.

TVE, yapılan özel anlaşma gereğince İspanyol spor federasyonlarına sponsor olan firmalara reklamda özel indirimler sağladı ve gereken sponsorlar kısa sürede bulundu. Bunun dışında hükümet de olimpiyat için maddi destek sağladı.

-SPORTİF YAPININ GÜÇLENDİRİLMESİ-
Daha sonra ADO 92 programı çerçevesinde sportif yapının güçlendirilmesine başlandı. İspanya açısından sorun, yıllık bütçenin sponsorlar aracılığıyla artırılıp federasyonlara aktarılması değil, bu kaynakların her branşta en iyi atletlerin yetiştirilmesine yöneltilmesiydi.

Olimpiyat komitesi, federasyon yetkilileriyle eksiklerin belirlenmesi için çalışmalar yapıldı. ADO 92, çerçevesinde sporculara ihtiyaçları için yıllık yardımda bulunulmasına karar verildi. Altyapı ve tesisleşmede eksikler belirlenerek çok sayıda tesis inşa edildi. Her dalda en gelişmiş tekniklerin kullanılması sağlandı. En iyi teknik adam ve antrenörlerle anlaşmak için çaba harcandı. İspanya'da ve yurt dışındaki müsabakalara katılan sporculara maddi yardımda bulunuldu.

ADO 92 çerçevesinde, 1989'da 900 sporcuya maddi destek sağlandı. Yıllık testlerin ardından 268 sporcu belirlendi ve İspanya bu sporcularla Barcelona Olimpiyatlarına katıldı.

İspanya tüm bu çalışma ve yatırımın karşılığını olimpiyatlarda aldı. Daha önceki olimpiyat oyunlarında toplam 4 altın, 12 gümüş ve 10 bronz olmak üzere toplam 26 madalya kazanan İspanyol sporcular, 1992'de 13 altın, 7 gümüş ve 2 bronz olmak üzere toplam 22 madalya kazanarak inanılmaz bir başarı sergiledi. Paralimpik oyunlarında büyük başarı gösteren İspanyol sporcular da, 34'ü altın 107 madalya kazandı.

İspanyollar, Barcelona Olimpiyatlarında 12 farklı dalda (atletizm, boks, bisiklet, futbol, cimnastik, çim hokeyi, judo, yüzme, su topu, tenis, okçuluk ve yelken) madalya elde etti.

İspanya, ADO sistemini olimpiyatlardan sonra da sürdürdü ve orta-uzun vadeli amaçlara sahip, kamu ve özel sektöre ait kaynakların maddi desteğine dayanan bu planın uygulanması devam etti.
İspanyol hükümetinin desteklediği ADO planı, yıllar içinde liseler, üniversiteler ve kamu kurumlarına da yayıldı. Özellikle lise ve üniversitelerde spor eğitimine yatırım yapıldı. Şu an büyük başarılar kazanan sporcuların oluşturduğu nesil, daha iyi beslenmeyle, mükemmel spor tesislerinden faydalanarak bu hale geldi.

Program çerçevesinde sporcular için özel beslenme programları oluşturuldu ve bunun sonucunda daha uzun boylu ve güçlü sporcular yetiştirildi.

Kısa vadeli planların yerini uzun vadeli planların almasıyla yakalanan sportif başarı, 20 yıllık bir planlamanın ürünü oldu.

-GENÇLERE YATIRIM-
ADO, özellikle genç sporcuları destekliyor. Gençlere yapılan bu yatırım sayesinde takım sporlarında aynı sporcular yıllarca birlikte oynama şansı elde ediyor ve birbirlerini daha yakından tanıyorlar.

İspanya'nın şampiyonluklara ambargo koyan futbol ve basketbol takımları birkaç yıldır aynı oyunculardan oluşuyor ve bu oyuncular takım olarak nasıl oynayacaklarını iyi biliyor.
Bu oyuncuların büyük bölümü iş arkadaşı olmaktan çıkarak dost haline geliyor ve takımda iyi bir kimyanın oluşturulması başarıyı getiriyor.

-FUTBOL VE ANTRENÖRLER-

Son 30 yıla damgasını vuran İspanya futbolunda bu büyük  başarıya sağlayan ilk neden olarak, eğitim, planlama ve çalışma sayesinde çok yetenekli bir neslin çıkması gösteriliyor.

İspanya Birinci Futbol Ligi'nde forma giyen futbolcuların yüzde 77'si İspanya vatandaşı. Bu oran diğer Avrupa ülkelerinde bu kadar yüksek değil. Örneğin İngiltere Premier League'deki futbolcuların sadece yüzde 40'ı İngiltere vatandaşı.

Futbolda oyuncular kadar antrenörlerin eğitimine de önem veren bir ülke haline gelen İspanya, UEFA A ya da Pro lisansına sahip olan antrenör sayısı açısından birinci sırada ve rakipsiz durumda.

Bu lisanslara sahip teknik adamlar, yıllardır gençleri İspanya futbolunun geleneksel özelliklerine göre eğitiyor. 1992'den sonra İspanya milli futbol takımlarının çok güçlendiği ve etkin bir oyun ortaya koyduğu, ilk kez 2010'da kazandıkları dünya kupasında ile dün kazandıkları Avrupa Şampiyonluğu’nun sinyalini önceden verdikleri görülüyor. 

 

22 Temmuz 2024, Pazartesi 15:10
YAZININ DEVAMI

‘’Gençlerbirliği’nin özlenen yükselişi‘’

“Türk futbolunu sarmış karamsar havanın bir yansıması Ankara’nın köklü kulübü Gençlerbirliği’nde yaşanıyor.

Bir kaç ay önce eski Başkan Niyazi Akdaş’ı ziyaret etmiş, ekonomik darboğaz içinde ki kulübü nasıl ayağa kaldıracağını düşünüyordu.

Zaten peşi sıra seçimli kongreler birbirini izledi ve Osman Sungur tek oyla başkanlığa seçildi.

Elbette çok zorlu bir süreçte ve aşırı borçlu bir Kulübün Başkanı seçildi Osman Sungur..

Ama Gençlerbirliği Kulübünün büyük potansiyelini de göz ardı edemeyiz.

‘Değişen göz her şeyi değiştirir’ diyerek Osman Sungur ve yakından tanıdığım ( Hıfzı Kuraşa, Sinan Aydın, İsmail Geliç gibi) son derece yetenekli kadrosuyla sadece Ankara futbolunun değil Türk futbolunun lokomotifi olacağına inanıyorum.

Başkan Osman Sungur ile ilgili küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum..

2006 yılında TFF’nin engelliler futbolunu destekleme kararı alması üzerine o tarihlerde Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Ampute Futboldan Sorumlu Başkanvekili Sungur’du..

2007 yılında Antalya’da düzenlediğimiz Dünya Ampute Şampiyonası’nda birlikte mükemmel bir işbirliği yapmıştık.

Ampute Futbol’un bugünlere gelmesinde ilk harçları koyan birisidir.

Şimdi sıra da Gençlerbirliği’ne mazisinden gelen harçları yoğurarak yeni bir şekil vermesidir.

Yürekten başarılar diliyorum.. “

 5 Mart tarihinde bunları yazmış ve geçen hafta da Gençlerbirliği Kulübü Başkanı Osman Sungur’u makamında ziyaret etmiştim..

Büyük başarılara imza atmalarını arzu ettiğim Gençlerbirliği Sungur’un Başkanlığında eski ve yeni ama her birisi birbirinden değerli yönetim kurulu üyeleri ile bu yola baş koymuş görmüştüm.

Çocukluk arkadaşım ve Gençlerbirliği’nin efsane futbolcusu  ‘köfteci’ lakaplı Harun Erol Futbol Şubesinin başına geçti.

Dün de Boluspor ile oynayacakları maç için yollara düştük..

Yıllar sonra bir deplasman maçına giderken tatlı bir heyecan ile Gençlerbirliği’nin tarihinde ki en başarıl dönemleri aklıma geldi.

Geçmişinde Ankaragücü Kulübü Yönetim Kurulu Üyeliği ( 1998-2001) ve Beşiktaş Kulübü Genel Kurulu Üyesi olarak Gençlerbirliği’nin Ersun Yanal’ın yönetiminde fırtına gibi estiği yıllarda rahmetli İlhan Cavcav ve Ersun hocanın davetlisi olarak Parma ve Valencia maçlarına gittiğim o görkemli dönemler gözümün önüne geldi.

O günleri nasıl da özlediğimi fark ettim ..

Benim gibi taraflı tarafsız futbolseverlerin de aynı duyguları paylaştıklarını biliyorum.

Süper Lig’ yakışır 

Evet Gençlerbirliği’nin bu başarıları tarihe mal olmuş ve yıllar içerisinde ‘yukarı doğru düşen’ kulüp Niyazi Akdaş’ın Arif Ölmez’in tüm çabalarına ve fedakarlıklarına karşın patinaj yapıyordu.

Acaba Süper Lig’e çıkabilecek miydi bu köklü kulüp, hele ki heybesinde artık taşıyamayacağı borç enkazı içerisinde boğuşurken..

Peş peşe gelen olağanüstü kongreler ve karamsar hava bir türlü dağılmıyordu.

Tam bu sırada göreve gelen Osman Sungur ile son 3 maçını kazanarak Gençlerbirliği artık play-off potasının içine kendisini attı.

En sevindirici olan da eski Başkan Niyazi Akdaş ile yeni Başkan Osman Sungur aynı sırada maçı izliyorlardı.

Önceki dönem Yönetim Kurulu Üyeleri ile mevcut Yönetim Kurulu Üyeleri deplasmanda takımlarını desteklemek için bir araya gelmişlerdi.

Gençlerbirliği’nin daha önünde çok uzun ve zorlu bir yol var..

Camianın birlik ve beraberlik içerisinde hareket ederek Ankara’yı 2 takımla temsil etmesini temenni ediyorum.

04 Nisan 2024, Perşembe 16:00
YAZININ DEVAMI

‘’Türk futbolunda kaç çeşit peynir var?‘’

20. Yüzyıl’ın 2 büyük devlet adamı Churchill ve De Gaulle arasında tarihe geçen bir sofra konuşması vardır. İngiltere Başbakanı, Fransa Cumhurbaşkanı’nın davetlisi olarak Elize sarayında mükellef bir sofra da ağırlanıyor..

Masada yok yok..

Ama Churchill’in en çok dikkatini masada ki birbirinden güzel görünen peynirler çeker ve De Gaulle’e ‘Fransa’da kaç çeşit peynir var’ diye sorar..

De Gaulle biraz da övünerek  265 çeşit peynirimiz var cevabını verir..  

Churchill bu kez biraz da iltifat olsun diye De Gaulle’e 

“265 çeşit peyniri olan bir ülke savaşta yenilemez” der. 

De Gaulle ise esprili bir şekilde “ Ama yönetilemez de, 265 değişik tür peyniri olan bu ülkeyi kim yönetebilir ki’ yanıtını verir.

Türk futbolunun da şu an içinde bulunduğu durumunu anlatmak için  bu diyaloğu özellikle  seçtim. 

Geçen hafta Hürriyet Gazetesi Spor Müdürü Mehmet Aslan ‘Türk futbolu nereye gidiyor’ diye soruyor ve 8 madde de bu sorunları ele alıyordu..

‘Başka bir ülkede olsanız bu şahane yarışın keyfini çıkarırsınız ama Türkiye’de yaşıyoruz! Yarışın yarış olmaktan çıktığını, kan davasına dönüştüğünü görüyoruz. Bu ateşe, başkanlar, yöneticiler, yorumcular her gün benzin döküyor’ diye başlıyor yazısına..

Spor yazısında bir kulüp başkanının yaptığı açıklamaya değinerek ‘Çanakkale Savaşından’ bahsediyor..

Yani Fransa da bir kulüp başkanının şampiyonluk mücadelesini Fransız Devrimine benzetmesi gibi bir durum bu..

Ardından ‘üfleyerek sönmez’ tartışmaları gündemi daha da gerdi..

Aziz Yıldırım çok sert açıklama tartışmanın içine giriyor.

Yazılarında en şiddetli tonunu dahi ‘zarafetle’ süsleyen becerebilen Ercan Güven de bu topa giriyor: ‘ Özbek’in ateşi üflemekle sönmez’ yazısında -kendi kulübünüzü de ateşe atarsınız- diyerek Galatasaray Kulübü’ne de hatırlatma yapıyor.

Kulüp başkanları ve yöneticilerinin açıklamaları bir tarafta, diğer tarafta köşe yazarları ve televizyon yorumcuları ile youtube üzerinde yayın yapan futbol yorumcularının salvoları arasında Almanya’da ki tarihi Avrupa Şampiyonası’na doğru gidiyoruz.

Acaba Churchill , TFF Başkanı ile yemekte buluşsa ve ‘ Türk futbolunda kaç çeşit peynir var’ diye sorsa Mehmet Büyükekşi’nin cevabı ne olurdu?

Yayın ihalesi dişlerimizin izini gösterdi mi?

Yukarı da ki tartışmaların yaşandığı dönemde ‘yayın ihalesi’ sonuçlandı..

Bu konuyla ilgili son yazımda ‘yayın ihalesi dişlerimizin izini gösterecek’ diye yazmıştım..

80 milyon dolardan 182 milyon dolar artı KDV ( KDV dahil 218 milyon 400 bin dolar) yükselmesi kamuoyunda başarı olarak algılandı.

Böyle Süper Lig, yayın gelirinde Avrupa’nın en değerli altıncı ligi oldu..

TFF ve Kulüpler Birliği’nin işbirliği ve izledikleri strateji bu rakamlara ulaşılmasını sağladı..

Doğrusu ben de bu rakamlara ulaşmasını beklemiyordum.

Dişlerİ bu kadar çürümeye yüz tutmuş futbol ikliminde demek ki yayıncı kuruluş antibiyotik tedavisi ile yola devam etmeye karar vermiş.

Önce Trendyol’un  isim sponsorluğu, şimdi de yayın ihalesinde ki bu rakam bize Türk futbolunun geleceği için hala ümit duymamız gerektiğini göstermektedir.

Gençlerbirliği’nde Osman Sungur dönemi

Türk futbolunu sarmış karamsar havanın bir yansıması Ankara’nın köklü kulübü Gençlerbirliği’nde yaşanıyor.

Bir kaç ay önce eski Başkan Niyazi Akdaş’ı ziyaret etmiş, ekonomik darboğaz içinde ki kulübü nasıl ayağa kaldıracağını düşünüyordu.

Zaten peşi sıra seçimli kongreler birbirini izledi ve Osman Sungur tek oyla başkanlığa seçildi.

Elbette çok zorlu bir süreçte ve aşırı borçlu bir Kulübün Başkanı seçildi Osman Sungur..

Ama Gençlerbirliği Kulübünün büyük potansiyelini de göz ardı edemeyiz.

‘Değişen göz her şeyi değiştirir’ diyerek Osman Sungur ve yakından tanıdığım ( Hıfzı Kuraşa, Sinan Aydın, İsmail Geliç gibi) son derece yetenekli kadrosuyla sadece Ankara futbolunun değil Türk futbolunun lokomotifi olacağına inanıyorum.

Başkan Osman Sungur ile ilgili küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum..

2006 yılında TFF’nin engelliler futbolunu destekleme kararı alması üzerine o tarihlerde Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Ampute Futboldan Sorumlu Başkanvekili Sungur’du..

2007 yılında Antalya’da düzenlediğimiz Dünya Ampute Şampiyonası’nda mükemmel bir işbirliği yapmıştık.

Ampute Futbol’un bugünlere gelmesinde ilk harçları koyan birisidir.

Şimdi sıra da Gençlerbirliği’ne mazisinden gelen harçları yoğurarak yeni bir şekil vermesidir.

Yürekten başarılar diliyorum..  

05 Mart 2024, Salı 12:48
YAZININ DEVAMI